Bu gerçeğin çıplak gözle bile değerlendirilebilecek olan olgusal göstergeleri var artık. Herşeyden önce teorik temelimiz ve ideolojik kimliğimiz bunun bir göstergesidir. Hareketimiz, Marksizmin devrimci teorisine, marksist teorinin devrimci temeline büyük bir sadakat göstermiştir. Bunu tamamlayan bir tutum olarak, tam da marksist yöntemin gereklerine uygun yaratıcı bir yaklaşım içinde hareket edilmiş ve bu sayede hareket ideolojik cephede kendini üretmeyi başarmıştır.
Marksist-leninist dünya görüşünün temel ilke ve esaslarına kesin, ortadoksça bir bağlılık ile onun devrimci yönteminin gerçek olgulara ve yeni sorunlara marksist bilimin gereklerine uygun bir tutumla uygulanması -birarada olmaksızın, bu ikisi organik bir ideolojik kimlik olarak cisimleşmeksizin herhangi bir komünist kimlik olanaklı değildir. Bu herşeyin başıdır. Bu, proleter sosyalizmi konumunu tutacak, bu kimliği oluşturup üretecek bir hareket olarak şekillenmenin temel koşuludur. EKİM, doğumunu, yaşama gücünü, en zor bir tarih kesitinde kendini varedebilme yeteneğini, işte herşeyden önce buna borçludur. Bu olmasaydı öteki hiçbir şey olmazdı, olamazdı.
Bu herşeyin başıdır dedim. Bunu demekle, aynı zamanda, hiç değilse niyetler yönünden samimi geleneksel devrimci akımların çarpık şekillenme süreçlerinin gerisindeki temel bir zaafa da işaret etmiş oluyorum. Bu akımlar, teoriye ve gerçek teorik sorunlara, bu çerçevede bir ideolojik kimlik oluşturmanın bu temel önkoşuluna küçümsemeyle bakmayı bir marifet, adeta devrimciliğin bir belirtisi sayabilmişlerdir. Dar bir pratiği ve kısır bir örgütçülüğü kendi içinde yüceltebilmiş, kendi sözümona tutarlı devrimciliklerinin(295)kanıtı sayabilmişlerdir. Oysa bunlar, bu tutum ve yaklaşımlar, tam da kendilerini doğuran küçük-burjuva toplumsal öğeye uygun düşen bir dar kafalılığın, bir dar görüşlülüğün ideal yansımalarından başka bir şey değildir.
Lenin’in sosyalizm tarihinin en büyük devrimci pratikçisi ve örgütçü olduğu konusunda bugün kimse bir kuşku taşımamaktadır. Lenin’in bu üstünlüğünün, tam da teori ile pratik ilişkisini doğru ele almaktan geldiğini de herkes bilir. Fakat bunun ne anlama geldiği ve nasıl başarıldığı üzerine çok kimse doğru dürüst düşünmez. Lenin, 1920’lerde, bizzat önderlik ettiği Bolşevizm geleneğinin deneyimlerini genellerken; Bolşevizmin, başlangıçta, 1903’te, marksist teorinin son derece sağlam temeli üzerinde, bu “kaya gibi temel” üzerinde yükseldiğini söyler.
Peki bu kaya gibi temele sahip olmak, marksist teorinin bazı ilke ve esaslarını kuru kuruya savunmak ya da savunduğunu sanmaktan ibaret olabilir mi? Türkiye’de, geçmişte ve bugün, çok kimse. Lenin’in temel eseri “Ne Yapmalı?”yı kendi dar pratiğini ve onun ürünü mezhepsel örgütlenme pratiğini meşrulaştırmak için kulanmaya kalkmıştır. Çok kimse, bu eseri, “pratik” ve “örgütsel” sorunların ortaya konulduğu bir eser gibi algılanmıştır. Oysa bu eserin ele aldığı pratik ve örgütsel sorunların doğru marksist çözümüne ilişkin temel fikri, tam da “teori”nin ve “teorik çalışma”nın önemi üzerinedir. Zaten konuya da buradan girilir. Ekonomizmin, kendiliğindenci akımın, onun öteki yüzü olan “eleştiri özgürlüğü”nün, tam da devrimci teorinin, onun gereklerinin küçümsenmesinden doğduğu belirtilir. Bu eserde, devrimci teori olmadan devrimci pratik, dolayısıyla devrimci siyasal ve örgütsel kimlik olmaz, denir. Gerçek sorunları, yeni gelişmeleri ele alan ciddi bir devrimci teorik çalışma olmaksızın, hareketin başarılı bir büyümesinin olanaksız olduğu vurgulanır. Lenin, burada, “Teorik Mücadelenin Önemi Konusunda Engels" başlığı altında, Engels gibi bir otoriteyi tanık gösterir. Marksist dünya görüşünün her şeyden önce “bir öğreti değil, ama bir yöntem” olduğunu sık sık hatırlatmış olan Engels gibi bir teorik otoriteyi kendine dolaysız dayanak yapar. Engels’in, teorik sorunlara hakim olmanın önemi,(296)“geleneksel lakırdıların etkisinden” kurtulmanın gerekleri, sosyalizmin, sosyalist dünya görüşünün bir bilim olarak ele alınması ve indelenmesi üzerine görüşlerine dayanır. Zira marksist teorinin sağlam zeminine kavuşmak, onu “kaya gibi” temeline oturtmayı başarabilmek ancak bununla olanaklı olabilirdi. Bugün de ancak bununla olanaklı olabileceğini bizzat geleneksel devrimci akımların olumsuz ve başarısız deneyimleri bize göstermektedir.
Hareketimizin üstünlüğü, geleneksel akımlardan temel önemde bir farkı, işte bunun bilincinde olmak olmuştur. Kaldı ki zaten doğumunu ve başarılı şekillenmesini bizzat buna borçludur. Peki bunu başarmak kolay bir iş miydi? Sorunun yanıtı için ortaya çıktığımız döneme bakabiliriz. Bu bir yenilgi sonrası dönemdi ve dünyadan, çok geçmeden ‘89 çöküşüyle yeni bir ivme kazanacak olan, çok güçlü bir liberal sol rüzgar esiyordu. Bunun karşısında geleneksel solda egemen iki temel eğilim vardı. Ya yenilginin düzlediği zeminde uluslararası liberal sol dalgadan da güç alarak sosyalizmin, marksist dünya görüşünün tüm devrimci özünü boşaltmak yoluna gidiliyordu, ya da Marksizm adına benimsene- gelmiş bazı kalıplara ve formüllere dogmatik bir tutumla sarılma yoluna gidiliyordu. Yani bir yanda ölçüsüz bir liberal savrulma, öte yanda cansız ve kuru bir dogmatik tutum. Dönüp gelişme dönemimizinin tartışmalarına ve değerlendirmelerine bakın; EKİM bu iki tutuma karşı mücadele içinde gelişmiştir. Çözümü; Marksizmin devrimci özünü ve bu özden ayrı kavranamayacak devrimci yöntemine sıkı sıkıya bir bağlılıkta bulmuştur. Bir başka ifadeyle, marksist dünya görüşünün temel esaslarına sağlam bir bağlılık ile bunu sorunlara uygulanmasında düşünsel bir ataklığı bir arada göstermiştir. Ve daha kritik bir nokta; devrimci bir konumda tutarlı bir biçimde tutunmanın bundan başka bir yolu olmadığı hep önemle vurgulanmıştır. Geleneksel devrimci akımlara egemen dogmatik katılığın, koşulları oluştuğunda çözülüp reformizm ve liberalizme dönüştüğü somut eleştiri içinde gösterilmiştir. Şu son on yıldaki örgütler, çevreler ve insanlar mezarlığına baktığımızda, bu çok “katı” ve dogmatik görünenlerin bir kısmının çok geçmeden soluğu tüketip düzene kapaklandıklarını görüyoruz.(297)