Dosyanın 5. sayfasında
Avukat: Dağdakilerin indirilmesi konusunda ne yapılacak. Öcalan'm Kuzey Irak'taki gerillalar için değişik bir önerisi var. Bunu sorgusunda söylediğinde komutanlar hayretle karşılayıp çok ilgi göstermişler. Her duyanı şaşırtıyor. Öcalan, Kuzey Irak'taki PKK'nin silahlı gücünün orada kalıp TC'nin hizmetine girmesini savunuyor. Bu durum zaten şu anda Genelkurmay'm işine geliyor. Barzani biliyorsunuz, PKK'nin güçleri ile savaş halinde. Genelkurmay bunu kendi lehine değerlendiriyor.
Avukat: Öcalan, Kuzey Irak'taki gücün, ABD'nin Barzani'ye yönelik hesaplarını boşa çıkarmada kullanılmasını öneriyor. Bu gücün feodallerin etkisizleştirilmesi için kullanılabileceğini söylüyor. Demokratik bir Irak yönetimi oluşturulmasında bu gücün rol almasını istiyor.
Oğuz: Ne kadar bir gücün Kuzey Irak'ta silahlı kalmasını istiyorsunuz. Bunu bir rapor halinde bize verin. Bu öneriye sıcak bakabiliriz.
Oğuz: Asimilasyondan kasttetiğim eskisi gibi silahla ezilmesi filan değil. Bunu biz de istemiyoruz. PKK ile mücadele için büyük paralar harcandı. Bunun için Yahudi bankalarından büyük krediler alındı. Bu kredilerin karşılığı olarak GAP bölgesinde araziler ipotek edildi. Asimilasyon ve dejenerasyon için örneğim MHP. Türkeş öldükten sonra bu parti devrini kaptamıştı. Ama bir sürü militanı vardı. Çek-senet tahsilatı yapıyor, Şeriatçıların militanlığını yürütüyordu. Genelkurmay Devlet Bahçeli'yi getirdi. Şimi MHP askerin dediğinin dışına çıkamıyor, tabanı da asimile oluyor. Artık Turancılık yapamaz. Türkçü parti değil artık MHP. Öcalan'm idamını onlar durdurdu. Biz Türkçülüğe de Kürtçülüğe de karşıyız. Bizim bazı arkadaşlarımız hâlâ şoven çizgide. Kürt denilmesini bile istemiyor. Öcalan da İmralı'da böylelerine tanık olmuş olabilir. Oradakilerin çoğu öyle. Ama bizim politikamız farklı. Şimdi sizin Diyarbakır Belediye Başkanı oradaki tabur komutanıyla kavgalı. Çocuk gibi birbirleriyle uğraşıyorlar. Protokol olursa, biz bir binbaşıyı görevlendiririz. Belediye Başkanı'nin yanında olur. Gider bu sorunları çözer. O tabur komutanını da anlamak gerek. İki gön önce dağda savaştığı adamın temsilcisi gibi görüyor belediye başkanını. Bunu hemen değiştirmek mümkün değil. Ama biz olayı biliyoruz, anlıyoruz. Çözeriz.
Avukat: Bu gelişmeyi Öcalan'a bildirelim mi?
Oğuz: Kameraya yakalanmadan uygun bir diplomatik üslupla söyleyin. Bu metni
vermeyin. -•^"•%î-
Avukat: İmralı'ya ÖKK hükmetmiyor mu? Neden kameraya yakalanmayın diyorsunuz?
Oğuz: Kameraya alman görüntüler Genelkurmay Başkanı'na gidinceye kadar en az beş daire başkanının elinden geçiyor. İmralı'da olan bir tek biz değiliz. MİT de var, Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri istihbaratı da var. Bu sürece karşı olanlar da var. Bunu Genelkurmay Başkanı'na karşı kullanmak isteyenler olabilir. Biliyorsunuz Çevik Bir giti ama onun ekibi var.
Avukat: Anlayamadım. Çelişkili geldi. Çevik Bir Genelkurmay 2. Başkanı idi. Siz de Genelkurmay adına ÖKK adına konuşuyoruz diyorsunuz.
Oğuz: Biz sizi protokolden sonra ÖKK'nin 2. Başkanı'na götüreceğiz. Karargâhta görüşeceksiniz. Onunla böyle rahat konuşmazsınız. Özal'dan iyi bir şekilde söz edemezsiniz. Özal'ı indiren güçle konuştuğunuzu unutmayacaksınız. Özal için "Ermeni köpeği", "Kürt eşeği" gibi laflar duyabilirsiniz." Yazdığı görülmüştür.
Hikmet ÇİÇEK'ten elde edilen flash bellekte ve İşçi Partisi Basın Bürosundaki bilgisayarda bulunan "PROTOKOL" isimli word belgesi içersinde; "Protokol Önerisi - 06 Haziran 2000" başlığının bulunduğu, başlık altında da az önce belirtilen Abdullah ÖCALAN'ı avukatı ile Özel Kuvvetlerde çalıştığı öne sürülen Oğuz'un yaptığı konuşma doğrultusunda hazırlanan ve (5) sayfadan oluşan bir protokol olduğu görülmüştür.
Soruşturma kapsamında tanık sıfatıyla bilgisine başvurulan gizli tanık DENİZ isimli şahıs 04.06.2008 tarihli ifadesinde; Kendisinin PKK terör örgütü içerisinde kaldığı uzun yıllarda ERGENEKON Terör Örgütü soruşturması ile ilgili olarak bilgi vermek istediğini ve öncelikle Abdullah ÖCALAN ve onun kurmuş olduğu PKK terör örgütünün bazı devletlerin kendisinin istihbarat görevlileri olarak tanımlayabileceği kişiler ile yapmış olduğu görüşmeler ve ilişkileri hakkında ifade vermek istediğini,
PKK örgütünün 1980 ihtilali öncesi APOCULAR olarak bilindiğini, bu dönemde örgütü yine Abdullah ÖCALAN'm yönettiğini, 1978 yılında örgüt kendini PKK olarak ilan ettiğini, bu dönemde örgütün bölgede diğer gruplar ile çatışma halinde olduğunu ancak devlete karşı henüz bir eylem gerçekleştirmediğini, 1980 yılı ihtilalinin öncesinde ülke genelinde sıkıyönetim ilan edildiğini, sıkıyönetim ile birlikte örgütün üzerine gidilmeye başlayınca Abdullah ÖCALAN'm Ethem AKÇAN ile birlikte Suriye'nin Şam şehrine gidip buradan da Lübnan ülkesinde bulunan Bekaa Vadisinde bulunan Filistin'in kurtuluşu için mücadele eden örgütlerin bulunduğu kamplara geçtiğini, burada kendisini Kürtlerin temsilcisi ve onların kurtuluşu için mücadele eden temsilcisi olarak tanıtıp bu anlamda faaliyet yürütmek için yer temin edilmesi talebinde bulunduğunu, bu talebinin gerçekleşmesi üzerine Türkiye'de bulunan örgüt mensuplarını yanma çağırarak PKK adına açılan bu kamplara yerleşerek faaliyet sürdürmeye başladığını, o tarihlerde Sovyetler Birliği'nin, Bulgaristan üzerinden Ortadoğu'da silahlı mücadele veren örgütlere para yardımı yaptığını, PKK'nın da Filistin halkının kurtuluşu için mücadele eden silahlı örgütlere gönderilen paradan yardım olarak aldığını,
Abdullah ÖCALAN liderliğindeki PKK örgütünün 1980 ihtilali öncesinde Türkiye'ye terk etmesinin nedeni darbenin olacağından haberdar olması olduğunu, kendisinin örgüte Bekaa vadisinde katıldığını, örgütün ilk yayınlarından Maraş Katliamı üzerine başlıklı broşürde de 12 Eylül Darbesinin olacağı yazıldığını, örgüt ve lideri bu darbeyi önceden haber aldıkları için en etkin önlem olarak yurt dışına gitmeyi kararlaştırdığını,
