Wilbur Smith Onbirinci Yazıt



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə7/47
tarix11.08.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#69455
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   47

Kafasına dolan duygu karmaşasını bir düzene sokmaya çalıştı. O karışıklıkta belirgin bir gerçek ortaya çıktı: Lostris'in hayaleti ile karşılaştığında Duman Yeli sakin bir şekilde durmuş, en ufak bir endişe belirtisi göstermemişti. Oysa başka her tür kötülük habercisi karşısında Taita'dan önce o gerilirdi. Ay kaybolduğunda fırlayıp kaçmış, ama Lostris'le atının hayaletine pek az ilgi göstermişti.


Wilbur Smith

"Lostris!" diye bağırdı gökyüzüne doğru. "Affet beni! Yanılmışım! Artık doğru söylediğini biliyorum. Sen gerçekten de Lostns'sin. Bana dön aşkım! Geri gel!" Ama o gitmişti ve kendi sesinin yankılarını duyuyordu. "Geri gel... gel... gel..."


Kutsal Teb kentine o kadar yakındılar ki, Taita, Meren'e kervanın güneş yükseldikten sonra da yola devam etmesini emretti. Güneşin ilk ışıklarıyla küçük kervan yamaçtan indi ve kentin duvarlarına doğru alüvyon ovasını geçmeye başladı. Ova ıssızdı. Yeşeren hiçbir bitki yoktu. Kara toprak tuğla gibi pişmiş ve güneşin ısısıyla yüzeyinde büyük çatlaklar oluşmuştu. Tarımla uğraşan köylüler felakete uğramış topraklarını terk etmişler ve kulübelerini sahipsiz bırakmışlardı. Çatı kirişlerindeki hurma yaprakları aşağı çökmüş, boyasız duvarlar ufalanmaya başlamıştı. Kuraklık yüzünden ölen ineklerin kemikleri yer yer beyaz papatyalar gibi duruyordu. Dönerek esen bir rüzgâr boş tarlalarda garip bir dans yapıyor ve havalandırdığı toz ve kuru ekin saplarını döndürüyordu. Güneş, kavrulmuş topraklan pirinçten bir kalkana vuran topuz gibi dövüyordu.

Kervandaki insanlar ve hayvanlar, bu kasvetli arazide bir çocuğun oyuncakları gibi önemsiz görünüyordu. Nehre ulaştılar ve kıyıda istemeden durdular, dehşetli bir meraka kapılmışlardı. Demeter bile tahtırevanından inmiş, aksaya aksaya Taita ile Meren'in yanına gelmişti. Bu noktada nehir yatağı dört yüz yarda genişliğindeydi. Nil'in normal bir alçalma mevsimde güçlü akıntı gri ve kumlu suyuyla yatağı tamamen doldururdu ve o kadar derin ve güçlü olurdu ki, yüzeyinde parlak anaforlar oluşurdu. Suların yükseldiği mevsimde ise Nil yatağına sığmazdı. Kıyılardan taşar ve tarlalara erişirdi. Bıraktığı çamur ve çökelti o kadar zengin olurdu ki, tek bir hasat mevsiminde üç defa ürün alınırdı.

86
11. Yazıt

Fakat yedi yıldır taşınıyordu ve nehir eski güçlü halinin yanında gülünç bir karikatür gibi kalıyordu. Suları iyice azaldığı için sadece nehir yatağında kalan su birikintileri görülüyordu. Bunların yüzeyinde de ölmekte olan balıkların çırpınışı ve hayatta kalan birkaç timsahın isteksiz hareketleri dikkat çekiyordu. Suyun üstünü, pıhtılaşmış kan gibi kızıl bir köpük kaplamıştı.

"Nehrin kan ağlamasının sebebi ne?" diye sordu Meren. "Bu bir lanet mi?"

Taita, "Bunun nedeni zehirli yosunların oluşması gibi geldi bana," dedi, Demeter de ona hak verdi.

"Evet bu aslında yosun, ama hiç kuşkum yok ki, doğal bir yosun değil, suyun akmasını önleyen uğursuz etki sarmış bunu da Mısır'ın başına."

