Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə52/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   181

GERMA-PEYMA f. Sıcaklık ölçeği. Termometre.

GERMÎ f. Hararet, sıcaklık, kızgınlık.

GERMİYYET Sıcaklık, hararet. Ateşli ve hızlı çalışma.

GERM-MEND f. Acele eden, aceleci.

GERM-RAN f. Atı çok süren, hızlı at süren.

GERM-ÜLFET f. Görüşmesi hararetli olan, hararetli ve sıkı-fıkı görüşen.

GERM Ü SERD Sıcak ve soğuk. * Darlık genişlik, iyilik kötülük, acı tatlı.

GERZİŞ f. Zulümden şikâyet etme.

GESTÎ f. Çirkinlik.

GEŞ Edâ ve naz yaparak yürüme. * Lâtif, hoş, güzel.

GEŞT Seyretme, dolaşma, gezme, tenezzüh. * Geçme.

GEŞT Ü GÜZÂR Gezip tozma, gezme.

GEŞTE f. "Gezmiş, dolaşmış, dönmüş" anlamlarına gelerek birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Ber-geşte $ : Altüst olmuş. Ser-geşte $ : Başı dönmüş.

GEV (C.: Gevân) f. Yiğit, bahadır, kahraman.

GEVAH (Bak: Güvah)

GEVAHÎ (Bak: Güvahî)

GEVAN (Gev. C.) Kahramanlar, yiğitler.

GEVAR t. Ark. Bahçeleri sulamak için çayırdan ufak bir arkla alının kol.

GEVARE (Gehvâre) Beşik.

GEVÇ f. Ağaç zamkı.

GEV-ÇAH f. Dibi görünebilen pek derin olmayan alçak kuyu.

GEVDEN f. Sersem, ahmak, şaşkın, anlayışsız.

GEVEN t. Çalı. Dikenli ve bir karış kadar boyunda bir nebat. Aslı Gevân'dır.

GEVHER f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. * Noktalı olan harf.

GEVHER-İ PEND Nasihat küpesi.

GEVHER-BAR f. Cevher yağdıran.

GEVHER-EFŞAN f. Cevher saçan.

GEVHER-FÜRUŞ f. Cevherci, kuyumcu, sarraf.

GEVHERÎ f. Kuyumcu, cevherci.

GEVHERÎN f. Mücevher gibi. * Mücevherli.

GEVHER-NİSAR f. Cevher serpen. * Mc: Düzgün konuşan, güzel söz söyleyen.

GEVHER-NİŞİN f. Cevherlerle süslenmiş.

GEVHER-PAŞ f. Mücevher saçan. * Mc: Çok güzel ve düzgün konuşan.

GEVHER-ŞİNAS f. Cevherden anlıyan, cevherci, kuyumcu.

GEVHER-TAB f. Altun ve mücevherlerle işlenmiş kadın eşarbı.

GEVSALE f. Bir yaşına girmiş sığır yavrusu.

GEVZ f. Ceviz.

GEYLANÎ Seyyid Abdulkadir-i Geylanî, Gavs-ül A'zam, Gavs, Kutub gibi mecâzi nâm ile bilinen bu zât (Hi: 470-561) yılları arasında yaşamış ve Kadirî Tarikatının müessisidir. Müteaddid müridlerinden bir çoğu sonradan veli olarak meşhurdurlar. Derslerinin te'siriyle birçok Hristiyan ve Museviler Müslüman olmuşlar, ruhâni feyze ermişlerdir. Aktab-ı Erbaa'dan sayılır. (R.A.)

GEZ f. Arşın, endaze. * İlgın ağacı. * Okun çentiği. * Tâlim için yapılmış kısa ok.

GEZA f. Isırıcı, ısıran.

GEZEND f. Musibet, belâ, felâket, âfet. * Elem, keder, hüzün. * Zarar, ziyan.

GEZİDE f. Isırılmış, dişlenmiş.

GIBB Nihayet, son, netice. * İki günde bir. Gün aşırı. * -den, -dan, sonra mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.

GIBB-ED DUÂ Duâdan sonra.

GIBB-EŞ ŞEHÂDE Şâhitlikten sonra.

GIBB-ET TAHKİK Tahkik ettikten sonra.

GIBBEN Nâdiren, seyrek, arasıra.

GIBTA İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.

GIBTA-ÂVER f. Gıbta ettiren, imrendiren.

GIBTA-FERMÂ f. Gıpta verici, imrendirici.

GIBTA-KEŞ f. İmrenen, gıpta eden.

GIBTA-RESÂ f. İmrendirici, gıpta ettirici.

GIDA Besleyici madde. Vücuda lâzım olan yenecek ve içilecek şeyler. * Kuşluk vakti yenen yemek. * Zihni ve kalbi olgunlaştıracak Kur'an ve iman ilmi ve Allah'a ibadet ve taat.

GIDA-YI RUH Ruhun gıdası.

GIDAÎ Gıda olabilen. Gıda cinsinden.

GIFARE Kat kat bulut. * Başa örtülen bez parçası. * Yama.

GILAB Birbirine galip olmasını dilemek.

GILAF Kın. Kılıcın kılıfı. Bir şeyin üzerinin örtüsü.

GILAF-I LATİF Lâtif örtü.

GILAF-I SEYF Kılıç kını.

GILAL (Bak: Galâl)

GILALE (C: Galâyil) Zırh altına giyilen kısa gömlek. * Küçük kaftan zıbını.

GILAZ Yoğunluk, koyuluk.

GILAZ (Galiz. C.) Şedid. Sert. Kalın ve kaba şeyler.

GILBIT Taşsız yer.

GILDIRGIÇ Mücellit ıstılahlarındandır. Kitapların kenarlarını kesmeğe mahsus, rende biçiminde bir âlettir.

GILK Acip ve garip. * Zahmet, meşakkat, güçlük.

GILL Düşmanlık, garaz ve adavet, gizli kin ve haset.

GILLİM Cimâı şiddetle arzu eden.

GILL U GIŞ Aklın muhtelif fikirler üzerinde kararsızlığı. * Gönül darlığı. * Kin ve hile. Hıyanet ve adavet.

GILMAN (Gulâm. C.) Bıyığı yeni bitmiş gençler. * Cennet'te hizmet gören delikanlılar. * Köleler, esirler.

GILMAN-I ENDERUN Tar: Topkapı Sarayı (Yenisaray) iç oğlanları hakkında kullanılan bir tabirdir. Bunlar derece ve hizmet itibariyle başka başka odalara ayrılmışlardı.

GILMAN-I HASSA Tar: Padişahların hususi köleleri. Bunlara ilk zamanlarda "İç oğlanları", daha sonları da "İç ağaları" da denilirdi. Bunlar, "Enderun-u Hümayun" denilen ve sarayın Babussaade'den içeride bulunan kısmında hizmet ederler; derece ve hizmet itibariyle başka başka odalarda otururlardı. Bu odalar; Büyük ve Küçük Odalar, Doğancı Koğuşu, Seferli Odası, Kiler Odası, Hazine Odası adlarını taşırlardı.

GILMAN Ü CEVARÎ Köleler ve cariyeler.

GILME (Gulâm. C.) Delikanlılar, gençler. * Esirler, köleler.

GILT Akdolunan pazarlığı bozmak.

GILZET Kabalık, sertlik. * Kalınlık, galizlik.

GILZET-İ MİZAC Huy ve mizac sertliği.

GIMAR (Gamr. C.) Gaflet. Cehalet. Şiddetler. Çok su. Büyük denizler. * (Gımr. C.) Çok susuzluk. * Kin tutma.

GIMD (C.: Agmâd) Kılıf, kın, mahfaza. * Bakla, bezelye, fasulya ve benzerleri gibi şeylerin kabuğu.

GINA Zenginlik. Yeterlik. * Tok gözlülük. * Mülâki olmak. Bir kimseye dostluğunda devamlı olmak. * Bıkma, usanç. * Şarkı söylemek. Teganni etmek.

GIRA (Garrâ) Tutkal.

GIRAJOVA ATEŞİ Tar: Eskiden kale müdafaalarında hücum edenlere karşı ve deniz savaşlarında düşman gemilerini tutuşturmak için kullanılan ve su ile sönmeyen bir cins ateş. Balmumu, kükürt, ispirto, kâfuru karmasından ibarettir. Bu ya doğrudan doğruya tutuşturulur veya buna batırılmış yuvarlak yün parçaları ateşlenerek atılırdı.

GIRANDİ DİREĞİ Geminin ortasındaki en büyük direk. Bu yekpâre olmayıp üst üste dört direkten mürekkepti.

GIRAR Devenin sütünün azalması. * Az uyku. * Miktar. * Cihet, Misâl. * Yol. * Birbiri ardınca olmak. * Her nesnenin kenarı. * Büyük kıl çuval.

GIRAS Ağaç budağı. * Ağaç dikecek vakit.

GIRBAL (C.: Garâbil) İri delikleri olan elek, kalbur.

GIRBAN (Gurâb. C.) Kargalar.

GIRBIN Selin getirdiği çamur.

GIRBİL Havuzun dibinde kalan balçıklı su. * Bardak ve şişenin dibinde olan tortu.

GIRGIRA (C.: Garâgır) Yaban tavuğu.

GIRÎV f. Bağırma, feryat etme, çığlık atma, bağrışma.

GIRIZÎ (Bak: Gariziye)

GIRK Çok, kesir.

GIRKÎ Yumurta kabuğu.

GIRNEVK (C: Garânik-Garânika) Su kuşlarından boynu uzun bir kuş. Telli turna. Kuğu kuşu.

GIRR İşten anlamayan ahmak kişi.

GIRRE Gaflet. Boş bir şeye aldanan. * Tevbeyi sonraya bırakıp, aldanan. Övünen, gururlu. Gâfil. İşe yaramaz.

GIRS (C: Egrâs) Dikilmiş ağaç. * Çocukla birlikte anadan çıkan ince deri.

GISLÎN Yara yıkandığında içinden çıkan irinli ve kanlı su. * Cehennem ehlinin etleri ve kanlarının yıkandığı nesne.

GIŞA Örtü, perde. * Zar. Deri. Kabuk. * Üst tabaka. * Zarf. Mahfaza.

GIŞA-YI TABLÎ Tıb: Kulak zarı.

GIŞAŞ Az, kalil. * Evmek, acele.

GIŞAVET Göz kararmak. * Körlük yapan perde. Kabuk. * Baş örtüsü.

GIŞŞ Hıyânet etmek, hâinlik yapmak. * Yaramaz olmak. * Saf olmayıp karışık olmak.

GIŞYAN Bürünmek, örtünmek. * Cimâdan kinâye olur.

GITA Örtü. Örtünecek şey. Perde.

GITA-YI BASAR Göz perdesi.

GITA-YI RAKİK İnce örtü.

GITARRES (C: Gatâris) Zâlim, mütekebbir, kibirli kimse.

GITRİF (C.: Gatârif) Başkan, reis. * Asil ve itibarlı kimse. Soylu kişi.

GITRİF Mütekebbir, gururlu, kendini beğenmiş.

GIYAB Görünmemek. Göz önünde olmamak. * Hazırda bulunmamak. * Bilinmeyen şeyler. * Arka. Arkasından.

GIYABE Derinlik, dip.

GIYABEN Bulunmadığı halde. Mevcut ve hazır olmaksızın. * Mahkeme veya duruşmada olmadan.

GIYABÎ Arkasından olarak. Kendi hazır olmadığı halde arkasından. Gayba âit. Gayba mensup ve müteallik.

GIYAR Keçe. * Ehl-i zimmetin nişanı.

GIYAS Medetkâr. Yardımcı. Nusrete yetişen. * Meded. Yardım.

GIYAS-ÜD DİN Dinin intişar etmesine yardımı dokunan kimse.

GIYASA Suya dalmak.

GIYBET Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek. (Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerâhet edip darılacaktı. Eğer doğru dese; zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır. M.)(Gıybet, mahsus birkaç maddede câiz olabilir:Birisi: Şekva suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesâi etmek ister. Senin ile meşveret eder. Sen de sırf maslahat için garazsız olarak, meşveretin hakkını edâ etmek için desen: "Onun ile teşrik-i mesâi etme. Çünki zarar göreceksin."Birisi de: Maksadı, tahkir ve teşhir değil, belki maksadı, târif ve tanıttırmak için dese" "O topal ve serseri adam filân yere gitti."Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yâni fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor; sıkılmıyarak âşikâre bir surette işliyor.İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet câiz olabilir. Yoksa gıybet, nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi a'mâl-i sâlihayı yer bitirir.Eğer gıybet etti veyahut istiyerek dinledi; o vakit $ demeli, sonra gıybet edilen adam ne vakit rast gelse: "Beni helâl et." demeli... M.)

GIYER Halden hale dönmek.

GIZA Gıda, besin. (Bak: Gıda)

GİL f. Su ile ıslanmış toprak, balçık. Lüleci çamuru, kil.

GÎL (C: Guyul) Meşelik ve çalılık yer. * Arslan yatağı. Arslanların bulunduğu yer.

GÎLE f. İki dağ arasındaki yol, vadi. * Şikâyet. * Üzüm tanesi.

GÎLE Bir kimseyi aldatıp bir yere götürüp öldürmek.

GİLİGER f. Duvarcı, sıvacı. * Çamurcu.

GİLLE-MEND f. Şikâyet eden, halinden memnun olmayan.

GİL-ZAR f. Çamurlu yer.

GİN f. Türkçedeki "li, lu, lı" eklerinin karşılığıdır.

GÎNE Leşten akan murdar sarı su.

GÎR f. (Giriften) "Tutmak, yakalamak" mastarının emir köküdür. Türkçedeki: yapan, tutan, tutucu, dağılan, yayılan gibi mânalara gelir. Kelimenin sonuna eklenir.

GÎRA f. Müessir, te'sir eden, tutucu.

GÎRA-GİR f. Tutan tutana.

GİRAMÎ f. Muhterem, aziz, hürmete değer. * Ulu, büyük.

GİRAN f. Pahalı. Tartısı ağır olan. Ağır. Dolu. * Sert. Katı. * Bıktırıcı. Usandırıcı.

GİRAN-BAHA f. Kıymet ve pahası çok olan.

GİRAN-BAR f. Meyvesi çok olan ağaç. * Ağır yüklü. * Gebe insan veya hayvan. * Zengin, gani.

GİRAN-CAN f. Ağır kanlı, ağır hareketli, can sıkıcı (adam).

GİRAN-CANÎ f. Can sıkıcılık.

GİRAN-DEST (C.: Girandestân) f. İşini ağır yapan kimse. Eli ağır kişi.

GİRAN-DESTMAYE f. Zengin, gani. Sermayesi ve malı mülkü çok olan. * Mârifetli, mahâretli, hünerli.

GİRAN-DUD f. Duman, sis. * Kara bulut.

GİRAN-GUŞ (C.: Giranguşân) f. Sağır, kulağı ağır işiten.

GİRAN-GUŞÂNE f. Sağırcasına.

GİRAN-HAB f. Uykusu ağır olan adam.

GİRAN-HAR f. Obur, çok yiyen.

GİRAN-HATIR f. Canı sıkılmış, gücenmiş.

GİRAN-HUY f. Fena mizaçlı. Kötü huylu.

GİRANÎ f. Ağırlık, sıklet.

GİRAN-KADR f. Kadr u itibar sahibi. Hürmet edilen kimse.

GİRAN-KÎSE f. Cimri, hasis, pinti.

GİRAN-MAYE f. Kıymetli ve değerli olan şey.

GİRAN-RİKAB f. Ciddi ve vakur kimse. * Harpte düşmana saldıran, azimli kişi.

GİRAN-SAYE f. Yüksek makam ve mevki sahibi. * Ordu kumandanı.

GİRAN-SENG f. Ağır başlı kişi. Ciddi ve vakar sahibi kimse. * Sabırlı, kanaatkâr.

GİRAN-SER (C.: Giranserân) f. Mağrur, kibirli, gururlu, kendini beğenmiş.

GİRAN-SERÎ f. Kibirlilik, mağrurluk, enaniyetli oluş, kendini beğenmişlik.

GİRAN-SEYR (C.: Giranseyrân) f. Hareketleri ve yürüyüşü ağır olan.

GİRAN-SİRİŞT (C: Giransiriştân) f. Tembel, ağır tabiatlı, ağır kanlı.

GİRD f. Yuvarlak.

GİRDAB f. Suların dönerek çukurlaştığı yer. * Tehlikeli yer. Mühlike. Tehlikeli yer ve zaman.

GİRDA-GİRD f. Fırdolayı, çepeçevre.

GİRD-ALUD f. Toz toprak içinde kalmış, toza bulanmış.

GİRDAR f. Meşgale, meşguliyet. * Tarz, âdet, yürüyüş.

GİRDE f. Yuvarlak, değirmi. * Evvelce yahudilerin, müslümanlardan ayırd edilebilmeleri için, omuzlarına diktikleri sarı renkte bir parça. * Açılmış yufka. * Yuvarlak yastık. * Gr: Bütün, hepsi, tamamı.

GİRDEBAN f. Gözcü, gözetici.

GİRD-GÂR f. Allah.Yaratıcı. Kudret sahibi. (Bak: Kird-gâr) GİRDİBAD $ : (Gird-bâd) f. Kasırga. Yel çevrintisi. Tehlike. Girdap.

GİRDU f. Ceviz.

GİRE (C: Guyer) Diyet.

GİRGİN Her yere sokulan, herkesle görüşen, sokulgan. * Mensub, alâkalı, müteallik.

GİRÎBAN f. Elbise yakası.

GİRÎBAN-ÇÂK f. Yakası yırtık. * Mc: Kederli, hüzünlü, üzüntülü.

GİRÎBAN-GİR f. Yaka tutan.

GİRÎBANÎ f. Bir çeşit gömlek.

GİRİFT f. Yakalama, tutma. * Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık. * Motifleri birbirine girik ve içiçe geçme olan tezyinat tarzı. Buna aynı zamanda arabesk de denilir. * Türk musikisinin nefesli sazlarından olup, bugün unutulmak üzeredir. Ney'e benzer. Girift çalana "Giriftzen" denilir.

GİRİFTAR f. Tutulmuş. Yakalanmış.

GİRİFTE f. Yakalanmış, tutulmuş. * Bir hastalığa mâruz kalmış, hastalığa yakalanmış. * Esir.

GİRİFTE-DEM f. Nefesi tutulmuş.

GİRİFTE-GÎ f. Tutkunluk. * Hastalık hali. * Esirlik.

GİRİFTE-HÂTIR f. Gücenik, kırgın.

GİRİFTE-LEB (C: Giriftelebân) f. Dudağı tutulmuş. * Mc: Sessiz, sakin (kimse).

GİRİFTE-SER f. Aklı fikri dağılmış kimse. Dalgın kişi.

GİRİFTE-ZEBAN Kekeme, dili tutuk.

GİRİH f. Bağ, düğüm.

GİRİH-BEND f. Bağcı, düğümcü. * Uçkur.

GİRİH-BÜR f. "Düğüm kesen". Yankesici.

GİRİHÇE f. Küçük düğüm, düğümcük.

GİRİH-GÎR f. Düğümlü, dolaşık.

GİRİH-KÜŞA f. Düğüm açan, bağı çözen. * Mc: Müşkülâtları yenen, zorlukları halleden.

GİRİS(E) f. Oyun, hile, dalavere.

GİRİŞME f. İşve, naz, cilve. Gözle kaşla işaret.

GİRİT MADALYASI Tar: Biri Sultan Aziz diğeri Sultan II.Abdülhamid devrinde olmak üzere ihdas olunan madalyalar. Her ikisinin de altun ve gümüş olmak üzere iki türlüsü vardı. Girit işinde hizmeti görünen devlet ricaline altun, ikinci derecedeki memurlarla halka, gümüş olanı verilirdi. (O.T.D.S.)

GİRİVE (Girve) f. Çıkmaz yol. Çıkmaz sokak. * İçinden çıkılması müşkül olan durum.

GİRİZGÂH (Bak: Gürizgâh)

GİRİZİYE (Bak: Gariziye)

GÎRUDAR f. Savaş, muharebe, cenk, cidâl, kavga.

GİRYAN f. Gözyaşı döken. Ağlayan.

GİRYE f. Gözyaşı.

GİRYE-İ ŞÂDÎ Sevinçten dolayı olan ağlama. Sevinç gözyaşı.

GİRYE-BAR f. Gözyaşı döken, ağlayan.

GİRYE-DAR f. Ağlamış, göz yaşı dökmüş.

GİRYE-ENGÎZ f. Ağlatacak sebep, ağlamaya sebep olan.

GİRYE-FEŞAN f. Acıklı acıklı ağlayan, gözyaşı saçan.

GİRYE-FEZA f. Çok ağlatan, ağlamayı artıran.

GİRYE-KÜNAN f. Gözyaşı dökerek, ağlayarak.

GİRYE-MEŞHUN f. Gözyaşı ile dolu.

GİRYE-NAK f. Ağlayan, gözyaşı döken. Ağlayıcı.

GİRYENDE f. Ağlayan, gözyaşı döken.

GİRYE-NÜMUD f. Ağlar gibi görünen, ağlamışa benziyen.

GİRYE-PAŞ f. Ağlayan, gözyaşı döken.

GİRYE-PERVERD f. Ağlatıcı, gözyaşı döktüren, ağlamayı getiren.

GİRYE-RÎZ f. Gözyaşı döken, ağlayan.

GİRYE-ZAR f. Oturup ağlanılan, gözyaşı dökülen yer.

GÎSU f. Uzun saç, omuza dökülen saç.

GÎSU-BEND f. Saç örgüsü, saç bağı. * Altundan yapılmış kadın tarağı.

GİŞ f. Kalb, yürek.

GİŞE Fr. Tren istasyonu, vapur iskelesi ve mağaza gibi yerlerde bilet veya paranın alınıp verildiği yer.

GÎTÎ f. Âlem, dünya.

GÎTÎ-BAN f. Hükümdar, padişah.

GÎTÎ-FÜRÛZ Dünyayı aydınlatan.

GÎTÎ-NEVERD f. Dünyayı gezen, dünyayı dolaşan.

GÎTÎ-NÜMA f. Dünyayı gösteren, cihanı gösteren.

GÎTÎ-SİTAN f. Dünyayı zapteden, cihangir.

GİYA(H) f. Nebat, bitki.

GİYA-ZAR f. Çayır, çimenlik, otluk.

GİYOTİN Fr. Eskiden Fransa'da idam cezalarının infazı için kullanılan, kafa kesmeye yarar âlet.

GİZLİK f. Uzun saplı kalemtraş. * Bıçak, çakı, kılıç gibi şeylerin keskin olan tarafı.

GLADYATÖR Eskiden Roma sirklerinde vahşi hayvanlarla veya birbirleriyle boğuşan kimse.

GOLFSTRİM ing. Atlas Okyanusunda, Meksika Körfezinden başlayarak Norveç kıyılarından Avrupa Rusyası'nın kuzey kıyılarına kadar gelen ılık bir deniz akıntısı.

GONCE f. Gonca. Tomurcuk. Çiçeğin açılmamış durumu.

GONCE-İ ÂB Yağmur yağarken suyun yüzünde meydana gelen kabarcık.

GÖDEN Kalın barsağın son kısmı.

GÖKDELEN t. Yirmi veya daha çok katlı bina.

GÖN Tabaklanmış deri, her çeşit meşin, sahtiyan vesaire.

GÖNDER Tar: Seferde ordunun ve ileri gelen vezir ve diğer devlet ricalinin atlarına bakmak ve sair zamanlarda ise has ahır ve çayır hizmetlerinde kullanılmak üzere gayr-ı müslimlerden ve hasseten Bulgarlardan tertip edilmiş bir sınıf olan voynukların her mıntıkada iki, üçü ve dördü hakkında kullanılır bir tâbirdir. * Ucuna birşey takılan uzun sopa veya sırık. Kullanış şekline göre isim alır: Bayrak, sancak gönderi. * Çift sürerken öküzleri dürtmekte kullanılan ucu iğneli uzun sopa. * Sancak çekmek için geminin kıç tarafındaki direğe gönder denildiği gibi, mavnayı yürütmek için kıyıya veya suyun dibine dayatılan sırığa da gönder adı verilir.

GÖTÜRÜ Tartı veya ölçü ile olmayarak, toptan ve kesin olan.

GÖYNÜK Arpa torbası. * Ufak süt kabı. * Kıldan yapılmış yoğurt torbası.

GÖZ BOYAMAK t. Mc: Aldatmak, hileye düşürmek.

GÖZDAĞI t. Mc: Birini istenilen yola getirmek için samimi olmayan şiddet gösterişleriyle korkutmak ve tehdit etmek.

GRAFİK yun. Bir hâdisenin gidişatını göstermek, birkaç şey arasında karşılaştırma yapmak için çizgi ve şekillerle yapılan rakamlı cetvel.

GRAMER Fr. Cümlelerin, kelimelerin, hecelerin ve harflerin hallerinden bahseden ilim. Dil bilgisi.

GRANİT Fr. Jeo: Muhtelif renklerde çok sert bir çeşit taş.

GREV Fr. İşçilerin isteklerini işverene kabul ettirmek için, işlerini hep birlikte bırakmaları.İslâmiyette işçi hakları çok ciddi korunmakla beraber, grev ve benzeri hareketlere başvurulması istenmez. Çünki grev, millî gelire zarar verdiği gibi, sosyal grupları doğurmakla boğuşmalarına ve dolayısıyla da millî huzura zarar getirir. Grev, daha çok kapitalist sistemlerin "Hak, kuvvettedir" şeklinde ifade edilen Avrupa'nın medeniyetindeki olumsuz düsturlarının bir sonucudur. Ve bir işçinin işverenle iktisadî müsabaka edemediğinden, işçiler birliği kurulmasıyla işverene karşı güçlü olmasına kapitalist sistem itiyor. Halbuki İslâmda kişi, kendi küçük gücüyle başbaşa bırakılmamıştır. Çünki "hak kuvvettedir" kaidesinin yerine; İslâm, "kuvvet haktadır" der. İşçi haklı ise, devletin gücü işçinin yanında olur. Bununla beraber İslâm, müsbet müsabaka prensibini de kaldırmaz. Ancak taraflar arasında hukuk ve adaletle nezaret eder.

GU(Y) "Diyen, söyleyen" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Rast-gu $ : Doğru söyleyen. Suhan-gu $ : Söz söyleyen, konuşan.

GUBAR Toz.

GUBAR-ÂLUD f. Tozlanmış, toza bulanmış. tozlu.

GUBARE f. Sığır ağılı, mandıra. * Sığır sürüsü.

GUBARÎ Eski harflerle yazılan bir çeşit ince yazı. Bu isim Arapça toz demek olan gubardan alınmıştır. Yazı, toz gibi ince yazıldığı için bu adı almıştır. Eski Türk devletlerinde güvercin postalarıyla gönderilen mektuplar bu yazı ile yazılırdı. (O.T.D.S.)

GUBBE Tavşancıl kuşunun yavrusu.

GUBEYRA Yaban iğdesi. * Habeş vilâyetinde darıdan yapılan bir cins şarap.

GUBRE Toprak renkli olmak.

GUBŞE Toprak renkli omak.

GUCME Kabın dibinde kalan su.

GUDAF (C.: Gudfân) Kuzgun.

GUDAT Ayıp, zillet, noksanlık. * Ter u taze olmak.

GUDDE Tıb: Bez. Vücudun muhtelif yerlerinde, hususan boyunda bir nevi vücuda lazım su çıkaran depocuk. Şiş.

GUDDE-İ ARAKIYYE Ter bezi.

GUDDE-İ LUÂBİYE Tükrük bezi.

GUDDE-İ MİDEVİYE Mide bezi.

GUDDE-İ NEKFİYYE Tıb: Kulak memesinden çeneye kadar olan kısımda bazan ufak ufak meydana gelen bezler.

GUDDE-İ TAHT-EL LİSAN Dilaltı bezi.

GUDEK f. Çocuk, tıfl.

GUDEKÂNE Çocukçasına.

GUDRUF (C.: Gadârıf) Kıkırdak, kıkırdak kemiği.

GUDRUF-U HALKAVÎ Tıb: Kıkırdak halka.

GUDÜVV Sabah vakti. * Sabahleyin bir şeye başlamak.

GUDVE (C: Gudevât) Sabah namazı vakti ile güneşin doğuşu arası.

GUFL Belirsiz, işaretsiz.

GUFR (C: Egfâr) Dağ keçisinin oğlağı. * Hastanın iyi olduktan sonra yine üzülüp hasta olması.

GUFRAN Cenab-ı Hakk'ın günahları affedip örtmesi, rahmeti.

GUFUL Dikkatsizlikten veya şaşırmaktan dolayı bir işte hata yapma.

GUGİRD f. Kükürt.

GUH f. Pislik, necâset.

GUK f. Kurbağa.

GUL f. Safdil, ahmak, bön, sersem.

GUL Boş ve virane yerlerde bulunan ve helâk edici olan bir cin tâifesi. İfrit, hortlak. * Ölüm. * Belâ.

GULAM Genç, delikanlı. Bıyığı henüz bitmemiş genç. * Esir, hizmetçi, köle.

GULAME (GULME) Cima arzusu.

GULAMİYE Tar: Cizye ve diğer vergileri tahsil edenlerin topladıkları paraların hazine veznesine teslim edilişi esnasında cizye veya vergi harç pusulalarının her biri için kendilerine verilen tahsil âidatı.

GULAMPARE Dost, sevgili, mahbup. (Halk ağzında kulampara şeklinde kullanılır.)

GULAN Tadı ekşi olan ilâçlar.

GULANE f. Üstün bir gayretle. Yüksek bir himmetle.

GULAT (Gali. C.) Dinde, mezhebte çok ileri salâbet gösterenler. * Galeyân edenler.

GULAZ Kalın, kaba.

GULET Fr. İki direkli ve yan yelkenli gemi.

GULF (C.: Eglaf) Kılıf. Kışır, kabuk.

GULFE Zekerin sünnet edilecek derisi.

GULGUL(E) Bağrışıp çağrışma. Şamata, gürültü. Velvele. * Ağız tarafı dar olan bir kabdan akan suyun çıkardığı ses.

GULGULE-İ ETFAL Çocukların gürültüsü, çocukların bağrışıp çağrışmaları.

GULL Kelepçe. Suçlunun boynuna veya ayaklarına takılan zincir, pranga.

GULLET Sıcaklık. * Susuzluk harareti.

GULUL Ganimet malında hıyanet etmek.(Gull, mâlî ganimetten gizli birşey aşırmak, emanete hıyanet etmektir ki, ekseriyetle devlet mallarında su-i istimâl de bu türdendir. Resulullah, gululü kebairden saymıştır. E.T.)

GULUMİYYE Cimaa şehveti olan kimse.

GULÜF (Gılâf. C.) Kınlar, mahfazalar, kılıflar.

GULÜVV Ayaklanma. Taşkınlık. * Üşüşme. Hücum. Saldırış. * Edb: Mübalağanın son derecesi. Üçe ayrılan mübalağanın diğer iki derecesinden biri tebliğ, öteki iğraktır. Aşağıdaki parçada mübalağa gulüv derecesindedir: Gökler gürüldese, şimşekler çaksa Volkanlar fışkırsa, lâvları aksa,Kıyısız denizler kabarsa, coşsa,Coşkun dalgaları birden tutuşsa, Yerden gökyüzüne alevler ağsa,Gökten yeryüzüne yıldızlar yağsa,Arzın içindeki ateş patlasa,Küreler yarılsa, feza çatlasa,Bir yürek bulunur, korkudan beri,Anladın mı kimdir o? Türk Askeri.

GULÜVV-İ ÂMM Genel ayaklanma, umumi isyan.

GULV Haddini tecavüz etmek, haddini aşmak. * Yiğitlik zamanının evveli ve sür'ati.

GULYABANİ İnsanı felâkete attığına itikad edilen vahşi bir mahluk ismi.

GUMA Hava bulutlu olduğundan ayın görünmemesi.

GUMGUME Nâra. * Avaz, ses.

GUMME Tasa, keder. * Kırba, tuluk gibi şeylerin derinliği. * Belirsiz mühim nesne.

GUMR (C: Agmâr) Bön, ahmak kişi. Gafil kimse.

GUMRE Kadınların yüzlerine örttükleri kırmızı bez. * Küçük kadeh.

GUMUM (Gamm. C.) Tasalar, kederler, dertler, kaygılar, hüzünler.

GUMUZ Sözün kapalı ve karışık oluşu.

GUN f. Tarz, gidiş, sıfat. * Renk.

GUNA-GUN f. Türlü türlü, renk renk. Alaca.

GUNC Eda, naz, kırıtma, cilve.

GUNE f. Tarz, gidiş, yol, tarz. Sıfat.

GUNE GUNE f. Türlü türlü, çeşit çeşit, renk renk.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin