Sovyet Sonrası Orta Asya



Yüklə 15,63 Mb.
səhifə93/111
tarix03.01.2019
ölçüsü15,63 Mb.
#89386
1   ...   89   90   91   92   93   94   95   96   ...   111
Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, Ankara, 1972; Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük, Ankara, 1993; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara, 1971; Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981; İbrahim Kafesoğlu, “Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti”, Jean Deny Armağanı, Ankara, 1958.

2 Bkz. M. N. Hıdırov, Türkmen Dilinin Tarihinden Materyaller, Aşgabat, 1962; Halık Köroglı, Turkmenskaya Literatura, Moskova, 1972.

3 Köroğlu anlatmalarının bu şekilde tasnif edilmesiyle ilgili bkz.: Fikret Türkmen, “Köroğlu’nun Özbek ve Ermeni Varyantları”, Köroğlu Semineri Bildirileri, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1983, s. 83-90; ”Köroğlu Hikâyelerinin Yayılma Sahaları ve Menşe Meselesi”, E. Ü., TDEAD, S. IV, İzmir, 1985, s. 9-19; “Köroğlu Hikâyelerinin Anadolu ve Türkmen Varyantları”, E. Ü., TDEAD., S. V, İzmir, 1989, s. 7-8; Dursun Yıldırım, “Köroğlu Destanı’nın Ortaasya Rivayetleri”, Köroğlu Semineri Bildirleri, s. 103-174.

4 Karrıev, B. A.; Epiçeskie Skazaniya o Ker-oglı u Tyurko Yazıçnı Narodov, Moskova, 1968, s. 101.

5 Köroğlu Destanı’nın Türkmen anlatmaları üzerine yapılan çalışmalarla ilgili geniş bilgi için bkz.: Aleksandre Chodzko, Specimens of the Populer Poetry of Persian Kuroglou, London-1842 (Yeniden baskı, 1971, Burt Franklin, New York); Pertev Naili Boratav, Köroğlu Destanı, İstanbul, 1931, (Yeniden baskı, Adam Yay., İstanbul, 1984); Fikret Türkmen, “Köroğlu” Maddesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ans., C. V, s. 416-420; V. M. Jirmunsky- H. T. Zarifov, Uzbeksky Narodnıy Geroiçeskiy Epos, Moskova, 1947; B. A. Karrıev, Epiçeskie Skazaniya o Ker-oglı u Tyurko Yazıçnı narodov, Moskova, 1968; Mustafa Arslan, Köroğlu Destanı’nın Türkmen Versiyonu Üzerine Mukayeseli Bir İnceleme, E.Ü. SBE., İzmir, 1997 (Basılmamış Doktora Tezi).

6 Köseyev, Meti; Göroglı Türkmen Halk Eposı, Aşgabat, 1980, s. 8-9; B. A. Karrıev, a.g.e., s. 104.

7 Bu şah/kollardan yirmisi tarafımızdan doktora çalışmasında esas alınmıştır. Bkz.: Mustafa Arslan, Köroğlu Destanı’nın Türkmen Versiyonu Üzerine Mukayeseli Bir İnceleme, E.Ü. SBE., İzmir, 1997 (Basılmamış Doktora Tezi). Ayrıca toplanan malzemelerin önemli bir bölümü Annagulı Murmemmet tarafından ülkemizde yayınlanmıştır. Bkz.: Annagulı Murmemmet, Göroğlu-Türkmen Halk Destanı, Ankara, 1996.

8 Karrıev, B. A.; a.g.e., s. 105-106; İsa Özkan, Yusuf Bey-Ahmet Bey (Bozoğlan) Destanı, Ankara, 1989, s. 16 vd.

9 Özkan, İsa; a.g.e., s. 63.

10 Destanla ilgili daha geniş bilgi için bkz.: İsa Özkan, a.g.e.

11 Türkmen, Fikret; Âşık Garip Hikayesi İnceleme-Metin, Ankara, 1995, s. 2.

12 Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz.: Fikret Türkmen, a.g.e.

13 Karrıev, B. A.; a.g.e., s. 135.; Nepes Hocayev, Necep Oglan, Aşgabat, 1943.

14 Karrıev, B. A.; a.g.e., s. 136.

15 Tahir ile Zühre hikayesinin bütün varyantları hakkında geniş bilgi için bkz.: Fikret Türkmen, Tahir ile Zühre, Ankara 1983.

16 Karrıev, B. A.; a.g.e., s. 136.

17 Sayyadı, Seyyidmuhammet; Zöhre-Tahır, Yayına hazırlayan: Araznepes Memmetcumayev, Aşgabat, 1998.

18 Hocayev, Nepes; Türkmen Halk Dastanları, Aşgabat, 1941.

19 Dessanlar, Aşgabat, 1982; Türkmen Halk Dessanları, Yayına hazırlayan: Amangul Garrıeva, Aşgabat, 1993; Türkmen Halk Dessanları, Yayına hazırlayan: Akmuhammet Aşırov, Aşgabat, 1993.

20 Karrıev, B. A; a.g.e., s. 126-127.

21 Köprülü, M. Fuad; Türk Edebiyatı Tarihi, s. 67.

22 Günay, Umay; Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, AKM. Yay., Ankara, 1986, s. 1-22.

23 “Bahşı” kelimesinin mânâsı, etimolojisi ve çeşitli Türk boylarının sözlü ve yazılı edebiyatlarında geçirdiği fonetik ve semantik değişiklikler için bkz.: M. Fuad Körpülü, “Bahşı”, İslâm Ans., Cüz. XIII, İstanbul, 1942, s. 233-238; Edebiyat Araştırmaları, Ötüken Yay., İstanbul, 1989, (3. basım) s. 145-156; Osman Fikri Serkaya, “Eski Türk Şiirlerinin Kaynaklarına Toplu Bakış”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı, Ocak 1986, S. 409, s. 65.

24 Köprülü, M. Fuad; Edebiyat Araştırmaları-I, Ötüken Yay., İstanbul, 1989, (3. basım), s. 56-72.

25 Körprülü, a.g.e., s. 145-156.

26 De Blocqueville, Henri de Coluliboeuf; Türkmenler Arasında, Çev.: Rıza Akdemir, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1986.

27 De Blocqueville, Henri de Couliboeuf; a.g.e., s. 70-71.

28 De Blocqueville; a.g.e., s. 73.

29 Karrıev, B. A.; a.g.e., s. 126.

30 Veliyev, Baba; Türkmen Halk Poeziyası, Aşgabat, 1983, s. 5.

31 Veliyev, Baba; a.g.e., s. 16-17.

32 Cumaliyev, S.; “Bagşı” Maddesi, Türkmen Sovet Ansiklopediyası, 1. tom (cilt), Aşgabat, 1974, s. 276.

33 Karrıev, B. A.; Epiçeskie Skazaniya o Ker-oglı, s. 128.

34 “Dessançı” Maddesi, Türkmen Sovet Ansiklopediyası, 3. tom (cilt), Aşgabat, 1981, s. 131; B. A. Karrıev, a.g.e., s. 128.

35 Karrıev; a.g.e., s. 127.

36 Karrıev; a.g.e., s. 127; Cumaliyev, S., “Bagşı” Maddesi, s. 276.

37 Karrıev; a.g.e., s. 126-139; Baba Veliyev, Türkmen Halk Poeziyası, s. 4-20; S. Cumaliyev, “Bagşı” Maddesi, Türkmen Sovet Ansiklopediyası 1. tom, Aşgabat, 1974, s. 276; Annagulı Murmemmet, Göroğlu Türkmen Halk Destanı, Bilig Yay. Ankara, 1996, C. 1-5 (Golyazmaları bölümlerinde).

38 Göroğlu, Türkmen Halk Destanı, Yayına Hazırlayan: Annagulı Nurmemmet, C. 1, s. 319-321.

Türkmen Halk Edebiyatında


Destan Geleneği

Yrd. Doç. Dr. Melek ERDEM

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi /Türkiye

1. Giriş


ürk kültürünün en önemli unsurlarından biri olan, kazanılan bir zafer sonrasında, verimli, iyi geçen bir av sonrasında, evlilik, çocuğa ad verme gibi çeşitli sebeplerle düzenlenen toylarda icra edilen destan söyleme geleneği, eski Türklerden bu yana, yöneten ve yönetilen kesimin ortak eğlence anlayışı olarak günümüze kadar gelmiştir.

Dünya üzerinde hemen hemen her milletin, dünyanın ve insanın yaratılışına dair destanları vardır. Yaratılış destanlarında “tanrı”, “savaş”, “güneş” ve “ay” gibi kavramların farklılığı dikkat çekicidir. Bu destanları millî yapan özellikler de bu farklılıklardır. Birçok milletin yaratılış destanlarında görülen birden fazla tanrı anlayışına karşın Türk destanlarında “tek tanrı” inanışı görülmekte, savaşın her zaman yüce bir ideal için yapılması söz konusu olmakta, evren içerisinde “güneş” ve “ay” kavramları gerçek yerlerine oturtulmakta ve bu kontekst içerisinde “ışık” önemli bir yer tutmaktadır.1

Türk destanlarında diğer milletlerin destanlarına göre daha gerçekçi ve kendi içinde mantığı olan bir destan yapısı karşımıza çıkmaktadır. Her milletin destanında sembolleştirdiği, kutsal gördüğü hayvanlar vardır. Türklerde de bu sembol “kurt” olarak mevcuttur.2

Türklerde oldukça köklü bir destan geleneği olduğu tarihî bir gerçektir. Yaratılış ve Türeyiş destanlarının yanı sıra Göç, Bozkurt, Ergenekon, Oğuz Kağan ve Dede Korkut destanları bu geleneğin önemli yapı taşlarından sadece bir kaçıdır. Ögel, Çince kaynaklara istinaden, M.Ö. II. yüzyılda Motun Yabgu zamanında da Oğuz Kağan destanının saz eşliğinde halk arasında çalınıp söylendiğini belirterek Türklerde oldukça köklü bir destan geleneği olduğuna işaret etmiştir.3

Bu büyük Türk kültür hazinesinin bir parçasını teşkil eden Türkmen halk edebiyatı da çok zengin sözlü gelenek ürünlerine sahip olmanın yanı sıra Türk dünyasının kuzeydoğu sahasından Anadolu’ya uzanan bir zemin üzerinde, eski Türk destan geleneğinin izlerini sürdürmektedir. Rus Komünist Bolşevik Partisi’nin Merkez Komitesi’nin (RKBP-MK) 18 Haziran 1925’te edebiyat hakkında aldığı kararlar4 üzerine Türkmenistan’da da, Gorki’nin demeçleri ile başlayan rejime uygun çalışmalar, bu geleneğin izlerini silmeye çalıştıysa da köklü bir geçmişe sahip bu sözlü gelenek, halk arasında istikrarla devam etmiştir. Türkmen Türkçesi özelliklerinin XVIII. yüzyılda Mağtımgulı’nın eserlerinde su yüzüne çıkmaya başlaması ile Türkmen halk edebiyatı da aslında yavaş yavaş şekillenmiştir.

Mağtımgulı’nın5 başlattığı edebî mektebi devam ettiren Seydi, Zelili, Kemine, Mollanepes gibi şairler ve eserleri, aynı zamanda Türk halk sözlü geleneğinin Türkmenistan sahasındaki temsilcileri ve Türkmen bağşılık mekteplerinin önemli temsilcileridir.

Azadi, Mağtımgulı, Andalip, Mağrupi, Şabende ve Şeydayi’nin eserleri XVIII. yüzyıl sonlarındaki ve XIX. yüzyıl şairleri için önemli bir mektep olmuştur. Mağtımgulı’nın eserlerinde görüldüğü üzere, Seydi ve Zelili’nin de bu dönemdeki hadiselere, çağdaşlarına göre daha çok ağırlık vermeleri, şiirlerinde vatan ve millet fikirlerinin daha derin olması dikkati çeker. Bu dönem eserlerinin çoğu da Sarı Bağşı, Durdı Bağşı, Hallı Bağşı gibi son dönemlerin üstad bağşılarınca halk aydımları (türküleri) şeklinde saz eşliğinde söylenegelmiştir.

Atayev, bu dönem Türkmen şairlerini eserlerindeki farklılıklara göre üç gruba ayırmıştır:6

1. Doğu edebiyatının geleneklerini devam ettirenler veya “kitabî stil”de

eser verenler: Bunlar daha çok Çağatay Türkçesi ile yazmışlardır. İmameddin Nesimi, Ali Şir Nevai, Muhammed Fuzuli’nin yanı sıra Dövletmämmed Azadi, Mahmut Gayıbi ve Şeydayi gazelleriyle, Andalip de tahmisleriyle dikkati çekmişlerdir.

2. Destan söyleyen ve yazan şairler: Nurmuhammet Andalip, Şeydayi, Gurbanalı Mağrupi ve Abdılla Şabende aynı zamanda destancı şairlerdir. Destanların önemli nüshaları Türkmen edebiyatının bu döneminde ortaya konmuştur. Bunların her biri bu döneme kadar halk arasında söylenen destanların ilk derleyicileridir. Andalip’in Leyli Mecnun, Yusup Züleyha, Şabende’nin Şabehram, Gül-Bilbil, Şeydayi’nin Gül-Senuber, Mağrupi’nin Seypelmelek-Medhalcemal, Dövletyar destanları bunlara örnek gösterilebilir. XIX. yüzyılın devamında da Mollanepes’in Zöhre-Tahır destanını görmekteyiz.

3. Mağtımgulı tarafından esasları konulan gerçekçi edebî tarz: Bu dönemde Mağtımgulı’nın edebiyata getirdiği yeniliğin kaynağı, konuların halkın günlük hayatından alınması meselesidir. Dolayısıyla verilen eserler de halkı birliğe çağırıcı, vatan sevgisi ve kahramanlık duyguları ile ilgili olmaktadır. Mağtımgulı’nın güçlü tesiri Mağrupi’nin şiirlerinde de hissedilmektedir. Daha sonra Seydi, Zelili, Kemine, Mollanepes, Mätäci gibi şairler de Mağtımgulı’nın açtığı yolu devam ettirmişlerdir. Bunlardan Seydi ve Mollanepes’in de kendi yaptıkları, ilk derleyenlerinin kendilerinin olduğu destanları icra ettikleri görülür.

Bekmıradov da benzer şekilde XVIII. yüzyılda Türkmenistan sahasındaki edebî çevreyi üç gruba ayırmıştır:7

1. Önceden gelen kitabî stil; Azadi’nin Doğu edebiyatı tesiri ile Vagzı Azat gibi eserlerini verdiği dönem.

2. Eski Oğuzların nazım geleneği; Mağtımgulı ve onu izleyenlerce Oğuz-Türkmen sözlü geleneğini canlandıranların eserlerini verdikleri dönem.

3. Destancılığın yazılı devri; Mağtımgulı ile Andalip ve diğer yazılı destan geleneğinin temsilcileri, halk arasında yüzyıllardan beri süregelen millî örf ve âdetlerine, halkın kendi edebî türlerine yöneldikleri dönem. Millî köklere dayanan Dövletyar, Yusup Ahmet, Alıbeğ Balıbeğ gibi destan kahramanlarını da bu dönem eserlerinde görmekteyiz.

Bu tasniflerden XVIII. yüzyıl Türkmen edebiyatında destanların ve destancılığın önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır.

2. Türkmen Sözlü Geleneğinde Destan Anlayışı

Batı literatüründe destan için legend,8 myth,9 epic10 terimlerinin kullanıldığı görülmektedir. Ögel, eserinde myth teriminin karşılığı olarak “efsane”, legend teriminin karşılığı olarak da “destan” kelimelerini kullanmıştır.11 Efsane ve mit kavramları aslında birbirleriyle bağlantılıdır. Bu kavramlarda olayları, tarihte belirli bir zaman ve mekâna oturtabilme, gerçekçilik ve inandırıcı olma özellikleri de vardır.12 Epic terimi ise kavramın daha çok edebiyat bilimindeki karşılığı olmaktadır.

Eski Türklerde boy, ır, yır terimleri ile ifade edilebilen bu kavram için kullanılan Farsça kökenli “destan” sözü, Türkmenlerde dessa: n şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra Türkmen sözlü geleneğinde “boy boylamak” kavramı da vardır. Bu kavramla kast edilen şey, özellikle Çovdur bagşılarca icra edilen, Türkmen boylarının, yeni gelişen “taypa” ve “tire”lerinin de ortaya çıkışlarının beyan edildiği destanî anlatımlardır.13 Türkmenlerdeki bu sözlü gelenek ve sosyal antropolojik açıdan apikal ataya (Oğuz Kağan) bağlanabilme anlayışı14 dikkate alındığında ise, ‘vücut’ anlamındaki boy kelimesi ile ‘destan’ anlamındaki boy kelimesi arasında anlam genişliğine uğrama şeklinde bir anlam ilişkisi olabileceği düşüncesinin, Gökyay ve Ergin’in görüşleri doğrultusunda tekrar göz önüne alınması gerekmektedir.

Türkmen Türkçesinin izahlı sözlüğünde (TDS), dar bir kapsamla tanımlanan dessan kelimesi için, Türkmen folklor araştırmacısı Garrıyev, Türkmenlerde dessan sözünün, halk ağzında sözlükte yer aldığı gibi dar bir çerçevede ‘meydana gelen bir olay’, ‘tarihî vaka’, ‘hikâye’, ‘şiir’ vs. karşılığında kullanımının yanı sıra daha geniş olarak bir edebî tür ifade etmek üzere iki farklı anlamda kullanıldığını belirtmektedir.15 Bu nedenledir ki, Türkiye literatüründe “halk hikâyesi” olarak nitelendirilen türler de Türkmenistan literatüründe “destan” olarak nitelendirilmektedir.

Çobanoğlu, halk edebiyatında destan olarak adlandırılan edebî türleri; a. Mensur biyografik eserler, b. Manzum eserler, c. Manzum-mensur eserler, d. Âşık tarzı şiir geleneğinde destanlar olmak üzere dört grupta toplamıştır.16

Türkmen klâsik edebiyatında işlenen “destan” türü de kendi içinde mazmunu, ana fikri, anlatım özelliği bakımından çeşitlilik göstermektedir. Garrıyev, destanları sınıflandırırken tema özellikleri, mazmunu, ifade tarzı, gerçek hayatla ilgili veya hayalî oluşu, orijinal veya tercüme oluşu gibi hususların göz önüne alınması gerektiğini belirterek şöyle bir tasnif yapmıştır:17

1. Aşkî-günlük hayata ait destanlar: Leyla-Mecnun, Zöhre-Tahır destanları bu gruba örnek teşkil eder.

2. Aşkî-fantastik destanlar: Seypelmelek-Methalcemal, Gül-Senüber gibi destanlar.
3. Kahramanlık destanları:

a.Aşkî-kahramanlık destanları: Gül-Bilbil destanı.

b. Harbî destanlar: Yusup Ahmed, Alıbeğ-Balıbeğ, Hocamberdi Han.

4. Realistik destanlar:

a. Tarihî kahramanlık destanları: Mağrupi’nin Dövletyar, Misgingılıç’ın Batır Nepes, Muhammedrahim’in destanları ve Dovan’ın destanları.

b. Biyografik destanlar: Şairlerin kendi başlarından geçen vakalara ilişkin destanlardır. Seydi’nin Goşa Pudağım, Basrı’nın Dervüş Bahrı, Talibi’nin Talıbı ve Sahıpcemal destanları.

c. Aşkî-sosyal mazmunlu destanlar: Mollamurt’un Emir Zerli destanı.

5. Dinî destanlar:

a. Dinî konulu aşkî destanlar: Andalıp’in Yusup Züleyha’sı

b. Dinî-klerikal destanlar: Babarövşen, Zeynelarap, İbrahım Edhem destanları.

6. Tercüme destanlar.

Her ne kadar bu tasnifte dönemin siyasî şartları gereği, adları geçmiyorsa da, Oğuz Kağan, Korkut Ata ve Göroğlı destanlarının da realistik destanlar içerisindeki “tarihî kahramanlık destanları”na dahil edilmesi gerekmektedir.

Eski Türk destanlarının tamamiyle manzum olduğu, fakat destanların günümüze doğru manzum ve mensur karışık bir yapı sergilediği görülür.

Türkmenlerde “destan”, öncelikle okunan değil, dinlenen ve halk önünde, bir sahne düzeni içerisinde icra edilen bir türdür. Türkmen sözlü geleneğinin önemli bir parçası olan destanlar da nazmın ve nesrin bir arada yer aldığı destanlardır. Bu destanlar Türkmen sazları eşliğinde halk önünde bagşılarca icra edilir.

Manzum ve mensur karışık bir yapı sergileyen destanların bazılarının halk arasında sadece mensur kısımdan müteşekkil rivayet görünüşlerinin de varlığı bilinmektedir. Oğuzname, Korkut Ata ve Göroğlı gibi destanların Türkmen sözlü geleneğinde bir de rivayetleri vardır.18 Bunları anlatan râviler de rivayetleri anlattıklarında, malzemenin asıl nüshasını korumaya çalışarak, rivayetin özelliklerine göre, genellikle kimden işittiklerini belirtmektedirler. Meselâ; Ballı Bayramgulıoğlı, Uzhan’ın oğulları Günhan, Ayhan, Yıldızhan, Gökhan, Dağhan, Deñizhan ve Dağhan’ın oğlu Salırhan, Salırhan’ın oğlu Albigurçuk hakkındaki rivayetlerin sonunda “Ben bu sözleri, Gulcan Molla şeceresini üç kez okuduğunda işitip ezberledim. Gulcan Molla, Bekce İşa’nın oğludur. Yomutların Atabay tiresinden, Kesearka uruğundandır. O da kendisinin şeceresini Mäter Ahundan aktardı.” şeklinde bilgi verir.19

3. Türkmenlerde Destan


İcracıları: Bagşılar

Türkmen Dilinin Sözlüğinde ve Türkmen Sovet Entsiklopediyasında “bagşı” kelimesi, aşağı yukarı benzer şekillerde; “Türkmen millî aydımlarını (türkülerini), destanlarını dutar, gıcak, gargı tüydük, dilli tüydük, gopız gibi sazlar eşliğinde icra eden ve halk arasında bu özellikleriyle tanınan aydımçı” olarak tanımlanmıştır.20 Türkmenlerde üstad bağşılar adı geçen bu sazları, büyük bir ustalıkla çalma kabiliyetine sahiptirler. Bu bagşıların bir kısmı, sadece Türkmenlerin değil, komşu Türk boylarının ezgilerini ve sazlarını da bilmektedir.

Bagşılar, repertuarlarına ve bunları icra ediş tarzlarına göre, “dessançı bagşılar” ve “tirmeçi bagşılar” olmak üzere iki gruba ayrılmaktadırlar. Tirmeçi bagşılar, daha çok halk aydımlarını (türkülerini) ve destanların içerisinde geçen aydımları, saz eşliğinde icra eden bagşılardır.

Türkmenlerde “halıpa bağşı” denilen usta bagşıların bir kısmının öğrencileri vardır. Onlar da bu sanatı ustalarının yanında bütün incelikleriyle kavradıktan sonra, ustalarından izin alıp, onların imtihanından geçerek kendi başlarına icra etmeye hak kazanırlar. Öğrenciliğin süresi bagşının ezber kabiliyeti, becerikliliği, ustalığa olan temayülü ve aydımı icra ediş şekli ile ölçülür. Destancı bağşılardan 10-15 yıl ustanın (halıpa) dersini alan bagşılar olabildiği gibi 3-4 yıl içinde ustanın imtihanından geçen

bagşılar da vardır. Dua, bagşıların kendi başlarına icracı sayıldığını gösteren tek diploma olarak görülür. Göroğlı destanını icra etmek ise büyük bir ustalık gerektirmektedir. Bu durumda, bagşılar, kendi kendilerini olgunlaştırıp repertuarlarını daha da zenginleştirerek aydım-saz ustalıklarını daha da artırırlar. Ustanın öğrencisine kanaati tam olana kadar dua etmez. Onu, destan söyleme, halk aydımlarının, sazlarının makamlarını (heñlerini) ustalıkla icra etme konusunda devamlı eğitir. Öğrencisinin tamamen olgunlaştığını düşündüğü zaman halk önünde ona nasihat mahiyetinde dua (pata) eder. İlaman bagşıya ustası şöyle dua etmiştir: “Benim işim verilsin, işinden bereket bul, kum dediğin altın olsun, ağzından kötü söz çıkmasın. Nefsine ve diline sahip ol. Dilin güçlü, aklın keskin olsun.” İlaman bagşı bu duayı almak için Mağtımgulı Garlıyev’in yanında dört yıl gezmiştir.21

Destancı bagşılar, en az bir destanı baştan sona ezbere bilmekte ve saz eşliğinde icra etmektedirler. Genellik

le manzum kısımlar saz eşliğinde name ile icra edilir. Türkmenlerde bir destan icrasında, destancı bagşının manzum kısımlarda değişiklik yapamayacağı, fakat mensur kısımlarda irtical kabiliyeti ölçüsünde değişiklik yapabileceği bilinmektedir.22 Radloff, bu durumda kompozisyonun ihtiyarî olduğunu belirtmiştir.23 Her destancı bagşının bir icra sırası, geleneğe bağlı kalarak icra ettiği bir kontekst vardır. Destana geçilmeden önce tirme aydımlar söylenerek seyirci/dinleyici destana hazırlanır. Bazen ondan önce dua mahiyetinde bir giriş de yapılabilmektedir. Tirme (derme) aydımlardan sonra destana geçilir. Bu tirme aydımlar klâsik Türkmen şairlerinin şiirlerinden bestelenmiş olanlardır.

Umay Günay da Türk dünyasındaki âşıklık geleneğinin müşterekliğini sağlayan unsurları sıralarken; manzum kısmın saz eşliğinde daima ezgiyle söylendiğini belirtmiştir.24

Kabiliyetli bagşıların her biri, kendi tarzlarını diğerlerinden ayıran makamlar (heñ) yaratmışlardır. Aşırov, Türkmen bagşılık geleneğinde Türkmen boylarına mahsus “yol” denilen; Sarık yolı, Salır yolı, Yomut yolı, Teke yolı, Ahal yolı, Damana yolı, Ersarı yolı, Çovdur yolı, Gökleñ yolı gibi tarzların olduğunu belirtmiştir.25 V. Belyayev’in 1927’de Türkmen bagşılık geleneği üzerine çalışmalarından sonra, V. Uspenskiy ile birlikte yayımladıkları Türkmen Sazı adlı 2 ciltlik eser de bu konuda yapılmış önemli çalışmalardandır.26 Bu eserde, Şükür bagşının Uspenski’ye “çuval serpen”, “mukamlar başı”, “ayralık”, “goñurbaş” makamlarının çok eskiliğinden söz ettiği, anlatılmaktadır. Yine aynı eserde; Fars tarihçi Hamdullah Kazvi’nin 1339’da yazdığı eserinde, ünlü Mervlilerin arasında Hosrav Pervizi’nin (590-628) köşk sazendesi Barbut’un (veya Barbad) da olduğu ve onun Mervlilerce çok iyi tanındığından söz edildiği, belirtilmektedir.27

Nazar Bağa, Pälvan Hoca, Mağtımgulı Garlı, Cumamurat Oraz, Palta bagşılar Türkmenler arasında günümüzde de en tanınmış destancı bagşılardandır.28 Pälvan Bağşı, Ata Hocaoğlu, babası ve onlar gibi birçok bağşı Göroğlı destanını tamamiyle bilmektedirler. Yomut destancı bağşılardan Nazar Bağa, Öre Şıh, Mağtımgulı Garlı, İlaman Anna, Akcagül, Mıradova ve diğerleri ise Göroğlı destanının bazı bölümlerini ve diğer bir grup destanı saz eşliğinde söylemektedirler. Yolötenli bağşı Gurt Yakup ise dinî destanları ezberden icra edebilmektedir.29 Nazar bağa ve oğlu Cuma bagşının repertuarlarında Şasenem-Garıp ve Hüyrlukga-Hemra destanları da vardır. Hüyrlukga-Hemra destanı aynı zamanda Köneürgençli Bayar Bayramov, Gurban Övezov, Sapaş Ataberdiyev, Hudayberdi Maşrıkov, Öre Maksudov, Täçnazar Mätcanov, Tağtalı Gılıç Ödäyev ve daha birçok bagşının repertuarlarında yer almakla beraber, bu bagşıların hiçbiri destanı baştan sona tam olarak söylememekte, çoğu da destanın ikinci bölümünü icra etmektedirler. Destanın Nazar bağa tarafından söylenen varyantı ise 1939’da yazıya geçirilmiştir.30 Destanın 1978’deki neşri de Türkmenistan İlimler Akademisi’nin el yazmaları kısmında bulunan, Daşhovuzlu Nazar bağa, Hocambazlı Övliyägulı bagşı, Köneürgençli Nurı Halıkov, Tağtalı Öre Seyitmädov, Hekim Gurbanov, Gılıç Ödäyev ve Muhat Gandımov gibi bagşılardan derlenen varyantlar esasında hazırlanmıştır.31

Nazar bağanın oğlu Cuma bagşının repertuarında bulunan Şasenem Garıp destanı daha kıssadır. Ata Rahmanov bu destanın, Gurbangılıç Çakanoğlı adlı Çovdurlu yaşlı bir bagşıdan derlediği 7 bölümünü 1992’de neşretmiştir.

Türkmenistan’ın kuzey bölgelerinde özellikle Daşhovuz, Yolöten, Tağtabazar ve Çärcev’de destancı bagşıların daha çok olduğu dikkati çekmektedir.

Daşhovuz’a bağlı Tağta şehri civarında yaşayan Pälvan bağşı (1980-1939), babası Ata Hoca’nın yanında yetişen pek çok bağşıdan birisidir. Ata Hoca, Göroğlı destanının 44 bölümünü (şaha), halk destanlarının da çoğunu ezbere bilmekte ve icra etmektedir.

Oğlu Pälvan bağşıya destanın 12 bölümünü öğretmiştir. Ata bagşının babası Atanazar bağşı, Atanazar bagşının babası Goç bagşıdır. Bu bagşılık geleneği ile Mağtımgulı Garlıyev tanışır ve Pälvan bagşının icra ettiği 12 bölümü düzenler.32

1891 yılı, Aşgabat doğumlu olan Mağtımgulı Garlıyev Alili tayfasının Çuval tiresinden olması sebebiyle kendisine Mağtımgulı Çuval ve daha sonra da Çuval Bağşı denmiştir. O da Gılıç bagşının öğrencisidir. Ayrıca Çarı bagşıdan aydım-saz sanatının inceliklerini öğrenir. Kendisi de birçok öğrenci yetiştirir.33 Irzagulı Atayev, Gurban Seyitmämmedov, Minevver Kerimov, Aşır Yazmämmedov, Durdı Babayev gibi birçok öğrenci yetiştirmiştir.34

Daşhovuzlu destancı bagşıların önemli ustalarından birisi de, XX. yüzyılın başlarında Harezm taraflarında saz ustalığı ve destan repertuarının zenginliği ile tanınan Söyeg bagşıdır. Allanur bagşı, Atacan, Ämet, Altıbay ve Palta bagşılar da onun öğrencileridir. Söyeg bagşının destan ve aydımlarının Türkmenler, Özbekler ve Karakalpaklarca da anlaşıldığı ve tanındığı bilinmektedir. Hakkında birçok tarihî bilgi ve halk rivayeti de bulunmaktadır.35

Türkmenistan’da destan geleneğinin vazgeçilmez unsurları olan bagşılar toylarda aranılan, önem verilen saygı gösterilen kişilerdir. Eski dönemlerden beri Türkmenistan’da bir toyda bagşı ne kadar usta olursa toy o kadar eğlenceli ve yerli yerinde geçer.


Son dönemlerin tanınmış destancı bagşılarından, Hatamtay destanını icra eden Gurt Yakup, İlaman bagşı, Hocamırat Örän gibi bagşılar radyo ve televizyon aracılığıyla da halka ulaşarak destanları icra etmişlerdir.36 Günümüzde Türkmenistan’da Mağtımgulı Garlıyev gibi bağşıların kasetleri de mevcuttur. Söyeg bagşının öğrencilerinden Altıbay ve Palta bagşının söylediği destanların bazıları da kasete alınmıştır.

4. Türkmen Destan Geleneği İçinde Eski Türk Destanlarının Yeri

Bugün Türkmenler arasında Türkmen tayfalarının (taypa) ortaya çıkışının anlatıldığı ve boy boylama olarak ifade edilen destanî anlatımlar vardır. Bu anlatımlarda güçlü bir nesil takibi görülür. Bu nesil takibinde Türkmen boylarının Oğuz Kağan’a kadar dayandırılması geleneği vardır. Rahmanov’un Gurbangılıç Çakanoğlu’ndan derlediği bu destanî anlatımlarda Türkmenlerin şeceresi Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’e kadar götürülmektedir.37 Bu destanî anlatımlar bir Oğuzname sayılabileceği gibi Andalip’in halk arasında söylenegelen kendi derleyip icra ettiği Oğuznamesi de vardır. Andalip’in Oğuzname geleneğini iyi bildiği anlaşılmaktadır. Andalıp’in Oğuznamesi’nin yanı sıra Şeydayi’nin bazı eserlerinde de Oğuzname geleneği ile ilgili izler bulmak mümkündür.38

1943-44’lerde Daşhovuzlu yaşlı bagşılar, Dede Korkut destanlarını sazları eşliğinde halk arasında icra etmektedirler. Nitekim Türkmen halk bilimci Ata Rahmanov, Korkut Ata destanlarını Çovdur Türkmeni bagşı Gurbangılıç Çakanoğlu’ndan derlemiştir.39 Rahmanov Korkut Ata’nın şahsı ve destanları ile ilgili rivayetleri diğer bagşılardan da duyduğunu belirtmektedir.40 Ancak, Sovyet döneminde, devrin siyasî şartlarına uygun olarak, halk sözlü geleneğinde canlılığını koruyan, geçmişin edebî mirası olan bu eserlere ve manevî değerlere eleştirel bir gözle bakılması yolunda RKBP-MK’nın aldığı kararlar, bu eserler üzerine yapılan çalışmalara gölge düşürmüştür.41 Özellikle 1930’da gerçekleştirilen XVI. kurultayda Orta Asya bürosunun aldığı kararlardan sonra M. Gorki’nin inisiyatifi ile Türkmenistan’a gelen Rus heyetin çalışmaları doğrultusunda edebiyat yönlendirilmeye başlanmıştır.42

Bu durum ise Göroğlı destanından başlayarak Yusup Ahmet, Şasenem Garıp, Hüyrlukga Hemra, Necepoğlan, Babarövşen gibi destanların yaygınlaşmasına sebebiyet vermiştir.

Göroğlı destanı, aslında Oğuz Türklerinin en yaygın destanları arasında yer almaktadır. 1990’da B. A. Garrıyev’in redaktörlüğünde neşredilen Göroğlı destanı halk bagşılarından derlenen nüshalar esasında hazırlanmıştır. Bu eserin hazırlanmasında Mağtımgulı Dil ve Edebiyat Enstitüsü’nün el yazmaları kısmındaki Arap, Latin, Kiril harfli derlemeler de dikkate alınmıştır. Bunların arasında Daşhovuz’un Tağta şehrinde yaşayan Yomut Türkmeni Pälvan bagşıdan 1937’de derlenen nüsha ayrıca önem taşımaktadır. Bu neşirde Daşhovuz, Çärcev, Tağtabazar’daki diğer bagşılardan yapılan derlemeler de dikkate alınmıştır.43

5. Sonuç

Destan söyleme geleneği kaynağını aslında Oğuznamelerden almaktadır. Türkmenler arasında Türkmen boylarının gelip çıkışı ile ilgili ve boy boylama şeklinde tabir edilen destanî anlatımlar, Sovyet döneminde birtakım yasaklamalara rağmen yine de varlığını sürdürmüştür. Türkmenlerde destan geleneği içinde dikkati çeken Oğuzname geleneği, bir başka deyişle Türkmen şecere geleneği, temelinde, yeni nesillere, kuşaktan kuşağa aktarılacak, kökleri Oğuz Kağan’a dayanan bir nesil mirası bırakma maksadını taşımaktadır.

Türkmen destan geleneğinin temelinde bulunan bu tarihî kahramanlık destanları, Türkmen sahasında Göroğlı, Yusup Ahmet, Gül-Bilbil, Dövletyar gibi destanlara da kaynak teşkil etmiştir.

Türkmen destan geleneği, Türk dünyasının ortak eğlence anlayışını, ortak zevkini, ortak âşıklık geleneğini bünyesinde bulunduran, ritüel özellikler de taşıyan zengin bir kültür mirası içermektedir.

Türkmen destan geleneği, aslında bagşılık geleneği ile bir bütün olarak algılanmalıdır. Destanların Türkmenistan sahasında XVIII. yüzyılda kısmen yazıya geçirilmesinin yanı sıra sözlü gelenekte de güçlü bir şekilde yaşaması, onların saz eşliğinde name ile usta yorumcular tarafından icrası, destanları bagşılık geleneğinin ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir.

1 Sepetçioğlu, M. Necati, 1990, Karşılaştırmalı Türk Destanları. İstanbul, s. 63-64.

2 Barutcu Özönder, F. Sema, 1999, Türkler Ne Zaman Bir ‘Millet’ İdi? I. Ortak Bir Köken Mitleri Vardı: Bir “Dişi-Kurt”tan Türemişlerdi”. Kök Araştırmalar. I (2) (Güz 1999): 65-92. Ankara.

3 Ögel, B., 1989, Türk Mitolojisi I., Ankara, s. 10.


4 Aşırov, N. A. vd., 1958, Türkmen Sovet Edebiyatınıñ Tarıhı Boyunça Oçerk I., Aşgabat, s. 35.

5 Kaynaklar Kiril harfli metinler olduğundan dolayı şahıs ve eser adlarında Türkmen Türkçesinin ses özelliklerine bağlı kalınarak transkripsiyon yapılmamıştır.

6 Atayev, Kakacan, 1988, XVIII. Asır Türkmen Edebiyatı. Aşgabat, s. 25.

7 Bekmıradov, A., 1987, Andalıp Hem Oğuznamaçılık Däbi. Aşgabat, s. 11-13.

8 Leach, Maria, Jerome Fried, 1972, Standard Dictionary of Folklore Mythology and Legend. USA, s. 612.

9 A.g.e., s. 409.

10 A.g.e., s. 778.

11 Ögel, B., 1989, Türk Mitolojisi I. Ankara, s. V-VI.

12 Barutcu, Ö., a.g.e., s. 79.

13 Rahmanov, 1989, “Oğuzlarıñ-Türkmenleriñ gadımı taypaları”. Yaşlık. 11: Aşgabat, s. 51.

14 Mair, Lucy, 1972, An Introduction to Social Anthropology. Sec. Ed. New York, s. 78.

15 Garrıyev, Seyit, 1982, Türkmen Eposı, Dessanları ve Gündoğar Halklarıñ Epiki Dörediciliği. Aşgabat, s. 26.

16 Çobanoğlu, Özkul, 1999, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş. Ankara, s. 2-3.

17 Garrıyev, a.g.e., s. 38.

18 Kösäyev, Mäti, B. A. Garrıyev, 1990, Gorkut Ata Gadımı Türkmen Eposı. Aşgabat; Rahmanov, 1989 “Oğuzlarıñ-Türkmenleriñ gadımı taypaları”. Yaşlık. 11: 51-57. Aşgabat.

19 Baymıradov, A., 1982 Türkmen Folklor Prozasınıñ Tarıhı Evolutsiyası. Aşgabat, s. 153-154.

20 Erdem, Melek, 1997, “Türkmen bağşılık mektepleri”. Türkoloji Dergisi. 12 (1): 275-285. Ankara, s. 275-279.

21 Mıradov, Amanbay, 1992, İlaman Bağşı Hem de Onuñ Edebi, Folklor Mirası. Aşgabat, s. 16.

22 Veliyev, 1983, Türkmen Halk Poeziyası. Aşgabat, s. 15.

23 Reichl, Karl, 1992, Turkic Oral Epic Poetry Traditions, Forms, Poetic Structure. New York. London, s. 221-222.

24 Günay, Umay, 1986, Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi. Ankara, s. 6-7.

25 Aşırov, A., 1997, “Türkmen bağşılık sungatınıñ güzellikleri”. V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri I, Ankara, s. 54.

26 Mıradov, a.g.e., s. 6.

27 Mıradov, a.g.e., s. 13.

28 Veliyev, a.g.e., s. 22.

29 Aşırov a.g.e., s. 57.

30 Seyitmıradov, K., 1974, “Lenin rayonınıñ häzirki zaman folklorı barada”. K. Seyitmıradov, Ş. Halmuhammedov (red.), Türkmen Folklorınıñ Häzirki Zaman Yağdayı, Aşgabat, s. 12-13.

31 Durdıyeva, A., B. Mämmetyazov, 1978, Hüyrlukga-Hemra. Aşgabat, s. 6-7.

32 Mıradov, a.g.e., s. 15.

33 Mıradov, a.g.e., s. 17-18.

34 Mämmetyazov, B., 1974, “Yılanlı rayonında Türkmen folklorınıñ häzirki zaman yağdayı”. K. Seyitmıradov, Ş. Halmuhammedov (red.), Türkmen Folklorınıñ Häzirki Zaman Yağdayı, Aşgabat, s. 51-56.

35 Mıradov, a.g.e., s. 15.

36 Aşırov, A., 1997, “Türkmen bağşılık sungatınıñ güzellikleri”. V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri I, Ankara, s. 58.

37 Rahmanov, A, 1989, “Oğuzlarıñ-Türkmenleriñ gadımı taypaları”. Yaşlık. 11: Aşgabat, s. 51.

38 Bekmıradov, A., 1987, Andalıp Hem Oğuznamaçılık Däbi. Aşgabat, s. 16.

39 Erdem, 1998, Dede Korkut Türkmenistan Varyantları. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı Basılmamış Doktora Tezi. Ankara.

40 Rahmanov, Ata, 1992, Şasenem-Garıp. Aşgabat, s. 327.

41 Aşıro’v a.g.e., s. 36-37.

42 Cumayev, K., E. İşangulıyev, 1979, Türkmen Edebiyatınıñ Tarıhı IV. Aşgabat, s. 176-184.

43 Garrıyev, B. A., 1990, Göroğlı Türkmen Gahrımançılık Eposı. Aşgabat, s. 12.

Aşırov, A., 1997, “Türkmen bağşılık sungatınıñ güzellikleri”. V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri I, 53-60. Ankara.

Aşırov, Akmuhammet, 1993, Türkmen Halk Dessanları II. Aşgabat.

Aşırov, N. A. vd., 1958, Türkmen Sovet Edebiyatınıñ Tarıhı Boyunça Oçerk I. Aşgabat.

Atayev, Kakacan, 1988, XVIII. Asır Türkmen Edebiyatı. Aşgabat.

Atdayev, N., 1975, Türkmen Sovet Halk Şahırlarınıñ Döredicilik Ayratınlığı. Aşgabat.

Azimov, Pigam., 1981, “Dessan” maddesi. Türkmen Sovet Entsiklopediyası III: 131. Aşgabat.

Azmun, Yusuf, 1996, “Türkmen Halk Edebiyatı Hakkında”. Reşit Rahmeti Arat İçin: 32-83. Ankara.

Barutcu Özönder, F. Sema, 1999, “Türkler ne zaman bir ‘millet’ idi? I. Ortak bir köken mitleri vardı: bir ‘dişi-kurt’tan türemişlerdi”. Kök Araştırmalar. I (2) (Güz 1999): 65-92. Ankara.

Baymıradov, A., 1982, Türkmen Folklor Prozasınıñ Tarıhı Evolutsiyası. Aşgabat.

Bekmıradov, A., 1987, Andalıp Hem Oğuznamaçılık Däbi. Aşgabat.

Chadwick, Nora K., Victor Zhirmunsky, 1969, Oral Epics of Central Asia. Cambridge University Press.

Cumayev, K., E. İşangulıyev, 1979, Türkmen Edebiyatınıñ Tarıhı IV. Aşgabat.

Çobanoğlu, Özkul, 1999, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş. Ankara.

Durdıyeva, A., B. Mämmetyazov, 1978, Hüyrlukga-Hemra. Aşgabat.

Erdem, Melek, 1997, “Türkmen bağşılık mektepleri”. Türkoloji Dergisi. 12 (1): 275-285. Ankara.

–––, 1998, Dede Korkut Türkmenistan Varyantları. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı Basılmamış Doktora Tezi. Ankara.

–––, 1998, “Seyitnazar Seydi”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi. 38 (1-2): 501-525. Ankara.

–––, 1999, “Türkmenistan’daki Dede Korkut Destanlarının Türkmen Şuurunun Yaratılmasındaki Rolü”. Kök Araştırmalar. I (2) (Güz 1999): 149-159. Ankara.

–––, 2000, “Türkmen Şairi Kemine”. Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi. 9: 71-94. Ankara.

Ergin, Muharrem.

–––, 1989, Dede Korkut Kitabı I Giriş-Metin-Faksimile. Ankara.
–––, 1991, Dede Korkut Kitabı II İndeks-Gramer. Ankara.

Finnegan, Ruth, 1992, Oral Tradition and The Verbal Arts: A guide to Research Practices. London and New York.

Garrıyev, B. A., 1990, Göroğlı Türkmen Gahrımançılık Eposı. Aşgabat.

Garrıyev, Seyit, 1982, Türkmen Eposı, Dessanları ve Gündoğar Halklarıñ Epiki Dörediciliği. Aşgabat.

Garrıyeva, A., K. Berkeliyev, K. Seyitmıradov, 1993, Türkmen Halk Dessanları I. Aşgabat.

Gökyay, Orhan Şaik, 2000, Dedem Korkudun Kitabı. İstanbul.

Göroğlı, Halık, 1999, Mämmetdurdı Sarıhanov (Rusçadan çev.). Oğuz Gahrımançılık Eposı. Aşgabat.

Gullıyev, Ş., 1997, “Türkmen bağşılık sungatınıñ güzellikleri”. V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri I, 259-263. Ankara.

Günay, Umay, 1986, Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi. Ankara.

Jirmunskiy, V. M., 1974, Tyurkskiy Geroiçeskiy Epos. Leningrad.

Köprülü, M. Fuad, 1980, Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul.

Kösäyev, Mäti, B. A. Garrıyev, 1990, Gorkut Ata Gadımı Türkmen Eposı. Aşgabat.

Leach, Maria, Jerome Fried, 1972, Standard Dictionary of Folklore Mythology and Legend. USA.

Mair, Lucy, 1972, An Introduction to Social Anthropology. Sec. Ed. New York.

Mämmetyazov, B., 1974, “Yılanlı rayonında Türkmen folklorınıñ häzirki zaman yağdayı”. K. Seyitmıradov, Ş. Halmuhammedov (red.), Türkmen Folklorınıñ Häzirki Zaman Yağdayı, 50-92. Aşgabat.

–––, 1979, “Göroğlı”, Eposı ve Onuñ Häzirki Zaman Yağdayı. Aşgabat.

Meredov, A., K. Cumayev, T. Durdıyev, N. Aşırov, 1967, XVIII-XIX Asır Türkmen Edebiyatınıñ Tarıhı Boyunça Oçerkler. Aşgabat.

Mıradov, Amanbay, 1992, İlaman Bağşı Hem de Onuñ Edebi, Folklor Mirası. Aşgabat.

Ögel, Bahaeddin, 1985-1987, Türk Kültür Tarihine Giriş 1-9.

–––, 1989, Türk Mitolojisi I. Ankara.

–––, 1995, Türk Mitolojisi II. Ankara.

Öztürk, Ali, 2000, Çağları İçinde Türk Destanları. İstanbul.

Petrosyan, A. A., 1971, Hurlukga i Hemra Sayat i Hemra Turkmenskiy Romaniçeskiy Epos. Moskva.

Rahmanov, Ata, 1992, Şasenem-Garıp. Aşgabat.

–––, 1989, “Oğuzlarıñ-Türkmenleriñ gadımı taypaları”. Yaşlık. 11: 51-57. Aşgabat.

Reichl, Karl, 1992, Turkic Oral Epic Poetry Traditions, Forms, Poetic Structure. New York. London.

Rosenberg, Donna, 1977, Folklore, Myths, and Legends: A World Perspective. İllinois USA.

Roux, Jean Paul, Aykut Kazancıgil (çev.), Türklerin ve Moğolların Eski Dini. İstanbul.

Sepetçioğlu, M. Necati, 1990, Karşılaştırmalı Türk Destanları. İstanbul.

Seyitmıradov, K., 1974, “Lenin rayonınıñ häzirki zaman folklorı barada”. K. Seyitmıradov, Ş. Halmuhammedov (red.), Türkmen Folklorınıñ Häzirki Zaman Yağdayı, 5-49. Aşgabat.

Söyegov, Mıratgeldi, 1988, “Türkmen edebiyatında ceditçilik dönemi hakkında bazı tespitler ve yeni malûmatlar”. Bilig. 7 (Güz 1988): 112-121.

Sümer, Faruk, 1992, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları. İstanbul.

Şükürov, Ağayar, 1995 Mifologiya I-II. Bakı.

Şükürov, N., 1979, Türkmen Folklorında Halkıñ Dünyägarayışınıñ Şöhlelenişi. Aşgabat.

Tezcan, Semih, Hendrik Boeschoten, 2000, Dede Korkut Oğuznameleri. İstanbul.

Togan, A. Zeki Velidi, 1972 Oğuz Destanı Reşideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlili. İstanbul.

Veliyev, Baba, 1980, Stavropol Türkmenleriniñ Dessanları. Aşgabat.

–––, 1983, Türkmen Halk Poeziyası. Aşgabat.

.Kıbrıs Meselesi Halledilmeli

Rauf DENKTAŞ

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı / KKTC

ıbrıs meselesi halledilmelidir” kanısında olanlar ve bunu samimi bir şekilde arzuladıklarını söyleyenler bu meselenin 40 yıldır halledilmemesinin sorumlusunu aradıklarında genellikle Rauf Denktaş’ın adına takılırlar. Bana “güvenilir dava avukatımızsın” diyen dostlarının karşısında muhaliflerim “bu ne biçim bir dava avukatıdır ki kırk yıldır bu davayı kazanamadı” çıkışını yaparlar. Dış dünyada bu meselenin hallini imkansız hale getiren karar ve tutumları ile ün yapmış ülkeler ve diplomatlar da “yola gelmeyen ve yola getirilmesi gereken” bir “uzlaşmaz Denktaş”tan bahsederler.

“Meselenin tarifini yapınız; meseleye teşhis koyunuz, çareyi birlikte düşünelim, birlikte arayalım” çağrıma kimse olumlu yanıt vermez. Teşhis koymadan çare üretenler “iki eşit taraflı” olduğunu kabul ettikleri Kıbrıs meselesinde Türk tarafını dinlemeden, hukuka bakmadan ürettikleri kararlarla meselenin halledilmesini bekleyip dururlar. Bu kararlarının “eşit” dedikleri taraflardan Rum tarafını diğerinin meşru hükümeti mertebesine çıkarttığı ve mes’elenin hallinde en büyük engelin bu bulguları olduğunu görmezden gelirler. Ben “meseleye teşhis koyunuz, konuşalım” demeye devam ederim.

Rumlara göre Kıbrıs meselesi 1974’te Türkiye’nin adaya gelmesi ile başlamış bir meseledir. Türkiye’nin adadan çekilmesi ve Rum göçmenlerin yerlerine dönmesi meseleyi halledecektir. Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti ve anayasası ile görev başındadır. Hükümetten çekilmiş olan Türk azınlık isyandan vazgeçmelidir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Rum idaresini meşru hükümet olarak kabul etmiş olması Rumların bu tezini desteklemekte ve meselenin suhuletle halledilmesini engellemektedir. Bu kararlar, Rumlar açısından Kıbrıs mes’elesini kendi lehlerine halletmiştir. Bu sağlıksız siperlerin arkasına saklanarak, bunlardan güç alarak bir 30 yıl daha yollarına devam edebilecekleri inancındadırlar.

Türk tarafına göre mesele Enosis için 1960’da Enosis’i engellemek maksadıyla uluslararası anlaşmalarla kurulmuş olan Ortaklık Cumhuriyeti’nin Enosis için silahlı saldırı ve katliamlar ile 11 yıllık azap ve Barış Harekatı ile kurtuluştan sonra belirli kriterler içinde iki eski ortağın yeni bir ortaklık kurmasıdır. Bunun mümkün olabilmesi için tarafların sadece sözde değil, özde de eşit muamele görmesi, 1960 Antlaşmalarından kurtularak Kıbrıs’a sahip çıkmak için her şeyi yapmakta olan Rum tarafına “dur” denmesi gerekmektedir.

1960 Antlaşmaları Enosis için vuruşan Rum teröristleri karşısında “taksim”i öngören Türk mukavemetçiler arasında varılan uzlaşmanın ürünü olan bir Ortaklık Cumhuriyeti oluşmuştu. İşte iki halkın eşitliğine dayanan bu oluşumun esas temeli Türk-Yunan eşitliğiydi. 1960 Antlaşmaları Türkiye ile Yunanistan arasındaki Lozan dengesini Kıbrıs üzerine de yaymış oluyordu. Lozan’da millî hudutlar dışında bırakılan Kıbrıs Adası’na Yunanistan’ın ilhak hakkı tanınmamıştı, tanınmayacaktı.

1960 Antlaşmaları ile oluşan Ortaklık Cumhuriyeti 3 yıl yaşayabildi, çünkü Cumhuriyeti Enosis’e sıçrama tahtası olarak kullanma kararı Cumhuriyetin doğduğu gün alınmıştı. Akritas Planı bu gerçeğin tarihi belgesidir ancak “meseleyi halletmeli” diyenlerden kimse bu belgeye bakarak meseleye bir teşhis koymak istememekte, biz buna ve bu gerçeklere temas edince de “geçmişte yaşamayınız, geleceğe bakınız” önerisi ile susturulmak istenmekteyiz.

Biz geçmişte yaşamıyoruz. Bugün “meşru hükümet” olarak kabul edilen Rum idaresinin 1960’da kurulan Ortaklık Cumhuriyeti olmadığını, bu unvanın gasbedilmiş olduğunu ve sahtekârlıkla Kıbrıs’ın tapusuna sahip çıkma eylemi ile karşı karşıya bulunduğumuzu anlatmaya çalışıyoruz. Dinleyen yok. Aksine,

1960 Antlaşmalarına rağmen Türk Yunan dengesini kökünden yok etmeye yönelik bir hesapla Avrupa Birliği kapıları zorlanmakta ve Yunanistan’ın dürtüsü ile de AB’nin kapıları “meşru Kıbrıs hükümetine” ardına kadar açılmış bulunmaktadır. “Uzlaşma olsa da olmasa da Kıbrıs üye olacaktır” beyanları Rumlarda bizimle yeni bir ortaklık kurma yönünde bir istek veya buna ihtiyaç bırakmamaktadır.

Rumların lehine ağırlaşan bu terazinin “hak, adalet ve eşitlik” terazisi haline getirilmesi mümkün olmamıştır. Rumun bizimle yeni bir ortaklık kurması için hiçbir neden bırakılmamıştır. Rum liderliği “malı alıp götürdüğü” inancı içindedir. “Dünyanın tanıdığı devlet ve hükümet biziz” diyebilmekte ve meselenin hallini bu çerçevede görmektedir.

1963 saldırıları ve 11 yıl devam eden vahşetle, bugüne kadar devam eden ambargolarla yok edilmek istenilen “kurucu ortaklık” statümüzü, “eşit egemenliğimizi” can pahasına koruyan ve Rumların “azınlık statüsü” önerilerini koşulsuz reddeden halkımız 1975’te Federe Devleti’ni, 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne dönüştürerek bu hak ve statüsünü korumuştur. Ne olacaksa iki devlet arasında olacaktır. Uzlaşmanın yolu budur. Kıbrıs’ta iki de facto devlet vardır. Birleşme bunların hür kararı ile olacaktır. İyi komşuluk esastır. Bu komşuluğun parametreleri geçmişte kabul edilmişti. İki kesimlilik, mal-mülk değişimi ve tazminatlar, garanti sisteminin devamı vs. Rum tarafı “AB normları” diyerek bu temel ilkelerden kaçmaya çalışmaktadır. Dolayısı ile bizim şimdiki durumumuz davayı kaybetmemektir. İki eşit devlet arasında uyumlu, dengeli yeni bir ortaklık kurmaktır. Bizim arzumuz ise bu gerçekler çerçevesinde AB’ye statümüz belirlendikten sonra ve Türk-Yunan dengesi bozulmaksızın girmektir.

Kıbrıs meselesi yeni bir ortaklık statüsü ile halledilebilir. AB’ye müracaat 1960 dengesini ortadan kaldırarak Kıbrıs’a sahip çıkmak için yapılmıştı. 1960 Antlaşmaları Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadığı kuruluşlara giremeyeceğine amirdir. Rum-Yunan ikilisi bunu ortadan kaldırmak için AB’yi zorlamaktadır. Sorun Lozan dengesini kökünden bozmak sorunudur. Akritas Planı’nda öngörülen hedefe AB yolu ile varmak istiyorlar. Megali İdea ölmemiştir. İstanbul’a hâlâ Konstantinopolis diyenler, nereden bulmuşlarsa bulmuşlar “Pontus Rumlarını” Kıbrıs’a getirip yerleştirmişlerdir. Ermeni katliamı kararları ile Avrupa Parlamentoları Türkiye’nin AB yolunu tıkamak hazırlığı içindedirler. Kıbrıs meselesini yaratmış olan Rum-Yunan ikilisine “meseleyi hallediniz” diyen yok. Akdeniz’de en büyük cenosid harekâtını evlatlarını feda ederek önlemiş olan Türkiye’ye “AB üyeliği için Kıbrıs meselesini hallet” engeli de çıkarılıyor. Bütün bunlara rağmen uzlaşı yollarını aramaya devam ediyoruz. Ancak, yeniden haykırıyorum: Kıbrıs meselesine teşhis koyalım diye!

Kuzey Kıbrıs

Türk Cümhuriyeti

Ülker Güzel

Dış Ticaret Müsteşarlığı Uzmanı / Türkiye

Tarihçe


ıbrıs adının, kına çiçeği diye bilinen bir çiçekten veya aşk ilâhesi olarak bilinen Kipris’ten alındığı ileri sürülmektedir. Kıbrıs, Akdeniz’de Sicilya ve Sardunya adalarından sonra üçüncü büyük adadır ve çok büyük olmamasına rağmen, tarih boyunca ilkçağlardan itibaren Akdeniz’de askerî ve ticarî üstünlüğe hakim olan devletin idaresine geçerek çok sık istilâlara uğramıştır.

Jeolojik devirlerde Anadolu’nun bir parçası olarak bulunan Kıbrıs adası, İskenderun Körfezi’ne doğru uzanmakta ve Anamur’a 70 km, Yunanistan’a 800 km uzaklıkta bir konuma sahiptir. İklim şartları itibarı ile olduğu kadar, bitki örtüsü ve hayvan topluluğu olarak da Anadolu’ya benzemektedir.

Konumu itibarı ile doğu ile batı arasında bir köprü vazifesini görmüş ve sırası ile Hititliler, Mısırlılar, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Büyük İskender, Romalılar ve Bizanslıların hakimiyeti altında kalmışlardır. Bizanslılar zamanında Hıristiyanlık yayılmış ve Ortodoks kilisesi kurulmuştur.

Aynı tarihlerde Arabistan yarımadasında kurulan İslâm devleti zaman içinde kuvvetlenerek Akdeniz’de üstünlük sağlamış ve adaya seferler düzenlenmiştir. Şam valisi Muaviye zamanında (M.S. 647) düzenlenen bir donanma ile adaya seferler düzenlenmiş ve adanın bir bölgesi ele geçirilmiştir.

Daha sonra yapılan Haçlı seferleri sonucu bazı şövalyelerin ve derebeylerin istilâlarına uğrayarak, Memlûklüler, Cenevizliler ve Venediklilerin yönetimleri altına girmiştir.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve İran seferleri, Kanuni Sultan Süleyman’ın Akdeniz’i Osmanlı İmparatorluğu’nun bir gölü haline getirmesi sonucu, Donanma komutanı Lala Mustafa Paşa ve askerleri, 1570 Temmuzu’ndan 1571 Ağustosu’na kadar devam eden ve 50.000 Türk askerinin şehit verildiği bir savaşla Kıbrıs adasını Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altına almıştır.

1571 yılından 1877 yılına kadar 300 sene, üç asır gibi uzun bir dönem Türklerin idaresi altında yaşamışlardır. Yukarıdaki açıklamaların ve tarihî kronolojinin ışığı altında yıllar boyu çeşitli kültürlerin is

tilâlarına uğrayan Kıbrıs adası ve Kıbrıs halkı; hiçbir ülkenin idaresinde bu kadar uzun süre kalmamıştır. İlk fetih yıllarından itibaren, padişahın emri üzerine adada yerleşmiş bulunan halka hiçbir zarar verilmeden, insan hak ve hürriyetlerine saygı gösterilerek hak ve hukuk ilkeleri çerçevesinde, eşit bir şekilde bir arada yaşamışlardır.

Türklerin hakimiyeti altına giren Kıbrıs’ta Lefkoşa merkez kabul edilerek Kıbrıs Beylerbeyliği adı altında İstanbul’a bağlanmış ve Beylerbeyliği’ne Muzaffer Paşa tayin edilmiştir. Kıbrıs Beylerbeyliği’nin sosyal, ekonomik ve kültürel açılardan gelişmesi ve savunmasını sağlamak için Alaiye, Tarsus, İçel, Zülkadriye, Sis ve Trablus Şam Sancakları Kıbrıs Beylerbeyliği’ne bağlanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun idarî teşkilâtı, siyasî, askerî, adlî yapısı, arazi, tapu ve vergi sistemi aynen Kıbrıs Beylerbeyliği’nde de uygulamaya konulmuştur.

İklim şartları ve verimli toprakları ile tarım ve hayvancılık teşvik edilerek, Kıbrıs adası Magosa, Limasol gibi liman şehirleri ile Akdeniz’in önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş, ekonomik ve sosyal hayat canlanmıştır.

300 sene gibi çok uzun bir süre Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresi altında kalınması sonucu; Osmanlı tarihi, kültürü ve eserleri ile yoğrulan adada, ırk, dil ve mezhep ayrımı gözetilmeden çeşitli kültürlerin merkezi olarak pek çok ilim ve sanat adamı yetiştirilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflama dönemine gelindiği yıllarda, asırlardır huzur ve sükun içinde yaşayan Kıbrıs halkı, hayatlarında bir daha yakalayamayacakları bu düzenlerini başta Yunanistan ve İngiltere olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinin, milletlerarası alanda sergiledikleri çeşitli siyasî oyunlarının ve çıkarlarının kurbanı olarak kaybetmişlerdir.

19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ve dağılması için içeriden ve dışarıdan yapılan yıkıcı faaliyetler sırasında, Rusya’nın 1877 yılında Osmanlı Devleti ile yapmış olduğu Ayastefanos Antlaşması sonucu Rus askerlerinin İstanbul-Yeşilköy’e kadar gelmeleri, Osmanlı topraklarında, özellikle İstanbul üzerinde gözü olan İngiltere’yi harekete geçirmiştir. Bu arada, Fransa ve İtalya’nın sömürgecilik politikalarının yeniden canlandığı 19. yüzyıl sonlarında, bu iki devletin Akdeniz üzerinde başlayan yayılmacılık politikaları İngiltere’yi rahatsız etmiştir.

Aynı zamanda Akdeniz’in dünya ekonomisi ve ticareti açısından önemini gören İngiltere, 1713 yıllarında başlayan koloni kurma yarışı içinde, Akdeniz’de ticarî ve ekonomik üstünlüğü elde etmek ve önemli pazarlara hakim olabilmek için gözünü Kıbrıs adasına dikmiş ve Osmanlı Devleti ile yakınlaşma siyaseti içine girerek görüşmelere başlamıştır.

Yeşilköy’e kadar gelmiş bulunan Rusya’nın, Anadolu topraklarına doğudan da saldırması ihtimalini düşünen İngiltere, Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’ne destek vererek, askerî yardımda bulunmak ve Kıbrıs adasında askerî bir üst kurma teklifinde bulunmuştur. Bu teklif zaten zor durumda bulunan padişah tarafından kabul edilmiştir. Bunun üzerine, İngiltere ile 5 Haziran 1878 tarihinde yapılan ikili antlaşma gereğince aşağıdaki hükümler çerçevesinde mutabık kalınmıştır.

1.Şer’i mahkemeler kurulacak,

2.Kıbrıs’ta Türkler tarafından kurulmuş bulunan vakıfların yönetimi, Osmanlı Devleti ve İngiliz hükûmeti tarafından ortak karar ile atanacak bir temsilci tarafından yürütülecek,

3. Kıbrıs’ta elde edilen son beş yıllık gelir ortalaması esas alınarak adanın geliri İngiltere tarafından Osmanlı Devleti’ne verilecek,

4. Kıbrıs’ta bulunan Osmanlı Devleti’ne ve padişaha ait mallar Osmanlı Devleti’nin tasarrufu altında korunacak,

5.Rusya’nın Doğu Anadolu’da ele geçirdiği Kars, Ardahan ve diğer topraklardan tahliye edilmesi halinde İngiltere ile yapılan bu antlaşmanın hükümleri sona erecekti.

Osmanlı padişahı bu antlaşma metnini, “Hukuk-ı Şahaneme asla halel gelmemek şartıyla” ibaresini kendi eli ile yazmış ve antlaşma metnini ondan sonra imzalamıştır.1

İngiliz İdaresinde Kıbrıs

Altı bin yıl önce yerleşime başlanıldığı tahmin edilen ve son 300 yılını Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresinde geçiren Kıbrıs adası, tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hakları ve özgürlükleri için mücadele vermiş ve vermekte olan büyük Türk milletinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Ancak milletler arası menfaatler ve çekişmeler sonucu Kıbrıs, Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında yapılan bu antlaşma ile İngiltere’nin himayesine belli bir süre için tahsis edilmiştir.

İngilizler verdikleri söz üzerine ve antlaşma metninin özüne sadık kalarak adayı merkezden ve Dış İşleri Bakanlığı’na bağlı bir birim olan “Kıbrıs Bölümü” ile yönetmiş fakat kısa bir süre sonra kurmuş olduğu bu bölümü kaldırarak, diğer sömürgelerinde uyguladıkları politikalar da olduğu gibi, Sömürgeler Bakanlığı’na bağlamışlardır.

Türkiye’nin vermiş olduğu istiklal mücadelesinden sonra imzalanan Lozan Antlaşması’nda Ege adaları ve Kıbrıs milletler arası platformda gündeme getirilmiştir. Lozan Antlaşması’nın 16. maddesi ile Türkiye’nin Ege

Denizi’ndeki diğer adalar ile beraber Kıbrıs’ın geleceği üzerinde söz hakkına sahip olduğu ve İngiltere, Kıbrıs adası üzerindeki egemenlik haklarından herhangi bir şekilde vazgeçerse, “Ada’nın kaderi Türkiye’nin de içinde bulunduğu taraflarca belirlenecektir” şeklinde hükme bağlanmış ise de, Lozan Antlaşması’nın 20. maddesi ile adanın bir İngiliz adası olduğu hükme bağlanmıştır.2

Bu şekilde bir politik oyunla adayı himayesine almış olan İngilizler, adaya tayin ettikleri İngiliz valiler kanalı ile, ilk iş olarak adanın gerçek sahibi olan Türkleri hem ekonomik hem de sosyal yönden çökertmek için Rumlar ile iş birliği yapmaya başlamışlardır. Geniş arazileri bulunan ve gayrimenkul sahipliği sebebi ile adanın mülkiyetinin çoğunluğunu elinde bulunduran aynı zamanda, devlet idaresi ve bürokrasi üzerinde yerleşmiş bir ağırlığı olan Türklerin, bu hakimiyetlerini kırmak için Rumlar ile anlaşarak özel bir plân ve politika uygulamışlardır.

Önce devlet idaresinde görev yapan Türkleri idareden uzaklaştırmış, sonrada eğitim seviyeleri yüksek olmayan bir kısım Türk halkının Hıristiyanlaştırılması çalışmalarına hız verilmiş, sonra da baskı ile satılan Türk arazilerinin Rumlar tarafından alınmasını sağlamışlardır. Bunun sonucu olarak, sadece küçük ticaret erbabı durumunda bulunan ve ticaret ile meşgul olan adadaki Rumların devlet idaresinde yer almalarını temin ederek, ekonomik ve sosyal yönden güçlenmelerini sağlamışlardır. Zamanla, hem toprak sahibi hem de nüfuz ve nüfus olarak etkin durumda olan Türklerin morallerini bozup bir kısmının adadan uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır. İngiltere’nin sağlamış olduğu bu haksız tavizler sonucu adaya Yunanistan’dan Rum nüfus aktarılmış, bir müddet sonra adada nüfusu artırılmış olan idarî, ekonomik ve ticarî açıdan güçlü ve tatmin edilemeyen şımarık bir Rum topluluğu oluşturulmuştur.

Rumlar, adanın İngilizler tarafından alınmasını, gelecekte bir gün Yunanistan’a ilhak olmasının başlangıcı olarak görmüşlerdir. Bir tarihte Kıbrıs’a gelen Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu, yapmış olduğu bir konuşmada “biz bu yönetim değişikliğini hoş karşılıyoruz, çünkü, İngiltere’nin daha önce Yunan adalarında olduğu gibi Kıbrıs’ı da ana vatanımıza yani Yunanistan’a vereceğinden eminiz” diyordu. Bir müddet sonra, Kiliseler, Rum okullarında görevli bulunan öğretmenler ve ticaret erbabı üzerinde baskı kurmuşlar ve yeni yetişen neslin beynini yıkayarak “Enosis”=ilhak fikri ile beslemişlerdir.

İngiltere idaresinde yaşayan Türkler, haksızlıklara karşı gelmekle birlikte insan hak ve hürriyetlerine tecavüz edilmesine rağmen sakin, yumuşak ve uzlaşmacı tutumlarını sürdürmüşlerdir. Ancak, özel günlerde yapılan konuşmaları Türk toplumunun liderleri vasıtası ile İngiliz Sömürge Bakanlığı’na ve Osmanlı idaresine bildirmekle yetinmişlerdir. Tarihî süreç içinde; Yunanistan ve Rumlar daima, Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin iç ve dış karışıklıklarının ve problemlerinin yoğun olduğu dönemlerde şiddet ve tecavüzlerini artırmış ve bu yol ile Türkleri sindirme ve adayı ilhak etme hayalleri içinde uğraşmışlardır.

Nitekim, 1903 ve 1904 yılları ile 1911-1912 yıllarında, Rumların adadaki şiddet hareketlerinde artışlar gözlenmiştir. Rumlar, kendilerine her zaman dünya siyaseti içinde haksız emellerine destekçi ülkeler bulmuşlar, bu ülkeler tarafından kendilerine gösterilen taviz ve desteklere hiçbir zaman doymamışlar-yeterli bulmamışlardır. Zaman içinde tedhiş hareketleri ile Türkleri sindirecekleri, sonra da imha ederek adayı Yunanistan’a ilhak edecekleri hayali ile gizli faaliyetlerinin hazırlıklarına başlamışlardır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na Almanlar ile birlikte katılması Almanya’ya karşı savaşan İngiltere’nin 5 Kasım 1914’te Kıbrıs adasını tek taraflı olarak ilhak etmesine sebep olmuştur. İngiltere bununla da kalmayıp, 1915 yılında, Yunanlıların savaşa İngiltere’nin

yanında girmesi halinde ileride ki bir tarihte Kıbrıs’ın kendilerine verilebileceğini bildirmiştir.3 Bu vaatlere inanmayan ve bir gün Kıbrıs’ı elinden çıkaracağına inandıkları İngiltere’ye karşı Rumlar, Yunanistan ile ikili iş birliğini geliştirerek ve Ortodoks Kilisesi’ni de yanlarına alarak, 1931 yılında adada isyan çıkarmışlardır.

Çıkarılan isyan İngiliz vali tarafından bastırılmış ve Rum tedhişçi ve kilise papazlarından oluşan isyancılar adadan ihraç edilmişlerdir. Sonra adaya yönetim bakımından değişik statüler verilmeye çalışılmış ise de Rumları memnun etmek ve alınan kararlara uymalarını sağlamak mümkün olamamıştır.

Rumların bu uzlaşmaz tutumu ve gelen İngiliz valiler üzerindeki baskıları sonucu, 1947 yılında, 1931 isyanı sonunda adadan ihraç edilen Rum isyancıların ve papazların geri dönüşlerine müsaade edilmiştir. Bu gösterilen taviz, Rumların Ortodoks Kilisesi ile birlikte yeni imha plânları hazırlıklarını güçlendirmiştir.

Ortaya çıkan yeni karışıklıklar idaresinde güçlüklere sebep olması nedeni ile, adanın idaresi için valiler tarafından getirilen “Otonom İdare veya “İstişare Meclisi yolu ile getirilmek istenen yeni yönetim şekilleri, yine Rumlar tarafından reddedilerek Yunanistan’a ilhak tezi savunulmuştur. Ada idaresindeki bu zorluklar karşısında İngilizler; Türkler ile Rumlardan teşekkül eden bir İstişare Meclisini kendi seçtikleri kişiler arasından oluşturarak ada halkını yönetmeye çalışmışlardır.4
Ada Rumlarının Ortodoks lideri Başpiskopos Makarios III ve kurulan Rum Millî Partisi, tek emellerinin Enosis olduğunu beyan ederek istişare meclisinin kuruluşunu protesto etmişler ve “İstişare Meclisi” şeklindeki yönetime karşı gelerek, adayı ilhak emellerini gerçekleştirmek için yürüttükleri çabalara hız vererek 15 Ocak 1950 tarihinde bir plebisit yapmışlardır. Ortodoks kiliseleri tarafından organize edilen ve papazların önünde yapılan plebisit sonucu; “Yunanistan’a ilhakı kabul ediyorum veya etmiyorum” şeklinde iki tercihten ibaret olarak hazırlanmış bulunan oy pusulalarını kullanarak, %90 Rum oyları ile sonuçlanmış ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı kabul edilmiştir.

Türkiye ve İngiltere yapılan bu plebisiti tanımamış ve İngiltere Kıbrıs’a muhtariyet verilmesi fikrini ileri sürerek, bu fikrin adanın el değiştirmesi manasına gelemeyeceğini ısrarla belirtmiştir. Bu açıklama üzerine muhtariyet fikrini reddeden Rumlar, Yunanistan’ın BM delegesinin yardımı ile BM Genel Sekreterliği’nden Kıbrıs halkına yani Rumlara self-determinasyon hakkının verilmesinin gündeme alınmasını sağlamışlardır. Konu gündeme alınmış ise de; BM konunun barışçı yollarla çözümlenmesine karar vermiştir.5

1951 yılına kadar olayları perde arkasından idare eden Yunanistan, Kıbrıs’taki karışıklıkların sorumlusu olarak Rumları, Ortodoks Kilisesi’ni ve Komünist ülkeleri gösteriyordu. Yunanistan’ın, Kıbrıs’ta ortaya çıkan olaylar ile yakın ilişkisi olduğu Yunan Başbakanı Sofokles Venizelolos’un 1951 yılının Şubat ayında vermiş olduğu demeci ile açığa çıkarılmıştır.6

30 Haziran 1955 tarihinde, Türkiye ve Yunanistan “Doğu Akdeniz Savunması ve Kıbrıs Meselesi”ni görüşmek üzere İngiltere tarafından Londra’da toplantıya çağrılmıştır. Bu çağrı karşısında Makarios III Rumların, self-determinasyona gitmeyen bir kararı kabul edemeyeceklerini belirterek, 28 Ağustos 1955 tarihinde adada ki bütün Türklerin katledileceğini ilân etmiştir.

Bu talihsiz beyan üzerine Türk hükûmeti; İngiltere’nin adadaki vazifesini yerine getireceğine inandığını beyan etmiş, eğer bu konuda bir garanti verilmezse Türkiye’nin adadaki Türkleri müdafaasız bırakmayacağını açıklamıştır.

Londra Konferansı 29 Ağustos 1955 tarihinde toplânmış ise de iki tarafın görüşleri arasında uzlaşma sağlanamamıştır. Bu konferansın önemi, dünya kamuoyuna Türkiye’nin Kıbrıs konusunda söz sahibi, kuvvetli bir güç ve taraf olarak bulunduğunun açıklanmış olmasındadır.

Artık Kıbrıs adası üzerinde yaşayan iki toplumun kaderleri ve hayatları, İngiltere’nin adayı idaresi sırasında aldığı yanlış kararlar ve değerlendirmeler sonucunda, Rumların uzlaşmaz tutumları ve tatmin edilmez arzuları ile birlikte, çözülmesi oldukça zor milletlerarası bir mesele haline dönüştürülmüştür. Olaya karışan diğer ülkeler de durumu kendi menfaatleri ve çıkarları açısından değerlendirmişlerdir.

Kıbrıs Rumları sadece Yunanistan ve İngiltere’nin desteği ile değil, olaya kendi menfaati açısından bakan Rusya tarafından da desteklenmiştir. Rusya, Akdeniz’de gerçekleşecek Helen hegamonyasını hiçbir zaman istememiş, fakat Balkanlar ve Türkiye üzerindeki emelleri için Kıbrıs Rum Komünist Partisi’nin (AKEL) kuruluşunu desteklemiştir. AKEL taraftarları, Enosis taraftarları ile birleşerek adadaki isyanlarda ve karışıklıklarda rol almışlardır.

Rumların terör hareketleri; EOKA adlı yer altı teşkilâtları ile sürdürülmekte ve Türk toplumunu yok etmek için küçük küçük başlayan katliamların ileride ki boyutlarının büyük olacağı sinyallerini veriyordu.

Nitekim 1957 yılında, Kıbrıs’ın çeşitli bölgelerinde bombalama, ateşe verme, pankart asma, sabotaj, öldürme ve gasp gibi kanun dışı hareketler ile Türklere karşı sindirme hareketleri yoğunlaştırılmıştır. Savunma imkânlarından yoksun ve dağınık bir yerleşimde olan Türk köylerine vahşice saldırılar düzenleniyor ve günahsız Türk çocukları ve kadınları öldürülüyordu.

Yunanistan ve Rumların Ortodoks Kilisesi’ni arkalarına alarak yaptıkları çeşitli politik oyunlara rağmen, Türkiye’nin kararlı ve kesin tutumu karşısında Yunanistan taksimden başka bir yolun olamayacağını anlamıştır.

Zamanın Türk Başbakanı Adnan Menderes ve Yunan Başbakanı Karamanlis 11 Şubat 1959’da Zürich ve 19 Şubat 1959’da Londra’da imzaladıkları antlaşmalar ile Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Türkiye, Garanti ve İttifak Antlaşmalarını imzalayarak, Kıbrıs’ın herhangi bir dönemde bir düşman toprağı haline dönüşmesine engel olabilecek ve Doğu Akdeniz’de Türk-Yunan dengesini koruyacak koşulları sağlayarak, fiili garantörlük hakkını kazanmıştır.

Zürich ve Londra Antlaşmalarında yer alan esaslara göre; Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ve Anayasanın ayrılmaz bir parçası olan Garanti ve İttifak Antlaşmaları sonucu Türkiye’nin elde etmiş olduğu fiili garantörlük hakkı, 15-16 Ağustos 1960 tarihinde resmen kurulmuş bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkma gayreti içine düşen Rumların Türkleri imha plânları ve hareketleri karşısında dayandığı en önemli kanunî hakkı olmuştur.


İki Toplumlu Bir Cumhuriyet:
“KıbrısCumhuriyeti”

Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk ve Rum halklarının eşit statü ile kurucu ortak olarak kurmuş oldukları bir Cumhuriyettir.7 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olmuş, kabinede yer alan bakanların ise 7’si Rum, 3’ü Türk olarak tespit edilmiştir. Temsilciler Meclisi 50 kişiden oluşmuş, bunun teşkilinde de %70 Rum, %30 Türk oranı muhafaza edilmiştir. Kamu görevlilerinin oranı da aynı ölçüler içinde muhafaza edilmiştir. Bu uygulamada önemli olan, Türklerin azınlık olarak kabul edilmemeleri ve “Fonksiyonel olarak Federatif Sistemin kabul edilmiş olmasıdır.8

Her ne kadar milletlerarası alanda bir Cumhuriyet kurulmuş ve iki toplum arasındaki problemler çözülmüş gibi görünmekte ise de; antlaşmaların imzalanmasından hemen sonra; Rum tarafında Kıbrıs İlhak Cephesi=KEM adlı bir gizli örgüt kurulmuş ve bu örgütün, Başpiskopos Makarios tarafından açıklanmış olduğu gibi Enosis emellerinin takipçisi olduğu ilân edilmiştir.

Örgüt elemanları; Kıbrıs’ın ilhakını ve Kıbrıs Türkünü yok etmeyi gaye edinmiş olan EOKA tedhişçileri ile iş birliği yapmaya başlamışlardır. Bunun sonucu olarak adadaki sindirme ve katliam olayları zaman içinde artırılarak Kıbrıs adası bir iç savaşa sürüklenmiştir.

Kıbrıs Rum toplumunun lideri olarak Cumhurbaşkanlığına atanan Başpiskopos Makarios III, 1963 yılında Türklere tanınan ve Anayasa ile teminat altına alınan egemenlik ve siyasî eşitlik hakları ile ilgili 13 maddelik Anayasa değişikliği önerilerini gündeme getirmiştir.

Bu maddeler, Cumhurbaşkanı yardımcısının veto yetkisinin ve Türklerin beş büyük yerleşim bölgesinde belediye kurma hakkının kaldırılması ile ilgili maddeler olarak tespit edilmiştir. Bu hareketin gayesi, Kıbrıs’ta yeniden bir huzursuzluğun başlatılması ve çıkarılan karışıklık sonucu Yunanistan-Kıbrıs bütünleşmesini sağlayacak olan Enosis emellerinin uygulamaya konularak gerçekleştirilmesinin başlatılması idi.

Rum tarafı kendi taleplerinin reddedilmesi üzerine, şiddet yolu ile sindirme hareketlerine başlamış, Enosis hedefini gerçekleştirmek üzere hazırladıkları ve Türkleri imha için hazırlanan Akritas Plânı’nı uygulamaya başlamışlardır.

Bu plân gereğince; 21 Aralık 1963’te Türk toplumuna karşı katliam başlatılmış ve Kıbrıs Türklerinin tarihlerinden, Uluslararası Antlaşmalarından, İnsan Hakları Beyanname ve Sözleşmelerinden doğan bütün hakları ellerinden alınmak istenerek, Kıbrıs’taki Türk varlığı tamamen yok edilmek istenmiştir. Tarihe “Kanlı Noel olarak geçen ve hunharca yapılan katliamlarda binlerce günahsız Türk çocukları, kadınlar ve mücahitler katledilmiştir.

21 Aralık 1963 tarihinden sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütün organları, yasa dışı yollar ile Kıbrıs Rumlarının tekeline girmiştir. Oluşturulmak istenen toplum biçimi ile sadece Kıbrıs Rumlarının devleti haline getirilen, Pan-Helenist yayılmacılığa hizmet eden, ırkçı ve ayrımcı düşünce ve eylemlere yer veren, mevcut Anayasa ve Milletlerarası Antlaşma esaslarından tamamen uzaklaşmış ve meşruluğunu yitirmiş bir Kıbrıs Cumhuriyeti ile karşı karşıya kalınmıştır.9

Türkiye Cumhuriyeti, bu insanlık dışı katliamlar karşısında antlaşmalardan doğan hakkını kullanacağını ve adaya askerî müdahalede bulunacağını İngiltere ve Amerika’ya bildirmiştir. Bunun üzerine 13 Mart 1964 tarihinde toplanan Güvenlik Konseyi, Kıbrıs’a Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün gönderilmesine karar vermiştir.

Güvenlik Konseyi kararından sonra adaya Barış Gücü askerleri yerleşmiş, fakat anlaşmazlık ve katliamlara bir çözüm getirilememiştir. İngiltere, Yunanistan Türkiye ve Amerika’nın katılımı ile Acheson Plânı hazırlanmış fakat hazırlanan plân Yunan ve Rum emellerinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda olmuştur.


Yüklə 15,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   89   90   91   92   93   94   95   96   ...   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin