Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə126/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   122   123   124   125   126   127   128   129   ...   181

NASİHAT-ÂMİZ f. İçinden öğüt alınacak söz.

NASİHATGER f. Nasihat eden, öğüt veren.

NASİHATKÂR f. Nasihat eden, öğüt veren.

NASİHAT-NÂPEZİR f. Nasihat dinlemez, öğüt tutmaz.

NASİHATPEZİR f. Nasihat tutar, öğüt tutar, öğüt dinler.

NASİK (Nesak. dan) Düzenleyen, tertib eden.

NASİK Allah yolunda ibâdet eden, dine bağlı, zâhid.

NASİL Çenelerin altından boyun ile başın kavuştuğu yerde olan mafsal.

NASİL Kıl dökücü ilâç.

NA-SİPAS f. Nankör. Şükretmeyen.

NASİR Nesir yazan. * Saçan, yayan.

NASİR Nusret eden, zafer veren. Yardımcı. Muin.

NASİYE Çehrenin gösterişi, alın, yüz.

NASİYE-PİRA f. Alnı süsleyen.

NASİYESÂ f. Alnını yere süren.

NASİYE-SÂZÎ f. Alnını yere sürme.

NASİYY Yaş ot.

NASİYYE Nass oluş. Kat'ilik, şüphesizlik, kesinlik. (Bak: Nass)

NASL Okun ucundaki sivri demir. okun uçmasına yardım eden kanatlar.

NASNAA Depretmek. * Devenin, kalkarken dizi üstünde çok eğlenmesi.

NASR Yardım, üstünlük, yenme, galip kılma. * Yağmurun her yeri sulaması.

NASR SURESİ Kur'an-ı Kerim'deki 110. Sure. İza-câe veya Tevdi' Suresi de denir.

NASRANİ Hristiyanlıkla alâkalı ve ona mensub olan. Hristiyanlardan olan. (Bak: Nasara)

NASRANİYET Hristiyanlık.(Nasraniyet, ya intifa veya ıstıfa edip İslâmiyete karşı terk-i silâh edecektir. Nasraniyet, bir kaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmağa hazırlanıyor, ya intifa bulup sönecek veya hakiki Nasraniyetin esasını câmi' olan Hakaik-ı İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır.İşte bu sırr-ı azime Hz. Peygamber (A.S.M.) işaret etmiştir ki; "Hz. İsa nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir." M.)

NASREDDİN (Nasr-üd din) Dine yardımı dokunan.

NASREDDİN HOCA (Mi: 1208 -1284) Mizahlı, güldürücü sözleri ile meşhur bir zâttır. Akşehir, Sivrihisar Medreselerinde okumuş, Selçuklular zamanında yaşamıştır.

NASRULLAH Allah'ın yardımı.

NASS Kat'ilik, kesinlik, açıklık. Te'vile ihtimali olmayan söz veya delil. * Kur'ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifde bir iş ve mes'ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelâm ve âyet. Akide. * Bir haberi kimden aldığını söyleyerek, en nihayet o haberi ilk söyleyene kadar nakledilişi isbat etmek.Bazılarınca istihraç ve izhar mânâlarından me'huzdur. Bir şeyin belâğ ve nihayetine denir. Bundan başka: Delil, haber, seyr-i şedid, ref', hüccet, bürhan, zuhur mânalarına da gelir.

NASS-I HADİS Hadisin açık, gerçek ifadesi. Muhtemeli olmayan sağlam mânaya delâlet eden lâfız. Delil mânâsına olan "Nass-ül fukaha" bundan alınmıştır.

NASS-I KATI' Mânâsı açık olan Kur'an âyetlerinden delil olarak gösterilen âyet.

NASSAH Terzi, hayyat.

NASSÎ Nass'a ait. Her türlü şübhe ve tereddüdün ve tenkidin üstünde tutulacak şekilde olan kesinlik, kat'ilik, açıklık. Bedahet. * Âyet ve hadisle doğruluğu sâbit olan.

NASSİYE (yun: Dogmatizm) Fls: Bir görüşün doğruluğuna peşin olarak inanan ve bu inanışlarını tenkide tabi tutmayanların düşünüş tarzı. Son heceleri .. izm ile biten görüşler, taraftarlarınca peşin olarak kabul edildiklerinden birer dogmatik görüş örneğidir. Meselâ; komünizm, materyalizm, darvinizim, birer dogmatizm mâhiyetindedirler. İslâmda zorlama yoktur, inanç için bilgi ve tefekkür esastır. Hakiki düşünce hürriyeti İslâmda vardır. İslâm dışında ...izmle biten görüşler önderlerini tartışılmaz otorite olarak kabul eder ve karşı görüşte olanlara her türlü baskı ve zulmü reva görürler.

NAST Sükut. Konuşurken dinlemek için susmak.

NA-SUDE f. Dinlenmemiş, istirahat etmemiş.

NASUH Hâlis. Temiz. Kesin, kat'i. * Çok nasihat eden.

NASUHÎ (Nasuhiyye) Bozulmaz şekilde tövbe eden.

NASUR Göz pınarında, mak'at havâlisinde ve diş etlerinde olur bir hastalık.

NASUS (Bak: Nass)

NASUT İnsanlık. İnsanlar ve onlarla alâkalı şeyler.

NASUTÎ Dünya ile ilgili, insanlığa ait, insanlıkla ilgili.

NASUTİYÂN İnsanlar.

NA-SÜFTE f. Delinmemiş, deliksiz.

NASYE Her nesnenin iyisi.

NA'Ş Kefene sarılıp tabuta konmuş ölü. * Cansız vücud.

NA-ŞAD f. Sevinçli olmayan, mahzun, tasalı, kederli.

NA-ŞADÎ f. Hüzünlü ve kederli oluş, gamlılık.

NA-ŞAYESTE f. Lâyık olmayan. Lâyık değil.

NAŞIT Büyük yoldan ayrılan küçük yol. * Vahşi sığır. Bir burçtan başka burca varan yıldız. * Neşeli ve şen adam.

NAŞİ Neş'et eden, yeniden vücuda gelen, yetişen, yetişmiş. * Delil, dolayı, ötürü, sebebiyle. * Geceleyin meydana gelip zâhir olan şey. * Yetişmiş oğlan veya kız.

NAŞİB Hâfız. * Ok sahibi. İçine girip yapışan nesne.

NAŞİD(E) (Neşide. den) Şiir söyleyen, şiir okuyan, şiir yazan.

NAŞİE Delil. Zuhur. * Gündüz veya gecenin evvelki saati. * Uykudan sonra kalkmak hali ve uyanık olduğumuz hal.

NA-ŞİKİB f. Sabırsız.

NA-ŞİKİBÂNE f. Sabırsızlıkla.

NA-ŞİKİBÂNÎ f. Sabırsızlık.

NA-ŞİKİBÎ f. Sabırsızlık.

NAŞİLE Eti az olan.

NA-ŞİNAS f. Bilmez, câhil. * Tanımaz olan, tanımayan.

NA-ŞİNİDE f. Duyulmamış, işitilmemiş.

NAŞİR Neşreden, yayan. * Bir müellifin eserini bastırıp çıkartan. Editör.

NAŞİRE (C.: Nevâşir) Kolu açan adale. * Kuruyup yağmurdan yeşeren ot.

NA-ŞİTA f. Sabahtan beri hiç bir şey yememiş olma.

NAŞİTAT Meleklerden bir tâife.

NAŞİZ Karısına karşı çok zâlim olan koca. * (Kalb) heyecanla coşma. * Kalkmış, kabarmış, atan (damar).

NAŞİZE Kocasının hanesinden, izni olmaksızın çıkıp kendisini kocasından haksız yere men'eden kadın. Bu çıkış hakikaten olabileceği gibi, hükmen de olabilir. * Kabarmış, şişmiş.

NA-ŞÜKÜFTE f. Açılmamış, taze.

NA-ŞÜSTE f. Yıkanmamış.

NAT' (NATA'-NIT') (C.: Nütu'-Entâ') Sahtiyan döşek. * Zahir olmak, âşikâre olmak, görünmek.

NAT'-I ZEMİN Yer yüzü. Sath-ı Arz.

NA'T Medih ve senâ ederek, vasıflarını göstererek bir şeyi anlatmak. * Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmı medhederek yazılan kaside.

NATAFAN Suyun seyelân etmesi, akması.

NATAFE (C.: Nutuf) Küpe.

NATAKTE Söyledin. (mânasına karşısındakine hitabdır)

VE Bİ-L HAKKI NATAKTE Hak ile söyledin, hakkı söyledin. Haksın, sâdıksın.(Zira o, Lâ ilahe illallah der, dâva eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nurani zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icma ederek mânen "Sadakte ve bi-l hakkı natakte" derler. Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla te'yid edilen bir müddeaya parmak karıştırsın. M.)

NA-TAMAM f. Tamamlanmamış, bitmemiş, yarı kalmış.

NA-TAMAMÎ f. Eksiklik, noksanlık.

NATEF Bulaşmak. * Fâsid olmak, bozulmak.

NA-TERAŞ Mc: Terbiye görmemiş, kaba saba. Yontulmamış.

NATES (C.: Entâs) Üstad, âlim.

NA-TEVAN f. (Bak: Na-tuvan)

NATFE (Nıtfe) : Kabarcık. * Ufacık sivilce.

NATH Süsmek. Hayvanın, başı ile saldırması.

NATIF Beyaz kaba helva.

NATIH (C.: Nevâtıh) Boynuzuyla vuran, süsen hayvan. * Keder, sıkıntı, elem, mihnet.

NATIK Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen. * Altın ve gümüş gibi olan mal.

NATIKA (Nutk. dan) Düşünüp söylemek hassası. Fesahat ve belâgatta söyleme kuvveti. Talâkat-ı lisan, güzel konuşabilme kabiliyeti.

NATIKA-İ CEMİYET Cemiyetin nâtıkası, yâni: Söz söyleme kudreti.

NATIKAPERDAZ f. Düzgün ve te'sirli söz söyleyen.

NATIKIYYET Konuşmaklık, söz söylemeklik.

NATIR (Nâtur) Bekçi. Bağ ve bostan bekçisi.

NA-TIRAŞ f. Yontulmamış, tıraş olmamış, terbiye görmemiş. Ham, kaba.

NATIS Bilgili, faziletli adam.

NATİH (Nâtıh) : (C: Nevâtıh) Sana karşı gelen hayvan. * Şiddetli emir.

NATİHA (C.: Netâyıh) Başka davar tarafından boynuzlanıp öldürülmüş olan davar.

NATİŞ Kuvvet ve hareket.

NATM Ulaştırmak, vardırmak.

NATNAT (C.: Netânıt) Çok konuşan uzun boylu, akılsız kimse.

NATNATA Çok söylemek, çok konuşmak. * Çekmek.

NATS Nadas.

NATŞ şiddet. Kuvvet.

NATŞAN Susuz kalmış kişi.

NATUH Çok süsen hayvan.

NATUK (Nutk. dan) Güzel ve düzgün söz söyliyen.

NATUL İlaçlarla kaynatıp mâlül kişinin az az başına dökülen su.

NATURA Lât. Her canlının yapılış hususiyeti, bünye, yaratılış hali.

NA-TUVAN (Nâtüvân) f. İktidarsız, zayıf, halsiz, kudretsiz, çâresiz.

NA-TUVANÎ f. Güçsüzlük, zayıflık, kuvvetsizlik.

NATÜRALİZM (Osm: Tabiiye) Fls: Kâinatta hâdiselerin ve varlıkların meydana gelişinde tabiat kuvvetleri dışında hiçbir sebep ve müessir kuvvet ve yaratıcı kabul etmeyen inkârcı, maddeci görüş.

NATV Iraklık, uzaklık, bu'd.

NAUR Kanı durmayan damar. * Değirmen kanadı. * Döndükçe gıcırdayan dolap.

NAURE (C.: Nevâir) Bostan dolabı.

NAUS f. Manastır, kilise.

NAUS Yüksek yer.

NA-ÜMİD f. Ümidsiz. Ümidi kırılmış.

NA-ÜMİDÎ f. Ümit kırıklığı, ümitsizlik, me'yusiyet.

NA-ÜSTÜVAR f. Dayanıksız, sağlam olmıyan. * Münasebetsiz.

NAV f. Küçük gemi. Sandal, kayık. * İçi oyuk şey.

