ÖNCE TEKRAR BÜYÜK TABLOYA BİR GÖZ ATALIM
Büyük tabloya bakmak ve onu okuyabilmek, insanlığın evrimi-gelişimi sürecini bir bütün olarak görebilmek demek. Sadece kendi ihtiyacı kadarını üretebilen ilkel komünal toplumla başlayan sürecin, barbarlığın orta aşamasından itibaren, hayvanları ehlileştirme bilgisinin üretilmesine paralel olarak, kendi inkârını yaratmaya başladığını görebilmek demek. Artık, komünal-toplumsal üretimin yerini bireysel üretimin almaya başladığını, buna bağlı olarak da, komünal varoluşun yerine bireyin-bireysel varoluşun geçmekte olduğunu görebilmek demek. İnsanların birey olarak gerçekleşmedikleri, toplumsal varlığın esas olduğu komünal toplumun kendini inkârı süreci diyoruz buna. Bu andan itibaren içine girilen sınıflı toplumlar süreci insanın artık birey olarak evrimi sürecidir. Toplumsal ve bireysel düzeyde “ben” bilincinin gelişmesi sürecidir.
Ama her süreç gibi, bu süreç de gene kendi içinde kendi inkârıyla birlikte gelişiyor. Fakat bu ikinci inkâr (inkârın inkârı), tekrar en başa, ilkel komüne dönüş anlamına gelmiyor! Bireyin kendini bilerek, kendi nefsinin bilincine vararak, kendi varlığında yok olması, bütünün (dünya insanlığının) içinde erimesi anlamına geliyor. Bu, bir anlamda, insanın artık modern komünal bir dünya toplumunun üyesi olarak, onun içinde, varlığı onun varlığıyla bütünleşmiş olarak varolması demektir126. Bu durumda “insan”, modern komünal dünya insanlığının ayrılmaz bir parçası olarak insandır. Onu “bilinçli doğa” dan ayıran bu “insan” olma yanı, dünya insanlığının dünyanın dışındaki evrenle-çevreyle etkileşmesi içinde bir anlam kazanır. O, yani modern komünal dünya insanı, kendi içinde bilinçli doğa bebeğine hamile bir oluşumdur. Onun hem var, hem yok oluşunun diyalektiği budur. Mutlak anlamda doğanın kendi bilincine vardığı bir “insan” olamaz. Olamaz, çünkü o an o insan değildir. Bilinçli doğadır [4]..
Şimdi, az önce çizdiğimiz bu büyük tablo beynimizde bir kenarda dururken, biz gözümüzü ondan hiç ayırmadan, tablonun parçalarına (puzzel’in parçalarına) dönelim ve tek tek bunları yerine koyarak bu büyük tabloyu nasıl elde ettiğimizi görmeye çalışalım.
HER İNKÂR SÜRECİ KENDİ İNKÂRIYLA BİRLİKTE GELİŞİR
İnsanların, barbarlığın orta aşamasından itibaren, hayvanları ehlileştirme bilgisini üreterek bireysel üretime başlamasına paralel olarak, komünal toplumsal varlığın inkârı sürecinin de başladığını söylemiştik. Şimdi buna, bu inkâr sürecinin kendi içinde kendi inkârıyla birlikte geliştiğini de ilâve ediyoruz. Yani, ilkel komünün inkârı süreci de (sınıflı toplumların gelişmesi süreci) kendi içinde kendi inkârıyla birlikte gelişiyor. Bütün bunları şöyle anlatalım:
Toplumsal tarihsel gelişme sürecini içiçe geçmiş sanal su bardaklarının dolmasına benzetirsek, her toplumsal durum belirli bir bardağın dolması süresince varlığını sürdürüyor. Ama her bardak bir önceki bardağın içinde dolmaya başladığı için, belirli bir anda, bir bardağın suyla dolması, bir yandan, eski-varolan sistemin ömrünün tükenmesi anlamına gelirken, diğer yandan da bu, yeni sistemin başlangıç durumunun oluşması, ve yeninin eskinin içinden doğması anlamına geliyor. Aslında görünürde her zaman tek bir bardak var ortada. Ancak, her adımda, onun yerini, onu da kendi içinde taşıyan yeni ve daha büyük bir bardağın aldığını görüyoruz.
Bir örnek verelim ve feodal toplumun içinde kapitalist toplumun gelişmesini ele alalım. Feodal toplumun içinde üretici güçlerin gelişmesi feodal toplum bardağının suyla dolmasıysa, bu, aynı zamanda, daha sonra feodal toplumun yerini alacak olan kapitalist toplum bardağının da eskinin içindeki gelişmesi-suyla dolması- süreci oluyor. Feodal toplumun bağrında gelişen kent toplumunu düşünelim. Bu, bir yanıyla, üretici güçlerin feodal toplum içindeki gelişmesi sürecini yansıtır. Yani, kentin gelişme süreci bir yanıyla feodal toplumun içinde üretici güçlerin gelişme sürecidir (feodal toplum bardağının suyla dolması sürecidir). Ama aynı zamanda, feodal toplumun kendini inkârı, yani kapitalizmin gelişmesi sürecidir de bu.
Nereye kadar sürüyor peki bu içiçe bardakların dolması süreci? Doğa’nın kendi bilincine varması olarak insanı bir bardak olarak düşünürsek, bu bardak iyice dolana kadar!..Önce, ilkel komünal toplum insanının bardağı doluyor. Ama bu dolarken sınıflı toplum insanının bardağı da dolmaya başlamış oluyor. Ve bu süreç modern komünal toplum insanına kadar devam ediyor. Nedir bu bardaklara dolan o “su” peki? Bilgidir! Çünkü, üretici güçlerin gelişmesi süreci, insanın doğayı bilme, bilgi üretme sürecidir. İnsan kendi bilincine vardığı zaman artık bardak da suyla-bilgiyle iyice dolmuş olur. Ve o an artık insan, insan olmaktan çıkar, kendi varlığında yok olur; çünkü artık o evrenselleşmiştir, bilinliç doğa haline gelmiştir. İşte, o “büyük tablo”da anlatılanlar bunlardır.
Önce şu gerçeğin altını birkere daha çizelim: Bütün toplum biçimleri, her aşamada toplumsal olarak sahip olunan bilginin yeniden üretilmesi sürecidir. İnsanlar arasında oluşan üretim ilişkilerini belirleyen de bu bilgidir. Neyin üretileceğini ve nasıl üretileceğini belirleyen de budur. Bu anlamda bütün toplum biçimleri belirli bir bilginin gerçekleştiği bir “bilgi toplumu”dur!
Barbarlığın orta aşamasından önceki toplumları bir yana bırakıyoruz. Daha önce bu konuyu yeterince inceledik. Ama bütün bu toplum biçimleri de gene aynı kurala uyarlar. Doğayla etkileşirken hep belirli bir bilgiyi kullanarak üretirler, varolurlar.
Sonra, hayvanları ehlileştirmeyi öğreniyor insanlar. Nedir bu şimdi? Bu da bir bilgidir. Ve bu bilgiyi yeniden üreterek, ilk kez ihtiyaçlarından daha fazlasını üretmeye başlıyor insanlar. Tarımsal faaliyeti öğrenmek de bir bilgidir. Daha sonra kapitalist toplumun doğuşu da gene yeni bilgilerin üretilmesinin bir sonucudur.
Peki ya “küreselleşme”? Küreselleşme “yeni” bir olay değildir aslında! Barbarlığın orta aşamasıyla birlikte insanlar ihtiyaçlarından daha fazlasını üretmeye başladıkları için bunu çevredeki diğer toplumlarla değiştirme işi de başlıyorlar. Yani ticaret doğuyor. Bu nedenle, ticaretle uğraşan tüccarlara ilk küreselleştirmeciler gözüyle bakabiliriz! Tabi bu iş başlangıçta önce en yakın çevreyle yapılabiliyor. Sonra adım adım gelişiyor; büyük ticaret kervanları dünyanın dörtbir yanıyla bağlantılar kuruyorlar. Yani, dünyayı, dünya pazarlarını bütünleştirmek yolunda her dönemde gücü oranında elinden geleni yapıyor insanlar. Antik çağın ticaret kervanları sadece mal taşımıyorlardı. Bununla birlikte informasyon da taşınıyordu-haberleşme de gelişiyordu. Ve öyle oldu ki, Doğu’nun ana medeniyetleriyle Batı’yı biribirine bağlayan büyük ticaret yolları oluştu. Ve sonra da, bu ticaret yollarını kontrol altında tutarak cihan imparatorlukları kurmak isteyen cengâverler çıktı ortaya! Dünyayı bütünleştirebilmek, dünya pazarlarında hakim olabilmek için biribirini yedi insanlar, çok kanlar döküldü, nice medeniyetler doğdu ve battı..
Peki ne idi insanların zoru bütün bu işleri yaparken? Tek bir şey! “Zenginleşmek”, yaşam seviyelerini hep daha yükseklere çıkarmak! O halde gelişmenin, ilerlemenin motoru-motivasyonu da budur. Daha iyi yaşamak, yaşam seviyesini hep daha yükseltmek. Yaşamı devam ettirme mücadelesi öyle birşey ki, durmak yok bu süreçte, durdun mu düşüyorsun! Aynen bisiklete binerken olduğu gibi!..
Dostları ilə paylaş: |