Kan rengi havuzlar birbirlerinden açığa çıkmış kara çamur şeritleriy-le ayrılıyordu. Çamurda karaya vurmuş çöpler, lağım atıkları, kökler, suların sürüklediği odunlar, terk edilmiş nehir teknelerinin enkazları, şişmiş kuş ve hayvan leşleri vardı. Canlı olarak sadece ortalıkta hoplayıp zıplayarak dolaşan, gülünç perde ayaklarıyla çamurlara batıp çıkan garip güdük yaratıklar vardı. Leşleri kapmak için birbirleriyle boğuşuyor, yakaladıklarını kapıp bir kenara kaçıyor ve sonra çürümüş etleri oburca tıkmıyorlardı. Meren büyük bir tiksintiyle, "Bunlar tam kervancı başının tarif ettiği gibi, dev karakurbağaları!" diyene kadar, Taita onların ne olduğunu çıkaramamıştı. Oksürdü, boğazını yakan pis kokuyu ve tadı atmak için tükürdü. 'Mısır'ın başına çöken anormalliklerin sonu gelmeyecek mi hiç?"

Taita, kendisini şaşırtanın suda ve karada yaşayabilen bu hayvanların büyüklüğü olduğunu fark etti. Kocamandılar. Sırt genişlikleri neredey-se yabandomuzlarınınki kadardı ve bütün ağırlıklarıyla o uzun arka bacaklarının üstünde ayağa kalktıklarında boyları da onlar kadar oluyordu.

"Çamurda insan kadavraları da var," diye bağırdı Meren. Önlerinde >atan minik bir cesedi gösteriyordu. "Ölü bir bebek bu."

87
Wilbur Smith

"Teb halkının artık ölülerini gömmeyecek kadar tembelleştiği anlaşılıyor, cesetleri getirip nehre atıyorlar." Demeter kederle başını sallıyordu.

Onlar bakarken karakurbağalarından biri çocuğun kolunu kaptı ve kafasını onlarca kez sallayarak kolu omuz ekleminden kopardı. Sonra minik kolu havaya attı. Düşerken ağzını açtı, kolu yakaladı ve yuttu.

Hepsi bu manzaradan tiksinmişti. Hayvanlarına bindiler ve kentin dış duvarlarına ulaşana dek kıyı boyunca ilerlediler. Duvarların önündeki alan, evlerinden çıkanlan köylülerin, dul ve yetimlerin, hasta ve ölmek üzere olanların, felaketlerin bütün diğer kurbanlarının kurduğu geçici barınaklarla doluydu. Bir tarafı açık, tavanı kabaca örtülmüş derme çatma ağıllara yan yana doluşmuşlardı. Hepsi bir deri bir kemik kalmıştı ve bir kayıtsızlığa kapılmıştı. Taita, genç bir annenin bebeğini boş memelerine tuttuğunu gördü, ama çocuk ememeyecek kadar güçsüzdü ve gözlerinde, burun deliklerinde sinekler dolaşıyordu. Anne arkalarından ümitsizce baktı.

"Ona bebeği için yiyecek bir şeyler vereyim." Meren atından inmeye davrandı ama Demeter, onu durdurdu.

"Eğer bu zavallı insanlara yiyecek bir şey gösterirsen ayaklanma çıkar."

Yola devam ederken Meren kederli ve suçlu bir ifadeyle arkasına baktı.

"Demeter haklı," dedi Taita yumuşak bir sesle. "Bu kalabalıkta birkaç kişiyi kurtaramayız. Bizim Mısır krallığını kurtarmamız gerekiyor, bir avuç insanı değil."

Taita ve Meren kötü durumda olan o insanlardan yeterince uzakta bir kamp yeri seçtiler. Taita, Demeter'in baş adamını bir kenara çekip, "Efendini rahat ettir ve onu iyi koru," dedi. Sonra kurumuş çalılardan kampı koruyacak bir çit yap ve hırsızlarla leşçileri uzak tut. Hayvanlar için su ve yem bul. Ben daha iyi bir yer ayarlayana kadar da buradan bir yere ayrılma."

88
11. Yazıt

Sonra Meren'e döndü. "Ben kente Firavun'un sarayına gidiyorum. Demeter'in yanında kal." Kısrağı mahmuzladı ve ana kapılara yöneldi. O gelirken muhafızlar yukarıdan baktılar, ama durdurmaya çalışmadılar. Sokaklar neredeyse bomboştu. Gördüğü birkaç kişi de, duvarların dışındaki dilenciler gibi solgun ve açtı. O yaklaşırken kaçışıyorlardı. Kenti pis, hastalıklı bir koku sarmıştı; ölümün ve çekilen acıların kokusu.

Saray muhafızlarının komutanı Taita'yı tanıdı ve koşarak gelip kapıyı açtı, Taita içeri girerken de saygıyla selam durdu. "Adamlarımdan biri atını ahıra götürür Büyücü. Kraliyet seyisleri bakar ona."

"Firavun sarayda mı?" diye sordu Taita atından inerken.

"Burada."

"Beni ona götür," diye emretti Taita. Komutan telaşla emre uydu ve öne düşüp Taita'yı labirent gibi geçitlerden, koridorlardan geçirmeye başladı. Önce eskiden çimenlerle, çiçek tarhlarıyla ve şık fıskiyelerle süslü olan avluyu, sonra da yine eski zamanlarda neşeli kahkahalarla, soylu kadın ve erkeklerin şarkılanyla çınlayan, cambazlann, müzisyenlerin ve dans eden köle kızlann doldurduğu salonlan ve kapalı geçitleri geçtiler. Şimdi salonlar bomboştu, bahçeler kahverengi ve ölü, çeşmeler susuzdu. Derin sessizlik ancak taşlarda yankılanan kendi ayak sesleriyle bölünüyordu.

Sonunda kraliyet divanının antresine ulaştılar. Karşı duvarda kapalı bir kapı vardı. Komutan kapıya mızrağının arkasıyla vurdu ve kapı neredeyse aynı anda bir köle tarafından açıldı. Taita kölenin arkasından içeri baktı. Pembe mermer plakalardan oluşan zeminde kısa keten etek giymiş Şişman bir hadım oturuyordu, önündeki alçak masada papirüs ruloları ve yazı tabletleri vardı. Taita, onu hemen tanıdı. Firavun'un başteşrifatçısıy-dı. Bu önemli pozisyona Taita'nın önerisiyle getirilmişti.

"Ramram, eski dostum," diye selamladı onu. Ramram iriliğinden beklenmeyecek bir çeviklikle ayağa fırladı ve Taita'ya sanlmak üzere koştu. Firavun'un hizmetindeki tüm hadımlar birbirlerine kardeş gibi bağlılardı.

89
Wilbur Smith

"Taita, Teb'den fazla uzak kaldın." Taita'yı özel bürosuna götürdü. "Firavun generalleriyle konsey toplantısında, o yüzden şimdi rahatsız edemem, ama serbest kalır kalmaz seni yanına götüreceğim. O da böyle yapmamı ister. Bu durumda bize de konuşmak için fırsat doğmuş oldu. Sen gideli ne kadar olmuştu? Yıllar geçmiş olmalı."

"Yedi yıl oldu. Son karşılaştığımızda ben yabancı diyarlara gitmek üzereydim."

"O zaman sen yokken başımıza gelenlerle ilgili anlatacak çok şeyim var. Ne yazık ki bunların pek azı iyi haber."

Karşılıklı minderlere yerleştiler ve başteşrifatçımn emriyle bir köle toprak sürahilerde soğutulmuş şerbet ikram etti.

Taita endişeyle, "Önce bana majestelerinin nasıl olduğunu söyle," dedi.

"Maalesef onu görünce üzüleceksin. Üstünde çok ağır yükler var. Günlerinin çoğunu bakanlarıyla, ordusunun komutanlarıyla ve bölge valileriyle toplantılar yaparak geçiriyor. Açlıktan kırılan halkı besleyecek tahıl ve yiyecek alsınlar diye bütün yabancı ülkelere elçilerini yolluyor. Nehirdeki kızıl atığın yerini alacak tatlı su bulunsun diye her tarafta yeni kuyular açtırıyor." Ramram iç geçirdi ve şerbet maşrapasından koca bir yudum içti.

"Medler ve Sümerler, deniz insanları Libyalılar ve bütün diğer düşmanlarımız düştüğümüz bu kötü durumun farkında," diye devam etti. "Talihimizin döndüğüne ve artık kendimizi savunacak halimiz kalmadığına inanıyorlar ve hepsi ordu topluyor. Bildiğin gibi, bize bağlı eyaletler Firavun tarafından zorla alman vergileri ödemeye gönüllü değildir. Pek çoğu bizim durumumuzu kurtulmak için bir fırsat olarak görüyor ve ihanet etmek üzere ittifaklar kuruyor. Smırlanmızda çok miktarda düşman toplanıyor. Kaynaklarımız korkunç bir şekilde tükendiği halde Firavun yine de adam bulmak, donatmak ve birliklerini desteklemek zorunda. Kendisini ve imparatorluğunu çökmekten kurtarmaya çalışıyor."

90
11. Yazıt

"Daha güçsüz bir hükümdar bu musibetlere dayanamazdı," dedi Ta-

ita.


"Nefer Seti büyük bir hükümdar. Ama o da bizim gibi tanrıların ar-tjk Mısır'a gülümsemediğine yürekten inanıyor. Onların ilahi iyiliklerini yeniden elde edemezse hiçbir çabası başarıya ulaşmaz. Ülkedeki tüm tapınaklarda kesintisiz dua edilmesini emretti. Kendisi de günde üç kez tanrılara kurban sunuyor. Her ne kadar gücünün sonuna gelmiş olsa da, her gece, dinlenmesi gereken zamanda dua ediyor ve ona yakın tanrılara yalvarıyor."

Başteşrifatçının gözünde yaşlar birikmişti. Kare şeklinde bir bezle yaşlan sildi. "Son yedi yıldır hayatı böyle, yani nehir ana kuruduğundan ve üstümüze felaketler yağmaya başladığından beri. Daha güçsüz bir hükümdar oisa bunların hiçbirine dayanamazdı. Nefer Seti bir tanrı ama onda bir insanın kalbi ve merhameti var. Bu durum onu değiştirdi ve ihtiyarlattı."

"Gerçekten çok üzüldüm. Peki söylesene, kraliçe ve çocuklan nasıl?"

"Bu konudaki haberler de üzücü. Veba onlara amansızca saldırdı. Kraliçe Mintaka yatağa düştü ve haftalarca ölüm döşeğinde yattı. Artık iyileşti ama hâlâ oldukça zayıf. Bütün kraliyet çocukları o kadar şanslı olamadı. Prens Khaba ve küçük kız kardeşi Unas, kraliyet mezarlığında yan yana yatıyorlar. Veba onlan götürdü. Öteki çocuklar kurtuldu ama..."

İçeri giren bir köle saygıyla başını eğip baş teşrifatçının kulağına bir şeyler fısıldamaya başlayınca Ramram lafını yarım bıraktı. Sonunda başını sallayıp köleyi gönderdi ve Taita'ya döndü. "Meclis toplantısı bitmiş. Firavun'un yanına gidip geldiğini haber vereceğim." Ayağa kalktı ve badi badi yürüyerek odanın arka tarafına gitti. Orada bir panele oyulmuş figüre dokundu ve panel kendi etrafında döndü. Sonra duvann bir kısmı kayarak yana doğru açıldı ve Ramram açılan boşlukta gözden kayboldu. Çok geçmeden gizli kapının arkasından bir şaşkınlık ve sevinç nidası yükseldi.

91
Wilbur Smith

Hemen arkasından da hızlı ayak sesleri ve, "Tata neredesin?" diye bağıran bir ses duyuldu. Bu Firavun'un Taita'ya taktığı addı.

"Buradayım majeste."

"Beni çok uzun süre ihmal ettin," diye suçladı Firavun, o arada koridora gelmiş ve Taita'ya bakmak üzere durmuştu. "Evet, sahiden de sensin. Çağrılarıma cevap vermemeye devam edeceğini sanmıştım."

Nefer Seti'nin üstünde dizlerini örten bir etekle açık sandaletlerden başka bir şey yoktu. Vücudunun üst kısmı çıplaktı. Göğsü geniş ve yapılı, karnı düz ve kaslıydı. Ok ve kılıç çalışmaları sayesinde kolları heykel gibiydi. Mükemmel şekilde eğitilmiş bir savaşçının vücuduna sahipti.

"Firavun. Sizi selamlıyorum. Her zamanki gibi aciz kölenizim."

Nefer Seti ilerledi ve Taita'yı sıkıca kucakladı. "Öğretmenle öğrenci arasında köleliğin lafı olmaz," dedi. "Seni tekrar gördüğüm için yüreğim sevinçten uçuyor." Onu bırakmayıp yüzünü inceledi. "Yüce Horus'un sayesinde bir gün bile yaşlanmamışsın."

"Siz de öyle majeste." Sesi içtendi ve Nefer Seti güldü.

"Yalan olsa da, komplimanını eski bir dostun nezaketi olarak kabul ediyorum." Nefer Seti at kılından yapılma resmi peruğunu çıkardı ve Taka onun hatlarını inceleme fırsatı buldu. Nefer'in kısa kırpılmış saçları kırlaşmış ve tepesi açılmıştı. Yüzünde zamanın izleri okunuyordu; ağzının kenarlarında derin çizgiler oluşmuş, siyah gözlerinin etrafı örümcek ağı gibi kırışıklarla dolmuştu, gözleri yorgun görünüyordu. Yanakları içe çökmüştü ve teninde sağlıksız bir sarılık göze çarpmaktaydı. Taita bir kez göz kırptı ve İç Göz'ünü açtı; Firavun'un güçlü aurasını görünce rahatladı, bu cesur bir yüreği ve bozulmamış bir ruhu gösteren bir auraydı.

Firavun kaç yaşına gelmişti? Taita hatırlamaya çalıştı. Babası öldürüldüğünde on iki yaşındaydı, demek ki şimdi kırk dokuz yaşında olmalıydı. Bunu fark etmek Taita'yı sarstı. Normal bir insan kırk beş yaşında yaşlı kabul edilir ve genellikle elli olmadan ölürdü. Ramram, ona doğru söylemişti: Firavun çok değişmişti.

92
11. Yazıt

"Ramram, sana kalacak yer ayarladı mı?" diye soran Nefer Seti, Ta-ita'nın omzunun üstünden teşrifatçısına baktı.

"Ona yabancı elçilere tahsis edilen dairelerden birini düşündüm," diye önerdi Ramram.

Nefer Seti, "Katiyen olmaz. Taita yabancı biri değil," diye öfke^ le itiraz etti ve Taita, onun eski öfkesinin daha çabuk patlar olduğunu fark etti. "Benim yatak odama açılan muhafız odasında kalmalı. Gecenin her saatinde danışmak ve tartışmak için ona ulaşabilmeliyim." Sonra asık bir suratla Taita'ya döndü. "Şimdi senden aynlmak zorundayım. Babil elçisiyle görüşeceğim. Vatandaşları bize sattıkları tahılın fiyatını üç misline çıkardı. Ramram önemli devlet meselelerini anlatır sana. Gece yarısı serbest kalmayı umuyorum, o zaman sana haber yollarım. Yemeğimi de paylaşmalısın ama pek hoşuna gideceğini sanmıyorum. Emrim üzerine sarayda da halkın yedikleri yeniyor." Nefer gizli kapıya gitti.

"Majeste." Taita'nın sesi telaşlıydı. Nefer başını çevirip geniş omzunun üstünden baktı ve Taita çabucak devam etti. "Çok büyük ve bilgili bir büyücüyle birlikteyim."

"Senin kadar güçlü değildir." Nefer Seti sevgiyle gülümsüyordu.

"Aslında ben, onun yanında çocuk sayılırım. Karnak'a size ve krallığınıza yardım sunmak üzere geldi."

"Nerede şimdi bu mükemmel adam?"

"Kent kapılarının dışında kamp kurdu. Tüm bilgisine rağmen çok yaşlı ve bedenen zayıf. Onun yanında olmam lazım."

"Ramram, bu yabancı büyücüye sarayın bu kanadında rahat bir bö-lüm ayarla."

"Cambeseli Meren de hâlâ yanımda ve koruyuculuğumu yapıyor. O a elimin altında olabilirse minnettar kalırım."

'Tatlı Horus, anlaşılan seni dünyanın yarısıyla paylaşmam gereke-k- Nefer Seti güldü. "Fakat Meren'in iyi olduğunu duyduğuma sevin-

93
Wilbur Smith

dim, onun varlığından da keyif alırım. Ramram ona da bir yer bulur. Şimdi gitmem lazım."

"Firavun yüce varlığınızın bir saniyesini daha alabilir miyim?" diye araya girdi.

"Buraya geleli bir saniye oldu ve şimdiden elli iyilik kopardın beriden. İkna gücün hiç azalmamış. Başka neye ihtiyacın var?"

"Nehri geçip Kraliçe Mintaka'ya saygılarımı sunmak için izninize."

"Eğer izin vermezsem haksız duruma düşmüş olurum. Kraliçem ateşini yitirmedi. Bana hiç acımaz bu durumda." Karısına duyduğu gerçek sevgiyle güldü. "İstediğin gibi gidebilirsin ama gece yansı olmadan buraya dön mutlaka."
Demeter güvenle saraya yerleşir yerleşmez, Taita kraliyet doktorlarından ikisini onunla ilgilenmekle görevlendirdi ve Meren'i yanma çağırdı. "Gece yarısından önce dönmeyi umuyorum," dedi. "Onu iyi koru."

"Seninle gelmem gerekir Büyücü. Bu açlık ve kıtlık döneminde en dürüst adam bile ailesini doyurabilmek için haydut olmuştur."

"Ramram, bana bir muhafız birliği tahsis ediyor."

Nil gibi bir nehri geçmek için tekne yerine ata binmek insana garip geliyordu. Taita, Duman Yeli'nin sırtından batı kıyısında bulunan Mem-non'un sarayına baktı ve bulanık birikintilerin etrafında çok çiğnenmiş bir sürü yol olduğunu gördü. Onlar da bu yollardan birinde ilerlemeye başladılar. Taita'nm kısrağının önünden canavar gibi bir karakurbağası zıpladı.

Muhafız birliğinin komutanı, "Öldürün onu!" diye emretti. Bir asker mızrağını kaldırıp kurbağanın üstüne yürüdü. Kurbağa, vahşi bir yabando-muzu gibi şiddetle kendini savunmaya hazırlandı. Asker öne uzandı ve miZ'

94
11. Yazıt

raeını kurbağanın nabız gibi atan sanbboynuna sapladı. Garip yaratık çırpı-nırken çenesini mızrağın sapına geçirdiği için asker, onu bir süre atının yanında sürüklemek zorunda kaldı, sonunda hayvanın çenesi gevşedi ve asker mızrağını kurtarabildi. Asker, Taita'nın yanına yaklaştı ve mızrağının sapını gösterdi: karakurbağasının sivri dişleri bayağı derin izler açmıştı.

"Kurt gibi yırtıcılar," dedi birliğin çavuşu Habari, yara izleri olan, yağız, eski bir savaşçıydı. "İlk ortaya çıktıklarında Firavun iki alayı nehir yatağını tarayıp onları temizlemekle görevlendirdi. Önce yüzlercesini, sonra da binlercesini öldürdük. Leşlerini üst üste koyup yaktık. Ama öldürdüğümüz her kurbağaya karşı çamurdan iki tane daha çıkıyordu sanki. Yüce Firavun bile bu umutsuz işten vazgeçti ve artık onları nehir yatağından çıkarmamamızı buyurdu. Ara sıra toplu halde oradan çıkmaya çalışıyorlar ve tekrar saldırmamız gerekiyor," diye devam etti Habari. "O iğrenç halleriyle bir işe de yarıyorlar aslında. Nehre atılan tüm pislikleri ve leşleri yiyorlar. İnsanlarda salgından ölenleri doğru dürüst mezarlara gömecek ne istek ne de güç kaldı, neyse ki karakurbağalan ölü kaldırıcıların işini üstlendi."

Atlar sığ birikintilerden birindeki kızıl köpükleri ve çamurları aşıp batı kıyısına çıktılar. Sarayın görüş alanına girer girmez kapılar ardına kadar açıldı ve kapı bekçisi karşılamaya geldi.

"Selam güçlü Büyücü!".diye Taita'yı selamladı. "Majesteleri Teb'e geldiğinizi duydu ve size sevgilerini gönderdi. Şimdi de sevinçle sizi bekliyor." Sarayın kapılarını gösterdi. Taita başını kaldırıp baktı ve duvarın tepesinde minik figürler gördü. Bunlar kadın ve çocuklardı; Taita, o kendisine el sallayana dek hangisinin kraliçe olduğundan emin olamadı. Kısrağını mahmuzladı ve hayvan ileri atılıp Taita'yı içeri soktu.

Taita avluda atından inerken, Mintaka da bir genç kız zarafetiyle basamaklardan iniyordu. Her zaman bir sporcu gibi çevikti, ayrıca savaş arabalarını da çok iyi kullanır ve büyük bir cesaretle avlanırdı. Taita, onu bu

95
Wilbur Smith

kadar kıvrak bulduğuna çok sevinmişti, ama yanına gelip de sarılınca ne kadar zayıflamış olduğunu anladı. Kolları sopa gibiydi, yüzü süzgün ve soluktu. Gülümsemesine rağmen gözlerinde derin bir keder vardı.

"Ah Taita, sensiz ne yapardık bilmiyorum," dedi ve yüzünü onun sakalına gömdü. Taita da onun başını okşadı ve bu dokunuşla kraliçenin neşeli hali aniden yok oldu. Bütün bedeni hıçkırıklarla sarsılıyordu. "Asla dönmeyeceksin sandım ve Khaba ile küçük Unas gibi seni de kaybettiğimizi düşündüm."

"Kayıplarını duydum. Kederini paylaşıyorum," diye mırıldandı Taita.

"Cesur olmaya çalıştım. Benim gibi bir sürü anne acı çekti. Ama bebeklerimin benden böyle çabuk koparılması çok acı." Geri çekildi ve yeniden gülümsemeye çalıştı, ama gözyaşları durmadı ve dudakları yine büküldü. "Gel, öteki çocuklarla tanışmanı istiyorum. Seni bekliyorlar."

İki sıra halinde dizilmişlerdi. Oğlanlar önde, prensesler arkadaydı. Hepsi de saygılı bir şekilde dimdik duruyordu. En küçük kız, kardeşlerinin bu büyük büyücü hakkında anlattığı hikâyelerden o kadar etkilenmişti ki, Taita, ona bakar bakmaz gözyaşlarına boğuldu. Taita, onu kucağına aldı ve göğsüne yaslayıp kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı. Küçük kız bir anda rahatlayıp gözyaşlarını silmiş ve iki kolunu Taita'nın boynuna dolamıştı.

"Çocukları ve hayvanları kazanmak için pek çok yöntemin olduğunu hatırlamasam buna asla inanmazdım." Mintaka, Taita'ya gülümsedi ve sonra birer birer ötekileri çağırmaya başladı.

"Ömrümde böyle güzel çocuklar görmedim," dedi Taita. "Ama buna şaşırmadım. Ne de olsa anneleri sensin."

Sonunda Mintaka, çocuklan gönderdi ve Taita'nın elini tuttu. Minta-ka'nın özel dairelerinden birinde açık pencerenin önüne oturdular, böyle' ce hem biraz hava alabiliyor hem de batıdaki tepeleri seyrediyorlardı Mintaka, ona şerbet koyarken, "Eskiden nehre bakmayı severdim ama ar-

96
11. Yazıt

tık sevmiyorum," dedi. "Manzara yüreğimi burkuyor. Ama yakında sular geri gelecekmiş. Öyle kehanette bulunuldu."

Taita sakin bir tavırla, "Kim tarafından?" diye sordu, ama kraliçe, 0na bilmiş ve esrarlı bir tebessümle bakınca dikkati arttı. Kraliçe konuyu değiştirip çok da eskilerde kalmayan mutlu günlerden, kendisinin genç güzel bir gelin, toprağın yeşil ve bereketli olduğu zamanlardan söz etti. Neşesi yerine gelmişti ve el kol hareketleri yaparak canlı bir şekilde konuşuyordu. Taita onun bitirmesini bekledi, fazla dayanamayıp bu gizemli kehanet konusuna döneceğini biliyordu.

Mintaka aniden anılardan söz etmeyi bıraktı. "Taita, bizim eski tanrılarımızın artık zayıf olduklarını biliyor musun? Yakmda onların yerini çok güçlü bir tanrıça alacak. Nil'i yeniden canlandıracak ve bizi o eski, güçsüz tanrıların önleyemediği salgın hastalıklardan kurtaracak."

Taita saygıyla dinliyordu. "Hayır majeste, bunu bilmiyordum."

"Ah evet, kesin bir bilgi bu." Solgun yüzü yeni bir renkle ışıldamış ve sanki birden gençleşmişti. Yeniden neşeli ve umutlu bir genç kız olmuştu. "Ama dahası da var Taita, çok daha fazlası var. Bu tanrıça kaybettiğimiz ya da zalimce elimizden alınan her şeyi bize geri verecek güce de sahip fakat kendimizi tamamen ona adamamız gerekiyor. Eğer ona kalplerimizi ve ruhlarımızı açarsak, bize gençliğimizi geri verebilecek. Acı çekip yas tutanlara yeniden mutluluk getirecek. Ama, bunu bir düşünsene Taita ölüleri diriltme gücü bile var." Yine gözyaşlan akmaya başladı ve heyecandan uzun zamandır koşuyormuş gibi soluk soluğa kaldı. "Bana, bebeklerimi geri verebilecek! Khaba ile Unas'm o sıcak, canlı bedenlerini kollarıma alıp minik yüzlerini öpebileceğim."

Wilbur Smith

"Kâhin kim?"

"Adı Soe."

"Nerede bulunur kendisi Mintaka?" diye sordu Taita.

Kraliçe heyecanla ellerini çırptı. "Ah Taita, işin en iyi kısmı bu," diye bağırdı. "O burada, benim sarayımda! Eski tanrılar Osiris, Horus ve İsis'in rahiplerinin mabedini verdim ona. Doğrulan söylediği için kendisinden nefret ediyorlar. Sürekli onu öldürmeye çalışıyorlar. Bu kâhin ise her gün bana ve bu yeni dine seçtiği diğer kişilere eğitim veriyor. Öyle güzel bir din ki Taita, sen bile dayanamazsın, ama gizlice öğrenilmesi lazım. Mısır hâlâ eski değersiz tanrılara çok bağlı. Yeni din yayılmadan önce onların kökünün kazınması gerekiyor. Halk henüz tanrıçayı kabullenmeye hazır değil."

Taita düşünceli bir halde başını salladı. Kraliçeye derin bir merhamet duyuyordu. Büyük acılar içinde olan insanlann düşerken tutunacak bir şey aradıklarını bilirdi. "Bu harika yeni tanrıçanın adı ne?"

"İnanmayanların önünde söylenmeyecek kadar kutsal bir adı var. Ancak kalbini ve ruhunu ona açanlar adını tekrar edebilir. Ben bile daha Soe'den aldığım eğitimi tamamlamadım."

"Soe, sana ders vermeye ne zaman gelir? Bu olağanüstü teorileri ondan duymak isterdim."

Kraliçe, "Hayır Taita," diye bağırdı. "Bunların teori olmadığını anlaman lazım. Bunlar bilindik gerçekler. Soe her sabah ve akşam gelir. O tanıdığım en bilge ve en kutsal adam." Coşkulu haline rağmen yine gözünden yaşlar akmaya başlamıştı. Elini kaldırıp sildi. "Söz ver, sen de gelip dinleyeceksin onu."


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin