Teşkilât-I Mahsûsa'nın Kuruluşu, Başkanları ve Mustafa Kemal / Dr. Vahdet Keleşyılmaz [s.316-320]
Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Teşkilât-ı Mahsûsa’nın kuruluşu istisnai veriler dışında genellikle anılara dayalı olarak aydınlatılmaya çalışılmış bir konudur. Örgütün kuruluşundan I. Dünya Savaşı sonuna kadar geçen süreçteki başkanları da şimdiye kadarki çalışmalarda kesin ve doğru olarak belirlenmiş değildir. Bu makalede kendi belgelerine istinaden Teşkilât-ı Mahsûsa’nın kuruluşu, başkanları ve Atatürk’ün örgütle ilgisi konusuna açıklık getirilmeye çalışılacaktır.
Bir arşiv dosyasındaki verilere göre Teşkilât-ı Mahsûsa’nın kuruluş tarihi ve sonrasındaki süreçte başkanları şöyledir:1
Teşkilât-ı Mahsûsa Dairesi’nin ibtida teşkili: 17 Teşrin-i Sani 329 (30 Kasım 1913)
Süleyman Askerî Bey’in Irak’a azimeti: Teşrin-i Evvel 330 nihayesi
Halil Bey’in I. Kuvve-i Seferiye ile hareketi: 6 Kanun-ı Evvel 330
Cevad Bey’in infiraketi: Mayıs 331 içinde
Ali Bey’in teslim alması Mayıs 331 içinde
Ali Bey’in hastalanması: 24 Teşrin-i Evvel 334
Ali Bey’in vefatı: 31 Teşrin-i Evvel 334
Hüseyin Tosun Bey’in memuriyeti: 31 Teşrin-i Evvel 334
Dairenin ılgası 15 Teşrin-i Sani 334
Yukarıdaki verilere göre 30 Kasım 1913 tarihinde kurulan Teşkilât-ı Mahsûsa’nın başkanlık görevinde sırasıyla Süleyman Askerî Bey (Enver Paşa’nın amcası), Halil Bey (Kızanlıklı), Cevad Bey (Tunuslu), Ali Bey (Başhamba) bulunmuşlardır. Mütareke dönemindeki tasfiye sürecinde ise Hüseyin Tosun Bey görev almıştır. Ancak yukarıdaki verilere dayanarak bu belirtiklerimiz akademik kaygıların önde olduğu bir çalışmada mutlaka belgelerle desteklenmesi gereken bilgilerdir. Çünkü arşiv dosyalarında yer alan tüm veriler değerlendirilebilir olmakla birlikte aynı nitelikte değildir. Gerçi yukarıdaki bilgilere dayanak olarak bir arşiv belgesi numarası ilgili notta gözükmektedir. Fakat bir arşiv dosyasının içinde yer aldığı için tasnif esnasında dosyadaki her şey gibi numaralandırılmış olması anılan verilerin niteliğinin sorgulanmasına engel değildir. Hatta bu şüpheci yaklaşım bilimsel nesnellik arayışının bir gereğidir:
Yukarıdaki bilgiler yaşananlardan istemsiz olarak geriye kalan bir nesneden elde edilmiş değildir. Bundan dolayı, bu bilgiler sıralanmadan önce, ‘arşiv belgelerine göre’ değil ‘bir arşiv dosyasındaki verilere göre’ açıklamasına özellikle yer verilmiştir. Çünkü anılan verileri içeren nesneler tarihe tanıklık etmekle birlikte, arşiv numaralarına rağmen belge olarak nitelenmez. Yalnızca arşiv numaraları olduğu için değinilen bilgileri -pek masumane olsa da- okuyucuyu yanıltabilecek bir şekilde (belgelere dayalı olduğu doğrultusunda) sunmak doğru olmaz. Böylesine masumane bir yanılma/yanıltma söz konusu ise, her bilimsel çalışmada olabileceği gibi tadil, ikmâl ve tashih suretiyle belki yazarın kendisi belki de bir başkası tarafından gereken düzeltmeler yapılmalıdır. Bunun aksine bir tutum akademik kaygıların göz ardı edilmesi demektir. Bu da ortaya çıkacak ürünün bilimselliğinden şüphe duyulmasını gerektirir.
Anılan bilgiler her hangi bir makama her hangi bir nedenle iletilmesi gereken bir bilgi notu olarak hazırlanmış da değildir. O halde üzerinde çalışılmış olan malzemeyi nasıl tanımlamak gerekir? Bu soruya verilebilecek olan doğru karşılık, anılan malzeme bilinçli olarak bırakıldığından ötürü, ‘tarihe düşülen bir not’ olsa gerektir. Gerçi bahsedilen isimler ve tarihler her hangi bir öznel değerlendirmeyi içermeyen veriler olduğundan bunların doğruluk derecesini yazı konusuyla ilgili belgeler üzerinde sabır ve titizlik gerektiren bir çalışmayla aydınlatmak mümkündür. Nitekim yaptığımız çalışmalar isimlerin kesin olarak doğru ve sıralamasının da uygun olduğunu ortaya koymaktadır.2 Görev devir teslimlerinin yine belirtilen zamanlamaya paralel olarak gerçekleştiği de bu çalışmalarla doğrulanmaktadır. Fakat Teşkilât-ı Mahsûsa neden kurulmuştur sorusunun yanıtını şüphesiz anılan isim ve tarihlerden çıkarmak mümkün değildir. Bu da ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur. Gerçi isim ve tarihleri içeren dosyada savaşın sonunda yazıldığı kesin olan öznel ve genel nitelikli bir değerlendirme mevcuttur.3 Fakat bu Teşkilât-ı Mahsûsa’nın kuruluş nedenini içermeyen ve savaşın sonucunun da yarattığı duygusallıkla tarihe düşülmüş bir nottur. Ancak yaşanandan geriye istemsiz olarak kalan Teşkilât-ı Mahsûsa belgeleriyle örgütün ortaya çıkışını ve bunun nedenini somut olarak saptamış bulunuyoruz:4
Balkan Savaşlarının ardından “zuhur ettirilen Garbî Trakya hükûmet-i muvakkatası” Cemal Paşa’nın oralara gelerek bu havalinin tesliminin Osmanlı Devleti’nin çıkarı gereği olduğunu anlatması üzerine sona erdirilmiştir. Ali Fuat Bey ve arkadaşları Bulgarlar aleyhinde çalışmak üzere önlerine düştükleri halkın -vicdanları haricinde- Bulgarlara kolaylıkla teslim olmalarını sağlamışlardır.
Batı Trakya Bulgaristan toprağı olduktan sonra Müslüman halkı ezdirmemek maksadıyla İskeçe’de Cemil, Halim ve Fuat Beyler, Gümülcine’de Sadık ve Arif Beyler, Dedeağaç’ta Rıza Bey sivil bir surette bulunarak çalışmışlardır. Bu sırada 329 senesi Kanun-ı Evvel’inde Bulgaristan’da yapılan seçimlerde Radoslavof partisi çoğunluğu sağlayamamıştır. Fakat -Osmanlı hükûmetine olan dostluğuna istinaden- işgal ettiği Batı Trakya’dan Türk komitesinin yapacağı etkiyle çıkacak millet vekillerinin kendi tarafına katılmasıyla konumunu korumak hususunda Türk komitesinin reisi olan Süleyman Askerî Bey’le yaptıkları müzakerede sağlanan muvafakat üzerine -on altısı Türk olmak üzere- otuz iki milletvekilinin Radoslavof Partisine iltihakıyla bu parti Sobranya’da iktidarını muhafaza edebilmiştir. Bu şekilde Türk komitesi, Osmanlı hükümetine dost bir kabinenin Bulgaristan’da işbaşında kalmasını sağlamak gibi ilk ve en mühim hizmeti yapmıştır. Fakat Bulgarlar bu yapılan hizmeti unutmaktan gecikmemişlerdir. Sobranya’da varlıklarının temini işi sona erer ermez İskeçe, Gümülcine ve Dedeağaç’taki Türk komitesi mensuplarını birer birer sınır dışı etmeye başlamışlar ve o zamanlar izinli olarak Türkiye’de bulunanlarının da Bulgaristan’a dönmesine müsaade etmemişlerdir.
330 senesi Haziranı’na (1914 senesi Haziranı’na kadar) bu keşmekeş devam etmekle beraber henüz Bulgarların sınır dışı etmeye muvaffak olamadıkları, İskeçe’de Halim, Gümülcine’de Arif Beyler Süleyman Askerî Bey’in emriyle silahlı olarak balkana çıkmışlardır. Bu kişilerin, nedensiz hiç kimseye ilişmemek suretiyle balkanda gezdikleri sırada I. Dünya Savaşı çıkmış ve yine Bulgarlarla anlaşmak imkânı hâsıl olmuştur. Bulgar komitecileri Sırbistan’da çalışırken oradaki Türkleri elde etmek üzere Bulgarlar Süleyman Askerî Bey’e müracaat ederek Türk komitesinden yardım istemeye mecbur kalmışlardır. Böylece Bulgaristan’da Rodoslavof’un himaye ettiği Protokerof partisi komitesi ile Türk komitesini idare eden Askerî Bey arasında uzlaşma sağlanarak müştereken Sırbistan ve Yunanistan aleyhine çalışmak kararı alınmıştır.
Türk Komitesi’nin maksadı zahiren Sırbistan ve Bulgaristan’da Bulgar komitecileriyle işbirliği yaparak oradaki Müslümanları Bulgaristan emelleri doğrultusunda çalıştırmak ve sonuçta Makedonya muhtariyetini sağlamaktı. Gerçekte ise anılan maksat uğruna çalışmakla birlikte Bulgaristan’dan Osmanlı hükûmetine bir zarar gelmeyecek surette Bulgaristan dahilindeki Müslümanları da örgütleyip her iki amaç için çalışılarak bütün Türkleri Osmanlı hükûmetinin çıkarlarına hizmet ettirmek idi.
Makedonya muhtariyetini sağlamak için Türk İhtilal Komitesi adıyla yapılan talimat gereğince Bulgarlarla birlikte çalışılırken işin Yunanistan kısmı Süleyman Askerî Bey tarafından Ali Fuat Bey’in uhdesine verilmiştir. Doğrudan doğruya İstanbul’dan Süleyman Askerî Bey’in emriyle, subaylar ve çeteler sevkiyle, Sırbistan mıntıkası içinde hareket başlatılmıştır.
İşte yukarıda geçen Türk Komitesi Teşkilât-ı Mahsûsa olarak tarihe geçen kurumun öncülü, çekirdeği ve hatta ta kendisidir. Reisi de Süleyman Askerî Beydir. Dikkat edilecek olursa 29 Eylül 1913 tarihinde imzalanan Türk-Bulgar antlaşmasının sonrasındaki zaman diliminde Batı Trakya’nın Bulgarlara teslimi yukarıda değinilen çabalarla ancak mümkün olmuştur. Gönülsüzce gerçekleşen bu bırakma sonrasında -bir zamanlar Osmanlı topraklarını Bulgaristan’a ya da Yunanistan’a katmak için çalışan komiteler gibi- örgütlenen Türk Komitesi faaliyete geçmiştir. Bunun kuruluş tarihi ise- tarihe düşülen not olarak zikrettiğimiz veriler içinde geçtiği üzere- 30 Kasım 1913 olmalıdır. Çünkü bu güne kadarki çalışmalarımızla başkanların sıralanması ve bunun zamanlanması ile ilgili verileri doğrulayabildiğimize göre 30 Kasım 1913 tarihine olayların akışına ve belgelere bakarak itibar etmek gerekir. Üstelik Süleyman Askerî Bey’in ve sonrasındaki başkanların göreve tam başlama günleri değil de yaklaşık tarihler verilirken 30 Kasım 1913 tarihinin günüyle belirtilmiş olmasını önemsemeliyiz. Fakat anlaşılan odur ki, özelde Batı Trakya genelde ise Balkanlarla ilgili olarak kurulan örgüt 2 Ağustos 1914 tarihli Türk-Alman ittifakının ardından daha geniş ölçekli faaliyetler için Teşkilat-ı Mahsûsa adıyla Harbiye Nezareti bünyesine alınmıştır. Yeni baştan kurulmuş her hangi bir örgüt söz konusu değildir. Yalnızca Harbiye Nezaretinde resmî olarak bir devlet dairesi haline geçiş olmuştur. Belgeler ışığında bunu kesin olarak söylemek mümkündür:
“Deraliyye’de Meserret Oteli’nde Süleyman Askerî Bey’e
Kardeşlerim vasıl oldular. Süratle bir şifre beklerim.”5
Yafa çıkışlı ve 16 Eylül 330 (29 Eylül 1914 tarihli bu şifreye, Süleyman Askerî tarafından verilen 20 eylül 330 tarihli yanıtta şöyle denilmiştir:
“Sizinle muhabere için ayrıca bir şifre derdest edildi. Vuruduna kadar elde mevcud jandarma şifresiyle muhabere etmeniz zaruridir. Vurudunda o şifre ile muhabereye başlayınız. Telgraflarınızı Harbiye Nezareti’ne yazınız.
Süleyman Askerî (imza)”6
Yukarıdaki belgelerden artık Teşkilât-ı Mahsûsa’nın Harbiye Nezareti bünyesine alındığı anlaşılmaktadır. Ayrıca bu telgraflarda geçen şifrenin çözülmesi hususunda da bir karışıklık yaşanmıştır. Aşağıdaki yazışma -her nedense- gönderilen şifrenin çözülemediğini ortaya koymaktadır:
“İrsal buyrulan şifre-i nezaretpenahileri gerek Yafa sevkıyat memurluğuna celb olunan gerek burada mevcud bulunan şifre miftahlarıyla hiçbir vechile halledilemediler. Dört harfli olarak yazılmışlardır. Mamafih ikişer ve dörder harfleriyle bittecrübe halledilemedi. Hurufat pek karışıktır. Esbabı telgraf memurlarının ahz ve itada dikkat etmemelerinden ileri geldiği agleb ihtimaldir…”7
Yukarıdaki yazışmada “iki rakamlı Harbiye Nezareti’nin Levazımat-ı Umumiye Dairesi’nin şifresiyle irsallerinin irade buyrulması” da istenilen şifre konusunda yine Süleyman Askerî Bey imzasıyla “Keşide edilen şifreleri Kudüs’ten size gönderilecek olan jandarma şifresiyle halledeceksiniz.”8 yanıtı gönderilmiştir. Bu metnin altında kurşun kalemle şu not düşülmüştür:
“Hatıra
Kudüs’ten Bafa’ya jandarma şifresinin gönderilmesi için Umum Jandarma Kumandanlığı’na telefon edildi. Verdikleri cevabda Kudüs’ten Binbaşı Hüseyin Efendi namına 21 Eylül 1330 gönderildiği hususunda mahallinden telgraf vurud etmiş ve bu kere de tekrar tekid edilecektir.”
Şifre konusunun da geçtiği yukarıdaki yazışmalar ne kadar apar topar harekete geçilmiş olduğunun somut kanıtlarıdır. Çünkü önemli faaliyetler gerçekleştirmek için gönderilmiş olan kişilere talimat ulaştırmak için hazırlanmış ve hiç olmazsa bunlardan biri ya da bu yazışmalara aracılık edenler tarafından kullanılabilir bir şifrenin bile mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Üstelik değinilen yazışmaların ilkinden sonuncusuna azımsanamayacak bir zaman geçtiği halde bu konu hâlâ halledilememiştir. Bunu doğal karşılamak gerekir. Çünkü Teşkilât-ı Mahsûsa ilgi ve faaliyet alanı Meriç’in ötesiyle sınırlı olarak ortaya çıkmışken bir anda I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla Harbiye Nezareti bünyesine alınarak önceden hazırlıklı olunmadığı açıkça anlaşılabilecek olan etkinlikleri gerçekleştirebilme uğraşına girişmiştir.
Teşkilât-ı Mahsûsa I. Dünya Savaşı’nın resmen başlamasından sonraki süreçte asıl kuruluş nedeni olan Meriç’in ötesine yönelik faaliyetlerine ortaya çıkan yeni koşulların gerektirdiği şekilde devam etmiştir:
“Harbiye Nezaretine
Askerî Bey’e
Protokerof ve Doktor Nikolof, Yahya çetesinin üç güne kadar gönderileceğini ve fakat buradan malumat almadan başka adam gönderilmemesini bildirmemi rica ettiler.
M. Kemâl (imza)”9
Üstteki telgrafta adı geçen Protokerof yukarıda değinildiği üzere Bulgar Başbakanı Radoslavof tarafından himaye edilen ve Yunanlılar ve Sırplar aleyhinde müştereken çalışmak üzere Süleyman Askerî Bey’le anlaşmayı sağlayan meşhur komitecidir. Telgrafı çeken ise Osmanlı Devleti’nin Sofya Ateşemiliteri Mustafa Kemal’dir.10 Yahya’ya gelince Milli Mücadele döneminde Kuva-yı Milliyeciler arasında yer alan ve Atatürk’ün kendisine verdiği önem ‘Nutuk’ta sayfalarca yer almasından da belli olan Yahya Kaptan’dan başkası değildir.11
Zamanla Makedonya İhtilal Komitesi ile işbirliği halinde yapılan faaliyetler daha da ileri noktalara varmıştır. Bunun somut kanıtlarından biri aşağıda verilen şu çok önemli belgedir:
“Sofya
27 Teşrin-i Evvel 1330
Başkumandanlık Vekaleti Erkan-ı Harbiye Riyasetine
Makedonya İhtilal Komitesi’nce gönderilip Sırbların son tazyikâtı üzerine Ustrumca’ya çekilmeye ve bazı hususu bizzat anlatmak üzere Sofya’ya gelmeğe mecbur olan Hakkı Efendi’yi son günlerde Sofya’da ictima eden Bulgar komite rüesasınca ittihaz olunacak mukarreratı anlamağa memur etmiştim. Mumaileyhin Bulgar rüesasına vukubulan sual ve istizahına verilen cevapları manzur-ı âliniz olmak üzere aynen lef ve takdim ediyorum.
Todor Aleksandrof veya Protokerof hareketimizi tahkik için bir memur tayin etti mi
Bulgarlar melhuz harekâtı icra ederlerse vaziyetlerinde Sırb ve Yunan aleyhine bir dereceye kadar melfuf raporun 11 numaralı maddesinde rica olunan hususata dair akdemce gerek zat-ı âlilerinize ve gerek başkumandan vekili paşa hazretlerine maruzatta bulunmuştum.
M. Kemâl (imza)”12
Atatürk’ün yukarıda değindiği melfuf (ekli/ilişik) rapor son derece önemlidir:
“Bulgarların cevabı bervech-i atidir:
1- Gradeç karyesiyle Demirkapı arasında ve Vardar nehri üzerinde bulunan tahminen 80 metre tuluundaki demir şömendifer köprülerinin hedm ve teshîri suretiyle Sırbların Selanik’le olan muvasalat-ı askeriyesinin kat’ına suret-i katiyede karar verilmiştir.
2- Bunun için bir kısım Bulgar ordusu istihkâm efradından bir kısmı da Bulgar ve Türk çetelerinden mürekkeb ve iki el mitralyözüyle mücehhez bir müfreze tefrik olunmuştur.
3- Müfrezenin kuvveti 120: 150 nefer olacak ve doğrudan doğruya Bulgar Komitesi’nin müfettiş-i umumisi Todor Aleksandrof veya miralay mütekaidi Protokerof tarafından idare edilecektir.
4- Malzeme-i tahribiye ve mitralyözler bu sabah Ustrumca’ya gönderilmiştir.
5- Türklerden hareket-i taarruziyeye ben ve Hüseyin arkadaşlarımızla iştirak edeceğiz. Köprünün bulunduğu mahalle karib İslam kurrası olmadığı cihetle suikasdin ahali-i müslimeye pek de o kadar agraz-ı mazarrat eylemesi memûl değildir.
6- Üsküb’e maşin infermli (Machine infermale) göndermek suretiyle ikinci bir suikasde de teşebbüs olunacaktır.
7- İstanbul’dan hattı hareketimize dair cevab-ı sarih ve kat’i gelinceye kadar muhafaza-yı hukuk için ben Bulgarların aynı hareketini takip edeceğim.
8- Vardar ve Pregalipnepa’ya kadar Makedonya’nın Bulgaristan’a terki suretiyle Bulgarların muhafaza eylemeleri için Sırbistan tarafından vuku bulan teklifat-ı taviziyenin Bulgarlarca redd olunduğunu Todor Aleksandrof söyledi.
9- Dün akşam komitenin merkez-i umumisi agleb ihtimal erkan-ı askeriye ve mülkiyeden bazı rical hazır olduğu halde bir ictima-yı umumi-i fevkalade akdetmiştir. Mukarrerat-ı saire hakkında malumat alamadım.
10- Ustrumca’daki vasıta-yı muhaberemiz eşraftan Eşref Bey veya Hafız Şakir Efendi’dir. Bulgarlarca bilinmesinde mahzur olmayan mevad Constantin Sipochef vasıtasıyla bildirilebilir.
11- Bulgarların vaziyet-i umumiyelerini ve mukarrerat-ı itilafiye ile Makedonya meselesindeki tavr u hareket ve muzmerât-ı derunîlerini lütfen İstanbul’a sorun. Gayr-ı resmiyede siz de biliyorsunuz ki fedakârlığa matuf olan harekâtımız netice itibariyle Makedonya’daki Türk ve Müslümanların izmihlali esbabını hazırlamasın.
12- Ben suret-i kat’iyede bu sabah hareket ediyorum. İhtiramat-ı samimanemin kabulünü rica ederim efendim.
İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi
Umur-ı Siyasiye Şubesi Müdür Muavin-i Sabıkı
Hakkı”13
Sonuç
30 Kasım 1913 tarihinde özelde Batı Trakya, genelde ise Balkanlarla ilgili olarak kurulan Örgüt, 2 Ağustos 1914 tarihli Türk-Alman ittifakının ardından, daha geniş ölçekli faaliyetler yürütmek üzere, Harbiye Nezareti bünyesine alınarak Teşkilât-ı Mahsûsa adıyla resmî bir kurum haline getirilmiştir. Örgütün Türk Komitesi olarak adlandırılan ilk dönemindeki tek ve resmî bir kurum hâlini alarak Teşkilât-ı Mahsûsa adıyla anıldığı dönemdeki ilk başkanı, Süleyman Askerî Bey’dir. Örgütün kurucusu olarak Enver Bey’in adı konusunda tam bir ittifak vardır. Enver Bey’in İttihat ve Terakki içindeki konumu ve ağırlığını kabul etmekle birlikte, İttihatçılığın ondan ibaret olmadığından hareketle, Örgütün kurucusunun onun şahsında tecessüm eden “İttihatçı ruh ve irade” olduğu söylemek de mümkündür.
İttihatçıların başlangıçta bu örgütlenmeyle başta Batı Trakya olmak üzere I. Balkan Savaşı’ndaki toprak kayıplarını telafi etmeye; bu mümkün olmazsa, Türkiye aleyhindeki muhtemel gelişmeleri önlemeye çalıştıklarında şüphe yoktur. Mustafa Kemal de bu faaliyetlere, İttihatçı çekirdek kadronun saygın, güvenilir, birikimi ve meziyetleriyle söz konusu bölgede çok hassas ve zor bir görevin yükünü taşıyabilecek mensuplarından biri olarak, katkıda bulunmuştur. Bu bölgedeki faaliyetlerinin önemi ve hassasiyeti göz önüne alınacak olursa, Mustafa Kemal’in Sofya’ya gidişinin Batı Trakya’nın Bulgarlara tesliminin akabinde ve fakat Türk Komitesi’nin faaliyete geçmesinden yaklaşık bir ay önce gerçekleşmiş olması anlamlıdır. Bu bağlamda onun Sofya’ya gönderilmesini, sözünü sakınmayan kişiliğinin tezahürü olarak yaptığı eleştiriler dolayısıyla, salt Enver Bey ile arasının açılması sonucu gerçekleşen bir tayin olarak değerlendirmek doğru olmasa gerektir.
I. Dünya Savaşı’nın başlamasından sonraki süreçte, Balkanlarla ilgili faaliyetler kesintisiz devam etmekle birlikte Kafkasya, Hindistan ve Mısır gibi yerler de örgütün ilgi alanına girmiştir.
Teşkilât-ı Mahsûsa’nın Süleyman Askerî Bey’den sonraki başkanları, sırasıyla; Halil Bey, Kızanlıklı Cevad Bey ve Tunuslu Ali Başhamba’dır. Mondros Mütarekesi’nin ardından yaşanan tasfiye sürecinde ise, Hüseyin Tosun Bey sorumluluk üstlenmiştir.
DİPNOTLAR
1 ATASE Arşivi, K: 1846, D: 79, F: 13/4 (Bundan sonra arşiv adı verilmeyecektir. K: Klasör, D: Dosya, F: Fihrist anlamında kullanılmıştır.).
2 Vahdet KELEŞYILMAZ, “Kafkas Harekâtının Perde Arkası”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: XVI, Sayı: 47 (Temmuz 2000) den ayrı basım.
3 K: 1846, D: 79, F: 13 (Bu metin daha önce basıldığı için yer verilmesine gerek görülmemiştir. Zaten Teşkilât-ı Mahsûsa’nın kuruluşuyla ilgisi de yoktur. Metnin içeriği konusunda bakınız: Mustafa BALCIOĞLU, “Kendi Belgeleriyle Teşkilât-ı Mahsûsa Yahut Umur-u Şarkiye Dairesi”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı: 67 (Temmuz 1992), s. 24-28. Yazarın büyük ölçüde daha önce basılan makalelerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş olan bir kitabında (Teşkilât-ı Mahsûsa’dan Cumhuriyete, Ankara, 2001) bu makalesi de (s. 1-8) yer almaktadır. Anılan kitapta Kara Kuvvetleri Komutanlığı Arşivi’ndeki dosyalarından yararlanılarak Enver Paşa (s. 9-12) ve Süleyman Askerî Bey (s. 13-14) hakkında verilen biyografik bilgiler de vardır. Fakat yukarıda değinilen makalede, yazarın Teşkilât-ı Mahsûsa’nın başkanları olarak belirttiği isimleri kime ve neye göre verdiğini kitabının bir dahaki baskısında belirtmesi yararlı olabilir.
4 K: 1845, D: 78, F: 42 (Fuat Balkan tarafından Teşkilât-ı Mahsûsa’ya sunulan bu rapor, kitaplaştırılmış olan anılarıyla karşılaştırılabilir: İlk Türk Komitacısı Fuat Balkan’ın Hatıraları (Yayına hazırlayan: Metin Martı), İstanbul, 1998. Balkan’ın anılarındaki anlatımı farklıdır.
5 K: 1836, D: 35, F: 1 (16 Eylül 330 tarihli).
6 K: 1836, D: 35, F: 1/1.
7 K: 1836, D: 35, F: 1/2 (26 Eylül 330 tarihli).
8 K: 1836, D: 35, F: 1/3 (27 Eylül 330 tarihli).
9 K. 1660, D: 28, F: 59 (Belgenin üzerinde 15 Ağustos 330 (28 Ağustos 1914) tarihi vardır.
10 Kara Kuvvetleri Komutanlığı Arşivi’ndeki Mustafa Kemal Atatürk dosyasına göre, 27 Ekim 1913 tarihinde Sofya Ateşemiliterliğine tayin edilen Mustafa Kemal’in uhdesine 11 Ocak 1914’te Çetine (Karadağ) ve 4 Ağustos 1914’te Belgrad (Sırbistan) Ateşemiliterlikleri de verilmiştir. (Mustafa BALCIOĞLU, “Atatürk Biyografisine Katkı” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: XIII, Sayı: 48 (Temmuz 1997), s. 539-541.
11 Yahya Kaptanın akıbeti hakkında bakınız: Kemal ATATÜRK, Nutuk (1919-1927), Bugünkü dille yayına hazırlayan: Zeynep Korkmaz, Ankara 1998; Sina AKŞİN, “Milli Mücadelemizde Yahya Kaptan Olayı”, I. Uluslararası Atatürk Sempozyumu (21-23 Eylül 1987) Açılış Konuşmaları-Bildiriler, Ankara, 1994, s. 907-920; -Enver KONUKÇU, “Heyet-i Temsiliye İzmit İlişkileri (Eylül 1919-Nisan 1920), aynı eser, s. 1049-1058); Yahya Kaptan’ın Teşkilât-ı Mahsûsa tarafından göreve yollanması ve faaliyetlerine dair bakınız: Celal PERİN, Nevrekoplu Celal Bey’in Hatıraları, Batı Trakya’nın Bitmeyen Çilesi, İstanbul, 2000, s. 40-41; -Arif Cemil, I. Dünya Savaşında Teşkilat-ı Mahsusa, İstanbul, 1997, s. 274-283 (Anıların güvenilirliğine ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir. Arif Cemil’in anılarında da pek çok abartma ve bizzat tanık olmadığı olayları sanki görmüşçesine anlatma eğilimi görülmüştür. ) Yahya Kaptan’ın biyografisinden önemli bir ayrıntı da Yakup Cemil olayında yer alan kişilerden biri olmasıdır: Mustafa Ragıp ESATLI, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi ve Yakup Cemil Niçin Öldürüldü?, İstanbul, 1975. (Bu kitabın Hürriyet yayınları adına kaleme alınan önsözünde (s. 11) geçen şu cümleler düşündürücüdür: “Kitapta türlü vesilelerle geçtiği üzere Yakup Cemil, Anafartalar zaferinden sonra Mustafa Kemal’in başlıca hayranlarından biri olmuş ve hükümeti devirip yeni bir hükümet kurduğunda Harbiye Nazırlığına Mustafa Kemal Bey’i getireceğini sağda solda söylemeye başlamıştı. Bir gün Atatürk’e bir dostu: ‘Paşam Yakup Cemil düşündüğünü gerçekleştirerek hükümeti devirebilseydi ve size Harbiye Nazırlığını teklif etseydi kabul eder miydiniz?’ diye sorunca Atatürk’ten şu cevabı almıştı: ‘Evet kabul ederdim; ama ilk işim de Yakup Cemil’i cezalandırmak olurdu. ’ Genellikle anıların güvenilirliği tartışmalıdır. Bu nedenle bu konuda sağlıklı bir değerlendirme yapmak zordur. Ancak Erik Jan ZÜRCHER’in değindiği üzere [ Milli Mücadelede İttihatçılık (çeviren: Nüzhet Salihoğlu), İstanbul, 1987, s. 91-92. ] Mustafa Kemalin İttihat ve Terakki içindeki yerini anlamak için ilk önce bu örgütün iç yapısını anlamak ve ayrıca bu yapının altındaki gayri resmî bağlantıları bilmek lazımdır ve ancak akrabalık, dostluk, eğitim ve himaye üzerine kurulan bu gayri resmî ilişkileri kavradığımız zaman İttihat ve Terakki dönemi siyasal hayatını tam olarak anlayabiliriz. Bu bağlamda Yahya Kaptan’ın hayatının son on yılında kesişen ve ayrılan yollar arasındaki macerası ve bunun arasında Atatürk’ün yukarıda değinilen yazışmasında geçmesi veYakup Cemil olayındaki katılımı ve nihayet akıbeti çok önemlidir.
Hüsamettin ERTÜRK’ün Samih Nafiz Tansu tarafından kaleme alınan anılarında da (İki Devrin Perde Arkası, İstanbul, 1996) diğer yerlerin yanı sıra Yakup Cemil olayıyla ilgili olarak da Yahya Kaptan’ın adı geçmektedir. s. 143-148. Bu kitap da yanlışlığı arşiv belgelerine dayalı olarak yaptığımız çalışmalarla ortaya çıkan bilgiler içermektedir. Künyesi verilen kitabın önsözü okunursa güvenilirliği konusundaki kaygıların daha da artması kaçınılmazdır. Bu anıların daha başında Enver Paşa’yı kastederek “Etrafına değerli ve becerikli arkadaşlar toplamıştı. Bu teşkilatın başına Süleyman Askerî Bey’i getirmiş, ondan sonra Ali Bey Başhamba ve daha sonra da ben bu çetin ve oldukça tehlikeli işin içinde çalışmıştık. (s. 7)” demekle Teşkilât-ı Mahsûsa’daki kendi rolünü abartmakta ve üstelik (Kızanlıklı) Cevat Bey’i ve Halil Bey’i başkan olarak anmamaktadır. Gerçi Enver Paşa’nın yaşça akranı sayılabilecek olan amcası Halil Paşa Paşa pek meşhurdur ama Kızanlıklı Cevat açıkça unutulmuş şahsiyetlerden sayılabilir. Ertürk ondan şöyle bahsediyor: “İttihat ve Terakkinin güzidelerindendir. Babıali baskınında bulunmuş, hükûmeti devirmiş, İstanbul merkez Kumandanlığı yapmış, miralaylığa yükselmiş, Milli Mücadele’de Anadolu’ya geçerek Milli Müdafaa Vekaleti Mahakim Şubesi Müdürü olmuş, hastalanarak vefat etmiştir. (s. 39)” Oysa Mütareke dönemindeki yargılamalar kapsamında sorgulanan Kızanlıklı Cevat Bey Teşkilât-ı Mahsûsa’nın başında bulunan kişileri dosdoğru sıralamıştır. Bu arada Hüsamettin (Ertürk) Bey’i de tarihi gerçekliğe uygun olarak çalışanlar arasında zikretmiştir: Osman Selim KOCAHANOĞLU, İttihat-Terakkinin Sorgulanması ve Yargılanması, İstanbul, 1998, s. 576-586. Daha önce tarihe düşülen bir not olarak değerlendirmiş olduğumuz bilgiler içinde de Hüsamettin Bey yalnızca Afrika Gruplarının müdürü olarak (K: 1846, D: 79, F: 13/6) belirtilmiştir. Üstelik bu konumu daha önceki süreçte uzunca bir zaman aldığı da düşünülmeyebilir. Çünkü Tarık Zafer TUNAYA (Türkiye’de Siyasal Partiler, C. III, İstanbul, 1989, s. 278. ) Afrika, Trablusgarb masasının başında Hüseyin Tosun ve Tunuslu Ali Başhamba Beyleri zikretmektedir ki, muhtemelen Ali Başhamba Teşkilât-ı Mahsûsa’nın başına getirildikten sonra Hüseyin Tosun anılan görevi sürdürmüştür ve Ali Başhamba’nın ölümünün ardından Mütareke döneminde Hüseyin Tosun tasfiye işlemini yürütürken Hüsamettin Bey de Afrika Gruplarının başında bulunmuştur. Tarihe düşülen nottan lginç bir ayrıntı da Şark Şubesi’nin fahri müdürü olarak Fuat Köprülü’nün anılmış olmasıdır (K: 1846, D: 79, F: 13/6). Müdürlüğü konusunda bir şey diyemem ama daha önce Teşkilât-ı Mahsûsa ile çalıştığını ortaya koyan belgeleri görmüşlüğümden onun adına rastlamak şaşırtıcı olmamıştır.
12 K: 1660, D: 29, F: 61.
13 K: 1660, D: 29, F: 61-61/1.
Dostları ilə paylaş: |