NAVDÂN f. Oluk.

NAVE f. Hamur teknesi.

NAVEK f. Ok.

NAVEK-İ KALBÎ İçten, kalbden çekilen âh.

NAVEK-ENDAZ f. Okçu. Ok atıcı.

NAVER f. (C.: Naverân) Olabilir, mümkün, kabil.

NAVERÂN (Naver. C.) Olabilir şeyler, mümkün olan şeyler.

NAVERD f. Savaş, harb, dövüş, ceng.

NAVERDGÂH f. Savaş alanı, harb sahası, muharebe meydanı.

NAVERDHÂH f. Savaş isteyen, muharebe arzulayan.

NAVİ f. Üç direkli gemi. * İçi oyuk olan şey.

NAVİCE f. Murdar, pis, habis, mülevves.

NAVUS (C.: Nevâyis) Kâfirlerin ve Mecusilerin mevtalarını koydukları yer.

NA'Y Ölüm haberi getirmek.

NAY Ney. Kamış düdük. (Bak: Ney)

NA-YAB f. Bulunmaz. * Benzeri olmaz. Nâdir. Ender.

NAYBAN f. Ney çalan.

NAY-ÇE f. Küçük ney.

NA'YE Birisinin öldüğünü bildiren söz. * Bir adamın zünub ve kabahatini izhar ve işaa eden söz.

NA-YESTE f. Lâyık olmıyan.

NAYİ' Susuz. * Mâil, eğik.

NAYÎ Uzak.

NAYÎ f. Ney çalan.

NAYİBE (C.: Nâibat-Nevâib) Musibet, belâ. * Zahmet, meşakkat. * Şiddet.

NAYİHA Yas tutan kadın.

NAYİL Atâ, bahşiş, hediye.

NAYİN f. Kamıştan yapılmış, sazdan yapılmış.

NAYVEŞ f. Ney gibi.

NAYZEN f. Ney çalan.

NAZ f. Bir şeyi beğenmeyiş, şımarıklık. * Beğendirmek maksadiyle kendini ağır satmak. * Celb-i muhabbet için edilen nezâket, letâfet ve zarafet. * Yalvarma, rica.(İşte ubudiyetin esası olan, acz ve fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı Uluhiyete karşı secde etmeğe bedel, naz ve fahr suretinde gidenler; zerrecik kalbini arşa müsavi tutar, katre gibi makamını deniz gibi evliyanın makamatı ile iltibas eder; kendini o büyük makamata yakıştırmak ve o makamda kendini muhafaza etmek için tasannuata, tekellüfata, mânâsız hodfüruşluğa ve birçok müşkülâta düşer. L.)

NA'Z Münteşir olmak, yayılmak. * Kıvama gelmek.

NA-ZAD (Na-zade) f. Doğmamış. * Olmayacak.

NAZAD (C.: Enzâd) şeref. * Üzerine herhangi bir şey konulan yüksekçe yer.

NAZAFET Pâklık, temizlik.

NAZAH (C.: Enzâh) Havuz.

NAZAİF (Nazif. C.) Nazifler. Nazafetli, temiz kimseler.

NAZAİR Nazire. Nazireler. Benzerler, örnekler.

NAZAN f. Nazlı. Nazdar.

NAZAR (Nazaret) Altın. * Tazelik.

NAZAR Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar.

NAZAR-I HARAM Haram nazar. Nâmahremlere bakmak. (Bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: "Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım?" Dedim: Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünki rivayet var. İmam-ı Şafii'nin (R.A.) dediği gibi: Haram nazar, nisyan verir. Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su'-i istimalât ile israfa girer. Haftada bir kaç def'a gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir.Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su'-i nazardan su'-i istimalât, umumi bir unutkanlık hastalığını netice vermeğe başlıyor. Herkes, cüz'î küllî o şekvadadır. İşte, bu umumî hastalığın tezayüdiyle, hadis-i şerifin verdiği müthiş bir haberin te'vili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: "Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur'an nez'ediliyor, çıkıyor, unutuluyor." Demek bu hastalık dehşetlenecek bazılarda o su'-i nazarla hıfz-ı Kur'an'a sed çekilecek; o hadisin te'vilini gösterecek. $ K.L.)

NAZAR-I SAN'AT-PERVERANE San'atkârane bakış.

NAZAR-I ŞÂRİ' İlâhi nazar.

NAZAR-I ŞUHUD Şâhidlerin, şehâdet edenlerin görmesi ve tetkikleri.

NAZAR-I TAKDİR Kıymet biçme bakışı, takdir bakışı.

NAZARAN Nisbeten, nisbetle kıyaslıyarak. * Bakarak, görerek.

NAZAR-BÂZ f. Neşe ile bakan.

NAZAR-ENDAZ f. Göz atmak. Göz atan, bakan, nazar eden.

NAZAR-FİRİB f. Göz aldatan.

NAZAR-GÂH f. Bakılan yer. Nazar edilen yer.

NAZARÎ (NAZARİYE) Nazara ve düşünceye ait. Yalnız görüş ve düşünce hâlinde bulunan ve tatbik edilmemiş hâlde olan bilgi.

NAZARİYYÂT (Nazariye. C.) Görüşler. Düşünceler. Doğruluğu isbat edilmemiş ilmi görüşler.

NAZAR-RÜBÂ f. Göz çeken.

NAZBALİN f. Yastık.

NAZBALİŞ f. Yastık.

NAZC Olgunluk, olma, pişme, kıvam bulma. Yetişme. * Büluğa erme. Bâliğ olma.

NAZC-I KABL-EL VAKT Zamanından önce büluğa erme.

NAZD Her şeyi yerli yerine koymak.

NAZDAR f. Nazlı. Naz yapan. Şımarık. * Meşhur bir cins lâle.

NAZEKÎ Nâziklik, incelik.

NAZENDE f. Nazlı, naz edici, naz yapan.

NAZENİN f. İnce, nazlı, zayıf, lâtif, hoş eda olan, nazlı yetişmiş, şımarık. Oynak. Nazik endamlı

NAZH Su çekme. Herhangi bir yer, çukur veya kuyudan bir şeyler çıkarma.

NAZH Su serpmek, su saçmak. * Suyun çok olması. * Suyun, pınarından çıkıp akması. * Defetmek, kovmak.

NAZH Bulaşmak.

NAZHA Yağmur.

NAZIC Olgun, pişmiş, kıvama gelmiş, yetişmiş.

NAZIH (C.: Nevâzıh) Deve ile su çekilen kuyu.

NAZIM Nizamlayan, nazmeden. Manzume yazan, düzenleyen.

NAZIMÂNE f. Nazım olana yakışır surette.

NAZIMÎN (Nâzım. C.) Tanzim edenler, düzenleyenler, nizama koyanlar.

NAZIR (C.: Nüzzâr) Nazar eden, bakan. * Bir idarenin veya dairenin umur ve işlerine bakan en büyük memur. Bir işin idaresine memur reis. * Kabine azalarından herbiri. Nâzır. Vekil. Bakan. * Vâsinin yapacağı tasarruflara nezarette bulunmak üzere musi veya hâkim tarafından tayin olunan zat. (Ist. Fık. K.)(Bir noktayı tam yerinde icad etmek için, bütün kâinatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahî lâzımdır. Zira, şu kitab-ı kebir-i kâinatın herbir harfinin, bâhusus zihayat herbir harfinin, herbir cümlesine müteveccih birer yüzü, nâzır birer gözü vardır. M.)

NAZIR Taze, tazeleşen.

NAZIRA Nazar eden, nezaret eden, bakan. * Göz.

NAZIRA-HÂN f. Bakarak taklid eden.

NAZIYY (C.: Enzâ) Boğaz.

NAZİ' Çekici kimse. * Husumet eden, düşmanlık eden.

NAZİAT Hz. Azrâil'in (A.S.) avenesi olan bir taife melâike ki; şerli ve kötü ruhlu insanların canlarını şiddetle alırlar. * Nez'edenler. Çekip koparanlar.

NAZİAT SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 79. Suresidir. Sâhire ve Tâmme Suresi de denir.

NAZİC Pişmiş, yetişmiş, olgunlaşmış, kıvamına ermiş.

NAZİD (Nazide) Tertibli, nizamlı, yerli yerinde. * Minder yastık vs. gibi ev eşyası.

NAZİF(E) Temiz, pâk, nazik.

NÂZİK f. Nezaketli. Terbiyeli. Zarif. İnce, dayanıksız. * Ehemmiyet verilmesi icab eden. * Tehlikeli husus.

NÂZİKÂNE f. Nazik kimseye yakışır şekilde, kibarlıkla, terbiyelice.

NÂZİK-BEDEN f. Vücudu, bedeni nâzik olan.

NÂZİK-EDÂ f. Nâzik tavırlı, kibar.

NÂZİK-ENDÂM f. Lâtif ve güzel vücutlu. Nâzik endamlı.

NÂZİK-GÜZİN f. Çok nâzik. Seçkin, nâzik.

NÂZİK-HULK Yaradılışı ve tabiatı nâzik olan.

NÂZİKÎ f. Nâziklik. Nezaket.

NÂZİK-TEN f. Nâzik vücudlu.

NÂZİK-TER f. Çok nâzik.

NÂZİK-TERİN f. En nâzik, daha nâzik.

NÂZİL (Nüzul. dan) Nüzul eden, inen, yukardan aşağıya inen, bir yere konan. Bir yerde konaklayan.

NÂZİLE Belâ, sıkıntı. * İnme, nüzul. * Nezle hastalığı.

NAZİM Sıra sıra, dizi dizi olan şey.

NAZİR Tâze. * Altın.

NAZİR(E) Bir şeye benzemek üzere yapılan şey. Denk, eş, örnek. Benzeyen. * Edb: Bir şairin manzumesine, başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere yapılan benzer.

NAZİRE Mühlet vermek, tehir etmek.

NAZİREGÛ f. Nazire söyliyen.

NAZİYE Kenarı az olan çanak.

NAZİZ (C: Nizâz-Nezâyız) Az miktar su. * Az yağmur. * Az az akmak.

NAZL Ok atmak.

NAZM Sıra, tertib. * Kafiyeli, vezinli, söz, şiir. * Dizili olan şey. * Kur'an âyetleri.

NAZM-I CELİL Pek büyük kıymetli nazm edilmiş güzel söz. * Kur'an-ı Kerim'in bir vasfı. * Celil olan Cenab-ı Hakk'ın nazmı.

NAZM-I LAFZ Kelâmın, lâfız esas alınarak düzenlenmesi.

NAZMEN Nazım olarak, manzume halinde. Sıralı ve tertibli olarak.

NAZMİYYAT (Nazm. C.) Manzum yazılar.

NAZNAZA Yılanın dilini çıkarıp hareket ettirmesi.

NAZ-PERDAR f. Birinin nazını çeken.

NAZ-PERDARÎ f. Naz çekme.

NAZPERVER f. Naz eden, naz yapan.

NAZ-PERVERD (Nâzperverde) f. Naz içinde büyümüş, nazlı.

NAZR (Nazir) : (C.: Enzur) Altın.

NAZRA (Bir tek) bakış.

NAZRAGÂH f. Gözle bakılan yer, bakış yeri. Göz önü.

NAZRAKÜNÂN f. Seyrederek, bakarak.

NAZRE Cin gözü. * Nazarı değen adam.

NAZRET Tazelik, tarâvet.

NAZUME Bir cins renkli kumaş.

NAZUR (C.: Nevâzır) Gece bekçisi.

NAZÜKÎ f. Nâziklik, incelik.

NAZZ (Nâzz) : Dirhemler ve dinarlar.

NAZZAM En çok nazmedici, en güzel nazmedici, en güzel tanzim eden.

NAZZARE Bir şeye bakan kavim.

NE f. "Değil, yok," mânasına nefy edâtıdır.

NEAB Karga yavrusu. * Horoz veya karga gibi ötme.

NEAİM (Neâme. C.) Deve kuşları.

NE'AL Nalbant.

NEAM "Evet, olur" mânâsında cevap edâtıdır. * Pek iyi, âferin mânâlarında tasdik ve tahsin kelimesidir. * At, deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvana da denir.

NEAMA' Nimetler. İhsan, atiyye. * Rahatlık. Refah-ı hâle sebep olan şey.

NEAMAT (Neâme. C.) Deve kuşları.

NEAME (C: Neâm-Neamât) Deve kuşu. * Cemaat. * Gölgelik, gölgelenecek yer.

NEAM-LA Evet, hayır. " Doğru fakat, mes'elenin içinde senin hatırına gelmeyen şu da var." mânâsınadır.

NE'AR Baş kaldıran, âsi, kafa tutan, serkeş.

NEAYİM Menazil-i kamerden dört nurlu yıldızın adı.

NE'B (C: Niyeb) Sâfi nesne. * Yaşlı dişi deve.

NEB' Gizli ses.

NEB' Suyun çıkıp akması. * Bir ağaç cinsidir ve yay yaparlar, budaklarından da ok yapılır.

NEBA' Kaynak olmak, pınardan su çıkarmak, su akması. * Akçaağaç.

NEB'A Yay yapacak yer.

NEBAA Oturacak yer, kıç, mak'at.

NEBAC Sesi yüksek olan.

NEBAGAT Meydana çıkma.

NEBAH (Nibâh-Nübâh) Köpek havlaması. * Yılan seslenişi. * Keçi ve geyik inleyişi.

NEBAHE(T) (Nebahat) şeref, şan, onur, itibar. * şan, şeref ve itibar sâhibi.

NEBAİL (Nebile. C.) Yüceler, ulular, yüksekler.

NEBAİR (Nebire. C.) Torunlar.

NEBALE(T) Zekâ, fazilet ve neciblik sâhibi olmak. * Büyüklük, azamet. * İyi olmak. * Cömertlik, elaçıklık. * Okçu, ok yapıp satan. Okçuluk.

NEBAT Acem fellahlarından bir kabile.

NEBAT (C: Nebatât) Topraktan yetişen, biten her çeşit şey. Bitki. * Yemen diyarında bir kabile adı.

NEBATÂT (Nebât. C.) Nebâtlar, bitkiler.

NEBATÎ Nebat cinsinden, nebata mensup ve nebata ait, yerden biten cinsinden olan.

NEBATİYYUN Botanik bilginleri, botanik âlimleri.

NEBBAC Sesi sert olan.

NEBBAH Havlayıcı.

NEBBAL Ok yapıp satan kimse. Okçu.

NEBBAR Fasih dilli, güzel konuşan adam.

NEBBAŞ Mezar soyucu, kefen soyucu.

NE'BE (C: Nâibat) Musibet, belâ.

NEBE' Haber. (Peygam)

NEBE' SURESİ Kur'an-ı Kerim'de 78. Suredir. Amme Suresi de denir.

NEBEAN Kaynayıp yerden çıkmak. Pınar suyunun çıkışı. Fışkırmak.(Demek ki şu enharın nebeanları, âdi ve tabiî ve tesadüfî bir iş değildir. Belki pek hârika bir surette Fâtır-ı Zülcelâl onları sırf hazine-i gaybdan akıttırıyor. S.)

NEBE'-AVER f. Haber getiren.

NEBEHRECE Geçmez bakırlı para. Sahte akçe. * Her nesnenin kötüsü.

NEBEKE (C: Nübük-Nebâk) Tepe.

NEBERD f. Muhârebe, savaş, harb, ceng.

NEBERD-AZMÂ f. Çok muhârebelerde bulunmuş tecrübeli kimse.

NEBERDE f. Savaşçı, muhârib.

NEBERDGÂH f. Savaş yeri, muharebe sahası.

NEBERD-PİŞE f. Harb etmeyi sanat edinmiş kimse. Savaşçı.

NEBEVÎ Nebiye ait. Peygambere dâir. Peygamberle alâkalı.

NEBEZ (C: Enbâz) Lâkab.

NEBG Un öğütülürken tozan un. * Görünmek, zâhir olmak.

NEBH (C: Nevâbih) Kabarcık. * Toprak.

NEBH Köpeğin ürüyüp uluması.

NEBH Bir şeyi tenbih etmek, unuttuğunu hatırlatmak. * Ansızın bulunan. Yitik. * Ansızın yitirmek. * Uykudan uyanmak. * Şerefli olmak. * Meşhur olmak, ün salmak.

NEBHA Yüksek, beyaz yer.

NEBİ Haber getiren. Peygamber. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettiren Peygamber. (Bak: Resül)

NEBİ-Yİ EFHAM En büyük, en kıymetli olan Hz. Peygamber (A.S.M.)

NEBİYYÜ-L HARAM Mescid-i Haram Nebisi meâlinde. Resül-i Ekremin (A.S.M.) bir ismi.

NEBİYYÜ-R RAHMET Bütün âlemler için Rahmete vesile olduğundan peygamber Efendimiz için söylenmiş bir isimdir.

NEBİYYÜ-T TEVBE Resül-i Ekremin (A.S.M.) bir ismi. (Ümmetinin tevbelerinin kabul edileceğine işâreten bu isim verilmiştir.)

NEBİB (C: Enbüb) Boğum, kamış boğumu.

NEBİH (Nebihe) Namlı, şanlı şerefli.

NEBİH İt avazı, köpek uluması.

NEBİK (C: Nebâyık) Sedir ağacının yemişi.

NEBİL (Nebile) Akıllı, anlayışlı, zekâ sahibi. * Yüksek meziyet sahibi. Güzel huylu. * Bilgili ve faziletli kimse.

NEBİLE Büyük, iri. (Bak: Nebil)

NEBİR (Nebire) Torun.

NEBİSE Kız torun.

NEBİSE Kuyu toprağı. Irmak toprağı.

NEBİT Muhkem, sağlam, katı.

NEBİYY Yükseklik. * Yol.

NEBİZ (C: Enbize) Hurma şarabı. * Yola bırakılıp atılan çocuk.

NEBK Yazmak. * Husumet etmek, düşmanlık yapmak. * Düz etmek, düzleştirmek.

NEBL Ok. Ok hazırlamak.

NEBR (Nibr) : (C: Enbâr - Nibâr) Keneye benzer bir küçük böcek. * Yukarı kaldırmak, yükseltmek.

NEBRAS (Nibrâs) (C.: Nebâris) (Süryânice) Kandil. Çıra. Lâmba. * Mc: Nur merkezi.

NEBRE Demir parçası.

NEBS Yeri kazma, toprağı kazma. * Eser, nişan.

NEBS Söylemek.

NEBŞ Gömülü bir şeyi yerden çıkarma. * Bir şeyi diğer bir şey vasıtasıyla meydana çıkarma.

NEBT Bitme, yerden çıkma. Meydana gelme. * Ot.

NEBT Suyun yerden çıkıp akması.

NEBTA Yanları beyaz olan dişi koyun.

NEBV Sakız.

NEBVE Uzaklaşmak. * Ok hedefe varamamak. * Bir yerin havasının mizaca uygun olmaması. * Kılıncın vurulan şeye saplanmayıp geri sıçraması. * Pek çirkin ve kötü suretten gözün kaçması.

NEBVE (Nebâve) Yüksek yer. * Yükseklik.

NEBZ Bırakmak. * Az miktar, cüz'i.

NEBZ-İ AHD Muâhedeyi feshetme.

NEBZ Bir kimseyi ayıplamak. Kötü lâkabı takmak, istihzâ etmek. * İhtiyarlık işareti belirmek.

NEBZ (Nebezân) : Damarın hareket etmesi.

NEBZE Az miktar, cüz'i, bir şeyin artığı.

NECA Göz değmek.

NECA Evmek. Acele etmek. * Halâs olmak, kurtulmak.

NECABET Neciblik, temiz soyluluk. Huy temizliği.

NECADET Kahramanlık, efelik, yiğitlik.

NECAH Zafer bulmak, murâda ermek, ihtiyaçlarını te'mine muvaffak olmak.

NECAH Ses, sadâ.

NECAİB (Necib. C.) Şerefli, necib, asil, temiz kimseler.

NECARE Dülgerlik, neccarlık.

NECASET Pislik, kazurat, murdarlık. (Bak: Habes)

NECASET-İ GALİZA Pisliği hakkında şer'î bir delil mevcut olup hilâfına başka bir delil bulunmayan necasettir. ( Lâşe gibi)

NECASET-İ GAYR-İ MER'İYE Câmid, bir hacmi olmayan veya bulaştığı yerde görülmeyen herhangi bir pis maddedir. Görünmez halde olan pisliktir. (İdrar gibi)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   122   123   124   125   126   127   128   129   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin