Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə128/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   124   125   126   127   128   129   130   131   ...   181

NEKBET (C.: Nekebât - Nükub) Talihsizlik, şanssızlık, bahtsızlık. * Musibet, felâket. * Düşkünlük.

NEKBETHANE f. Tâlihsizlik yuvası. * Mc: Dünya.

NEKBETÎ f. Tâlihsiz, bahtsız, şanssız, uğursuz.

NEKBETZEDE f. Felâket görmüş, musibete uğramış.

NEKD (Nekâde) (C.: Enkâd) Hayırsız olmak.

NEKDA' Sütü olmayan deve.

NEKEB Hastanın iyileşmesi. * Devenin omuzlarında olan bir hastalık.

NEKED Sıkıntı, dert, keder. Belâ, musibet.

NEKEFE (C.: Nüküf-Nükfân) Çene altında olan küçük bez.

NEKEL Kuvvetli kişi.

NEKES (Nâ-kes) Cimri, tamahkâr, hasis.

NEKESAN Ardına dönmek.

NEKF Göz yaşını yanağından parmağıyla silip gidermek. * Kuyudan su çekmek. * Arlanmak.

NEKH (Nikâh) (C.: Enkihe) Tezevvüc, evlenme, cimâ etme. * Akit.

NEKHET (Bak: Nükhet)

NEKİB (C.: Nukabâ) Halkın iyisi. * Kâhya. * Kefil. * Müfettiş, kontrolcü.

NEKİB Deve, at ve eşek ayaklarının dâiresi.

NEKİBE Nefsi mübârek.

NEKİR Bilinmemiş olan. Muayyen olmayan. * Mezarda iki sual meleğinden birisinin adı. (Diğerininki; münkerdir)

NEKİRE (C.: Nekerât) Belirsiz.

NEKİSE Hilâf, ters. * Nefs.

NEKKAD Bir şeyin iyisini kötüsünü seçen kimse. * Paranın sağlamını kalpından ayıran. * İmam, hatib ve kayyum gibi hizmet sahiblerinin, vazifelerine devam edip etmediklerini murakabe ve devam etmiyenlere tenbihat, icra ve devamsızlıkları tesbit eden vazifeli kişi.

NEKKAR Ağaçkakan kuşu. * Değirmenci. * Çok hayırlı. * Çok kokulu.

NEKL Yular. At gemi. * Ezâ, cefâ etmeğe ve işkence yapmağa yarayan şey.

NEKMET (Bak: Nikmet)

NEKR Zeki, akıllı kimse. Pek zeyrek olan. * Dehâ, fetânet.

NEKRE Belirsiz olan. * Çıban ve yaradan çıkan kan ve irin. * Garip ve gülünç fıkralar. * Hoş sohbet ve hazır cevap kimse. * Gr: Belirtilmemiş isim, neye delâlet ettiği belli olmayan (harf-i tarifsiz) isim.

NEKRE-İ MEVSULE İki kelime veya mânâyı birbirine bağlayan kelime.

NEKRE-İ TÂMME Mübhem mânâ ifade eden kelime.

NEKRE-GÛ f. Tuhaf hikâyeler fıkralar anlatan. Gülünç sözler söyleyen.

NEKS Sözünden dönmek. * Bozmak. Çözmek. * Üzmek. * Dağıtmak. * Münhal ve muhtel olmak.

NEKS Çok çekinmek, kaçınmak.

NEKS (NÜKÜS) Başaşağı etmek, ters döndürmek. * Aynı hastalığın geri gelmesi. (Bak: Nüks)

NEKŞ Kuyunun çamurunu temizlemek. * Bir şeyi bitirmek. Bir işden fâriğ olmak. * Bir şey üzerine gelip toplanmak.

NEKT (C: Nikât) Süngüyü yere vurmak. * Taan etmek, çekiştirmek.

NEKÜS (Nekis - Neküs) Baş aşağı etmek.

NEKZ Vurmak. * Kovmak, def'etmek. * Yılan sokmak. * Azalmak. * Suyun, yer tarafından emilmesi.

NEKZ Gayret etme, uğraşma, çok çabalama.

NELL Yüz üstüne bırakmak.

NEM f. Rutubet, az yaşlık. Hafif ıslaklık.

NEM-İ DİDE Göz yaşı.

NEMA Gelişme, büyüme. * Uzamak, artmak, çoğalmak, üremek. * Faiz.

NEMADÂR f. Çoğalan, ziyadeleşen. Artan, büyüyen.

NEMAİK (Nemika. C.) Mektuplar.

NEMAİM (Nemime. C.) Dedikoducular, çekiştiriciler.

NEMARIK (Nemraka. C.) Yastıklar.

NEMAS Kılın ince olması.

NEMAT (C: Enmut-Nimât) Usul, tarz. * Yol, tarik. * Örtü, ihram. * Topluluk, insan cemaati. * Döşek yüzü, yatak yüzü.

NEMAT-I TAKRİR Söyleme tarzı.

NEMÇE Tar: Osmanlılar tarafından Avusturya ve Avusturyalı mânasında kullanılan bir tâbir idi.

NEMDAR f. Nemli, ıslak, yaş, rutubetli.

NE'ME Nağme, ses.

NEMED f. Keçe.

NEMEDÎN f. Keçeden yapılma.

NEMED-PÂRE f. Keçe parçası.

NEMED-PUŞ f. Keçe giyen. Derviş.

NEMED-ZÎN f. At eğeri altına konulan keçe.

NEMEK f. Tuz. Milh. * Lezzet, tat. * Bağlılık, hak.

NEMEK-ÇEŞ f. Tadına bakma, tatma.

NEMEK-DÂN f. Tuzluk, tuz kabı.

NEMEK-EFŞAN f. Tat veren. Lezzetlendiren. * Tuz serpen.

NEMEK-HARAM f. Tuz haini. * Mc: Nankör.

NEMEK-HELÂL f. Tuz hakkı tanıyan. Bağlı, sâdık kimse.

NEMEKÎN f. Tuzlu, lezzetli, tadı yerinde. * Tuzlu gözyaşı.

NEMEK-PERVER f. Sâdık ve bağlı kimse.

NEMEK-SUD f. Tuzlanmış, tuza bastırılmış, tuzlu şey. * Pastırma.

NEMEK-ŞİNÂS f. Tuz tanıyan. * Mc: İyilik bilen.

NEMEŞ Dağınık, parçalanmış şeyleri toplamak. * Nakış hatları. * Yüzde olan siyah ve beyaz noktalar.

NEMF Küçük kurt (böcek).

NEMGA Çocukların beyni deprendiği yer. * Dağ üstü.

NEMİDANEM Bilmiyorum.

NEMİDİDEM Görmüyorum.

NEMİKA (C.: Nemâik) Mektub. Name.

NEMİME Söz götürme. Lâf taşıma. Bir kimse aleyhindeki sözleri ifsad maksadıyla kendisine eriştirme.

NEMİMEKÂR f. Koğucu, fitneci, dedikoducu, münafık.

NEMİN Fısıltı. * Koğucu.

NEMİR Tatlı su.

NEMİR (C.: Nümur) Kaplan.

NEMİRE Dişi kaplan. * Yün kaftan.

NEMİS Bittikten sonra yine biten ot.

NEMK Yazmak. * Düzeltmek.

NEMKEŞİDE f. Islak, nemli, yaş, rutubetli.

NEML Karınca.

NEML SURESİ Kur'an-ı Kerim'de 27. Sure olup Süleyman Suresi de denir. Mekkîdir.

NEMLE Bir tek karınca. * Vücutta olan karıncalanma.

NEMM Birinin sözünü başkasına götürüp ikisinin arasını bozma. Koğuculuk.

NEMMAL Koğucu, dedikoducu, münafık.

NEMMAM (Nemmas) : Koğuculuk ve nemimecilik eden. Dedikoducu.

NEMNAK f. Nemli, yaş, ıslak.

NEMNAKÎ f. Nemlilik, ıslaklık, yaşlık, rutubet.

NEMREKA (C.: Nemârık) Yastık.

NEMRUD Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâbil'in müessisi ve hükümdarı olup, en evvel hükümranlık ve tecebbür eden bu olduğu mervidir. (Bak: Enaniyet)

NEMS Süt ve yağın ekşimesi. * Ekşimek ve kokmak. * Sırrı ketmetmek, gizlemek.

NEMŞ f. Hile, oyun, dalavere, desise.

NEMY Kaldırmak. * Yetiştirmek.

NE'NEE Zayıflık.

NE'NEHAVA Anason, kimyon.

NENG f. Ayıp, utanma, hayâ etme. * Ün, şöhret, nam.

NER f. Erkek, er.

NERBDAN f. Merdiven. (Neverdi bâm'dan alınmıştır. Neverd; kıvrım, büküm; neverdiden; tayyetmek, dürmek; bam, ban; tavan mânalarına gelirler. Üst kata merdivenle çıkıldığından, neverdibâm yerine hafifletilmişi olan nerdbân denilmiştir.)

NERE f. Dalga. * Erkek.

NERE-İ ÂB Su dalgası.

NERGİS (Nerges - Nercis) İri papatya biçiminde ortası yeşil veya sarı, yaprakları gri ve sarı bir çiçek. Suyu, uyuşturucudur. Mahmur bakışı andırır.

NERGİS-DÂN f. Nergis saksısı.

NERGİSÎ f. Nergis biçiminde kesilip yapılan bir çeşit hamur işi.

NERİMAN f. Pehlivan, yiğit, kahraman.

NERİMANÎ f. Nerimanlık, kahramanlık, yiğitlik.

NERM (Nermi - Nermin) f. Yumuşak.

NERM-ÂHEN f. Gevşek şey.

NERMDİL f. Yüreği yumuşak. Merhametli.

NERMGÛ f. Yumuşak sözlü.

NERMÎ f. Gevşeklik, yumuşaklık.

NERMİN f. Yumuşak.

NERMİYET Yumuşaklık, gevşeklik.

NERMLİGAM (Nerm-ligâm) f. İtaatli, muti, söz dinler. * Başı sert olmayan at.

NERM NERM f. Yavaş yavaş, âheste âheste.

NERMSAZ f. Yumuşak adam.

NERRE-ŞİR f. Erkek arslan.

NESA (C.: Ensâ) Uyluk başından tırnağa kadar varan bir damar. * Te'hir etmek, sonraya bırakmak.

NESAİ (Bak: Kütüb-ü sitte-i hadisiyye)

NESAİC (Nesice. C.) Dokumalar. Dokunmuş kumaşlar. Ette ve deride olan nescler, dokular. (Bak: Nesc)

NESAİH (Nesâyih) (Nasihat. C.) Nasihatler, öğütler.

NESAİK (Nesike. C.) Kesilen kurbanlar.

NESAİM (Nesim. C.) Hafif ve lâtif rüzgârlar.

NESAİS (Nesise. C.) Fesatlık için yapılan fısıltılar.

NESAK Tarz, usul, yol, şekil, üslub.

NESAK-I VÂHİD Tek şekilde, tek tarzda, tek biçimde.

NESAKSÂZ f. Tertib eden, düzenliyen, tanzim eden, düzen veren.

NESAR (C.: Nüsür - Ensür) Bir kuş adı. Gerges de denir.

NESC (Nesic) Dokunuş, dokuma. * Canlı mahluklardaki hücrelerin, Allah'ın (C.C.) kudretiyle ve kanunu dâiresinde yanyana gelip birleşerek uzuvların yapılışı. (Meselâ: Hayvanlarda deri, kemik, et vesâir kısımların yapılışı gibi)

NESCÎ Nesc ile alâkalı.

NESCOLMAK Dokunmak, örülmek, örülü hâle gelmek. Kumaş dokunması, bez dokunması. (Canlıların vücudundaki nescolunmak gibi)

NES'E Veresiye alma. Vade ile alma. * Tehir etmek.

NESEB Sülâle, hısımlık, karabet, soy. Baba soyu, atalar zinciri. * Vuslat.

NESEBEN Soyca, sülâlece, soy bakımından.

NESEBÎ Neseb ve soya âit. Sülâle ile alâkalı.

NESEL Davar sağıldıktan sonra meme başlarında arta kalan sütü. * İki tarafı saf saf ağaçlar olan yol.

NESEM Soluk ruh, nefes. Rahatı mucib hâlet. * Rüzgârın lâtif, hoş esmesi.

NESEME (Nesme) : (C: Nüsüm) Nefs. İnsanın ve her nesnenin başlangıcı.

NESEVÎ (Neseviye) Kadına mensub, kadınla alâkalı, kadınlık.

NESEVİYYET Kadınlık.

NESF Bir yapıyı temelinden yıkma.

NESFE Dökülmüş ve saçılmış un.

NESG Gitmek. * Almak. * Ağaç kesildiğinde çıkan su. * Vurmak. * Dürtmek.

NESH Ist: Şer'i bir hükmü yine şer'i bir emirle kaldırmaktır. (İtikada ait olan ve zamanla değişmeyen hükümlerde nesih olmaz, bunlar sabit birer hakikattırlar.) * Bir şeyin aynını kopya etmek, aynını çoğaltmak. * İbtal etmek, hükümsüz bırakmak, değiştirmek. * Nakletmek, kaldırmak, bir şeyi zâil kılmak. (Güneşin, gölgeyi giderdiği gibi.)

NESHÎ Nesihle alâkalı, neshe ait. * Bir cins yazı.

NES'Î Câhiliyet devrinde belirli vakti geciktirilmiş haram aylar.

NESİ' (C.: Ensâ) Yolcuların ve misafirlerin konakladıkları menzilde düşürdükleri esvap. * Unutkan. * Unutulan. Unutulmuş olmak.

NESİ' Te'hir, sonraya bırakma.

NESİB Asil kadının vasfı. * Edb: Kasidenin âşıkâne olan mukaddemesi.

NESİC (C: Nüsüc) (Nesc. den) Dokunmuş, nescolunmuş.

NESİCE (C: Nesâyic) Dokunmuş, nescolunmuş şey.

NESİE Veresiye almak. Satın alınan şeyin bedelini vermeyip sonraya bırakmak.

NESİF İki kişi arasındaki sır.

NESİG Ter.

NESİK Düzenli, tertibli, nizamlı * Süslü, bezenmiş, donanmış.

NESİKE Hak yoluna kesilen kurban. * Altın veya gümüş külçesi. (Bak: Akika)

NESİL (Bak: Nesl)

NESİL Erimiş mumsuz bal.

NESİL Kazıldığında çıkan kuyu toprağı.

NESİM Hoşa giden, hafif ve lâtif esen rüzgâr.

NESİM-İ NEVBAHÂR İlkbahar rüzgârı, tan yeli.

NESİM-İ SEHER Lâtif sabah rüzgârları.

NESİM-İ SUBH Sabah rüzgârı.

NESİM-İ SUBH-DEM Sabah vakti esen rüzgâr, sabah rüzgârı.

NESİMÎ Hafif hafif ve lâtif bir tarzda esen rüzgârla ilgili.

NESİR Hayvan aksırması.

NESİRE Kuyu toprağı.

NESİS Aşırı derecedeki açlık. * İnsan gücünün sonu. İnsanın en son tâkati. * Son nefes.

NESİS Bir sıvının sızıp kabından dışarı çıkması.

NESİSE (C.: Nesâis) Fesatlık için yapılan fısıltı.

NESK Bir kelâmı başka kelâma atfetmek.

NESL Soy, sop. Zürriyet, döl, kuşak. * Halk. * Çocuk hâsıl etmek. * Kıl yolmak. * Mumsuz, süzme bal.

NESL Kuyudan toprak çıkarmak. * Sadaktan ok çıkarmak.

NESLAN Çok yelmek. Evmek.

NESLE Geniş gömlek.

NESNAS Koğuculuk eden kişi. * Maymun.

NESME Fık: Satın alınan köle.

NESNE şey, herhangi bir şey.

NESR (Nesir) Çoğaltmak, saçmak, yaymak. * Manzum olmayan söz veya yazı.

NESR Hamele-i Arş'tan olan bir melek. * Akbaba, kartal. * Nuh kavminin putlarından birisinin ismi. * Yarayı deşmek. * Kuşun, eti didiklemesi. * Birinin aleyhinde konuşmak. * Güneyde bir parlak yıldız. Buna Nesr-ül vâki' denir. Batıdaki yıldıza ise: Nesr-üt-Tair denir. * Atın tırnağının içi veya tırnağın üstündeki et.

NESRE Büyük geniş gömlek. * Hayvanın tiksirip burnundan sümüğünü çıkarması. * Menazil-i kamerden iki yıldız.

NESREN Nesir olarak, manzum olmadan yazılan yazı. * Çoğaltmak suretiyle.

NESRİN Yabani gül.

NESS Sürmek, sevk. * Kurumak.

NESS İfşa etmek, açıklamak. * Gayret ve hamiyyet etmek.

NESSABE Nesepleri iyi bilen kimse.

NESSAC Dokuyucu, dokuyan, çuhacı.

NESSAF Gagası büyük bir kuş.

NESSAR Dağıtan, saçan, neşreden. * Parlatan.

NEST Sâkin olmak.

NESTEİNU "Biz senden yardım, inayet dileriz, istiane ederiz" meâlinde duâ.

NESTER (Nesteren-Nesterin-Nesterun) f. Ağustos gülü, yaban gülü.

NESTERİNZAR f. Gül bahçesi. Güllük.

NESUC Üstünde yük doğru durmayan deve.

NESV İzhar etmek, göstermek, açıklamak.

NESY Unutma, nisyan. * Unutulmuş.

NESYEN MENSİYYEN Tamamıyla unutulmuş, tamamen hatırdan çıkmış.

NEŞ' Bir nesneyi zorla çekmek.

NEŞ' (NÜŞU') Yiğit olmak. * Yüksek olmak. * Rüzgâr esmek. * İyi ve hoş kokulu şeyler koklamak.

NE'Ş şiddetle ve kahirle almak. Zorla almak.

NEŞA Nişasta.

NEŞABET Okçuluk san'atı.

NEŞAİD (Neşide. C.) Meşhur kaside ve beyitler, mısralar.

NEŞAK Burna su ve sâire çekme. Burunla çekme.

NEŞAME Yüksek beyaz bulut.

NEŞASA Beyaz yüksek bulut.

NEŞASTEC Nişasta.

NEŞAT Sevin. Şen şâd ve hoşdil olmak. Sürur, keyf. * Bir iş işlemek. Çalışmak.

NEŞAT-ÂVER f. Sevinç ve sürur getiren.

NEŞAT-BAHŞ f. Sevinç ve neşe bağışlayan.

NEŞAT-EFZA f. Neşe ve sevinç artıran.

NEŞÂT-ENGİZ f. Sevinç uyandıran.

NEŞB (İğne ve diken) batma, girme.

NEŞC (NEŞİC) (C.: Enşâc) Sesli sesli ağlamak. * Ses.

NEŞD Talep etmek, istemek. * Yüksek yerde düz yer olmak. * Kaybolan şeyi aramak. * Bir şeyi gereği gibi bilmek.

NEŞ'E Gönül açıklığı, sevinç. * Yeniden meydana gelmek. Yeniden olan şey. * Yiğit olmak. * Yüksek olmak.

NEŞ'E-İ UHRÂ Ölümden sonra mahşerde yeniden dirilmek. Buna "Neş'e-i sâniye" de denir.

NEŞ'E-İ ULÂ İlk hayat. Ruhun bedene girmesi. Dünyaya gelmek.(...Peygamber'in (A.S.M.) emrettiği gibi, " Neş'e-i ulâyı gören adam, neş'e-i uhrâyı inkâr edebilir mi?" Çünkü ikinci teşekkül, yâni ikinci yapılış birinci teşekkülden daha kolaydır. İ.İ.) (Bak: Taaccüb)

NEŞ'E-İ ULYÂ Ahiretteki yüksek dereceli hayat, âhiret hayatı.

NEŞEB Mal, mülk.

NE-ŞEBEM f. Ben karanlık gece gibi nursuz değilim (meâlinde.)

NE-ŞEBPERESTEM Karanlık ve zulümatı seven ve isteyen değilim.

NEŞEF İçmek. * Sinmek. * İçine girmek, dühul etmek.

NEŞEFE (C.: Nüşüf) Ayağın kirini temizlemede kullanılan taş.

NEŞ'E-NİSAR f. Neşe dağıtan.

NEŞER Dağılmış, intişar etmiş, münteşir.

NEŞ'ET Meydana gelmek, vücuda gelmek. Büyüyüp kat ve kamet sahibi olmak. Yetişmek, ileri gelmek. * Çıkmak. Kaynak olmak.

NEŞ'ET-İ UHRÂ (Bak: Neş'e-i uhrâ)

NEŞ'ET-İ ULÂ (Bak: Neş'e-i ulâ)

NEŞ'E-YAB f. Keyifli, neşeli, sevinçli.

NEŞF İçmek, suyu emerek içmek. * Sızmak. Sünger gibi sızmak. * Suyu çekmek.

NEŞG Aşk galebe edip haykırıp çağırmak. * Tâlim etmek.

NEŞİDE Manzume. Şiir. * Yüksek sesle okunan şiir. * Darb-ı mesel (atasözü) derecesinde kullanılan meşhur beyit veya mısrâ.

NEŞİDEHÂN f. Neşide okuyan.

NEŞİL Çömlekte pişmiş et.

NEŞİR Dağıtma, yayma, herkese duyurma.

NEŞİŞ Kaynayan şeyden çıkan ses.

NEŞİT Neş'eli, sevinçli, şenlikli. Faal.

NEŞİTA Bir şeyin, aramaksızın bulunması. * Ansızın bulunan nesne. * Gâzilerin kastettikleri yere varamadan yolda buldukları ganimet.

NEŞK Burna çekme.

NEŞL Taan etmek. * Cezbetmek, kendine çekmek.

NEŞM Zerdali ağacı gibi bir ağaç. * Bir çiçek cinsi.

NEŞNEŞE Koyun derisini yüzmek. * Zırh sesi. * Su kaynarken ötüp ses çıkmak.

NEŞR Neşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak, şâyi kılmak. * Başıboş cemaat. * Bulutlu günde yel esmek. * İzhar etmek. * Katetmek. * Mecnun veya hastaya duâ yazmak veya okumak.

NEŞR-İ SUHUF Sahifelerin neşri. * Haşirde, insanların hesab görülmek için dirildiklerinde amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin amelinin belli oluşu.( $ kelimesiyle ifade eder ki: Haşirde herkesin bütün a'mâli bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mes'ele kendi kendine çok acib olduğundan akıl ona yol bulamaz. Fakat, surenin işaret ettiği gibi, haşr-i baharîde başka noktaların nazîresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zâhirdir. Çünki: Her meyvedar ağaç ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var. Esmâ-i İlâhiyyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubudiyetleri var. İşte onun bütün bu amelleri tarih-i hayatlariyle beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği şekil ve suret lisaniyle gayet fasih bir surette analarının ve asıllarının a'mâlini zikrettiği gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a'mâlini neşreder. İşte gözümüzün önünde bu Hakimâne, Hafizâne, Müdebbirâne, Mürebbiyâne, Lâtifâne şu işi yapan O'dur ki, der: $Başka noktaları buna kıyas eyle. Kuvvetin varsa istinbat et. S.)

NEŞREN Yayılmak suretiyle, neşir yoluyla. Yazarak, dağıtarak.

NEŞRÎ Neşir ile alâkalı.

NEŞRİYÂT Gazete, kitap, radyo ve sâir vasıtalarla neşrolunmuş, yayılmış şeyler.

NEŞRİYÂT-I KÂZİBE Yalandan, uydurma sözler.

NEŞŞ Kaynamak, galeyan. * Her nesnenin yarısı. * Davarın tezce derisini yüzüp etinden ayırıp çıkarmak. * Yirmi dirhem. * Karıştırmak.

NEŞŞAB Okçu, ot atan.

NEŞŞABE Ok yapıcılık, ok yapma sanatı.

NEŞŞAF Bir şeyi kendine çeken. * Emen.

NEŞŞAL Pişmemiş yemeğe saldıran.

NEŞT Yılan sokmak ve ısırmak. * Bir yerden bir yere gitmek. * Çözmek. * Çıkarmak. * İpi bağlamak.

NEŞTER Ameliyat bıçağı. Hekim bıçağı.

NEŞUR Ziyadesiyle neşreden. Fazla yayan. Dağıtan.

NEŞUT Bir balık cinsi. * Kovası katı çekilmeyince su çıkmayan kuyu.

NE-ŞÜKÜFTE f. Açılmamış.

NEŞV f. Canlıların büyümesi, yetişmesi, boy atması. * Yeniden hayata gelmek.

NEŞVAN Sarhoş.

NEŞVAR Davar gevişi.

NEŞVAT (Neşvet. C.) Keşifler, neş'eler, sevinçler.

NEŞVE (Nişve - Nüşve) Sevinç, keyif. * Büyümek ve yetişmek. * Koklamak. * Rayiha. * Bir şeyi tekrarlamak. * Mest ve sarhoş olmak. * İyice duyup vâkıf olmak.

NEŞVEBAHŞ f. Keyif ve neşe veren. Neşelendiren.

NEŞVEDÂR f. Keyifli, neşeli.

NEŞVEGÂH f. Neşe ve keyif yeri.

NEŞVEMEND f. Keyifli, neşeli.

NEŞVERÜBA f. Neş'e verici.

NEŞVET Keyif, neşe. Sevinç sarhoşluğu.

NEŞVEYAB f. Neşeli, keyifli.

NEŞV Ü NEMA Büyümek ve gelişmek.

NEŞZ (C.: Enşâz-Nişâz) Yüksek yer.

NETA (Nütü') Yaranın şişmesi. * Yüksek olmak.

NETAİC (Netayic) (Netice. C.) Neticeler.

NETANE Çirkin kokmak, pis kokmak.

NETB (NÜTÜB) Büyük olmak, gövdeli olmak.

NETC Doğurmak.

NETF Kıl yolma.

NETG Alayla gülmek. * Bir kimseyi ayıplamak.

NETH Terlemek, sızmak.

NETH Koparmak. * Çıkarmak.

NETİCE (C.: Netâic) Son, gaye. Semere, hülâsa. * Döl, evlâd.

NETİCE-İ HAYAT Hayatın neticesi ve gayesi.

NETİCE-İ HİLKAT Yaratılışın sonu, gayesi. Yaratılmanın neticesi.

NETİCE-İ KELÂM Sözün kısası.

NETİCE-İ MA'KÛSE Aksi netice, ters netice.

NETİCEBAHŞ f. Neticelendiren, sonuçlandıran. Netice veren.

NETİCEPEZİR f. Son bulmuş, neticelenmiş.

NETK Bir şeyi şiddetle çekmek ve cezbetmek.

NETK Atmak. * Yüzmek. * Kendine çekmek, cezbetmek. * Depretmek, silkmek, harekete geçirmek. * Oğlu ve kızı çok olmak.

NETL (NETEL) Önüne çekmek. * Deve kuşu yumurtasının içini su ile doldurup bir yere gömmek.

NETN Fena kokmak. Kötü, kerih koku.

NETNUN Bir ağaç cinsi.

NETR Cezbetmek, kendine çekmek. * Taan etmek, çekiştirmek. * Bozulmak, fâsid ve zâyi olmak.

NETS Deri yüzmek. * Bir şeyin yerinden ayrılması.

NETŞ Çıkarmak. * Yolmak.

NETUC Çıkma. *Ağaç posası.

NEUR Çivit.

NEUZÜ "Sığınırız" meâlinde fiil.

NEUZÜ-BİLLÂH Allah'a sığınırız, Allah korusun.

NEV' Çeşit, sınıf, cins. * Taleb etmek. Meyletmek, eğilmek. İki yana sallanmak.

NEV'-İ BEŞER İnsanlar, beşer nev'i.

NEV f. Yeni, tâze, cedid. Son zamanda çıkmış.

NEVA Bir yerden bir yere nakletmek. * Hıfzetmek, korumak. * Sohbet etmek.

NEVA f. Ahenk, ses, güzel sadâ, nağme, avaz. * Musikide bir makam ismi. * İntizamlı hâl. * Azık, zahire, rızık.

NEVA-Yİ NEY Ney sesi.

NEVABIZ (Nâbıza. C.) Nabız damarları.

NEVABİG (Nâbiga. C.) Şerefli ve ulu kimseler. * Sonradan şâir olan kişiler.

NEVABİT (Nabite. C.) Nebatlar. Bitkiler. * İmar ve ihdas. * Dünya ahvâlinden habersiz. * Taze, genç kimse.

NEVACİZ (Nâciz. C.) Azı dişlerinin arkasındaki altlı üstlü bulunan dişler.

NEVAD f. Zarar, ziyan, hasar. * Mahzen. * Dil.

NEVADE Torun.

NEVADİ (Nâdi. C.) Toplantılar, meclisler.

NEVADİR Az olanlar, nâdirler.

NEVAFİL (Nâfile. C.) Farz ve vâcib olandan başka ibadetler. Nâfile (yani sevab için kılınan) namaz veya tutulan oruçlar.

NEVAFİS (Nefsâ. C.) Loğusalar. Yeni doğum yapmış kadınlar.

NEVAGER f. Okuyucu, hânende.

NEVAH Kül renkli beyaza benzer kumru gibi bir kuş cinsidir ve sesi gayet lâtiftir.

NEVAHİ (Nahiye. C.) Taraflar, yanlar, nahiyeler.

NEVAHİ-İ KAZA bir kazâya bağlı olan nahiyeler.

NEVAHİ-İ MEKKE Mekke civarı. Mekke'nin yakınları, nahiyeleri.

NEVAHİ (Nehy. den) Yasak edilmiş şeyler. * Allah (C.C.)tarafından menedilmiş olanlar.

NEVAHT f. Okşama. * Saz çalma.

NEVAHTE f. Okşanmış. * Saz çalmış.

NEVAHTEN f. Çalgı veya saz çaldırmak.

NEVAÎ f. Ahenkle, makamla ilgili.

NEVAİB (Naibe. C.) Musibetler, kazalar, belâlar.

NEVAİB-İ EYYAM Günlerin belâları.

NEVAİR (Naire. C.) Ateşler, alevler.

NEVAİR (Naure. C.) Bostan dolapları.

NEVAKET Hamakat, ahmaklık.

NEVAKIS (Noksan. C.) Eksiklikler, noksanlar.

NEVAKIS (Nâkis. C.) Başlarını devamlı olarak önlerine eğen adamlar.

NEVAKİS (Nakus. C.) Çanlar. İbadet vakitlerinde kiliselerde çalınan çanlar.

NEVAL(E) Bahşiş. Kısmet, tâli', nasib. * Yiyecek içecek. * Bir tek porsiyon.

NEVALE-ÇİN f. Yiyecek toplayan, kısmetini alan.

NEVAMİS (Namus. C.) Namuslar, kanunlar, şeriatlar. (Bak: Desâtir)

NEVAMİS-İ İLÂHİYE İlâhî kanunlar. (Bak: Şeriat-ı fıtriye)

NEV-AMUZ f. Acemi. Yeni alışan.

NEV'AN Cins bakımından, çeşitçe. * Biraz.

NEV-A-NEV f. Yeni yeni.

NEV'AN-MA Bir dereceye kadar, bir bakıma göre, bir suretle.

NEVAR (C.: Niver) Ürkmek, korkmak.

NEV-ARUS (C.: Nev-arusân) f. Yeni gelin.

NEVA-SAZ f. Çalgıcı, okuyucu.

NEVASİ (Nâsiye. C.) Alınlar. * Bir topluluğun ileri gelenleri. Ulular.

NEVASİ İyi cins bir beyaz üzüm.

NEVAT Çekirdek, hurma çekirdeği. * Yirmi veya on adet. * Bir veya on okka altın. Beş dirhem altın. * Düşman.

NEVATIH şiddetler.

NEVATIR Kirişi kesik olan yay.

NEVATİ (Nevtî. C.) Gemiciler.

NEVATİR (Nâtur. C.) Hamam hademeleri. * Bostan bekçileri.

NEVAYE Devenin semiz olması.

NEV-AYİN f. Yeni tarz, yeni üslub. * Yeni üslub çıkaran.

NEVAZ f. Okşayıcı, taltif edici, iyi edici. (Bak: Nüvaz)

NEVAZENDE f. Okşayan, okşayıcı.

NEVAZIC (Nâzıc. C.) Kıvama gelmişler, olgunlaşmışlar.

NEVAZİL Nezleler. * Hâdiseler. Belâlar.

NEVAZİŞ (Nüvaziş) f. Okşayış, iltifat.

NEVAZİŞGÂR f. Gönül alan, okşayan. İltifat eden.

NEVAZİŞGÂRANE f. Gönül alarak, okşayarak, iltifat ederek.

NEVB Yakınlık. * İsabet.

NEVBAHAR f. İlkbahar.

NEVBAHAR-I ÖMR Ömrün ilkbaharı.

NEVBAHARÎ f. İlkbaharla ilgili.

NEVBAVE f. Yeni yeşillik. * Turfanda yemiş. * Hediye, armağan.

NEVBE (C.: Nüveb) Nöbet.

NEVBENEV f. Tâzeden tâzeye. Yeniden yeniye.

NEVBER f. Turfanda meyve. * Memeleri yeni belirmeye başlamış kız.

NEVBET Nöbet, sıra. Sıra ile görülen iş.

NEVBETÎ f. Mehter başı.

NEVBET-ZEN f. Belirli vaktin geldiğini bildiren, nöbet çalan.

NEVBÜNYAN f. Yeni yapılı, yeni yapılmış.

NEVBÜRİDE f. Yeni koparılmış, yeni kesilmiş.

NEVCAH f. Bir makama veya memuriyete yeni geçmiş olan. * Tahta yeni oturmuş (padişah).


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   124   125   126   127   128   129   130   131   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin