Küreselleşme elbette birden bire ortaya çıkan bir kavram bir zihniyet veya hayat biçimi değildir. Küreselleşme kavramının, sosyolojik, felsefi, siyasi ve dini alanlarda çok farklı şekilde yorumlandığını yani kavram analizi açısından çok fazla değer yüklü olduğunu söyleyebiliriz. Bütün bu alanlarda karşı konulamaz bir sürece girilmiştir iddialarıyla yüzleşmek zorunda olduğumuz bir gerçektir. Ekonomik alan ile turizm ve iletişim sahalarında kendini gösteren gelişmeler, yeni bir hayatı ve bu hayatı biçimlendiren kültürel unsurları değişim yönünde ateşleyen en büyük etkenler arasında görülmektedir. Küreselleşme sonuçları itibariyle eleştirilebildiği gibi kalkınmış ülkelerin gelişmekte olanlar karşısında bir dayatması olup olmadığı da ayrıca sorgulanabilir. Ancak görmezlikten gelinemeyecek tarafı ise küreselleşmenin bugün için ekonomik, sosyal, kültürel hatta bazılarına göre siyasi bir realite olduğudur. Bunun sonucunda ortaya çıkan popüler kültür, bireyselleşme, çok kültürlülük hayat tarzlarının sıradanlaşması bir taraftan sosyologlarca diğer taraftan onun insan kişiliği üzerinde ortaya çıkardığı sonuçları itibariyle psikologlar tarafından incelemeye tabi tutulduğu gerçeğidir.
Bugün ortaya çıkan gelişmelerin sonucu olarak görecelilik belirginleşmiştir, denilebilir. Şayet bu değişimin şartları sağlıklı şekilde hazırlanamazsa kültürel yabancılaşmanın değil kültürel bir yozlaşmanın ortaya çıkacağı söylenebilir.
Bütün bu değişimler öncelikle aklı araçsallaştıran, bürokratizasyonu ve standardizasyonu ortaya çıkaran, modernitenin sonunda veya içinde ortaya çıkan postmodern durumdur. Bu dönemin temel özelliği meta-anlatılara, büyük ideolojilere ve büyük dinlere duyulan bir güvensizlikle, “kök, fark, ayırım” gibi kavramlardan yola çıkarak toplumsal alanda adem-i merkeziyetçi bir tutum, şeffaf toplum yerine karmaşık, kaotik ve çok yönlü bir toplum anlayışı (Buenfil/Burgos 2002,s.59-60)olarak belirlenebilir. Naisbitt/Aburdene gibi fütüristler varsayımları ile toplumsal ve kültürel planda karmaşık sosyal yapıların ortaya çıkışına dikkat çekerken, mozaik kültürler kavramı ile etnik kültürcülük kavramlarının demokrasi şemsiyesi altında gelişmesini hazırlamaktadırlar. (Naisbitt/Aburdene,?,s.110) Ancak bunun kaygan bir zemin oluşturduğu söylenebilir. Böylece şüpheli ve eleştirel bir dönemin kapılarının açıldığı dikkati çekmektedir.
Burada can alıcı noktalardan birisi, yapısal ögeler arasında yerini alan doğaldır ki devlet diğeri ise ulusal sınırlar meselesidir(Bk.Schumacher 1989, s.50). Dolayısıyla siyasi problemlerden olan devletlerin bağımsızlığı, bütünlüğü ve hâkimiyetleri dikkat çekicidir. Bu temel unsurların ulusal ekonomi ve ulusal para ile desteklenmesi beklenir. Bunun için de iç ve dış ticaretin kontrol altında tutulması şarttır.
Ancak iletişim çağının temel araçlarından olan bilgisayarlar vasıtasıyla bireyin hayatı ve devletin hükümranlık alanı dahi kontrol altına alınmaya başlanmıştır. Bunun sonucu olarak egemenlik kavramında büyük değişimlerin yaşandığı görülmektedir. Devletçilik anlayışı yerini uluslarüstü şirketlere ve onlar arasındaki yakınlaşmalara bırakmıştır (bk. Wriston 1994, s.8-18).
Kodaman, 90’lı yıllardan sonra ortaya çıkan gelişmeleri “sınırsız ve kontrolsüz bir liberalizm” ve önerilenin “yenidünya düzeni” olduğu ve endişelerini ise; “mevcut ve oturmuş medeniyet ve kültür değerlerinden, kriterlerden ve maziden kopuş önerilmektedir”(Kodaman 2004,s.40) şeklinde belirlemektedir.
Bu şekildeki eleştirilere rağmen, zihinsel açıdan kaygan ve kültürel hayat açısından kozmopolit biçimlerin ağır bastığı günümüzde bütün dünyada küreselleşme olgusundan vazgeçilemez ve bu süreç durdurulamaz gibi bir anlayışın yaygınlık kazandığı ileri sürülmektedir. Uluslarüstü sermayenin gözetim ve denetimi altında gelişen ve değişen yapılar ve bunlara ayak uyduramayanların ise cezalandırılmalarının dahi konuşulduğu, dünyada ekonomik sermayenin büyük çoğunluğunu elinde tutan IMF, Dünya Bankası ve Dünya ticaret örgütü gibi finans kuruluşları ile uluslarüstü büyük şirketlerin ulusal ekonomiler yerine yerel ekonomileri kendileri ile birleşmeye çağırması, ulus devlet kimliğini ortadan kaldırmaya yönelmiştir(Bk.Falk 2002, s.45 v.dev.).
Modernizmi meta anlatılara güvensizlik olarak yorumlayanların farkında olmadan veya bilerek kapitalizmin yeni şeklini “büyük anlatı” olarak takdim etmesi hatta dayatması küreselleşmenin yeni bir hegemonya biçimi olarak ortaya çıkmasına sebep olmaktadır (Kozanoğlu 2002,s.55 v.dev.). Uygulanmaya başlanan Neo-liberal sistemler başta Pazar ekonomisi olmak üzere adem-i merkeziyet ve liberalleşme ile rekabet, özelleştirme ve pazar yönlendirmesini teşvik etmekte hatta bu esaslar üzerine uygulanmaktadır. Bu prensiplerin üretimi canlandıracağı sivil topluma güç vereceği, bireylerin özgürlük alanlarını genişleterek özgüven ve insanın kendisine saygıyı kazandıracağı şeklindeki iddialarla(Karlsen 2002,s.96-97) kendisine yeni hareket alanları kazanmaktadır.
Şayet küreselleşme bir süreç olarak alınıyorsa o henüz tamamlanmamış demektir. Zaten lehte ve aleyhte yazılıp çizilenlere bakılacak olursa yakın bir gelecekte tamamlanacağa benzememektedir. Thomas Hylland Eriksen’den yapılan bir alıntıda “biz dünya çapında homojenleştirme sürecine doğru ilerlemekteyiz”(Alıntılayan Karlsen 2002,s.100) denilmektedir. Yani evrensel çapta bir standartlaştırma eylemi ile karşı karşıya olduğumuzdan söz edenlere karşılık; “küreselleşme kaçınılmazdır ve uzun dönemde herkes onun avantajlarından faydalanacaktır”(Karlsen 2002,s.101), ifadelerine de rastlanmaktadır. Yine bu konuda ülkemiz için yapılan bir değerlendirmede “özellikle globalleşen dünyanın hızı önceki yüzyıllara göre kıyaslanmayacak bir ivmeye sahiptir. Bu çağda kaybedilecek birkaç yılın, geleceğimizi çok uzun süre ipotek altına alacağı çok açıktır. Doğru yönetime ve yöneticilere ulaşılmadığı takdirde, ülkemiz çağdaşlaşma yolunda, istikrarlı bir biçimde sınıfta kalacaktır”(Togan 2002,s.304), denilmektedir. Ancak Karlsen, küreselleşmenin gelişme ve büyümenin yanında birey ve toplumlarda bağımlılık ve acizliği, homojenleşmeyi, kurulu düzen ve ortak değerlere karşı ciddi bir tehdit(Karlsen 2002,s.99-101) ve karşı çıkış hareketi olarak algılamanın mümkün olacağına da işaret etmektedir.
Küreselleşmenin yanında veya karşısında olan pek çok düşünceye yer verilebilir. Ancak burada dikkati çeken önemli taraf ise küreselleşmeyi icra safhasına koyanların merkezin dışında düşüncelerini savunacak “yeni kozmopolit elit”i devreye sokmalarıdır. Tabb’dan yapılan bir alıntıda “ 3.dünyada yerel elitler devlet öncülüğünde kalkınma stratejisinden vazgeçip, uluslar arası sermayenin bölgesel vekilleri şeklindeki yeni rollerini sevinçle benimseyip, ekonomilerinin küresel şebekelere entegrasyonu için çaba harcamaya başladılar”(Alıntılayan Kozanoğlu 2002,s.58) denilmektedir. Şayet durum bu minval üzere gelişecekse bu yönlendirme çerçevesinde insanlığa takdim edilen bütün insanlık değerleri tartışmalıdır. Bu şekildeki olumsuz düşüncelere rağmen modernizme duyulan güvensizlik hızlı bir biçimde küreselleşme yönünde gelişmeye devam edecek gibi görünmektedir.
Dostları ilə paylaş: |