Abdullah ÖCALAN'm örgütte yapmış olduğu birçok konuşmasında bu durumu şu şekilde açıkladığını; "Bir yanda Pilot diğer yanda Kesire ajanı vardı, günlük olarak beni denetleyerek devlete bilgi veriyorlardı, bende kendilerini kullanıyordum, onlar benden bilgi almaya çalışırken ben onlardan bilgi alıyordum, onlar^ayesinde devlet içindeki gelişmeleri öğreniyordum, darbenin olacağını biraz bunla'rın anlatımlarından biraz da kendi
yoramlanmdan çıkarttım" diye anlattığını, Öcalan'm, Pilot Necati ve Kesire Yıldırım için sürekli MİT ajanı dediğini, MİT ajanı olarak söylediği Kesire YILDIRIM ile evlenmesini de onun kendisi üzerinde denetim kurduğunu düşünmesini sağlayıp örgütü oluşturduğu şeklinde açıkladığını,
1982 yılında İsrail'in Lübnan'ın yaklaşık yansını işgal edip Golan tepelerine kadar gelmesi ve Golan tepelerinin eteğinde bulunan Bekaa Vadisinde faaliyet yürüten Filistin halklannm kurtuluşu için mücadele eden örgütler ile birlikte PKK örgütü mensuplannm İsrail askerlerine karşı savaşlan sonucu gerek PKK gerekse Filistin Halklannm kurtuluşu için mücadele eden örgütler kayıplar verince Filistin halkı için mücadele eden örgütler Beyrut'a, PKK örgütü mensuplannm da Şam'a geldiğini, o tarihte Suriye devlet başkanı Hafız Esad'm bu silahlı güce bir yer arama gereği duyduğunu, bu nedenle şu anda Kuzey Irak'ta bulunan KDP'nin lideri Mesut Barzani'yi Şam'a çağınp PKK örgütü mensuplannm yerleşebilecekleri kamp alanlan, erzak ve silah temini yönünde aralannda anlaştıklannı, bu anlaşma üzerine ilk defa PKK örgütü Kuzey Irak'a geçerek şu andaki kamp alanlanna yerleştiğini, Mesut Barzani'nin bunu kabul etmesinin birkaç nedeni olduğunu, o tarihlerde Barzani'nin tek sorunu olmayan komşu ülke Suriye olduğunu ve yine babası Molla Mustafa Barzani'nin Sovyetler Birliğinde eğitim görmüş ve orduda görev almış birisi olduğunu, Suriye'nin de Sovyetler Birliği etkisinde olan bir ülke olması aynca PKK örgütünü Türkiye ile olan sınıra yerleştirmek suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin müdahalelerine de engel olmak nedenleriyle bu teklifi kabul ettiğini,
1986-1987 yıllannda Abdullah ÖCALAN'm Bekaa Vadisinde bulunan Helve kampında bulunduğu sırada gazeteci ve siyasi kimliği olan Doğu PERİNÇEK'in röportaj adı altında geldiğini, ilgisi çeken ilk olayın Doğu PERİNÇEK'in Abdullah ÖCALAN tarafından bizzat karşılanması ve askeri tören yapılması olduğunu, Doğu PERİNÇEK'e kampta bir oda tahsis edildiğini, Doğu PERİNÇEK'in kampta 10 gün kadar kaldığını, Abdullah ÖCALAN hiçbir misafiri ile bir defadan fazla birlikte yemek yemediği halde Doğu PERİNÇEK ile kaldığı süre boyunca bütün yemekleri birlikte yediklerini, Abdullah ÖCALAN'm kendisi ile görüşmeye gelen herkesle görüştüğünü ve gelenlerin yüzüne karşı güzel sözler söylediğini, ancak gittikten sonra da arkasından ajan, işbirlikçi ya da benden yararlanmaya geldi şeklinde sözler söylediğini, fakat Doğu PERİNÇEK hakkında övücü sözler söylediğini, Doğu PERİNÇEK'in Abdullah ÖCALAN'la görüşmesinin ardından bu görüşmesini bir kitap haline getirip yayınlatması ve Aydınlık dergisinde dizi halinde yayınlamak suretiyle varlığı yokluğu çok fazla hissedilmeyen Abdullah ÖCALAN ve PKK örgütünün Türkiye siyasetinde gündemleşmesini ve ülke içerisinde örgütün taban bulmasını sağladığını, 15 Ağustos 1984 olaylan ile örgütün adını Türkiye'de hissettirmişse de daha sonra yapılan operasyonlarla örgütün ağır darbeler aldığını, örgütün o dönemde siyasi olarak ta sıkışmış bir durumda olduğunu ve yayınlanan bu görüşmenin adeta örgüt için bir can simidi haline geldiğini, bu röportajın yayınlanması ile Doğu PERİNÇEK'in örgütün adeta ikinci lideri konumuna geldiğini ve yayınladığı bu kitabın örgüt mensuplannm evlerindeki kitaplıklarda yerini aldığını,
Doğu PERİNÇEK'in Abdullah ÖCALAN'm Türkiye ve Türk askerine karşı silahlı mücadele ettiği dönemlerde Abdullah ÖCALAN'la görüşüp hatta bu görüşmelerini yayınlamak suretiyle örgütün propagandasını yaptığı halde, bugün her ne kadar Abdullah ÖCALAN'm samimiyetsizlikle suçlansa bile bir banş ortamından bahsetmekte ve çözümün diyalog ile olabileceğini söylediğini, ancak Doğu PERİNÇEK'in ise tam da bu dönemde Abdullah ÖCALAN ve PKK'ya karşı çok ciddi söylemler ve yayınlar yaptığını ve Doğu PERİNÇEK'te ki bu değişimi anlamakta güçlük çektiğini,
Yazar olarak tanıdığı Yalçın KÜÇÜK'ü 1993 ve 1996 yıllannda Şam'da yukanda anlattığı gelişmeler sonrasında kurulan kampta Abdullah ÖCALAN'la görüşmek için geldiğini, bu tarihlerden önce de geldiğini, ^ Abdullah ÖCALAN'la görüşmelerinin
yayınlanması nedeniyle bildiğini, Yalçın KÜÇÜK'ün daha sonra örgütün yayın organı olan MED TV'de Atölye isminde bir program sunduğunu, bu programda telefonla Abdullah ÖCALAN'm katılımını sağlayıp programı sürdürdüğünü, Yalçın KÜÇÜK'ün PKK örgütü nezdindeki rolü, örgütün silahlı eyleme teşvik etmek konusunda Abdullah ÖCALAN'ı yönlendirmek olduğunu, Abdullah ÖCALAN'nm da Yalçın KÜÇÜK hakkında "Senin her cümlen benim beynimde bir kıvılcım meydana getiriyor" şeklinde söylemlerde bulunduğunu, Abdullah ÖCALAN'm üst düzey örgüt mensupları ile teknik mevzuları konuştuğunu ancak durum değerlendirmesi yapmadığını, durum değerlendirmelerini Yalçın KUÇUK ile yaptığını, Yalçın KÜÇÜK'ün adeta Abdullah ÖCALAN'm beyni olduğunu, Abdullah ÖCALAN'a 1996 yılında gerçekleştirilen daha doğrusu Şam'da ki okulun önünde patlatılan bombayı gerek Yalçın KÜÇÜK gerekse Abdullah ÖCALAN haberdar olduklarını kendi beyanları ile açıkladıklarını, bu açıklamalarda Yalçın KÜÇÜK'ün yurtdışında bulunduğu bir sırada Abdullah ÖCALAN'ı arayarak sana suikast girişiminde bulunulacak, Şam'ı terk et şeklinde haber verdiğini, Abdullah ÖCALAN'm da buna rağmen Şam'dan ayrılmayacağını ama tedbir alacağını söylediğini, bu açıklamalar örgütün yayın organlarında da yer aldığını, Abdullah ÖCALAN Şam'da bulunduğu dönemlerde 1990'lı yıllardan sonra Yalçın KÜÇÜK'ün Öcalan ile görüşmeye başladığını, bu dönemden sonra Yalçın KÜÇÜK'ün, yurtdışında Fransa, Brüksel gibi Avrupa ülkelerinde kaldığını, ancak KÜÇÜK'ün, Abdullah ÖCALAN'm 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıktıktan sonra Türkiye'ye döndüğünü, bunun oldukça dikkat çekici bir durum olduğunu,
PKK terör örgütü genellikle ülke sınırlarına yakın yerlerde kamp kurduğunu, bunun nedeni gerek ülkemizin gerekse komşu ülkelerin sınırlarından geçirilerek Avrupa'ya götürülen uyuşturucunun kontrol altında tutularak, uyuşturucu ticareti yapan kişilerden bu geçişe izin verme karşılığında belli bir pay, uyuşturucunun Avrupa'da dağıtımını da koordine etmek ve bundan da belli paylar almak olduğunu, silah kaçakçılığının genellikle sınır kapılarından yapıldığını, örgütün kontrolü altında bulunan dağ yollarından bu tür faaliyetleri yürüten şahıslardan pay alındığını, örgütte kendi militanları için ihtiyaç duyduğu bomba, silah ve mühimmatlarını da para karşılığında silah kaçakçılığı işi ile uğraşan bu şahıslardan temin ettiğini,
1993 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin PKK militanlarına karşı Diyarbakır kırsalında büyük çaplı bir operasyon yaptığını, bu operasyonlar sürerken PKK militanlarının imha sürecinde olduğu anda Türk askerlerinin telsiz konuşmalarında geri çekiliyoruz, paşa vuruldu şeklinde haberler duyduğunu, paşanın örgüt mensupları tarafından vurulup vurulmadığı konusunda o bölgede bulunan PKK militanları ile görüşme yaptığını, paşanın Lice'de PKK militanlarının büyük bir baskınının olduğu söylenerek paşanın Lice'ye gelmesi sağlanıp helikopterden iner inmez bir asker tarafından vurulduğunu, vuran askerinde başka bir asker tarafından vurularak ikisinin birlikte helikopter ile Diyarbakır'a getirildiğini öğrendiğini, kesinlikle bu olayı PKK örgütünün yapmadığını, çünkü o dönemde kendisinin o bölgede PKK militanı olduğunu, en üst düzey örgüt mensuplarından bu durumu bizzat öğrendiğini ve takip ettiğini, Aydın BAHTİYAR isimli paşanın ne amaçla ve kim tarafından öldürüldüğünü bilmediğini, örgütün en önemli birimlerinin bu kadar sıkıştınldığı ve hatta örgütün en üst düzey mensuplarından bazılarının da imha edilmesi noktasına gelindiği bir esnada böyle bir hadisenin olmasının karanlık bir nokta olarak kaldığını, bu konunun Ergenekon soruşturması kapsamında ele alınmasının uygun olacağını düşündüğünü,
1990'lı yılların başlarından itibaren PKK - Hizbullah çatışması olduğunu, Hatta bundan dolayı PKK'nın şehirlerde barınamaz hale geldiğini, Hizbullah'm yapmış olduğu eylemlerin profesyonelliği ve çok fazla eylemi gerçekleştirebildiklerini, o dönemde kendisinin örgüt içerisinde aktif olarak faaliyet yürüttüğünü, kendisinin yurtdışında birçok örgüt kamplarını gezdiğini ve yerlerini bildiğini, Türkiye'de.- faaliyet yürüten örgütlerinde yurtdışında eğitim aldıkları kamplar olduğunu, ancak- Hizbullah örgütü mensuplarını bu
kamplarda hiç görmediğini, eğitimsiz örgüt mensuplannm yukanda beyan ettiği tarzda eylem yapmalannı mümkün olmadığını, herhangi bir kampta almamışlarsa bu eğitimleri nerede aldılar ve kendilerine bu eğitimleri kimlerin verdiği konusunda şüphesi olduğunu ve Hizbullah'm Ergenekon soruşturması kapsamında ele alınması gerektiğini beyan etmiştir.
Soruşturma kapsamında talimatla tanık sıfatıyla bilgisine başvurulması talep edilen gizli tanık GALİP isimli şahsın 05.06.2008 tarihinde alınan ifadesinde; PKK terör örgütü içerisinde faaliyet yürüttüğü döneme ait örgütün tarihsel sürecinde yaşanan bazı gelişmeler ve olaylar hakkında örgütün stratejisi ile bağdaştıramadığı ve nasıl olduğunu da anlayamadığı bazı konular hakkında açıklamalarda bulunabileceğini, PKK örgütünün 1979 yılında gerçekleştirdiği bir eylemden sonra PKK olarak ismini kamuoyuna duyurduğu, bu dönemden önce örgüt faaliyetlerini APOCULAR olarak yaptığını, 1980 ihtilali öncesinde Abdullah ÖCALAN'ı Suruçlu Ethem AKÇAN'ın Suriye Halep'e çıkardığını ve devamında ihtilal öncesi örgüt üyelerinin grup grup yurt dışına çıktıklannı, örgütün ihtilal öncesi bir bülten yayınlayıp ihtilali adeta haber verdiğini ve örgüt üyelerine silahlan sığmak diye tabir edilen yerlere saklamalan talimatını da gönderdiğini, İllegal olarak faaliyet yürüten bir örgütün ihtilali nasıl öğrenmiş olduklannı bugün bile bilmediğini ve bu olayın kendisi için daima karanlık bir nokta olarak kaldığını,
Örgütte Pilot Necati olarak bilinen şahıstan ve bu şahısın Abdullah ÖCALAN ile olan ilişkisinden bahsetmek istediğini, Pilot Necati'nin mesleğinin pilotluk olduğunu, Ağrılı olduğunu, Abdullah ÖCALAN'm kendisine, pilot Necatinin devletin adamı olduğunu kendisinin kontrol etmek üzere görevlendirildiğini, kendisine Ankara'dayken para yardımı yaptığını, fakat pilot Necatinin kendisini kontrol edemediğini, kendisinin onu kullandığını ve bir takım bilgileri aldığını, bundan dolayı da devletin kendileri üzerine gelmediğini beyan ettiğini, Pilot Necati'nin Abdullah ÖCALAN'a üstü kapalı olarak "sen bir kuşsun istediğimiz zaman seni pişirip yeriz" dediğinin söylediğini, Abdullah ÖCALAN ile Pilot Necati'nin ilişkisinin 1976-1977 yıllannda başladığını ve Abdullah ÖCALAN'm yurt dışına çıkışma kadar devam ettiğini, Abdullah ÖCALAN'm Pilot Necati'nin bir uçak kazasında öldüğünü Yalçın KÜÇÜK'ün kendisine söylediğini beyan ettiğini, Uğur MUMCU öldürüldükten sonra Abdullah ÖCALAN'm, Uğur MUMCU'nun kendisinin pilot Necati ve Kesire YILDIRIM ile olan ilişkisini araştırdığını ve bunu ortaya çıkartacağı için öldürüldüğünü söylediğini,
1993 yılında Abdullah ÖCALAN'm Suriye Şam şehri Kızılay hastanesi yakmlannda (Hilalahmer) denilen bölgede Hasan BİNDAL tarafından kiralanmış olan bir apartmanını onuncu katında zaman zaman kaldığını, yamndakilerle birlikte, daireye çıkmak için asansöre bindiğinde asansörde bir kişinin daha olduğunu, bu şahsın dokuzuncu katta indiğini, Abdullah ÖCALAN' m onucu kata çıktığında asansörden inmeyerek tekrar aşağıya indiğini, yanındakilere dokuzuncu katta inen şahsın o katta oturan Türkiye Askeri Ataşesi olduğunu söylediğini, oradan aynlarak o bölgede bulunan örgüt mensubu gençlerin kaldığı eve gittiğini,
Abdullah ÖCALAN'm Şam'da olduğu 1990'lı yıllarda yanma sürekli olarak İran İstihbaratından ve Suriye İstihbaratından görevlilerin geldiğini ve kendileri ile görüştüğünü, bu istihbaratçılann teknik bilgiler ile Abdullah ÖCALAN'm nasıl korunması gerektiğine dair bilgiler verdiklerini ve kendisinin de bilmediği bir takım görüşmeler yaptıklannı, Suriye de bulunan kampa Yunanlı subaylann gelerek eğitim verdiğini ve bunun örgüt içerisinde konuşulduğunu duyduğunu, aynca Abdullah ÖCALAN'm şoförlüğünü yapan Hamit isimli şahsın Suriye ajanı olduğunu, Abdullah ÖCALAN'm bunu konuyu bildiğini, buna rağmen Şam da kalabilmek için Hamit'i yanında tuttuğunu, 1993 yılında Suriye ile Türkiye arasında Adana görüşmeleri olarak bildiği bir görüşme gerçekleştiğini ve bu görüşmeye Suriye adına katılan şahsın görüşmenin her safahatından sonra Abdullah ÖCALAN'm yanma gelerek Hamit aracılığı ile görüştüklerini, bilgi paylaşımında bulunduklannı,
Suriye de faaliyet yürüten bir Kürt partisi lideri olan Mervan ZEKİ isimli kişi ile yapmış olduğu görüşmeden sonra PKK'nın dine sahip çıktığını ve PKK'nın dini temel alan yaklaşımları ile ilgili açıklamalar yaptığını, Mervan ZEKİ'nin Suudi Arabistan yetkilileri ile görüştüğünü ve bu açıklamaları onların desteğini almak amacıyla yapıldığını, Çünkü PKK'nın Sosyalist ideolojiyi savunan bir parti olduğunu ve din ile ilgili açıklamalarını başka türlü izah edemediğini,
1993 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki problemleri fark ettiğini ve çözüm yollan arayacağını beyan ettiğini, PKK'nın dağdan inmesi için projeler ürettiğini, o dönemde yasak olan Kürtçe konuşmayı serbest bırakacağı yönünde açıklamalarda bulunduğunu, o dönemde Abdullah ÖCALAN'm yanma Talabani, Kemal BURKAY (Kürdistan Sosyalist Partisi Genel Başkanı), Hamraş RAŞO (Türkiye IKDP Başkanı)'nm gelip gitmeye başladığını ve bir ateşkes sürecinin olması için zemin oluşturmaya çalıştıklannı, sonunda Abdullah ÖCALAN'm Lübnan da bulunan Bekaa kampında basın açıklaması yaparak tek taraflı ateşkes ilan ettiğini, Turgut ÖZAL'm PKK'nın dağdan inmesi ve kardeşlik ortamının oluşması amacıyla yapmış olduğu girişim çalışmalannm örgütte çok olumlu karşılandığını ve herkesin bir çözüme doğru gidileceği ümidini taşımaya başladığını ancak 1993 yılı Nisan ayında Turgut ÖZAL'm öldüğünü ve akabinde Bingöl de 33 asker PKK tarafından vurularak öldürüldüğünü, bu eylemle birlikte yeşeren umutlann tamamen kaybolduğunu, PKK'nın tek taraflı ateşkes sürecinde olduğu devletin çözüm arayışlanna girdiği bu dönemde PKK içerisinde bir grubun bu eylemi gerçekleştirmesi ve bu askerlerin korumasız ve silahsız olarak tehlikeli bir bölge üzerinden gönderilmesine kişisel olarak hiçbir zaman anlam veremediğini, bu eylemin örgüt içerisinde Doktor Süleyman (kod) Sait ÇÜRÜKKAYA' nm kontrolündeki örgüt mensuplan tarafından gerçekleştirdiğini, Doktor Süleyman (k) Sait ÇÜRÜKKAYA nm halen Almanya da olduğunu,
Örgüt içerisinde Mahmut SAKAR ve İrfan DÜNDAR'm, Abdullah ÖCALAN'm avukatı olarak ve her söylediklerinin direk Abdullah ÖCALAN'm talimatı olduğu bilindiğini, sürekli olarak örgütün kamplanna gelerek Abdullah ÖCALAN'dan almış olduklan talimatlan başta üst düzey örgüt mensuplan olmak üzere örgüt mensuplanna aktardıklannı, örgüt tarafından Süleymaniye de infaz edilen terör örgütünün üst düzey yöneticilerinden olan Kani YILMAZ ile Messenger üzerinden bir görüşme yaptığını ve Kani Yılmaz'm kendisine "Mayıs 2004 tarihinde Şehit Harun Kampında KONGRA-GEL in ikinci kongresinde Abdullah ÖCALAN'm avukatlan Mahmut SAKAR ve İrfan DÜNDAR'mda katıldığını, Mahmut ŞAKAR'm bütün kameralan kapattığını, başkan adına konuşuyorum bu kongreden savaş karan çıkacak şeklindeki sözleri üzerine kongrede savaş karannm alındığını" söylediğini,
Meral KIR' ı Meral KİDİR olarak bildiğini, Meral KİDİR'm PKK örgütünün eski mensuplanndan olduğunu, Meral KIDIR'ın, Muharrem KARABULUT ve yanında bulunan bazı örgüt üyeleri ile PKK'nın içinde Türkiye Devrim Partisini kurduklannı, sosyalist bir ideolojileri bulunduğunu, PKK'ya bağlı olduklannı ve amaçlannın gerilla savaşını Batı illerinde taşımak olduğunu, bu kişilerin genellikle Türk kökenli olduklannı ve sosyalist devrimini savunduklannı, bunlann devrimi savunan sol örgütlerin ülkede devrim yapabilecek bir güce sahip olamayacaklannı savunduklarını ve PKK ile birlikte bu devrimin gerçekleşmesini daha mümkün gördüklerini, Ankara ve İstanbul illerinde örgütlendiklerini beyan etmiştir.
ERGENEKON terör örgütüne yönelik yapılan operasyonda İŞÇİ PARTİSİ GENEL MERKEZİNDE elde edilen "istanbul, 23 Mayıs 2000, Sayın Abdullah Öcalan" ile başlayan ve "iyi dileklerimi ve selamlanmı yollanm, Doğu Perinçek işçi Partisi Genel Başkanı, Not: Bu mektubun bir örneği, Genelkurmay Başkanlığı'nm bilgisine sunulmuştur." İle biten
Avukatlarınız selamlarınızı getirdi ve önümüzdeki süreçle ilgili görüşlerimi sordular. Onlara anlattıklarımı, Türkiye'nin bağımsızlık ve birliği için duyduğum sorumluluk gereği, aynca size yazmayı yararlı gördüm.
Yaşanan süreçte geleceği belirleyecek kritik noktaya, öncelikle dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye'nin demokratik devrimi ile Avrupa Birliği'yle bütünleşme projesi, birbiriyle bağdaşmaz. Bu iki program ve iki programı temsil eden kuvvetler, nesnel olarak cephe cepheyedir. Ulusal devleti ve Cumhuriyet Devrimi'ni savunan demokrasi kuvvetler ile Batı kuvvetleri arasındaki çelişmenin önümüzdeki kısa ve orta sürede çok daha derin çatışmalara yol açması kaçınılmazdır.
Türkiye'de demokrasi, Kemalist Devrim'i tamamlayacak kuvvetlerin eseri olacaktır. Batı'nın büyük devletleri ise, bugün demokrasi sürecinin karşısındaki en büyük engellerdir. Özellikle ABD ve ikincil olarak Avrupa Birliği, Türkiye demokratik devrimin önünü kesen başlıca kuvvetlerdir. Onlar, Türkiye'yi demokrasiye zorlamıyor; tam tersine demokrasinin biricik çerçevesi olan ulus devleti yıkıma uğratarak, demokrasiyi imkânsız hale getirmek istiyorlar. Dayattıklan bölge polisi misyonu ve neoliberal ekonomi, demokrasi benzeri bir rejimde bile uygulanamaz. Bayar-Menderes'lerden Özal ve Çiller gibilere kadar işbirliği yaptıklan kuvvetlere bakarsak bunu çok daha iyi görebiliriz. Öte yandan onlann "Kemalist Devrimin kazanımlannı yıkma" pratiklerini göz önünde tuttuğumuz zaman da, hedeflerini çok iyi anlanz.
"Demokrasi ve insan haklan" veya "Kopenhag kriterleri" dedikleri program, bir demokrasi programı değil, fakat tıpkı Irak ve Yugoslavya'ya karşı yaptıklan gibi parçalama ve denetim altına alma siyasetinin araçlandır. Sürece ülkemiz açısından bakarsak, ABD ve Avrupa, Türkiye'den tek bir şey istiyor: "Kriz bölgelerinde müdahale gücü" rolünü üstlenmesi. Bu misyonu kibar bir ifadeyle "Batı için güvenlik üretmek" diye özetleyenler de vardır.
Kopenhag kriterleri falan, hepsi bu dayatmanın hizmetindedir. Nitekim Türkiye AB aday üyeliğine kabul edilince, Alman hâkim güçlerinin Die Welt gazetesi, olayın esas anlamını şöyle saptamıştır: "Türkiye, AB aday üyeliğini kabul etmekle, evlatlannm canını büyük maceracı müttefik uğruna feda etmeye hazır olduğunu göstermiştir." (Die Welt, 22 Aralık 1999) Buradan da anlaşılacağı üzere, Türkiye'nin Avrupa kapısında denetim altına alınması, ABD'nin politikasıdır.
Economist dergisi ise, Türkiye'nin aday üyeliğinin tarihsel süreç açısından ne anlama geldiğini açıkça belirlemiş, olayı "Kemalizmin sonu" başlığıyla duyurmuştur. AB aday üyeliği ile Kemalist Devrimi tamamlamak iki karşıt süreçtir.
Herkesin önüne şu soruyu koyması gerekiyor: Mehmetçiği Batı'nm güvenliği için kriz bölgelerine süren bir rejim, demokratik olabilir mi?
ikinci bir soru daha: IMF reçetesi gereği, köylüye destek akçalannı kaldırarak Türkiye tanmmı çökerten ve özelleştirme yoluyla bir milyondan fazla işçiyi sokağa atacak ve SSK'lan tasfiye edecek bir rejim, büyük çoğunluğa şiddet uygulamak dışında bir tercih hakkına sahip midir?
iç piyasayı bile yabancı hipermarketlere teslim eden bir rejim, esnaf ve tüccan tasfiye ederken, aynı zamanda onlara özgürlük verebilir mi?
"Kopenhag kriterleri" içinde, işçiye, köylüye, esnaf ve zenaatkara, ulusal sanayici ve tüccara insaf yoktur.
Bunlar, ulusal devletin dayandığı sınıflardır. Avrupa Birliği sürecinde daha ağır baskılarla dayatılan program, özgürlüğü ezici çoğunluk için imkânsız hale getirmekte, halka şiddet uygulanmasını ise zorunlu kılmaktadır.
Bu programın, "azınlık mezhep ve milliyetlere özgürlük" vaat etmesine kanmak, en
perişan haline ve Kosova'lı Arnavutların ABD bayraklarıyla yürümelerine göz atmak, Batı'nm "insan haklan" programı hakkında yeterli fikir verir. Kaldı ki, olaya dünya ölçeğinde baktığımız zaman, milliyet ve mezhep çatışmalan, her yerde emperyalizmin yayılma politikasının aletidir.
Batı'nm küreselleşme programının halka maliyetinin çok ağır olduğunu görmekle birlikte, nasıl olsa başanlı olacak, biz de bu projeyle bütünleşelim ve üstte kalanlann yanında olalım diye düşünüldüğü de oluyor. Bu, çok ama çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü Türkiye, kesinlikle Avrupa Birliği ile bütünleşmeyecek, yeni oluşan dünya dengelerinden yararlanarak bağımsız ulusal devletini koruyacak ve demokratik devrimini tamamlayacaktır. Bütün olgular bu yöndedir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olmak bir yana, önümüzdeki üç-beş yıllık süreç içinde cephesini Batı'dan gelen baskılara dönmek zorunda kalacağı kesindir.
Hem ABD ve Avrupa, hem de Türkiye'nin Kemalist Devrim rotasındaki ulusal kuvvetleri, ülkemizin Avrupa Birliği'yle bütünleşmeyeceğini biliyorlar ve ona göre mevzileniyorlar. Bunu saptamak için, Avrupa Birliği'ne aday üyelik protokolüne bakmak bile yeterlidir. Orada, taraflar arasında dört yıl içinde bir anlaşmaya vanlmazsa, Kıbns ve Ege sorunlannm La Haye Adalet Divanı'nda çözüleceği yazılıyor. Eğer Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle bütünleşeceği varsayılsa idi, bu tür hükümlere gerek görülmeyecekti. Çünkü Kıbns, Yunanistan ve Türkiye, o zaman Avrupa Birliği içinde birleşecek ve aralannda ne Ege kıta sahanlığı sorunu, ne de Kıbns sorunu kalacaktı. Herkes bilmektedir ki, süreç bu yönde değildir. Yunanistan ve Güney Kıbns'ı da içine alan Avrupa, Protokol'a bu hükümleri koyarak, aslında gelecekte kendisi ile Türkiye arasındaki sorunlarda, La Haye Adalet Divanı'm yetkili kılarak bir mevzi kazanmayı planlamıştır. Kıbns ve Ege kıta sahanlığı, önümüzdeki dönem Türkiye ile Yunanistan arasındaki değil, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sının belirleyecek anlaşmazlık konulandır.
ABD açısından ise, mesele, Doğu Akdeniz'e hükmetmek için Kıbns'ı sorunsuz bir üs haline getirmek ve aynca Türkiye'nin bütün çıkış yollanm denetim altında tutmaktır. Dahası ABD, Türkiye'yi Kıbns ve Ege üzerinden sıkıştınp Kuzey Irak'ta teslim alma politikası izlemektedir.
Türkiye yöneticileri ise, ne yazık ki, ulusal devlet perspektifini yitirerek, böyle bir Protokol'a imza atmışlardır. Bir kısmı ise, Batı'yı bir süre daha oyalama ve zaman kazanma anlayışı içindedir.
Ancak bu sorunlann La Haye Adalet Divanı'na gitmeden, yani dört yıl geçmeden, önümüzdeki kısa dönemde alevleneceği kesindir. Nitekim işte alevlenmeye başlamıştır bile. Önce iran'a düşmanlık kampanyyası, arkasından Ege Ordusu'nu kaldırma önerileri ve hatta Türkiye'nin kıta sahanlığına ilişkin ihlalleri "savaş sebebi" saymaktan vazgeçmesi yolundaki görüşler, birbiri peşi sıra piyasaya sürülmüştür.
Türkiye, ABD ve Avrupa ile üç cephede karşı karşıya gelmiştir: Kuzey Irak, Ege ve Kıbns. işbirlikçi medyanın ortada dolaştırdığı laflann kıymeti harbisi yoktur. Türkiye'nin her üç cephede de direneceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Bu direnmenin ulusal birikimi olduğu gibi, dünya koşullan da elverişlidir.
Rusya, Çin, Hindistan, Orta Asya Türk cumhuriyetleri, iran ve bütün Asya bir blok oluşturmaktadır. ABD, Avrasya kayasına çarpmıştır. Batı uygarlığı çürümekte ve dağılmaktadır. Asya ise dinamiktir ve önüne geçilemeyen bir yükselişin içine girmiştir. Türkiye Avrasya bloku ile batı arasındaki dengeleri çok iyi değerlendirebilir ve kendisi için çok geniş bir manevra ve bağımsızlık alanı açabilir. Bütün sorun, bağımsız iradeye sahip bir Cumhuriyet Devrimi iktidannm kurulmasmdadır.
Batı ile potansiyel çatışma unsurlan, yalnız Kıbns, Ege ve Kuzey Irak'ta değil, iç
1 .Ulusal Ordu tasfiye edilecek, Türk Silahlı Kuvvetleri pentagonlaştınlarak, bölge polisi haline getirilecek.
-
28 Şubat bitirilecek, cemaat ve tarikatlar özgürleştirilecek.
-
Ilımlı islam yeniden iktidar ortağı yapılacak.
-
Yukardan denetim altına alman PKK yasallaştırılacak.
-
Bütün bunlara muhalefet eden radikaller temizlenecek.
Özeti, Avrupa'ya girebilmek için, Türkiye'den öncelikle kapıdaki vestiyere ulusal ordusunu ve Kemalist Devrim'i bırakması isteniyor. PKK'nin yasallaştırılması talebi ise, ellerinde Türkiye'ye karşı bir bölünme etkeni bulundurmak amacıyladır.
Bu dayatmaların kabul edilmesi mümkün değildir.
Ulusal devlet ve ulusal ordu direnir; direnecektir; kesindir bu. işbirlikçi hakim sınıfların devleti ve NATO'ya bağlı bir ordu nasıl direnir diye soranlar oluyor, şunu görmüyorlar: 28 şubat'tan beri Türkiye'de, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllannda olduğu gibi, iki iktidar odağı oluşmuştur. Küçük Amerika rejiminin karşısında Kemalist Devrim rotasında yeni bir iktidar belirmektedir. O nedenle sakız çiğner gibi tek bir "derin devlef'ten söz eden tahliller geçersizdir.
Direnecek olan kuvvetler, Kemalist Devrim rotasında toplanmaktadır. Küçük Amerika rejimi sönerken, devrimci birikim canlanmaktadır. Osmanlı devletinin içinden Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştiren bir Kuvvayi Milliye nasıl çıktıysa, bugün de öyle olmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 28 Şubat'tan bu yana Cumhuriyet devrimi mevzisinde kararlı bir tavır göstermesi, yaşanan sürecin önemli bir işaretidir. 28 Şubat aslında 1995 Martı'nda Kuzey Irak'a yapılan Çelik Harekâtıyla başlamıştır. Türk Ordusu, bu harekâtla ABD'nin egemenlik alanına girmiştir. Arkasından gelen 1996 sonbahanndaki Türk Ordusu-Irak-Barzani işbirliği, ABD'nin Kuzey Irak'taki hâkimiyetine ağır bir darbe indirdi. Olayı ABD Genelkurmayına yakın Joint Forces Quarterly dergisi, "ABD Ordusu'nun Vietnnam'dan sonra aldığı en büyük yenilgi" olarak niteledi.
Bu süreç, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ulusal devleti ve Cumhuriyet Devrimi kazanımlannı korumakta kararlı olduğunu göstermiştir. Dıştan gelen baskılar, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllanndaki gibi, Türk-Kürt birliğini pekiştirme gereğini de ortaya çıkarmış ve Acil Kardeşlik Çözümü'nü gündeme getirmiştir. Dışa karşı bağımsızlığı ve içte laikliği savunmak, demokratik süreci kaçınılmaz olarak ateşlemiştir. Süreç kuşkusuz iniş çıkışlıdır, zaman zaman geri dönüşleri içerir. Ancak ben bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ulusal devlet ve Cumhuriyet Devrimi mevzisinde kararlı bir tavır alacağına, emperyalist baskılara teslim olmayacağına güveniyorum. Bu güvenimi de her yerde olduğu gibi burada da ifade ediyorum.
Türkiye'nin ulus devletinin direneceğini söylemek, dayanaksız bir umudun ifadesi değildir; toplumsal-ekonomik gerçeğe dayanır. Ulus devlet, ulusal piyasa temeli üzerinde varolur. Hiçbir ulus devlet, ulusal piyasanın dağıtılmasını ve kendi temellerinin yok edilmesini, kısacası sömürgeleşmeyi kabul etmez. Ulus devletler silahla kurulmuşlardır ve ancak silahla yıkılabilirler. Türkiye'nin banşçı yoldan yıkıma uğratılması pratiği, aslında en sonunda dıştan ve içten silahlı müdahalenin koşullannı hazırlamak ve uygun mevziler yaratmak içindir. Türkiye bu sürece kurbanlık koyun gibi başım uzatmayacaktır.
Irak ve Yugoslavya direnenebilmiştir; Türkiye haydi haydi direnir. Türkiye ulusal devleti ve ordusunun direnme potansiyeli, Irak ve Yugoslavya'nın on katıdır. İnsan malzemesi, bağımsız devlet ve ordu geleneği, ekonomisi ve diğer olanaklan yanında, hızla güçlenen Avrasya blokunun sağladığı uluslararası olanaklar hesaba katılırsa, Türkiye'nin Batı'ya boyun eğmeyeceği ve kendi ulusal devletini Batı'ya bir kez daha kabul ettireceği açıktır. Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, egemenliğe saygı ve karşılıklı yarar temeline oturması, bu direnişle gerçekleşecektir. -j-»**^
Burada herkesin önündeki soru şudur: Kimin yanında olacağım? Ulusal devlet ve ulusal ordunun mu, yoksa Batı'yla bütünleşme projesinin mi? Bu iki karşıt program ve kuvveti bağdaştırmak mümkün olamayacağına göre, herkes bu seçeneklerle yüz yüze gelecektir. Bir an önce safa girmek, Türkiye'nin demokratik devrimi ve Kürt sorununa çözüm açısından da önemlidir.
Kürt sorununun demokratik çözümü, Batı ile işbirliği yapıldığı için değil, Batı'ya karşı kesin tavır alındığı için hızlanacaktır. Kürt sorunu, Batı ile işbirliği yapıldığı ölçüde sürüncemede kalır; Batı'yı Kürt sorununun içine davet eden uygulamalara ne kadar kararlı bir tutumla son verilirse, çözüm o kadar demokratik ve çabuk olacaktır. Çünkü Kürt sorunundaki esas engel, artık Kürt realitesini kabul etmeyen iç kuvvetler değil, Kürt sorununu Türkiye'ye karşı kullanmak isteyen dış kuvvetlerdir. O dış kuvvetlere karşı, ne kadar güçlü bir Türk-Kürt birliği kurulursa, güven ortamı o kadar sağlıklı olur ve demokratik çözümler de güncelleşir. Eğer, Kürt sorununu çözmede, Türkiye'ye karşı Batı'nm baskısından yararlanmayı düşünenler olursa, bu, Türkiye üzerindeki tehditle birleşerek sorunu çözmeye kalkışmak anlamına gelir.
Matematik formüllerle ifade edecek olursak:
Türk+Kürt= demokratik çözüm.
Batı+Kürt= çözümsüzlük.
Türk+Kürt birliği, Kurtuluş Savaşı'ndaki gibi Batı'dan gelen tehdide karşıdır. Batı+Kürt formülü ise, Türkiye'ye karşıdır.
Bugünkü koşularda Batı'nm yanında olmak, aslında Türkiye'ye karşı olmak anlamını taşımaktadır. Sizin de dikkatinizi çekmiştir, Türkiye'nin bütünlüğü içinde yer almak, Batı'nm hoşuna gitmiyor.
Denecektir ki, Türkiye devletini yönetenler elli yıldır Batı işbirlikçisidir. Doğru! Zaten Türkiye'yi bu hale getirenler de onlardır. Biz devrimciler, elli yıldır onlara muhalefet ediyoruz ve Kemalist Devrim'in kazanımlannı savunuyoruz.
Küçük Amerika rejimi açısından deniz bitmiştir. Batı ile işbirliği yoluyla Türkiye'ye yapılan kötülüklerin sonuna gelinmiştir. Yaratılan mafya-tarikat-gladyo rejimi derin bir krize girerken; Kemalist Devrim kendisini yenileyerek canlanmaktadır.
Türkiye'nin ulusal devletini ve diğer devrimci kazanımlannı savunmak, statükoyu korumak değil, devrimci bir sürece omuz vermektir. Türkiye, kendini savunmak için elli yıllık küçük Amerika sürecinin oluşturduğu mafya-tarikat-gladyo rejiminden kurtulmak durumuyla karşı karşıya gelmiştir. Bu nedenle ulusal devletin savunulması, Türkiye'de köklü bir iktidar değişikliğine ve yenilenmeye yol açacaktır.
Bu olay, Kurtuluş Savaşı'yla başlayan devrime benzer. Türkiye, sömürgeleşme tehdidinden kurtulayım derken, Osmanlı Ortaçağından da kurtulmuş ve demokratik devrim sürecinin en önemli atağını yapmıştır. Benzer bir durumda bulunduğumuz tahlilini yapan işçi Partisi, Aralık 1999'da yaptığı 5. Genel Kongresi'nde bu sürecin ihtiyacına cevap veren bir iktidar projesi kararlaştırdı ve önüne üç birlik görevini koydu:
-
Siyasal düzlemde: Kemalist-Sosyalist ittifakı.
-
Kitlesel düzlemde: Türk-Kürt birliği.
-
Yaptınm düzleminde: Halk-Ordu birliği. Program ise, Altı Ok'tur.
Altı Ok, hâlâ geçerlidir; önümüzdeki devrimci adımın temel yönelişlerini içerir.
Altı Ok, halk açısından doğru olmanın ötesinde, Türkiye'nin büyük güçlerini birleştirecek tek formüldür.
"Demokratik Cumhuriyet" gibi formülleri, demokrasi düşmanı neoliberal çevreler de paylaşıyor. Altı Ok ise, eskilerin deyişiyle "Efradını cami, ağyanna mâni" bir programdır; yani fertlerini toplar, düşmanına da engel oluşlurufT^Akj, Ok benimsendiği zaman, emperyalistlerle ve halk düşmanlanyla birleşme tehlikesi yoktufe\
Altı Ok'u farklı kavramlarla ifade etmek mümkündür; ancak o zaman programın sihiri bozulur; büyük kuvvetler birleştirilemez ve tarihten kuvvet alınamaz; kısacası hedefe ulaşılamaz. Altı Ok, Kemalist ile Sosyalisti, Türk ile Kürdü, Halk ile Orduyu birleştirebilecek tek formüldür. Bu nedenle Altı Ok'un alternatifi yoktur.
Türk-Kürt birliğinin örgütsel biçimi, birlikte örgütlenmektir. Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk ve Kürdü, Anadolu'da bir hükümet kurmak için, Müdafaai Hukuk Cemiyetleri'nde birlikte örgütlemesi, bugün de örnek alınacak çözümdür. Birlikte örgütlenme, birliği sağlamlaştırır. Ayrı örgütlenme, ayrılma etkenlerini güçlendirir. Batı'nm "PKK'yi yasallaştırmakta" diretmesinin nedeni, Türkiye'yi bölme tehdidini elde bulundurmak içindir. Buna olanak verilmemesi, binlerce sayfa birlik yanlısı sözden ve birlik yemininden çok daha etkilidir ve belirleyicidir.
Birlikte örgütlenme, vitrinde değil, gerçekte olmalıdır. Batı güdümlü programlar, Türk ve Kürdü birleştirmez. Kıblesi Washington ve Brüksel olan bütün programlar, bölücüdür. O merkezler, birleşik bir Türkiye istemiyorlar. Çünkü birleşik ve güçlü bir Türkiye'nin "Kriz bölgelerine müdahale misyonu"nu kabul etmeyeceğini biliyorlar. Onlara mecbur ve muhtaç olması için, Türkiye'nin sorunlu, zayıf ve parçalı olmasını istiyorlar. Birlikte örgütlenme, bu dayatmaya örgütsel cevaptır.
Birlikte örgütlenme, aynı zamanda Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü'nü de hızlandıracaktır. Birlikte örgütlenmenin sağladığı güven ortamında, Kürt kitlelerinin demokratik talepleri konusundaki kuşkuların dağılması da kolaylaşacaktır.
Güvenilir kaynaklardan öğrendiğimize göre, "Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü", genel çizgileriyle kabul edilmiş ve Millî Güvenlik Kurulu'ndan geçmiştir. Sorunu çözecek merkez, Washington veya Brüksel değil, Ankara'dır.
Hal böyleyken, çözümün Türkiye'den değil, Batı'dan beklenmesi, Kürt yurttaşlarımızın bilincinde bölünme etkenini güçlendirir. Bugün en temel mesele, Kürt yurttaşlarımızı, çözümün Batı'dan değil, Türkiye'den geleceğine ikna etmektir. ABD ve Avrupa çözemez, Türkiye çözer. Oralardan ne banş gelir, ne de özgürlük.
Dış müdahaleye ne kadar kararlı tavır alınırsa, çözümün uygulamaya konması da o kadar hızlanacaktır.
Aslında bu mektubu önümüzdeki süreçte nelerin olamayacağı ve nelerin de
kesinlikle gerçekleşeceği konusundaki görüşlerimi bildirmek için yazdım
Size duyurmak istediğim görüşler bunlardır, iyi dileklerimi ve selamlanmı yollanm. Doğu Perinçek işçi Partisi Genel Başkanı
Not: Bu mektubun bir örneği, Genelkurmay Başkanlığı'nm bilgisine sunulmuştur." Yazdığı görülmüştür.
Aynca ULUSAL MEDYA 2001 isimli dokümanda "Bilinen bir gerçektir ki; Perinçek grubu tarafından kurulan Ulusal TV'nin gerçekte gizli tutulan kuruluş amacı, PKK'nın yayın organı Medya TV (MEDTV)'ye alternatif bir televizyon yayıncılığının Avrupa, Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasına hakim olabilmesidir. Bu yöntemle Türkiye'deki Kürt kökenliler İşçi Partisi ekseninde toplanacak, Kuzey Irak ve Kafkas bölgelerinde dağınık halde bulunan Kürt kökenliler ise; Batı karşıtı terör gruplan olarak Kuzey Irak topraklannda (Türkiye'ye sınır bölgelerde) konuşlandıracaktır. Böylece Asya'ya açılan kapı eşiğinde ABD'nin önünde Ortadoğu eksenli bir terör seti oluşturulacaktır. Arzulanan hedefe vanlabilmesi için ise; en güçlü ve yasal propaganda silahı olan televizyon yayıncılığıdır." Yazdığı görülmüştür.
Aynca soruşturma sırasında gelen bir ihbar mektubundaki CD'de OCALAN isimli 93 Sayfalık PDF dosyası içerisinde; her sayfada 8 resim olmak üzere toplam 743 adet resim bulunduğu, bu resimler içerisinde Ferit İLSEVER, DoJu.^gJNÇEK, Hayati ÖZCAN, Murat BARDAKÇI, Ahmet TÜRK, Yalçın KÜÇÜK, Mehmet Alı BİRAN D, Coşkun ARAL, Mesut
BARZANİ, Fatih ALTAYLI, Cengiz ÇANDAR, ve Hadi ULUENGİN isimli şahıslann bölücübaşı Abdullah ÖCALAN ve terör örgütü mensuplan ile birlikte PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün sözde kırsal alanında çektirmiş olduklan fotoğraflar ile yine bölücübaşı Abdullah ÖCALAN ile terör örgütünü sözde kamplanna gelen şahıslann birlikte çektirmiş olduklan fotoğraflann bulunduğu tespit edilmiştir.
Bu resimler incelendiğinde özellikle Doğu PERİNÇEK'in gazetecilikten öte örgütü denetliyor edası içersinde görüntülerinin olduğu, bölücübaşı Abdullah ÖCALAN ile çok samimi ve içten görüntülerinin olduğu, Yalçın KÜÇÜK'ün ise terör örgütü mensuplanna eğitim veriyor şeklinde görüntülerinin olduğu, aynı şekilde bölücübaşı ile çok samimi ve içten görüntülerinin olduğu görülmüştür.
Söz konusu resimler gizli tanık DENİZ'in ifadeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, Gizli tanığın ifadelerini tamamen doğrular nitelikte görüntüler olduğu anlaşılmaktadır.
Şüphelilerin telefon görüşmelerinde ve soruşturma kapsamında ele geçen doküman ve belgelerde belirtilen DTP'li yöneticilere/DTP binalanna yönelik eylem planlamalan ve arayışlan konusunda;
2005-2008 yıllan arasında DTP Genel Merkez yöneticilerine, belediye başkanlanna tehdit içerikli mektup/e-postalar gönderilmiş, yine DTP Genel Merkezi'ne zarf içerisinde mermi yollanmış, DTP Genel Merkez ve il binalanna silahlı ve Molotoflu saldınlar gerçekleştirilmiştir.
Şüpheliler Muhammet YÜCE ve emekli Albay Mehmet Fikri KARADAĞ arasında yaptıklan telefon görüşmesinde;
01.01.2007 günü Mehmet Fikri KARADAĞ'm kullanımında bulunan 0 535 888 15 14 numaralı telefonla, Muhammet YÜCE'nin kullanımında bulanan 0 533 570 89 38 numaralı telefonu aramasıyla yapılan görüşmede; (Tape No: 7)
" onlara bir düşünce yapacaz komutanım, ben bir şeyler planlıyorum, DTP yi
bombalayacam" dediği, M.Fikri KARADAĞ'm "Yok sakın yapma, haberim olmadan bir şey
yapma, sakın" "Onlara prim verirsin, BİZİM İSTEDİĞİMİZ ZAMAN YAPACAZ, onlar
istediği zaman değil" dediği, Muhammet'in "AHMET TÜRK varya DTP başkanı, şerefsiz
pezevenk" dediği, M.Fikri KARADAĞ'm "Soyu sopu ermeni, hepsi ermeni, bu millete diş
bileyip duruyor, boyna zorluyorlar başlanna gelecek var" dediği "
3- Telefon görüşmelerinde ve operasyon kapsamında ele geçen doküman ve belgelerde belirtilen, "Türk-Kürt çatışmasını sağlama" arayışlan ve planlamalan konusunda;
Bölücü terör örgütü nihai hedefi olan, bağımsız birleşik kürdistanı kurabilme amacıyla kurulduğu günden itibaren bölge halkına ayn bir etnik kökenden geldiği aşılaması yapılarak ülke genelinde Türk-Kürt çatışması meydana getirerek sonuca ulaşmaya çalışmıştır.
Gelinen bu noktada gerçekleştirilmek istenen olaylara bakıldığında ülkemizde bir Türk -Kürt kavgasının çıkartılmak istendiği anlaşılmaktadır. Bir taraftan örgütün müzahir kitlesinin DTP binalannda toplatıldığı, bir taraftan da milli duygulan olan insanlan DTP binalannı taşlamak suretiyle ülkemizde kaos ortamı yaratılmak istendiği görülmektedir.
Mevcut Ergenekon yapılanması da aynı tarzda Türk-Kürt çatışmasını körüklemek suretiyle hareket tarzı/stratejisi konulannda bölücü terör örgütü ile paralellik arz etmekte olup, bu düşünce ve planlamalar Türkiye Cumhuriyeti Devletini bölmeye ve parçalamayı amaçlamaktadır.
Operasyon kapsamında elde edilen İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu PERİNÇEK ve yöneticilerinin bölücü terör örgütünün kamp alanlanna yaptıklan ziyaretler konusunda;
Türkiye'de legal alanda faaliyet yürüten bir siyasi partinin genel başkanı konumunda olan bir şahsın, örgüt kamplannda teröristbaşıyla görüşmesi teröristlerle tek tek tokalaşması, hem örgüt kadrolanna hem de örgüt tabanına büyük mprat sağlamıştır.
Yıllarca muhatap arayan teröristbaşı, bunu bir fırsat bilerek bölücü terör örgütünün talep ve isteklerini Doğu PERİNÇEK aracılığıyla devlete iletmeye çalışmıştır.
SONUÇ :
Örgütün anayasasını teşkil eden ERGENEKON dokümanında "TERÖR" başlığı altında; 21 Yüzyılda en önemli sorunlardan birisinin terör olacağı, bu nedenle terör gruplarının kontrol altında tutulması gerektiği, gerektiğinde "NAYLON TERÖR GRUPLARI" oluşturularak terör dünyasına yön verilmesi ve güçlü istihbarat örgütlerinin kurguladığı oyunun içinde mutlaka yer alınması gerektiği belirtilmiştir.
Soruşturma dosyasındaki delillerden de ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ yöneticilerinin PKK terör örgütü ile ilişki içersinde olduklan, söz konusu terör örgütünü kontrol altında tutmaya çalıştıklan ve gerektiğinde de amaç ve hedefleri doğrultusunda kullandıklan, bu çerçevede son yıllarda ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ içersindeki Kuvayı Milliye derneği altındaki tetikçi şahıslara Kürt vatandaşlanmıza yönelik eylemler yaptırmayı planlayarak ülkede TÜRK-KÜRT çatışması meydana getirmeyi ve böylelikle örgütün amaçlan doğrultusunda ülkede kaos ve çatışma ortamı oluşturmayı hedefledikleri anlaşılmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |