Ehlisünnet'in Manası
Ebu Hanife, Malik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'in takipçileri olarak dörde ayrılan ve İslam ümmetinin dörtte üçünü oluşturan büyük çoğunluğa Ehlisünnet diyoruz.
Bu büyük gruptan küçük bir kol ayrılmış ve bunların inançlarının çerçevesini İbn-i Teymiye oluşturmuştur. Bunlara Selefiye deniyor. İbn-i Teymiye'ye ise Müceddidü's-Sünnet denmiştir. Daha sonra da Muhammed b. Abdulvahhab öncülüğünde, bugünkü Arabistan'ın resmî mezhebi olan Vahabilik ortaya çıkmıştır.
Bütün bu gruplar kendilerine Ehlisünnet diyorlar. Bazen de "Cemaat" kelimesini ekleyip "Ehlisünnet ve'l-Cemaat" diyorlar.
Tarihi incelediğimizde ortaya şöyle bir konu çıkar: Gerek Hülefa-i Raşidin olarak bilinen Ebubekir, Ömer, Osman ve Hz. Ali'nin (a.s) halifeliğini, gerekse (ister eski zamanda olsun, ister bu zamanda; tarihte İslam adına hüküm süren) diğer tüm halifelerin halifeliğini benimseyen herkes, Ehlisünnet ve'l-Cemaat olmuş oluyor. Ayrıca kim halifeleri bu şekilde kabul etmezse ve Peygamber efendimizin (s.a.a), Hz. Ali'yi (a.s) "ismiyle birlikte" hilafet için tanıttığına inanırsa, ona da Rafızî (muhalif) diyorlar.
Ebubekir'den tutun Abbasîlerin son halifesine kadar bütün halifelerin Ehlisünnet'ten razı ve hoşnut oldukları, Ali ve evlatlarına biat eden Şiîlere karşı da kin ve düşmanlık besledikleri açıkça ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Ali b. Ebu Talib ve onun Şiîleri, onlara göre Ehlisünnet ve'l-Cemaat'ten sayılmıyorlar. Sanki bu terim, Ali ve Şiîleri karşısında özellikle ortaya atılmış bir terim olarak karşımıza çıkıyor. İşte benim görüşüme göre Peygamber'den (s.a.a) sonra İslam ümmetinin Sünnî ve Şiî şeklinde bölünmesinin sebebi de budur.
Hakikatleri ortaya koymak maksadıyla güvenilir tarih kaynaklarına başvuracak olursak, bu bölünmenin Peygamber'den (s.a.a) hemen sonra meydana geldiğini görürüz. Çünkü Ebubekir, hilafeti ele aldı ve bu makama oturdu. Sahabenin çoğunluğu da ona yardım etti. Ona muhalif olanlar ise sadece Hz. Ali (a.s), Haşim oğulları ve çoğunluğu azat edilmiş kölelerden oluşan bir grup sahabeydi. Tabii hâkim yönetim bunları isyancı ilan etti ve Müslümanların saflarından ayırdı. Sonra da bütün gücüyle bu grubu ekonomik, sosyal ve siyasal yönlerden felç etmeye uğraştı.
Gayet açıktır ki bugünkü Ehlisünnet ve'l-Cemaat o günlerin siyasî yönlerini ve düşmanlıklarını doğru olarak bilmiyorlar. Günümüzdeki Ehlisünnet şöyle zannediyor: Dört halife zamanından beri her şey sünnet ve kitaba uygun olarak geldi. Sahabenin hepsi melek gibiydi; birbirlerine saygılı ve sevgiliydiler; birbirlerini hiç incitmediler vs. vs!
İşte, bunun için Şia, sahabe ve özellikle de halifeler hakkında ne söylerse söylesin, kabul etmiyorlar. Öyle görünüyor ki Ehlisünnet, tarih kitaplarını okumayıp, sadece öncekilerin sahabe ve halifeler hakkında anlattıkları faziletleri dinlemekle yetinmişler.
Eğer onlar kalplerini ve gözlerini hakikate açsaydılar, tarih ve hadis kitaplarını biraz karıştırsaydılar ve hakikat peşinde olsaydılar, doğru bildikleri birçok ahkâm ve fetvaları değiştirirlerdi.
Ben, bu naçiz çalışmamla Ehlisünnet ve'l-Cemaat kardeşlerimi tarih kitaplarında yazan bazı hakikatlerden haberdar etmek istiyorum. Mümkün olduğunca kısa bir şekilde hakkı ortaya koyup, batılı ortadan kaldırmaya çalışacağım. Bu çalışmamın, Müslümanlar arasındaki ihtilaf ve farklılıklara bir derman olmasını ve yine birlik ve beraberlik için faydalı olmasını umuyorum.
Tanıdığım kadarıyla Ehlisünnet ve'l-Cemaat mensupları mutaassıp değiller. Hz. Ali ve diğer Ehlibeyt'i seviyor, onlara karşı saygı duyuyorlar. Ancak bununla birlikte Hz. Ali (a.s) ve Ehlibeyt'in düşmanlarını da seviyor ve onlara saygı duyuyorlar. Ehlibeyt düşmanlarına itaat ediyor ve "Hepsi Resulullah'tan öğrenmişler" diyorlar. Bu hâliyle Ehlisünnet ve'l-Cemaat, iki önemli esası göz ardı ediyor:
1-Allah dostlarını sevmek
2-Allah düşmanlarına düşman olmak.
Onlar herkesi seviyorlar; Hz. Ali'ye (a.s) rahmet diledikleri gibi, Muaviye'ye de rahmet diliyorlar. Onlar, çok gösterişli, alımlı çalımlı olan "Ehlisünnet ve'l-Cemaat" ismine aldanmışlar ve bu ismin altında nelerin yattığını bilmiyorlar. Arap siyasetçilerinin bu ismi ne hileler üzerine yaydıklarını göz ardı ediyorlar.
Eğer bir gün, Ali b. Ebu Talib'in (a.s) Peygamber'in sünnetinin canlandığı ve Peygamber'in ilim şehrinin kapısı olduğunu ve sahabenin de her konuda ona muhalefet ettiğini anlasalar, o zaman şimdiki durumlarından vazgeçerler ve ciddi bir şekilde bütün bu meseleleri incelerlerdi. İşte o zaman görürdük ki gerçek Ehlisünnet, Peygamber efendimizin (s.a.a) ve Hz. Ali'nin (a.s) Şiîleridir.
Sonuç olarak, bizim bu büyük hileleri ve oyunları açığa çıkarmamız gerekiyor. Bu hileler Peygamber efendimizin sünnetini, cahiliye bidatlerine çevirdi; Müslümanların başıboş kalmalarına, dinden sapmalarına ve dağılıp ihtilafa düşmelerine neden oldu. Böylelikle her grup diğerini kâfir sayıp bir iç savaşa girişti. Bu çekişmeler ise Müslümanların fen ve ilim yönünden geri kalmalarına neden oldu.
İş öyle bir yere dayandı ki, Müslümanların toprakları işgal edildi, zulme uğradılar. Diğer medeniyetlerde de Müslümanların ezilme ve küçük görülme sebebinin altında yine bu büyük oyunlar yatmaktadır.
Şia ve Sünnî'nin manası hakkında bu kısa incelemeden sonra şunu bilmek gerek: Kesinlikle Şia, Peygamber'imizin (s.a.a) sünnetine muhalif manasında değildir. Bazıları, "Biz Ehlisünnetiz" derken sanki "Bizim dışımızdakiler sünnete muhalifler!" demek istiyorlar. Şia hakkında böyle düşünülemez. Çünkü Şiîlerin inancına göre, asıl sünnete amel eden Şia'dır ve bu sünneti de ilim şehrinin kapısı olan Ali b. Ebu Talib'den (a.s) almışlardır. Yine Şia'ya göre, Ali'den (a.s) başkası, Peygamber'e (s.a.a) ulaşma kapısı değildir.
Biz, her zaman tarafsız bir şekilde hakikatlere ulaşmaya çalışıyoruz. Bu şekilde okuyucuyu adım adım tarihteki olaylara götürüp, delile dayalı olarak Şiîlerin sünnetin gerçek takipçileri olduğunu ispatlamaya çalışacağız. Zaten kitabın adı da buradan gelmektedir. Kitabı bitirdikten sonra kararı muhterem okuyucularımıza bırakıyoruz.
Dostları ilə paylaş: |