Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə122/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   118   119   120   121   122   123   124   125   ...   181

MUHAZREB Katı bükülmüş ip.

MUHAZZA Birbirini tahrik edip bir işe kandırmak.

MUHAZZAB Boyanmış, tahzib olunmuş.

MUHAZZAR Yeşile boyanmış. Yeşil renk ile renklendirilmiş.

MUHAZZİ' Saman ve ot kesmekte kullanılan bir çeşit ziraat makinesi.

MUHAZZİL Alçaklık ve bayağılık içinde bırakan. Tahzil eden.

MUHAZZİLÂNE f. Alçaklık ve bayağılıkla.

MUHAZZİL Korkutucu.

MUHAZZİR Tahzir eden. Sakındıran. Çekindiren.

MUHBİR Haber veren. Haberci. Haber toplayan. * Birisinin fenâlığını alâkadar makama haber veren. Jurnalcı.

MUHBİR-İ SÂDIK Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi. Diğer Peygamberlere de denebilir. Çünkü hepsi sâdık, sağlam, doğru haberleri insanlara ulaştırmışlar, kendilerine bildirilenleri aynen bildirmişler, insanları doğruluğa, felâha, hakka, hakikata, imana dâvet etmişlerdir.

MUHBİT Alçak gönüllü, mütevazi. Mütezellil.

MUHCEN Kısa boylu ve suyu az olan bir bitki çeşidi.

MUHDA' (MIHDA') Kiler.

MUHDAR (Muhzar) Hazırlanmış. * Amellerinin sâhifelerini müşâhede etmiş olarak.

MUHDEC İçine esvap koydukları küçük ev, kiler. * Azâsı noksan olan.

MUHDES İhdas edilmiş. Sonradan meydana gelmiş, eskiden olmayan. * İlm-i Hâlde: Şer'î temizliği gitmiş, abdest veya guslü lâzım gelmiş olan.

MUHDÎ (Bak: Mühdi)

MUHDİS Hâdiseye sebeb olan. İhdas eden. Yeni bir şey ortaya çıkaran.

MUHEYH Beyincik.

MUHFES Seri, hızlı.

MUHH (C.: Mihâh) İlik. * Beyin. * Cevher, madde.

MUHH Yumurtanın sarısı. * Eskiyip köhne olmak.

MUHIKK (Muhik) Haklı. Hakkı yerine getiren. Haklı olan.

MUHIKKANE f. Haklı olarak. Haklı olmak suretiyle. İhkak-ı hak etmek suretiyle.

MUHİBB Seven. Muhabbet eden. Dost. Hayrı isteyen.

MUHİBBAN f. (Muhibbin) Dostlar. Muhabbet edenler. Sevilenler. Sevgi besleyenler. Bir kimsenin taraflıları.

MUHİBBANE f. Severek. Dostça. Dosta yakışır surette.

MUHİBBE Kadın sevgili. Kadın dost.

MUHİBBÎ Muhibb ile alâkalı. * Kanuni'nin nazımda kullandığı mahlâs.

MUHÎF (Muhife) Korkunç. Korkutucu.

MUHÎL İhâle eden. Havâle eden. * Fık: Borcunu başkası ödemesi için havâle eden kimse. Başkasının borcuna nakleden.

MUHÎLÎ Hilekârlık. Sahtekârlık. Hile.

MUHİLL (Halel. den) İhlâl eden. Bozan. Sakatlayan. Karıştıran.

MUHİLL-İ ÂSÂYİŞ Asâyişi ihlâl eden. Güvenliği bozan.

MUHİLL-İ NÂMUS Nâmusa zarar veren, nâmusa dokunan.

MUHİN Zayıflatan, hor ve hakir eden. İhanet eden.

MUHÎS Zindan.

MUHİSS (Hiss. den) Hissettiren, duyuran.

MUHİŞ Korkutan, korku veren.

MUHİT İhata eden. Etrafını kuşatan, çeviren. * Etraf. Çevre. * Büyük deniz. Okyanus. * Mc: Büyük âlim.

MUHİT-İ ARZ Dünyanın çevresi.

MUHİT-İ DÂİRE Mat: Daire çevresi. Çember.

MUHİT-İ NİGÂH Göz çevresi.

MUHİTAT (Muhit. C.) Çevreler, muhitler.

MUHKEM Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.

MUHKEMAT Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar. * İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.

MUHKEMAT-I KUR'ANİYYE Mânası açık ve te'vile ihtiyacı olmayan âyetler. Başka bir mânaya ihtimali olmayıp sarih emir ve nehiyleri müştemil olan âyetler. Bu âyetler mensuh veya anlaşılmayan şekilde müteşabih ve muhtemel olmayıp muhkem ve mübeyyin olmakla aslâ te'vile muhtaç olmazlar. Bâzı şeylerin haram olması veya enbiya kıssaları (Ekasis-i enbiya) gibi.

MUHKEM KAZİYE Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edilmesi. (Bak: Kaziye-i muhkeme)

MUHKİM Kuvvetleştiren, sağlam kılan, ihkâm eden.

MUHLA Ot biçecek âlet, orak. * Nalbantların tırnak yonacak âleti.

MUHLED Saçı ve sakalı geç ağaran kişi.

MUHLES İhlâsı dâimi olan. Devâmlı hâlis olan.

MUHLES Orta yaşlı kimse.

MUHLEVLAK Düz kaypak nesne.

MUHLİK (Bak: Mühlik)

MUHLİS Saç ve sakalına kır düşmüş olan kimse.

MUHLİS Hâlis olan. İhlâsı kazanmak için gayret gösteren, samimi ve itikadı doğru olan. Her hâli içten ve riyâsız olan. Katıksız.

MUHLİSÂNE f. Hâlisâne. Samimi olarak. Dostlukla. Riyâsızlıkla.

MUHLİSEN Hâlis olarak. Muhlis olarak.

MUHMEL Tüylü ve saçaklı nesne.

MUHMİD Ateşin alevini bastıran.

MUHNAK (C: Mehânik) Zayıflamış davar.

MUHNİK (Hank. dan) Boğucu, boğan.

MUHNİS Birine verdiği sözü geri alan.

MUHNİS Yumuşak kimse; yâni şiddeti ve katılığı olmayan. Mülâyim.

MUHRAZA (C: Mehârız) Çöğen koyacak kap.

MUHREC (Huruc. dan) Dışarı çıkarılmış, ihrâc olunmuş. * Bir şeyin sureti çıkarılmış.

MUHRENBIK Başını eğip tınmayan, sükut eden, susan ve fırsat bulduğu gibi fevri söyleyen kimse.

MUHRENŞİM Azametli, kibirli kimse. * Zayıf ve rengi değişmiş kişi.

MUHRENZİM Gadaplı, hışımlı, kızgın.

MUHREZ Kazanılmış, elde edilmiş. * Sudaki balık, av hayvanları v.s. gibi, kimsenin malı olmayıp herkesçe faydalanılan bir şeyin ele geçirilmesi.

MUHRİB Harp gemisi. Torpidoları avlayan ve hızla giden bir nevi harp gemisi.

MUHRİB Tahribeden. Yıkan. Muharrib. Harâb eden.

MUHRİBÎN (Muhrib. C.) Muhribler. Yıkıp yok edenler. Harâb edenler.

MUHRİCE Çıkrıkçı.

MUHRİK Yakan. Yakıcı. * Çok acıtan. İhrak eden.

MUHRİK-DEM f. Nefesi yakıcı olan. Âşık.

MUHRİZ (İhraz. dan) Elde eden, kendi payına alan, kazanan.

MUHSAN Fık: Akıl. Büluğ. İslâmiyet. Hürriyet. Nikâh-ı sahih ile teehhül vasıflarını câmi olan kimse.

MUHSANAT (Muhsana. C.) Muhsan olan kadınlar.

MUHSANE Muhsan olan kadın. Temiz ve namuslu kadın.

MUHSAR (Bak: İhsar)

MUHSIN Kale gibi mahfuz ve sağlam olan. Kendini haramdan saklayan.

MUHSÎ Sayı sayan.

MUHSİN İhsan eden, iyilik eden. Kerim. Cömert. * Allah'ı görür gibi O'na ibadet eden.

MUHSİNÎN (Muhsin. C.) Muhsinler.

MUHTAC İhtiyacı olan. Akşam evinde yiyeceğini bulamayacak derecede fakir olan. Bir şey kendine lâzım olan kimse. Bir eksiğini tamamlamak isteyen. Fakir.

MUHTAC-I TA'RİF Tarif edip anlatmağa muhtaç.

MUHTACÎN (Muhtac. C.) Muhtaç kimseler. İhtiyaç sâhibleri. Fakirler, yoksullar.

MUHTACİYET İhtiyaç sahibi olmak. Muhtaçlık, fakirlik, sefalet, yoksulluk.

MUHTAL (Hile. den) Hilekâr, dalavereci, hileci.

MUHTAL Mütekebbir. Kibirli.

MUHTALE Hileci ve dalavereci kadın.

MUHTAN Kendisine hıyanet edilen kimse. * Hâin. Hıyanet eden.

MUHTAR İhtiyar eden. Seçilmiş olan. * Hareketinde serbest olan. İstediğini yapmakta serbest olan. Hür. * Köyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idâre ve hükümet işlerini üzerine alan kimse. * Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ism-i şerifi.

MUHTARİYET Muhtarlık. Kendi kendine hareket edebilme. İhtiyar ve iradesi kendi elinde olma.

MUHTASAR Az. Kısa. Uzun olmayan. * Tekellüfsüz. * İhtisar edilmiş. Kısaltılmış.

MUHTASARAN Kısa olarak. Muhtasar olarak. Kısaltılmış tarzda.

MUHTASID (Hasad. dan) Ekinci, çiftçi. İhtisâd eden, ekin biçen.

MUHTASIM Düşmanlık yapan. Adavet eden. Husumet eden.

MUHTASIRA Kısaltma. Hülâsa.

MUHTASS (C: Muhtassin) (Husus. dan) Bir şeye veya bir kimseye ait olan.

MUHTASSAN Ençok, bilhassa. Daha ziyâde.

MUHTASSÎN (Muhtass. C.) (Husus. dan) Bir şeye mahsus olanlar, bir kimseye ait olan şeyler.

MUHTATİB Nikâhla isteyen.

MUHTATİF Göz kamaştıran. * Kapıp götüren.

MUHTAZAR Hazırlanmış. * Ölüme hazır.

MUHTAZI' Boyun eğen. Tevâzu yapan. Alçak gönüllülük gösteren.

MUHTAZIÂNE f. Alçak gönüllülükle. Tevâzu ve mahviyetle. Boyun eğerek.

MUHTAZIB Renklenen, boyanan.

MUHTAZIR Can çekişen.

MUHTAZIRANE Can çekişiyormuşcasına.

MUHTEBA Dizlerini yere dikip ellerini dizlerine kavuşturup oturan; dizlerini iple bağlayıp oturan kimse.

MUHTEBER Tecrübe ve imtihan eden, deneyen.

MUHTEBES (Habs.den) Hapsedilmiş.

MUHTEBIT Gece vakti dilenen.

MUHTEBİL Delirmiş olan.

MUHTEBİR Yoklayan, deneyen, tecrübe eden. * Sağlam haberi olan. İyice bilen.

MUHTEBİRÂNE f. Yoklar ve denercesine. Tecrübe eder tarzda.

MUHTEBİS Zorla alan.

MUHTECİB Hicablanmış. Perdeli. Örtülü. Örtülmüş. Saklanan. Gizlenen.

MUHTED (Hadd. dan) Hiddetlenmiş, kızmış. * Keskin. Keskinleşmiş.

MUHTEDİ' Hilekâr. Dolandırıcı.

MUHTEDİÂNE f. Hile ve dalaverecilikle.

MUHTEFÎ Gizlenen. Saklı, gizli. * İftira eden.

MUHTEFİD Seri kesici olan.

MUHTEKİR Hakir ve hor gören. Aşağı ve adi kabul eden. İhtikar eden.

MUHTEKİR İhtikâr yapan. Vurguncu, ihtiyaç mallarını kıymeti artsın da satayım diye saklayan. Halkın zararına çalışarak malı saklayan. (Bak: İhtikâr)

MUHTEKİRÂNE f. Vurgunculukla, ihtikârcılıkla.

MUHTEKİR Yardımcı.

MUHTEKİRÎN (Muhtekir. C.) İhtikâr edenler. Vurguncular.

MUHTELEF Uyuşmamış. Birbirine uymamış. İhtilâf olunmuş.

MUHTELEF-ÜN FİH Hakkında ihtilâf olunan mes'ele.

MUHTELİ' Kocasından boşanan kadın. İhtilâ eden kadın.

MUHTELİB Hilekâr, aldatıcı, hile yapan, dalavereci.

MUHTELİC (Halecân. dan) (Kendi elinde olmıyarak) titreyen.

MUHTELİF(E) Çeşitli. Bir türlü olmayan. Birbirine uymayan.

MUHTELİF-ÜL CİNS Çeşit çeşit cinste. Muhtelif cinste.

MUHTELİK Tıraş eden.

MUHTELİK Yalancı. Yalan uyduran.

MUHTELİM İhtilâm olmuş.

MUHTELİS Beylik maldan çalan. Çalıp çırpan.

MUHTELİSÂNE f. Çalarcasına. Çalıp çırparcasına.

MUHTELİT Karışmış. Karışık. Karma.

MUHTELL Bozuk. Berbâd. Karışmış. İşgal ve ihlâl edilmiş. * İntizamsız. Nizamsız olmuş. * Fakir kimse. * Çok susuz kalmış olan.

MUHTELL-ÜS SIHHA Sıhhati bozulmuş.

MUHTEMEL (Haml. den) Olabilir. Mümkün. Ümid edilir. Kabil. Me'mul.

MUHTEMEL-ÜZ ZIDDEYN Edb: Birbirine zıt ve iki mânâya da gelebilen ifadelere denir.

MUHTEMELAT (Muhtemel. C.) Olabilir ve umulur şeyler. İhtimâl dahilindeki şeyler.

MUHTEMER Mayalandıran. Ekşiyip kabartan.

MUHTEMÎ Perhiz yapan. İhtima eden.

MUHTEMİR (Hamr. dan) Mayalanan. Mayalanarak ekşiyip kabaran. * Örtü ile örtünen. Yaşmaklanan.

MUHTENİK (Hank. dan) Nefes alamayıp boğulan. Boğuk. Boğulmuş.

MUHTER Yol, tarik.

MUHTERA' İcad edilmiş. İhtira' olunmuş. Uydurulmuş.

MUHTERAAT Yeni icad edilmişler. Yeniden meydana çıkarılmış olanlar. İhtira' olunmuşlar.

MUHTEREM Hürmet görmüş. İhtiram olunmuş. Kıymetli ve şerefli kimse.

MUHTERİ' Misli görülmedik bir şey icâd eden. İcâd eden. Yeni bir şey bulan. Yeni bir şey meydana getiren. * Uydurma şeyler ortaya atan. Müfteri.

MUHTERİÂNE f. Yeni bir şeyler icad ederek. Yenilikler ortaya koyarak. * İftirada bulunarak.

MUHTERİB (C.: Muhteribin) (Harb. den) Savaşan, harbeden, muhârib.

MUHTERİBÎN (Muhterib. C.) Harbedenler, savaşanlar, muhâribler.

MUHTERİF(E) (Hiref. den) Sanatkârlar. İş sâhibleri.

MUHTERİK Ateşle yanmış olan. Yanan.

MUHTERİS İhtiras sahibi. Çok fazla hırslı istiyen.

MUHTERİS (Muhteriz) Sakınan. Çekinen. Çekingen.

MUHTERİZ Sakınan. Çekinen. Çekingen.

MUHTERİZÂNE f. Sakınarak, çekinerek. Çekine çekine.

MUHTESİB (Hisab. dan) Belediye işlerine bakan memur. * Kanundan ziyâde idâri ve örfi işler için karar veren. İhtisâb ağası. (Bak: İhtisab)

MUHTEŞEM Büyük, debdebeli, tantanalı. * Etraflı ve taraftarlarının çokluğu ile büyük.

MUHTEŞİ' Kendini aşağı gören.

MUHTEŞİD Biriken, toplanan.

MUHTETIB (Hatab. dan) Koruluk, orman, meşelik. * Odun toplıyan.

MUHTETİM Sona erdiren. Hitâma vardıran.

MUHTETİN Sünnet olmuş.

MUHTEVA Bir şeyin içindekiler. Kaplanan, içine alınan. İçindeki şey.

MUHTEVÎ İhtivâ eden. Bir yere toplayan. İçine alan. Kaplayan.

MUHTEVİYYÂT İçindekiler. Kapladığı şeyler.

MUHTEZEN Biriktirilip ambar veya hazineye konmuş.

MUHTEZİN Kederli, hüzünlü, mahzun, mükedder.

MUHTEZİR Sakınan, çekinen. (Bak: Muhteriz)

MUHTIR (Hatır. dan) Hatıra getiren, hatırlatan.

MUHTIRA Hatırlatmak veya hatırlamak için yazılan tezkere.

MUHTÎ Hatâ işleyen. Günahkâr. Hatâlı. * Hatâya düşürten. Yanıltan.

MUHVİL Bir yaş tamamlamış.

MUHYÎ Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.(Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peygamberimize de (A.S.M.) Muhyî denilmiştir)

MUHYİDDİN-İ ARABÎ (Hi: 560 - 638) İspanya'da doğmuş, Anadolu ve Arabistan'ı gezmiştir. Mutasavvıf ve büyük âlim idi. Birçok ilmi eserler yazmıştır. Kendisine Şeyh-i Ekber de denir. Fütuhat-ı Mekkiye, Füsus-ül Hikem adlı eserleri meşhurdur. Şam'da vefat etmiştir. (K.S.)

MUHYEM (C: Mehâyim) İkâmet yeri, oturma yeri.

MUHZAR İnce belli. Beli ince olan.

MUHZIR (Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi.

MUHZİN (Hüzn. den) Hüzün verici. Acıklandırıcı. Kederlendirici.

MUÎD Yardımcı. Mubassır. * Dersi iade eden, tekrar ettiren. Muallim yardımcısı. * Geri çevirtici. * Bir şeyi âdet edinmiş olan. * Tecrübeli. Hâzık. * Güçlü. Kuvvetli. * Arslan. * Gazâ ve cihad eden kimse.

MUİDD Hazırlayıcı. Amâde edici. * İâde eden. * Sayan.

MUÎL Evlâd ü iyâli, yâni çoluk çocuğu çok olan kimse.

MUİLL Hasta eden.

MUÎN Yardımcı. Muâvin. İane eden.

MUÎR Ödünç olarak veren. Borç veren. Karz-ı hasen tarzında veren.

MUİZZ İzzet ve ikram eden. Ağırlayan. Aziz ve şerif eyleyen.

MUJE f. Musibet, belâ. * Keder, gam, tasa, hüzün.

MUJİK (Rusça) Rus köylüsüne verilen isim.

MUK Göz pınarı. * Akılsızlık. * Kanatlı karınca. * Mest üzerine giyilen çizme.

MUK f. Diken.

MUKA Islık çalmak.

MUKA'AR (Ka'r. dan) Oyuk, çukur, çökük.

MUKA'ARİYET Çukurluk, oyukluk.

MUKABBEB (Kubbe. den) Kubbeli.

MUKABBEL (Kabl. dan) Öpülmüş, takbil edilmiş.

MUKABBIZ (Kabz. dan) Sıkan, daraltan.

MUKABBİL (C.: Mukabbilîn) Öpen, takbil eden.

MUKABBİLÎN (Mukabbil. C.) Öpenler, takbil edenler.

MUK'ABE Kadeh gibi çukur göbek.

MUKABEDE şiddet ve zahmet vermek.

MUKABELE Karşılık, karşılamak. * Mücadele. * Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma. * Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.* Yüz yüze olmak. * Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunmak.

MUKABELE-İ BİLHURUF Söz ile konuşmak ve hakikatı müdafaa etmek suretiyle karşı çıkıp mukabele etmek. (Bak: Muaraza-i bilhuruf)

MUKABELE-İ BİLMİSİL Karşılaştığı aynı muameleyi sahibine iade etmek, o kimseye aynı muameleyi yapmak. Mukabil hareketi karşısındakine icra etmek.

MUKABELE-İ BİSSÜYUF Silâha, kılınca sarılmak suretiyle karşı koymak.

MUKÂBELE Hapsetmek. * Sonraya bırakmak, tehir etmek. * Meşveret etmek, danışmak. * Bir kimsenin evi yanında bir ev satıldığında; "başka kimse satın alsın, ben ondan şüf'a yolu ile alayım" diye şirâsına muhtaç iken tehir etmek.

MUKABİL Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.

MUK'AD Kötürüm.

MUKAD Ağır yüklü.

MUKADDED Parçalanmış.

MUKADDEM Zaman ve mekân cihetiyle daha evvel olan. * Askerin ön tarafına sevkedilen karakol. * Değerli, üstün. * Küçükten büyüğe sunulan, takdim edilen.

MUKADDEM-ÜL AYN Gözün kenarı. Gözün pınarı.

MUKADDEMA Önce. Evvelce. Eskiden. Bundan evvel.

MUKADDEMAT (Mukaddeme. C..) Başlangıçlar. Mebde'ler. İleride bulunanlar.

MUKADDEMÂT-I İHZARİYE Bir şeyi hazırlamak için önceden yapılan işler.

MUKADDEME İlk söz. Başlangıç. * Önde gelen. Medhal. Giriş. * Man: İki kaziyeden ibaret olan sözün evvelki kaziyesi.

MUKADDEME-İ İSTİSNAİYE Man: İçinde istisnâ edatı olan evvelki kaziye. "Eğer güneş doğarsa gündüz olacak. Güneş doğmuştur." kaziyelerinde: "Eğer güneş doğarsa" kaziyesi Mukaddeme-i istisnâiyedir.

MUKADDER Tâyin olunmuş. * Kısmet. Kader. Miktarı tâyin ve takdir olunmuş olan. * Kazâ. * Kıymeti biçilmiş. * Beğenilmiş. * Yazılmış olan. * Edb: Yazılı olmayıp da sözün gelişinden anlaşılan. Lafzan zikredilmeyip, mânen murad edildiği anlaşılan. Meselâ: Kur'an-ı Kerim'de, her sureden evvel "Bismillâh" yazılı olması, bize her işimizde veya her okumaya başlarken Bismillâh diye emir olduğu "mukadder" dir. Meselâ: Kur'an-ı Kerim'de ( De ki:) mânasındaki Cenab-ı Hakk'ın hitabında: "Ya Muhammed (A.S.M.), Sen kullarıma de ki!" mânası, mukadder olarak vardır. Aynı zamanda Peygamber'in (A.S.M.) yolunda olanlara ve bütün vâris-i nebi olabilen büyük hakikatlı ve veli kullara aynı emir mukadderdir. Çünkü, emir olarak hitabdır. Hitab ise muhakkak bir muhataba söylenir. Vahiy hitabında birinci muhatab ise, Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır. (Bak: Kader)



MUKADDERAT (Mukadder. C.) Kader. Ölçü ve miktarı tâyin olunan şeyler. Alın yazısı. (Bak: Kader)(Hayat, "İman-ı Bil'kader" rüknüne bakıyor; remzen isbat eder. Çünki, madem hayat, âlem-i şehadetin ziyasıdır ve istilâ ediyor; ve vücudun neticesi ve gayesidir; ve Hâlik-ı Kâinat'ın en câmi âyinesidir; ve faaliyet-i Rabbaniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir, temsilde hata olmasın, bir nevi programı hükmündedir. Elbette âlem-i gayb yani mâzi, müstakbel yani geçmiş ve gelecek mahlukatın hayat-ı mâneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve mâlumiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evâmir-i tekviniyeyi imtisâle müheyyâ bir vaziyette bulunmalarını sırr-ı hayat iktiza ediyor. Nasılki bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehasında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi aynen ağaç gibi bir nevi hayata mazhardırlar. Belki, ağacın kavânin-i hayatiyesinden daha ince kavânin-i hayatı taşıyorlar. Hem nasılki bu hazır bahardan evvel geçmiş güzün bıraktığı tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten sonra, gelecek baharlara bırakacağı çekirdekler, kökler, bu bahar gibi cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavânin-i hayatiyeye tâbidirler... Aynen öyle de; şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklariyle herbirinin bir mâzisi ve müstakbeli var. Geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz'ünün ilm-i İlâhiyyede muhtelif tavırlar ile müteaddit vücudları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder. Ve vücud-u hârici gibi o vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin mânevi bir cilvesine mazhardır ki, mukadderat-ı hayatiye, o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır. Evet âlem-i gaybın bir nevi olan âlem-i ervah, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve hayatın cevherleri ve zâtları olan ervah ile dolu olması, elbette mâzi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nev'i de ve ikinci kısmı dahi, cilve-i hayatîye mazhariyetini ister ve istilzam eder. Hem herbir şeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ı ekmeli ve mânidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları; bir nevi hayat-ı mâneviyeye mazhariyetini gösterir. Evet, Hayat-ı Ezeliye Güneşinin ziyası olan bu gibi cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehadete ve bu zaman-ı hâzıra ve bu vücud-u hâriciyeye münhasır olamaz; belki, herbir âlem, kabiliyetine göre o ziyanın cilvesine mazhardır; ve kâinat, bütün âlemleriyle o cilve ile hayattar ve ziyadardır. Yoksa nazar-ı dalâletin gördüğü gibi muvakkat ve zâhirî bir hayat altında herbir âlem, büyük ve müdhiş birer cenaze ve karanlıklı birer virane âlem olacaktı. S.)(Eşyanın mürur-u zamanla giydikleri suretler ve ettikleri harekât ile hâsıl olan vaziyetler dahi, bir intizam-ı kadere tâbidir. Evet, bir çekirdekte, hem bedihî olarak, irade ve evâmir-i tekviniyenin ünvanı olan "Kitab-ı Mübin"den haber veren ve işaret eden, ham nazarî olarak emir ve ilm-i İlâhinin bir ünvanı olan "İmam-ı Mübin" den haber veren ve remzeden iki kader tecellisi var. Bedihî kader ise, o çekirdeğin tazammun ettiği ağacın, maddi keyfiyat ve vaziyetleri ve hey'etleridir ki, sonra göz ile görünecek. Nazarî ise, o çekirdekte, ondan halkolunacak ağacın müddet-i hayatındaki geçireceği tavırlar, vaziyetler, şekiller, hareketler, tesbihatlardır ki, tarihçe-i hayat namiyle tâbir edilen vakit-bevakit değişen tavırlar, vaziyetler, şekiller, fiiller; o ağacın dalları, yaprakları gibi intizamlı birer kaderî miktarı vardır. Mâdem en âdi ve basit eşyada böyle kaderin tecellisi var. Elbette umum eşyanın vücudundan evvel yazılı olduğunu ifade eder ve az bir dikkatle anlaşılır. Şimdi; vücudundan sonra herşey'in sergüzeşt-i hayatı yazıldığına delil ise âlemde "Kitab-ı Mübin" ve "İmam-ı Mübin"den haber veren bütün meyveler ve "Levh-i Mahfuz"dan haber veren ve işaret eden insandaki bütün kuvve-i hâfızalar birer şahittir, birer emâredir. Evet herbir meyve, bütün ağacın mukadderat-ı hayatı onun kalbi hükmünde olan çekirdeğinde yazılıyor. İnsanın sergüzeşt-i hayatiyle beraber kısmen âlemin hâdisat-ı mâziyesi kuvve-i hâfızasında öyle bir surette yazılıyor ki, güya hardal küçüklüğünde bu kuvvecikte dest-i kudret, kalem-i kaderiyle insanın sahife-i a'mâlinden küçük bir senet istinsah ederek, insanın eline verip, dimağının cebine koymuş. Tâ, muhasebe vaktinde onunla hatırlatsın. Hem, tâ mutmain olsun ki; bu fena ve zeval herc ü mercinde beka için pek çok âyineler var ki, Kadir-i Hakîm, zâillerin hüviyetlerini onlarda tersim edip ibka ediyor. Hem, beka için pek çok levhalar var ki, Hafîz-i Alîm, fânilerin mânalarını onlarda yazıyor... S.) (Bak: İmam-ı mübin)

MUKADDERAT-I HAYATİYE Bütün canlıların hayatları müddetince geçirdikleri ve geçirecekleri tavır, hareket, şekil ve amelleri gibi hususiyetleri.

MUKADDES (Kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsi.

MUKADDESÂT (Mukaddes. C.) Kudsi olanlar. Mukaddes olanlar.

MUKADDİM (Kıdem. den) Takdim eden. Sunan. Öne, ileriye geçiren. Öne koyan. * Cür'etli çeri kimse. * Gözün pınarı, ("mukdim-ül ayn" da derler.)

MUKADDİMAT (Mukaddime. C.) Mukaddimeler. İlk gelenler. İlk sözler.

MUKADDİME Evvel gelen. Öne geçen. Her şeyin evveli. * Bir kitapta asıl maksada başlamadan evvel kitapda olan bahisler hakkında ve kitabın muhteviyatına dâir yazılan makale, önsöz. * Alın. Nâsiye. Alındaki perçem.

MUKADDİME-İ KÜBRÂ Büyük başlangıç.

MUKADDİR Takdir eden. Bütün mahlukatın ve her şeyin esaslarını tanzim ve takdir edip sıralayan. Allah (C.C.). Bir şeyin kıymetini biçen, takdir eden. Beğenen.

MUKADDİRÂNE f. Takdir edercesine, kıymetini bilircesine, kıymetine göre sıralarcasına. Mukaddire yakışır hâlde.

MUKADDİRÎN (Mukaddir. C.) Kıymet ve paha biçenler. Takdir edenler.

MUKAFFA Kafiyeli, kafiyelenmiş. Birbirini tâkib eden.

MUKAFFEL (Kufl. den) Kilitlenmiş, kilitli.

MUKAFFÎ Resul-i Ekremin (A.S.M.) bir ismidir. (Çünkü, O'nu dünyanın hiç bir şeyi Allah'a tâbi olmaktan ayıramamış ve bütün enbiyâ ve resullerin iyi yollarını da tâkib etmiştir.)

MUKAHHİR (Kahr. dan) Kahreden, tahkir eden, yok eden.

MUKALKAL Kararsız. * Şarap, hamr.

MUKALKALE şişe. Sürahi.

MUKALLED (Kald. dan) Boynuna gerdanlık takılmış. * Padişah tarafından nişan takılan kimse. * (Taklid. den) Taklid edilen. Örnek tutulan. Misal alınan.

MUKALLEF Kalafatlanmış, taklif edilmiş.

MUKALLİB (Kalb. den) Başka tavra geçiren. Başka hâle değiştiren. Bir başka tarafa döndüren.

MUKALLİD Benzemeye veya benzetmeğe çalışan. Taklid eden. * Bir şeyi boynuna takan, asan. * Kuşatan.

MUKALLİDÂNE f. Benzetmeğe, taklide özenircesine. Taklid edercesine. Benzemeğe çalışırcasına.

MUKALLİDÎN (Mukallid. C.) Taklidçiler. Örnek ve misâl alanlar. * Takınanlar. Boyuna takanlar.

MUKALLİS Ağaç oynatıcı.

MUKAM Durduracak mekân. İkamet mevzii. * Durmak, ikamet.

MUKAME İkamet, oturma. * İkamet yeri, vatan. * Ümmet.

MUKAMEHA Başını yukarı kaldırmak.

MUKAMERE Kumar oynama.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   118   119   120   121   122   123   124   125   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin