Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə121/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   117   118   119   120   121   122   123   124   ...   181

MUHADDAB Boyanmış.

MUHADDAR Yeşil renkle boyanmış. Rengi yeşil yapılmış.

MUHADDE (Hadde. den) Bilenmiş. * Sınırlanmış, belirlenmiş, hudutlandırılmış.

MUHADDE Muhâlefet, uyuşmazlık.

MUHADDEB Kamburlu, tümsekli, üstü yumru olan. Dürbin camı gibi yumru olan.

MUHADDED Sınırı belirtilmiş olan. Sınırlanmış, tahdid edilmiş.

MUHADDED Eti buruşmuş olan.

MUHADDER (Muhaddere) Kapalı, örtülü. * Nâmuslu müslüman kadını.

MUHADDES Haber verilmiş. Tahdis olunmuş, şükranla bildirlimiş. Sadık-ül hads olan kimse. * Her zan, tahmine feraseti isabetli olan. * Nakil ve rivayet edilmiş olan.

MUHADDİD Keskinleştirici, bileyici. * Sınırlıyan, sınırını tâyin eden. Tahdid eden. Hududlandıran.

MUHADDİR Şişiren, kabartan.

MUHADDİR(E) Uyuşturucu ilâç.

MUHADDİRAT (Muhaddire. C.) Uyuşturucu ilâçlar.

MUHADDİS Hadis ilminin bir çok usul ve füruunu bilen zât. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) hâl ve sözlerini bize nakleden ve hadis ilminin mütehassısı.

MUHADDİSÎN Hadis ilmiyle uğraşan eskiden gelmiş büyük ve kâmil zâtlar. Peygamberimizin (A.S.M.) sözünü işiterek bildirenler. (Bak: Hâfız)

MUHADDİSÎN-İ MUHADDESÛN Allah tarafından kendilerine ilham olunan muhaddisler.

MUHADDİŞ Kulağı tırmalıyan. Tahdiş eden.

MUHADEA Aldatmak, hilecilik, oyun etmek.

MUHADEME Hizmet etmek.

MUHADENET Yakın ahbablık, samimiyet. Dostluk.

MUHADENET Barışma. * Veda etme.

MUHADERE Sür'at etmek.

MUHADESE (Hadis. den) Konuşma. Birbirine hikâye söyleme.

MUHADEŞE Tırmalama. Sıkıntı ve zahmet verme.

MUHADİ' (Had'. dan) Aldatan, kandıran. Hile eden, oyun yapan.

MUHADİANE f. Aldatarak, hile yaparak.

MUHADİŞ Zahmet, ıztırab ve sıkıntı verici. Tırmalayıcı.

MUHAFAZA Zarar ve ziyandan sakınıp korumak. * Himâye ve hıfzetmek. Gözetlemek. * Bir şeye devamlı olmak.

MUHAFAZAKÂR f. Koruyucu. * Dinî amel ve işlere muhabbet eden. Dinî inanışında sağlam olan ve değiştirmeden muhafaza eden yüksek ve sâdık insan.

MUHAFAZAT Muhafızlık, koruyuculuk.

MUHAFETE Söyleme, yavaş okuma.

MUHAFFEF Hafiflendirilmiş, hafif edilmiş olan.

MUHAFFİF (Hıffet. den) Hafifleten, hafifletici.

MUHAFIZ Muhafaza eden. Değiştirmeyen. Saklayan. Koruyan. Bekçi.

MUHAFIZÎN (Muhafız. C.) Muhafızlar, bekçiler. Bir yeri koruyup bekleyen kimseler.

MUHAHA Kemikten çıkan nesne.

MUHAK (Mahâk - Mihâk) Her arabi ayın son üç gecesi.

MUHAKAT Bir kimseyi ahmak yerine koyma.

MUHAKAT Müşabehet eylemek. Bir kimseyi taklid etmek. * Birbirine hikâye söylemek.

MUHAKEMAT (Muhakeme. C.) Muhakemeler.

MUHAKEME (C.: Muhakemât) (Hüküm. den) Dava için iki tarafın mahkemeye baş vurması. * İki tarafın mahkemeye baş vurması. * İki tarafı dinleyip hüküm vermek. * Düşünmek. * Zihinde inceleme yapmak. * Karar vermek için iyice düşünmek.

MUHAKEME-İ GIYABİYE Dâvâcılardan biri veya her ikisi de bulunmadıkları hâlde mahkemece verilen karar.

MUHAKÎ Benzeyen, benzer olan.

MUHAKKA Çekişme. * Hak iddia etme.

MUHAKKAK(A) (Hakk. dan) Hakikatı ve gerçeği belli olmuş. Tahkik edilmiş. Doğru. * Mutlaka ne olursa olsun.

MUHAKKAR Hakir görülen. Hakarete uğramış.

MUHAKKİK Hakikatı araştırıp bulan. İç yüzüne inceliyerek vakıf olan. * Hakikat âlimi. Hakikatlara hakkı ile vakıf ve ehl-i tahkik olan büyük İslâm âlimi.

MUHAKKİKANE f. Gerçeği ve hakikatı araştıran bir kimseye yakışır surette. Muhakkik olan bir insana yakışacak şekilde.

MUHAKKİKÎN Hakikatı bulup meydana çıkaranlar. * İç yüzünü araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri ve velileri. Hakikat araştıran, hak âlimleri.

MUHAKKİR Hakir gören, zelil ve hor gören.

MUHAKKİRÂNE f. Tahkir edercesine. Hakarette bulunurcasına.

MUHAL İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye.

MUHAL-İ ÂDİ Herkesin anlayabileceği imkânsızlık ve muhal. Az düşünenlerin de bilebileceği, mümkün olmayan iş.

MUHALAA (Muhâlaat) Birbirlerinden resmen ayrılma (karı-koca.)

MUHALAT (Muhal. C.) Mümkün olmayanlar. Muhaller. Muhal ve bâtıl olan şeyler.

MUHALATA (Halt. dan) Karışma, güzel uyuşma, anlaşma.

MUHALATÂT Güzel anlaşmalar, karışmalar, uyuşmalar.

MUHALE Dostluk, sadâkat.

MUHALEBE Beraberce süt sağmak.

MUHALEFET Kabulsüzlük. Karşı durma. Uyuşmazlık. Zıt gitmek. Zıddiyet. Muvafık olmamak.

MUHALEFET-ÜN Lİ-L HAVADİS Cenab-ı Hakk'ın ne zâtında ne sıfâtında (mevcud olsun, mevhum olsun, muhayyel olsun), hiç bir şeye hiç bir cihette benzememesi.

MUHALESE Bir şeyi alıp kaçmak.

MUHALESET (Hulus. dan) Birbirlerine iyi muamele etme. Birbirleriyle dostça geçinme.

MUHALHİL Havayı hafifleten.

MUHALİB Süt sağan. * Devrin hayır ve şerli işlerini tecrübe eden.

MUHALİF Uymayan. Birbirine benzemiyen. Birbirine zıt olan. * Başka şekilde düşünen. * Karşı duran.

MUHALİFÎN Muhalif olanlar. Muhalifler.

MUHALİF Yardımcı.

MUHALLA Tahliye olunmuş. Boşaltılmış. * Serbest bırakılmış.

MUHALLA Süslenmiş. Süs yapılmış.

MUHALLAK Tıraş olmuş. * Hacıların Mina'da tıraş oldukları yer.

MUHALLASA Mevruz otu denilen bir nevi ot.

MUHALLEB Nakışı ve güzelliği çok olan elbise. * Cam. * Aldanmış.

MUHALLED (Huld. dan) Ebedî. Dâimî. Bâki. Sürekli olarak kalan.

MUHALLEDAT (Muhalled. C.) Dâimî olarak kalacak şeyler. * şâheserler.

MUHALLEDÎN (Muhalled. C.) Sürekli ve dâimî olarak kalan şeyler.

MUHALLEDÛN Bâki ve dâimî olanlar. * Dâimî surette Cennet'te kalacak olanlar.

MUHALLEF Bir ölünün bıraktığı mal. * Geride kalan.

MUHALLEFAT (Muhallefe. C.) Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler. Metrukât.

MUHALLEFE Ölen bir adamın dul kalan karısı.

MUHALLES Kurtarılmış. Tahlis olunmuş.

MUHALLIK Tıraş eden. * Tıraş olan.

MUHALLÎ Süslendiren, yaldızlayan.

MUHALLÎ Boşaltan. Tahliye eden.

MUHALLİD (Huld. den) Ebedîleştiren. Devamlı, sürekli ve ebedî kılan.

MUHALLİL (Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden. * Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.) * Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.

MUHALLİM Halim selim eden. Yavaş kılan. (Öfkeli birisini) yumuşatan.

MUHALLİS (Halâs. dan) Kurtaran, halâs kılan, tahlis eden.

MUHALLİT (Halt. dan) Karıştıran, tahlit eden.

MUHALÜN ALEYH Fık: Havaleyi ödeyecek kimse. Üzerine havale yapılan şahıs.

MUHALÜN BİH Fık: Birine havale olunan mal.

MUHALÜN LEH "Lehine gönderilen" Alacaklı olan kişi.

MUHAMAT Korumak. * Avukatlık etmek. * Birinden birşeyi def etmek.

MUHAMERE Karışmak. * Gizlemek.

MUHAMESE Fısıldaşma.

MUHAMÎ Avukat. * Himaye eden.

MUHAMMAT Kızdırılmış nesne.



MUHAMMED Pek çok tekrar tekrar övülmüş, medhedilmiş meâlinde bir isim olup ilk olarak Peygamberimize (A.S.M.) verilmiştir. (Allahımızın bütün insanlara son peygamberi olan Hz. Muhammed (A.S.M) Efendimiz, Arabistan'da Mekke-i Mükerreme şehrinde milâdi 571 tarihinde dünyaya teşrif etmişlerdir.Fahr-i Âlem Efendimiz, Kureyş kabilesinden ve Haşim âilesindendir. Muhterem pederinin adı Abdullah, dedesinin adı Abdülmuttalib, vâlidesinin adı ise Amine'dir.Peygamberimizin (A.S.M.) baba cihetinden mübarek nesebleri şöyledir. Hz. Muhammed İbn-i Abdullah, ibn-i Abdulmuttalib, Haşim, Abdi Menaf, Kusey, Hakim, Mürre, Keab, Lüey, Galib, Fihr, Mâlik, Nazr, Kinane, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Mirar, Mead, Adnan. Adnan da İsmâil Aleyhisselâm'ın oğlu Kıyzar'ın neslindendir. Adlarını yazdığımız bu zatlardan her birinin evlâdı birçok kabilelere ayrılmış, Mâlik'in oğlu Fihr'in evlâdından da Kureyş kabilesi teşekkül etmiştir.Resul-i Ekrem Efendimizin (A.S.M.) vâlidesi cihetinde yüksek nesebleri de şöyledir: Hz. Muhammed ibn-i Amine Bint-i Vehb, ibn-i Abdi Menaf, ibn-i Zühre, ibn-i Hâkim.Peygamber Efendimizin (A.S.M.) babası tarafından mübârek nesebiyle anası tarafından nesebi, Mürre oğlu Hâkim'de birleşirler.Peygamber Efendimizin dedesi ve zamanında Kureyş kabilesinin reisi bulunan Abdülmuttalib, Kâbe-i Muazzama'nın mütevellisiydi. Ebu Tâlib, Ebu Leheb, Hâris, Zübeyr, Hamza, Abbas, Abdullah v.s. adında onüç oğlu vardı. Fakat bunların içinde en fazla Abdullah'ı severdi. Çünki onda başka bir güzellik, başka bir nuraniyet vardı. Abdülmuttalib, bu sevgili oğluna Benî Zühre reisi Vehb'in kızı Amine'yi nikâhla aldı. Abdullah Hazretleri, Peygamber Efendimiz doğmadan iki ay evvel bir ticaret kafilesiyle Medine-i Münevvere'ye gidip orada vefat etti ki, daha yirmibeş yaşında bulunuyordu. Bu cihetle Fahr-i Âlem Efendimiz (A.S.M.) yetim kaldı.Peygamber Efendimizin çocukluk devresi pek kudsi bir halde geçmiştir. Daha doğar doğmaz bir takım hârikalar meydana gelmiştir. (Bak: Delâil-i Nübüvvet) Süt anası, Beni Sa'd kabilesinden Haris'in refikası Halime idi. Dört sene onun yanında kaldı. Annesi Hz. Amine ile birlikte Medine-i Münevvere'ye dayı-zâdeleri bulunan Neccar oğullarını ziyarete gittiler. Sonra Mekke-i Mükerreme'ye dönerlerken Hz. Amine, Ebva denilen yerde daha yirmi yaşında olduğu halde vefat etti. Altı yaşında öksüz kalan Peygamberimizi, Ümmieymen adındaki dadısı alıp, Mekke-i Mükerreme'ye getirip dedesi Hz. Abdülmuttalib'e teslim etti. İki sene sonra da dedesi vefat edince amcası Ebu Tâlib'in yanında kaldı.Peygamber Efendimiz gençliğinde Kureyş kabilesi arasında büyük bir şeref ve şânı haiz bulunuyordu. Kendisine "Muhammed-ül Emin" deniliyordu. Yirmibeş yaşında iken, pek yüksek bir ruha sahib, pek şerefli bir hânedana mensub olan ve daha genç iken dul kalmış olup çok zengin olan Huveylid kızı Hatice ile evlendi. Peygamber Efendimiz, tam kırk yaşlarına girince Peygamberlik şerefine nâil oldu. Kendisine peygamberlik verilince ilk evvel çevresinde bulunan kişileri hususi surette İslâm dinine dâvet etmişti. Bu dâveti ilk önce Hz. Hatice vâlidemiz kabul etti. Sonra Kureyşin büyüklerinden olan Hz. Ebubekir-is sıddık ile Peygamberimizin âzatlısı olan Zeyd ibn-i Harise ve peygamberimizin amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup, henüz dokuz-on yaşlarında olan Hz. Ali kabul ettiler. Bir müddet sonra da Hz. Ebubekir'in vasıtasıyla Osman bin Affan, Abdurrahman ibn-i Avf, Sa'd ibn-i Ebu Vakkas, Zübeyr ibn-ül Avvam, Talha-t-übnü Ubeydullah Hazretleri İslâmiyetle müşerref oldular.Bi'setin ondördüncü senesinde Mekke'deki müslümanlar, Medine-i Münevvere'ye hicret ettiler. Peşinden de Peygamberimiz Hz. Ebubekir ile birlikte hicret etti. (Bak: Hicret)Peygamberimiz (A.S.M.) hicretin onbirinci senesinin Rebiülevvel ayının onikisinde pazartesi günü Medine-i Münevvere'de hücre-i saadetinde vefat etti.) (B.İ.İ.)(Şu kâinatın Sâhib ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor. Ve her tarafı görerek tedvir ediyor. Ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek tedvir ediyor. Mâdem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Mâdem konuşacak, elbette zişuur ve zifikir ve konuşmasını bilenlere konuşacak. Mâdem zifikirle konuşacak; elbette zişuurun içinde en cem'iyetli ve şuuru külli olan insan nev'i ile konuşacaktır. Mâdem insan nev'i ile konuşacak, elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Mâdem en mükemmel ve istidâdı en yüksek ve ahlâkı ulvi ve nev'-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakı ile, en yüksek isti'datta ve en âli ahlâkta ve nev-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyası ile bin üçyüz sene ışıklanmış; ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-i rahmet ve saadet edip, ona medh ve muhabbet etmiş olan Muhammed (A.S.M.) ile konuşacak.. ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır. M.) (Bak: Fahr-i Kâinat ve Resulullah ve Mefhar-ı mevcudat)(Zât-ı Zülcelâl (C.C.) demiş: $ Bütün ümmet, hattâ düşmanları da dahil olduğu halde icma etmişler ki, bütün ahlâk-ı haseneye câmi'dir.Nübüvvetten evvel ondaki ahlâk-ı hamidenin kemâline tercüman olan Muhammed'ül Emin ünvaniyle iştihar etmişler.Hazret-i Aişe (R.A.) her vakit derdi: $ Demek Kur'an tazammun ettiği bütün ahlâk-ı haseneye câmi idi. İşte o Zât-ı Kerimde icma-ı ümmetle tevatür-ü mânevî-i kat'îyle sabittir ki; insanların sîreten, sureten en cemili ve en halimi ve en sâbiri ve en şâkiri ve en zâhidi ve en mütevazii ve en afifi ve en cevâdı ve en kerimi ve en rahimi ve en âdili, herkesten ziyade mürüvvet, vakar, afv, sıhhat-ı fehim, şefkat gibi ne kadar secâya-yı âliyye varsa en mükemmel bir fihriste-i nuranîsidir. Bunların içindeki nokta-i i'caz şudur ki: Ahlâk-ı hasene çendan birbirine mübayin değil, fakat derece-i kemâlde birbirine müzaheme eder. Biri galebe çalsa öteki zayıflaşır. Meselâ: Kemâl-i hilm ile kemâl-i şecaat, hem kemal-i tevazu ile kemal-i şehamet, hem kemal-i merhamet ve mürüvvet, hem tam iktisat ve itidal ile tamam-ı kerem ve sehavet, hem gayet vakar ile nihayet haya, hem gâyet şefkat ile nihayet Elbuğzu fillah, hem gayet afv ile nihayet izzet-i nefs, hem gayet tevekkül ile nihayet içtihad gibi mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime birden derece-i âliyyede bir zâtta içtimâı müzayakasız inkişafları mu'cizelerin mu'cizesidir. Bediüzzaman)

MUHAMMED SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 47. Suresi olup Kıtal Suresi de denir. Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.

MUHAMMEDÎ Hz. Muhammed'e (A.S.M.) mensub olan. Müslüman. (Ecnebi dillerinde geçen bu mânadaki tabirlere göre Muhammedî, Muhammedîlik: Müslüman ve Müslümanlık mânasına gelmektedir.)

MUHAMMEDİYYUN Müslümanlar. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ümmetinden olanlar.

MUHAMMEN (Hamn. den) Tahmin edilen. Ortalama olarak bir değer kabul edilen. Sanılan.

MUHAMMER (Hamr. dan) Mayalanmmış, ekşiyip kabarmış. * Yoğurulmuş.

MUHAMMER (Himâr. dan) Kendine eşek denilmiş. Eşeğe benzetilmiş. Tahmir olunmuş.

MUHAMMERE Başı beyaz, cesedi siyah olan koyun. * Örtülmüş nesne.

MUHAMMES Ateş üzerinde kızdırılıp kurutulmuş. (Kavrulmuş kahve gibi)

MUHAMMES Beşli. Beş katlı. Tahmis edilmiş. * Edb: Her bendi beş mısrâlı olan manzume. * Birbiri ardından gelen ve kapalı olarak uç uca eklenmiş beş kenarın meydana getirebileceği çeşitli şekillerden her biri. Beşgen.

MUHAMMES-İ MUNTAZAM Geo: Düzgün beşgen.

MUHAMMEZ (Hamz. dan) Oksitlenmiş, paslanmış.

MUHAMMIS Mısır, kahve gibi şeyleri kavuran veya kavurarak satan kimse. * Tava.

MUHAMMİN Tahmin eden, sanan, karar veren, değer biçen kimse. Eksper.

MUHAMMİR (Hamr. dan) Tahmir eden. Mayalayan. Ekşitip kabartan. Yoğuran.

MUHAMMİR Kızdırıcı ilâç.

MUHAN Kendine ihanet olunmuş. * Alçak kimse.

MUHANNA Çarpık, bükük, eğri. * Kınalanmış.

MUHANNES Kadınlaşmış erkek. Alçak tabiatlı. * Korkak. Nâmerd. Kalleş.

MUHANNET Mumyalanmış, tahnit edilmiş.

MUHANNİT Mumyalayan, tahnit eden.

MUHAREBAT (Muhârebe. C.) (Harb. den) Harpler, muhârebeler. Harbetmeler, savaşmalar.

MUHAREBE (C.: Muharebât) Harbetmek. Karşılıklı cenk. Cidal.

MUHARECE Parmaklarıyla hesap edip taksim etmek.

MUHAREDE Men'etmek, engel olmak.

MUHAREF Fakir.

MUHARESE(T) (Hirâset. den) Muhâfaza, koruma.

MUHAREŞE Kışkırtma, halkı birbirine düşürme.

MUHAREZE Saklamak.

MUHARİB Harbeden. Cenkci. Cengâver. * Cesur. Atılgan. Kahraman. * İyi harbeden. Harb usullerini iyi bilen.

MUHARİBEYN İki savaşçı, iki cengâver, iki muhârib.

MUHARRAK (Harik. den) Yakışmış, yanmış. Tahrik olunmuş.

MUHARRECE Boynunda tasması olan köpek.

MUHARREF (Harf. den) Tahrif edilmiş. Değiştirilmiş. kalem karıştırılmış. Bozuk. İfsâd ederek tahrib edilmiş.

MUHARREFAT (Muharref. C.) Tahrif edilmiş ve değiştirilmiş şeyler.

MUHARREM Arabi ayların başı, birincisi. * Haram edilmiş olan. * Bu muharrem ayında Müslümanlıktan evvel Arablar arasında muharebe yasaktı. Bundan dolayı bu isim verilmiştir. * Haram kılınmış, tahrim olunmuş. (Bak: Eşhür-ü hurum)

MUHARREMÂT Haramlar. Haram edilen şeyler. Dinimizce helâl olmayan şeyler.

MUHARRER Tahrir olunmuş. * Yazılmış. Yazılı.(Muharrer : İyice azadlanmış, tam hürriyetine kavuşturulmuş demektir ki; ibadette muhlis veya mâbed hâdimi yahut da dünyadan azade mânalarıyla da tefsir edilmiştir. E.T.)

MUHARRERÂT Yazılı şeyler. Yazılmış kâğıtlar. Mektuplar.

MUHARRERÂT-I RESMİYE Resmi mektublar veya yazılar.

MUHARRİB Tahrib eden. Harâb eden. Yıkan. Bozan. Perişan eden.

MUHARRİBÎN (Muharrib. C.) Yıkıp yok edenler. Harab edenler.

MUHARRİC (Bak: Tahric)

MUHARRİF Tahrif eden. Bozan. Silen. Hilecilik yapan.

MUHARRİK (Hark. dan) Tahrik eden, çok yakan. * Çok susatan, çok harâret veren. * Yakıp yıkan.

MUHARRİK Harekete getiren. Hareket veren. Tahrik eden. Teşvik eden. Ayaklandıran.

MUHARRİKE Hareket veren duygu.

MUHARRİR Yazan. Tahrir eden. Kâtib. Kitab te'lif eden. Gazetede yazı yazan.

MUHARRİRÎN (Muharrir. C.) Muharirler, yazarlar. Eser sâhipleri, müellifler.

MUHARRİS Hırslandıran. Tamah ve hırsı artıran.

MUHARRİSÂNE f. Hırslandırırcasına.

MUHARRİŞ Tırmalayan, azdıran, tahriş eden.

MUHARRİT İshâl verici bir ilâç.

MUHARRİZ Kışkırtan. Teşvik ve tahriz eden.

MUHASAMA (Muhasamet) (C.: Muhâsamât) Muhalefet. İki taraf arasındaki düşmanlık. Birbiri ile çekişmek. Birbirine husumet etmek.

MUHASAMAT (Muhasama. C.) Düşmanlık. İki taraf arasındaki husumet.

MUHASAMET (Bak: Muhasama)

MUHASARA Etraftan çevirmek. Kuşatmak. Düşmanı etraftan sarmak. Abluka etmek.

MUHASARA Bir kişinin, diğer kimsenin elini tutup yürümesi veya ellerini birbirinin kuşağına sokup yürümeleri.

MUHASEBAT (Muhasebe. C.) Hesap işleri, hesap görme işleri. Hesap dâireleri.

MUHASEBE Hesablaşmak. Hesab görmek. Hesab işi ile uğraşmak. Hesab işini gören resmi makam.

MUHASEDE (Hased. den) Birbirini çekememe, hased etme, kıskanma.

MUHASIM Düşmanlık eden. Düşman olan taraflardan biri. Hasım olan. Birbirini dâva edenlerden her biri. Karşı tarafı tutan.

MUHASIMEYN Bir dâvâ veya çekişmede birbirine karşı olan iki kimse.

MUHASIMÎN (Muhasım. C.) Düşmanlar, muhasımlar.

MUHASIR (C.: Muhasırîn- Muhasırûn) (Hasr. dan) Etrafının kuşatıp saran. Muhasara eden.

MUHASIRÎN (Muhâsır. C.) Muhasara edenler, etrafını kuşatanlar.

MUHASIRÛN (Muhasırîn) Düşmanı etraftan kuşatanlar. Muhasara edenler.

MUHASİB Hesab eden. Hesap işi ile uğraşan. Muhasib.

MUHASSAL Netice. Husule gelen. Tahsil olunan. Hâsıl olmuş bulunan. Toplanılmış, cem'olunmuş. Hülâsa. Sözün kısası.

MUHASSAL-İ KELÂM Sözün kısası.

MUHASSALA (Husul. den) Elde edilen netice, hâsıl olan sonuç. * Fiz: Bileşke.

MUHASSAN (Hısn. dan) Kuvvetlendirilmiş, istihkâmlandırılmış.

MUHASSAS Birine âid kılınmış. Tahsis edilmiş. Has kılınmış. Ayrılmış. Tâyin edilmiş.

MUHASSASAT (Muhassas. C.) Devlet bütçesinden, devlet dâireleri için ayrılan para. * Bir kimseye verilmiş olan maaş veya tayın.

MUHASSENAT (Muhassene. C.) Üstünlük sebepleri. * Güzel, hayırlı ve faydalı işler.

MUHASSER Hasret kalmış, tahsir olunmuş.

MUHASSIL Husule getiren. Hâsıl eden. Meydana getiren.

MUHASSIN Kale gibi mahfuz ve sağlam kalan ve kendini haramdan koruyan. (Bak: Muhsın)

MUHASSIR Hasrette bırakan. * Mina ile Arafat arasında Muhassir vadisi. Ebrehe'yi mağlub eden Ebabil kuşlarının taş yağdırdıkları mevki.

MUHASSİL Sütü çok emdiğinden hasta olan çocuk.

MUHASSİN (Hasen. den) Güzelleştiren, güzellik veren.

MUHASSİR (C.: Muhassirîn) (Hasar. dan) Zarara uğratan. Hasar ve ziyan verdiren.

MUHASSİRÎN (Muhassir. C.) Zarar ve ziyan verdirenler. Hasara uğratanlar.

MUHASSİS Tahsis eden. Has kılan. Hususileştiren.

MUHAŞ Yanmış nesne.

MUHAŞŞA Hâşiye yazılmış. Tahşiye olunmuş.

MUHAŞŞEM Sarhoş, mest.

MUHAŞŞİ Hâşiye yazan. Hâşiyeliyen.

MUHAŞŞİ' Kibirli bir kimsenin kibir ve gururunu kıran.

MUHAŞŞÎ (Haşyet. den) Korkutan, ürküten.

MUHAŞŞİD Tahşideden. Bir yere toplayan.

MUHAŞŞİM Keskinliği dolayısıyla sarhoş edici şey.

MUHAŞŞİN Öfkelendiren, kızdıran. Gücendiren.

MUHAT İhâta olunmuş. Etrafı çevrilmiş. Etrafı kuşatılan. Bir şey içinde bulunan.

MUHAT Burundan akan sümük. * Sümük gibi ve yapışkan cisim.

MUHATAB Söyleyeni dinleyen. Kendisine hitab edilen. * Gr: İkinci şahıs.

MUHATABA Birbirine söz söyleme, hitabetme. * Mc: Çekişme.

MUHATABAT (Muhâtaba. C.) Konuşmalar.

MUHATAB İTTİHAZ ETMEK Karşısındakilerini dinleyen. * Dinleyici kabul edip, sözünü dinliyor bilmek. * Konuşmaya lâyık görmek.

MUHATARA Tehlike. Korkulacak hâle tutulmak. * Zarar. Ziyan. Korku. * Tehlike ve zarar ihtimali olan.

MUHATARA-İ İZMİHLÂL Dağılma tehlikesi.

MUHATARAT (Muhatara. C.) Zararlar, ziyanlar, hasarlar. * Korkular. Tehlikeler.

MUHATIB (Hutbe. den) Birine söz söyliyen. Hitâbeden.

MUHATTAT (Hatt. dan) Çizilmiş, resmi yapılmış.

MUHATTATA İstasyon.

MUHATTIT (Hatt. dan) Çizen, resmini yapan.

MUHAVELE İsteme, taleb etme. Bir şeyi yapmaya girişme.

MUHAVERAT (Muhavere. C.) Konuşmalar. Muhâvereler. Karşılıklı görüşüp konuşmalar.

MUHAVERE (C.: Muhaverat) Konuşma. Görüşerek konuşma.

MUHAVEZE Muhalefet, uyuşmazlık.

MUHAVVEF Korkulu. Korkutulmuş.

MUHAVVEL Hâvâle edilmiş. Ismarlanmış. Tebdil ve tağyir edilmiş. Değiştirilmiş. Bırakılmış.

MUHAVVEN Hâinleşen. Tahvin edilen.

MUHAVVET Etrafına sur ve duvar çekilmiş yer.

MUHAVVIT Duvar çeken, tahvit eden.

MUHAVVİC Muhtaç edici.

MUHAVVİF Korkutan. Korkutucu.

MUHAVVİFÂNE f. Dehşetlice. Korkutucu bir vaziyette. Korkutmak suretiyle.

MUHAVVİL Başka hâle koyan. Değiştiren. Tahvil eden.

MUHAVVİL-ÜL HAVLİ VE-L AHVÂL Havli, kuvveti ve hâlleri değiştiren, başka şekle sokan Cenâb-ı Hak (C.C.)

MUHAVVİLE (Havl. den) Fiz: Elektrik cereyanını, akımını başka hâle koyan. Transformatör.

MUHAYA Bölünemiyen bir şeyi nöbetleşe ve sıra ile kullanma.

MUHAYEE Pay edilmesi ve bölünmesi mümkün olmayan bir şeyi sıra ile nöbetleşe kullanma.

MUHAYENE Belirli bir zaman için kiralama.

MUHAYYA Yüz, vech.

MUHAYYEB Yoksun bırakılmış, mahrum kılınmış.

MUHAYYEBEN Mahrum ederek. Yoksun bırakarak.

MUHAYYEL Tahayyül edilmiş. Hayâl olarak düşünülmüş. Zihinde tasarlanmış.

MUHAYYELAT (Muhayyele. C.) Hayâl edilmiş olan şeyler. Muhayyel olan şeyler.

MUHAYYEM (Hayme. den) Çadırı kurulmuş ordugâh. * Kurulmuş çadır. * Çadırda yatan insan. Kamp yeri.

MUHAYYEMGÂH f. Ordu çadırlarının kurulduğu yer. Ordugâh.

MUHAYYER (Hayr. dan) Seçilmesi serbest olan. Seçmece. Beğenmece.

MUHAYYİB Yoksun bırakan, mahrum kılan.

MUHAYYİBÂNE f. Mahrum ve yoksun bırakırcasına.

MUHAYYİL Tahayyül eden. Hayal kuran. Zihinde olmayacak şeyleri düşünen.

MUHAYYİLE Kuvve-i hayâliye. Hayâl kurma merkezi. Zihinde bulunan hayal kuvveti.

MUHAYYİR Hayret veren. Hayrette bırakan. Şaşkınlık veren.

MUHAYYİR-ÜL UKUL Akıllara hayret veren. Akılları şaşırtan, akılları durduran.

MUHAYYİR İlmî şeyler arasında seçim yaparak beğenmeyi serbest eden. Muhayyer kılan.

MUHAZAH Mukabele olmak, karşılık olmak.

MUHAZANE Çocuklara şaşırtıp sevindirecek şeyler söylemek.

MUHAZARA Yemiş olmadan henüz ham iken satmak.

MUHAZARA (C.: Muhazarât) (Huzur. dan) Hatırda tutulan şeyler. * Tarihi ve edebi fıkra ve hikâyeler anlatma. * Konferans verme.

MUHAZARÂT (Muhazara. C.) Akılda tutulan faydalı bilgiler veya hikâyeler.

MUHAZAT Aynı hizâda bulunmak, karşı durmak, karşı olmak.

MUHAZAT-I NİSA Fık: Kadınlarla erkeklerin namazda aynı hizada aynı safta beraber durmaları (ki, bazı şartlar müvacehesinde namazı ifsad eden bir haldir.)

MUHAZAT Yüz yüze gelme, karşılaşma.

MUHAZELE Hakirlik, aşağılık, rezillik.

MUHAZERE Birbirini korkutmak. * İhtiraz etmek. * Uyanık olmak.

MUHAZÎ (Hiza. dan) Birbirinin karşısında ve bir hizada bulunan. Paralel.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   117   118   119   120   121   122   123   124   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin