Hz. Peygamber (s.a.a) Öğleyle İkindi ve Akşamla Yatsı Namazını Cem ve Tefrik Ediyordu
Davetçi: Önce şunu söyleyeyim, beyler de (meclisteki alimlere işaret) biliyorlar ki fer’î meselelerde alimler arasında ihtilaf çoktur. Nitekim sizin dört mezhep imamlarınız arasında da çok ihtilaflar vardır.
Sonra; “şiaların ameli Resulullah’ın sünnetine aykırıdır” şeklindeki buyurduğunuz söze gelince; meseleyi size yanlış aktarmışlardır. Çünkü O Hazret namazı bazen cem ve bazen de tefrik (ayırarak) eda ediyordu.
Nevvab: (Kendi alimlerine dönüp) “Acaba Resulullah (s.a.a) cem ve tefrik şeklinde mi namaz kılıyordu?” diye sordu.
Hafız: “Ümmetin zahmet ve zorluğa düşmemesi için sadece sefer, yağmur vb. özür zamanlarında böyle yapıyordu. Ama seferde olmadığında namazlarını daima tefrik şeklinde eda ediyordu. Sanıyorum kıble sahip seferi hazar (vatan) sanıp yanılmışlardır.”
Davetçi: Hayır yanılmadım, buna yakinim var; hatta kendi rivayetlerinizde bile varit olmuştur ki, Hazreti Resulullah bazen vatanda ve hiçbir özrü olmaksızın namazlarını cem şeklinde eda etmişlerdir.
Hafız: “Sanıyorum Şii rivayetlerini bizim rivayetlerle karıştırmışsınız.”
Davetçi: “Şia rivayetlerinin bu manaya (namazın cem şeklinde kılınmasına) ittifakları vardır, söz sizin rivayetler hakkındadır; birçok sahih rivayetler sizin sihah ve muteber kitaplarınızda bu babda varide olmuştur.”
Hafız: “Mümkünse onların yerlerini belirtiniz.”
Davetçi: Müslim bin Haccac kendi sihahında “el-Cem-u Beyne’es- Salateyni fi’l Hazar” babında ravilerin silsilesini naklederek İbn-i Abbas’dan şöyle nakletmiştir: “Resulullah (s.a.a), öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazını hiçbir korku ve seferde olmaksızın cem olarak kıldı.”
Yine İbn-i Abbas şöyle nakletmiştir:
“Resulullah’la (s.a.a) sekiz rekat öğleyle ikindi namazını ve yedi rekat da akşamla yatsı namazını cem olarak kıldım.”
Aynı hadisi İmam Ahmed bin Hanbel, Müsned’in birinci cüz’ünde diğer bir hadis de ekleyerek nakl etmiştir; İbn-i Abbas şöyle dedi:
“Resulullah (s.a.a) Medine’de ikamet ettiği halde yolcu olmadığı halde yedi sekiz rekat namaz kıldı (yani öğleyle ikindiyi ve akşamla da yatsıyı cem etti).”
Müslim, bu kabilden bir kaç hadis naklediyor; o yere kadar ki şöyle yazıyor: Abdullah bin Şakik şöyle dedi:
“Bir gün ikindi vaktinden sonra İbn-i Abbas bize hutbe okuyup sohbet ediyordu (konuşması o kadar sürdü ki) güneş battı, yıldızlar çıktı ve halkın; “Es-salat! Es-salat” (Namâz! Namâz!) sesleri yükseldi, ama İbn-i Abbas itina etmedi. Bu esnada Beni Temim’den olan bir kişi yüksek bir sesle; “Es-salat! Es-salat!” diye bağırdı. Bunun üzerine İbn-i Abbas cevaben şöyle dedi:
“Annesiz! Sünneti bana öğretmek mi istiyorsun? (Oysaki ben) Resulullah’ın öğleyle ikindi ve akşamla da yatsı namazlarını cem ettiğini gördüm”
Abdullah diyor ki; onun bu sözünden kalbimde bir vesvese icat oldu, bu yüzden Ebu Hureyre’nin yanına gidip bu meseleyi ona sordum, Ebu Hureyre de onu tasdik etti ve bu mesele İbn-i Abbas’ın söylediği gibidir dedi.
Yine başka bir yolla Abdullah bin Şakik-i Akili’den şöyle naklediyor:
“Abdullah İbn-i Abbas’ın konuşması o kadar uzun sürdü ki, artık hava karardı; bir adam üç defa ard arda; “es- salât” diye bağırdı. Bunun üzerine İbn-i Abbas sinirlenerek şöyle dedi: “Annesiz! Sen mi namazı (bana) öğretiyorsun? Oysaki biz Resulullah’ın zamanında iki namazın arasını cem ediyorduk.”
Yine sizin büyük alimlerinizden olan Zerkani, İbn-i Malik’in “Muvatta” kitabının şerhinin birinci cüz’ünde “el-Cem’u Beyn’es- Salateyn” babında Amr bin Hirem, o da Ebi Şa’sa vasıtasıyla Nesai’den şöyle naklediyor:
“İbn-i Abbas Basra’da öğleyle ikindi ve akşamla da yatsı namazını onların arasında bir fasıla (ara) vermeksizin cem ederek kılıyordu ve; “Resulullah (s.a.a) namazı bu şekilde eda ediyordu” diyordu.”
Yine Müslim Sahih’de, Malik Muvatta’nın “Cem’un Beyn’es Salateyn” babında imam Ahmed bin Hanbel “Müsned”de ravilerin silsilesini naklederek Said bin Cübeyr, o da İbn-i Abbas’dan şöyle dediğini nakletmişlerdir:
“Resulullah (s.a.a) öğleyle ikindi namazını Medine’de hiçbir korku ve yolculuk olmaksızın cem olarak kıldı.”
Ebu Zübeyr şöyle diyor: Said’e; “Neden Peygamber (s.a.a) namazı cem olarak kılıyordu?” diye sorduğumda dedi ki: Ben de aynı soruyu İbn-i Abbas’a sordum, o da cevaben; “Çünkü Peygamber (s.a.a) ümmetinin zorluk ve meşakkate düşmesini istemiyordu” dedi.
Yine bir kaç hadiste İbn-i Abbas’ın şöyle dediğini naklediyorlar: “ Resulullah (s.a.a) öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazını, hiçbir korku ve yağmur olmaksızın (ara vermeden) cem etti.”
Bu babda çok hadisler nakletmişlerdir. Ama namazı cem etmenin caiz olmasına dair daha açık delil “Cem’un Beyn’es Salateyn” ismiyle belirlenen bablardır; cem hadislerini mezkur babda nakletmenin kendisi, namazı cem olarak (ara vermeksizin) kılmanın mutlaka caiz olmasına bir delildir. Böyle olmasaydı o zaman her biri (yani vatanda cem etmek ve yolculukta cem etmek) için özel bir bab ayırmaları gerekirdi. Binaenaleyh, sizin sihah ve muteber kitaplarınızda naklolunan hadisler, namazın hem yolculukta ve hem de vatanda cem olarak kılmanın caiz olmasıyla ilgilidir.
Hafız: Sahih-i Buhari de böyle bir bab ve bu çeşit rivayet yoktur.
Davetçi: Birincisi; Müslim, Nesai ve Ahmed bin Hanbel gibi Sihah sahiplerinin, Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhari’yi şerh edenlerin ve kendi diğer büyük alimlerinizin nakletmeleri hedef ve maksadımız için yeterlidir. İkincisi; Buhari bey de diğerlerin naklettiği rivayetlerin aynısını kendi Sahihinde zikr etmiştir, fakat tam bir kurnazlıkla kendi yeri olan “Cem’un Beyn’es Salateyn” babı yerine başka bir yerde nakletmiştir. Eğer “Tehir’üz- zohr ilel asr min kitab-i mevakit’is salat” ve “Zikr’ul- İşa ve’l Atemet” ve “Vakt’ul- Mağrib” balarını okur dikkat ederseniz bu cem hadislerinin hepsini görmüş olursunuz.
Binaenaleyh, “Cem’un- Beyn’es Salateyn” babında icaze ve ruhsat unvanıyla nakledilen hadisler, Cumhur (Ehl-i Sünnet) alimlerinin akidesidir, kendi sihahlarında bile bu hadislerin sıhhatına ikrar etmişlerdir.
Nitekim Allame Nevevi Sahih-i Müslim’in şerhinde, Askalani, Kastalani ve Zekeriyya-i Ensari Sahih-i Buhari’ye yazdıkları şerhlerinde ve Zerkani Malik’in Muvatta’sına yazdığı şerhte ve sizin diğer büyük alimleriniz hadisleri özellikle İbn-i Abbas’ın hadisini naklettikten sonra onun sıhhatına ve ümmetin meşakkat ve zorluğa düşmemesi için bu hadislerin namazın vatanda cem olarak kılınmasının açık bir delili olduğuna itiraf etmişlerdir.
Nevvab: “Resulullah’dan namazın cem kılınmasına dair bazı hadisler ulaşmasına rağmen alimlerin onun hükmüne aykırı amel yapmaları nasıl mümkün olabilir?”
Davetçi: Resulullah’dan (s.a.a) ulaşan hadislere aykırı amel yapmak sadece bu mevzua mahsus değildir; daha sonraları buna benzer çok şeylerin olduğunu anlayacaksınız. Özellikle bu mevzuda Ehl-i Sünnet’in fakihleri ya dar düşüncelerinden, ya anlamadığım başka bir şeyden dolayı o güvenilir hadisleri, zahire aykırı soğuk tevillerle değerden düşürmüşlerdir. Örneğin şöyle diyorlar: “Şayet bu hadisler korku yağmur ve çamur gibi özür zamanlarına aittir.”
İşte sizin imam Malik, imam Şafii ve Medine alimlerinden bir grup kimseleriniz o tevil üzere fetva vermişlerdir. Halbuki böyle bir akide ve fetvayı, İbn-i Abbas’ın; “Min gayri havfin vela metar...”22 şeklindeki hadisi açıkça reddetmektedir.
Bazıları da şöyle demişlerdir: “Şayet hava bulutlu imiş, vakit iyice bilinmemiş, öğle namazını kıldıktan sonra bulutlar dağılmış, ikindi vaktinin girdiğini görmüşler derken ikindi namazını kılmışlar, işte bundan dolayı öğleyle ikindi namazı cem olarak (ara verilmeksizin) kılınmıştır.”
Bu tevilden daha soğuk bir tevil olduğunu zannetmiyorum. Güya böyle tevil edenler, namaz kılan şahısın Resulullah (s.a.a) olduğunu düşünmemişlerdi. Bulutun olup olmaması Resulullah için bir eser teşkil etmez. Çünkü O Hazretin ilmi, sebeplere bağlı değildi; O Hazret bütün sebep ve eserlere muhitti. Böyle dar düşünceli kişilerin ellerinde hiçbir delil yoktur. Böyle bir tevilin batıllığı akşam ve yatsı namazının cem olmasında sabittir. Çünkü akşam ve yatsı namazında bulutun olup olmamasının hiçbir eseri yoktur; üstelik böyle bir tevil hadislerin zahirlerine de aykırıdır.
Arz ettiğimiz gibi İbn-i Abbas’ın hitabesi o kadar uzun sürdü ki dinleyiciler yüksek bir sesle; “es-salât” diyerek yıldızların çıktığını ve namaz vaktinin yetiştiğini hatırlattılar. Ama bununla birlikte İbn-i Abbas (hibr-i ümmet) kasten akşam namazını yatsı namazının vaktine dek tehir etti; o zaman her iki namazı beraber kıldı. Ebu Hureyre de Resulullah’ın bu şekil namaz kıldığına itiraf etmiştir. -Elbette bu çeşit teviller bizim yanımızda geçersizdir. Hatta sizin büyük alimleriniz de bu tevilleri reddetmişlerdir ve bunları hadislerin zahirine aykırı bilmişlerdir- Nitekim sizin büyük alimlerinizden Şeyh’ul- İslam Ensari “Tuh’fet’ül- Bahri fi Şerh-i Sahih’il- Buhari” kitabında, “Salat’üz- Zohr Meal Asr-i ve’l Mağrib-i Meal İşa” babında, aynı şekilde Allâme-i Kastalani “İrşad’üs- Sari fi Şerh-i Sahih-i Buhari” kitabının ikinci cüz’ünde, Sahih-i Buhari’yi şerh eden diğer kimseler ve kendi araştırmacı alimlerinizden çok sayıda insanlar bu çeşit tevilleri hadislerin zahirine aykırı bilmişlerdir. Namazın tefrik (ayrı) olarak kılınmasının gerekliliğine bağlılık, tercih’un- bila müreccih ve tahsis’un- bila muhassıstır.23
Nevvab: Öyleyse bu iki grup Müslüman kardeşin birbirinin canına düşmesine, adavet gözüyle birbirlerine bakmasına ve birbirlerinin amellerini kötülemesine sebep olan bu ihtilaflar nereden doğmuştur?
Davetçi: Birincisi; “Bu iki grup Müslüman birbirlerine adavet gözüyle bakıyor” dediğiniz söze gelince Ehl-i Beyt ve risalet hanedanının şialar cemaatını savunmak zorundayım. Çünkü Şia cemaatı kesinlikle Ehl-i Tesennün kardeşlerin alim ve avamına adavet ve hakaret gözüyle bakmıyoruz, hatta onarı kendi kardeşlerimiz biliyoruz. Ama maalesef Ehl-i Tesennün kardeşler yabancı, havaric, nevasib ve Emevilerin propagandaları etkisinde kalarak kıble, kitab, nübüvvet, bütün farz ve müstahap ahkama amel etmek, büyük günah ve masiyetleri terk etmek yönünde kendileriyle ortak olan Şia kardeşlerini Rafızî, müşrik ve kafir bilmiş onları kendilerinden ayırmış ve adavet gözüyle onlara bakmışlardır.
İkincisi; “Bu ihtilaflar nereden doğmuştur?” diye buyurdunuz; yanık kalple arz etmem gerekir ki bu ihtilafın temelini atanın Allah canını yaksın. Şimdi bu çeşit ihtilafların nereden kaynaklandığını arz edecek bir vaktimiz yoktur. İnşaallah sonraki geceler bazı münasebetler dolayısıyla perdeler kalkacak o zaman kendiniz hakikatin ne olduğunu anlayacaksınız.
Üçüncüsü; namazın cem ve tefrik şeklinde kılınmasına gelince, Ehl-i Sünnet fakihleri mutlaka ruhsat ve cevaza (caizliğe) delalet eden mezkur hadislerin, ümmetin rahatlığı ve zorluğa düşmemesi için özürlü zamanlara ait olduğunu söylemişlerdir. Ama bilmiyorum onlar ne için böyle soğuk yorumlar yapıyor ve özür olmaksızın namazların cem kılınmasını caiz bilmiyorlar. Hatta Ebu Hanife ve ona tabi olanlar gibi onlardan bazıları namazı cem olarak kılmayı mutlaka (ister özürlü ister özürsüz, ister vatanda isterse yolculukta olsun) men etmişlerdir.
Ama Şafii, Maliki ve Hambeliler bütün usul ve füruda ihtilafları olmalarıyla birlikte, hac, umre vb. gibi seferi mubah olan yerlerde namazın cem olarak kılınmasına izin vermişlerdir.
Ama Şia alimleri Resulullah(s.a.a)’in buyruğu gereğince hak ve batılı birbirinden ayıran ve kıyamet gününe kadar Kur’ân’dan ayrılmayacak olan Hz. Peygamber’in (bütün günahlardan tertemiz olan) Ehl-i Beyti’ne uyarak namazın mutlaka (ister yolculukta, ister vatanda, ister özürlü, isterse özürsüz olsun) cem kılınmasının caiz olduğuna hükmetmişlerdir.
Bu cevaz, namaz kılanın insiyatifine bırakılmıştır; yani namaz kılan bir kimse öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazını kolaylık ve rahatlık için cem olarak bir vakitte veya tefrik olarak fazilet vakitlerinde kılmak için insiyatif sahibidir.
Elbette tefrik şeklinde (ayrı olarak) ve fazilet vakitlerinde kılınması cem etmekten daha faziletlidir. Nitekim bu mesele Şia alimlerinin ilmihal kitaplarında kamil bir şekilde zikredilmiştir.
Ama genellikle halkın meşguliyet ve sıkıntıları çok, az bir faziletle namazın kaza olma kaygısı da mümkün ve mukaddes İslam şeriatının hedefi de halkı zorluk ve meşakkate salmamak olduğundan dolayı şialar namazlarını cem olarak kılıyorlar.
Siz saygı değer beylerin ve bize gazap ve öfkeyle bakan diğer Ehl-i Sünnet kardeşlerin akıllarına takılan soruların aydınlığa kavuşması için bu miktar cevabın yeterli olacağını sanıyorum. İleride daha önemli konular söz konusu edileceğinden dolayı önceki asıl müzakeremize dönmemiz iyi olur. Çünkü asıl önemli meseleler çözüldüğünde cüz’i meseleler de haliyle çözülüp hallolacaktır.
Hafız: Birinci celesede alicenabın bilgisinin ne derecede yüksek olduğunu ve muhatabımızın sıradan bir kimse olmadığını ve kitaplarımızdan kamilen haberdar olan bir şahıs olduğunu anladığımızdan dolayı çok mutluyum. Buyurduğunuz gibi önceki söz konusu edilen sohbeti takip etmemiz daha iyi olur.
Alicenabın müsaadesiyle şunu anlatmak istiyorum; alicenabınız ki fasih ve baliğ bir beyanla Hicazi ve Haşimilerin böyle tertemiz bir nesebe sahip olduklarını sabit ettiniz, nasıl oldu da Mecusî (ateş perest) merkezi olan İran’a gittiniz? Bu hicretin illet ve tarihini beyan ederseniz çok memnun oluruz.
Dostları ilə paylaş: |