PKK keyfi, ağır ve isyan ettirici saldırılarla yüzyüze geldiğinde, Alman emperyalizmine verip veriştiriyor; ama arada bir yumuşama yaşanıyor, hemen kitleler içinde hayaller yayılmaya başlanıyor; “Kürt halkı Almanya’nın dostudur”! Almanya dediğin nedir? Kürt halkı neye göre Alman tekelci burjuvazisinin dostu olabilir? Kürt halkı olsa olsa Alman işçi sınıfının, Alman ilerici halkının, Alman ilerici tarihinin ve kültürün dostu olabilir. Alman tekelci burjuvazisi Kürt halkının yeminli düşmanıdır. Devrimci bir politika bunu apaçık dile getirmek zorundadır. “Ama diplomasi bunu gerektiriyor”, deniliyor. Siz neyin diplomasisini yapıyorsunuz? Hangi devrim o tür diplomasilerle sonuca gidebilmiştir? Devrimciler her zaman dosdoğru konuşmuşlardır. Tarihte hiçbir ciddi devrim, bu tür bir diplomasiye gitmek yolunu seçmemiştir. Bunun adı Ortadoğu pragmatizmidir; son 30-40 yılda Ortadoğu’da oluşmuş politikanın kendine özgü bir türüdür. Bu politikanın sonu yoktur. Filistin deneyimi bunun en yakın örneği, en taze kanıtıdır. Bir zamanların heyecan verici Filistin Devrimi’nden, “Zafere kadar devrim!”den bugün geriye ne kalmıştır?
Kürt hareketinin anti-emperyalist mücadele konusundaki tutarsızlığını görmek gerekiyor. Emperyalizmi doğrudan karşısına almayan hiçbir ulusal özgürlük mücadelesi devrimci değildir. “Ben halkımın ulusal özgürlüğünü sömürgecilere ve onların karşısındaki emperyalistlere karşı savaşarak elde ederim” demeyen ve buna uygun davranmayan hiçbir akım devrimci değildir. Çağdaş dünyada, emperyalizmi karşısına almayan bir devrimci akım düşünülemez, bu eşyanın tabiatına, çağdaş dünyanın temel gerçeklerine aykırıdır.
Kuşkusuz bu söylenenler PKK’nin emperyalizme teslim olduğu anlamina gelmiyor. Komünistler hiçbir zaman sorunu bu kadar basitleştirmediler. Yalnızca girilen yeni yolda ısrar edildiğinde, uzun vadede kaçınılmaz olan akibete işaret ettiler. Emperyalizmi açık bir düşman olarak tanımlamayan bir ulusal(195)hareketin devrimci bir geleceği olamayacağını görmek gerekiyor. Bu tarihin de, teorinin de ortaya koyduğu apaçık bir gerçektir. Kimsenin iyi niyetine güvenemeyiz, politikada iyi niyet cehenneme götürür. Yapılan politikanın nesnel mantığı neyse gerçek de odur. Gerisi kendini ve başkalarını aldatmaktır.
Özellikle ‘89 çöküşü sonrasında, emperyalistlerle girilen ilişkileri ilke planında meşrulaştırmaya çalışan eski marksist yeni liberal Kürt aydınlarının gerekçesi pek pratik: “Bizim de bağımsız bir ulusal devletimiz olsun”! Elbette! Bu, bütün ulusların hakkıdır. Her ulus gibi Kürtlerin de devlet kurma hakkı vardır. Biz bu hakkı savunur, Kürt halkı iradesini bu yönde kullanırsa buna sonuna kadar saygı duyarız. Ama öte yandan marksist devrimciler olarak biz deriz ki, ezilen sınıflar kendi ulusal ezilmişliklerini sınıfsal bir zeminde kavramalı, ulusal kurtuluş sorununu sosyal kurtuluş mücadelesiyle birleştirerek çözmelidirler. Ulusal ezilmişliği sınıfsal ezilmişlikle birlikte ele almalı, o tabana oturtmalı, ulusal kurtuluşu sosyal kurtuluşa bağlayacak bir strateji izlemelidirler. Emperyalizme, sömürgeciliğe ve Kürt gericiliğine karşı genel devrimci-demokratik bir çizgide ilerlemelidirler. Sorunu salt ulusal istemlere, ne pahasına olursa olsun devlet olarak varolmaya indirgeyen tutumun gerçekte ulusal soruna ilişkin burjuva milliyetçi bir konumun ifadesi olduğunu unutmasınlar.
Anti-emperyalizm, bağımsızlık ve siyasal bağımsızlık
Önümde bir başka yoldaşın hazırladığı bir dizi soru var. Bu sorular da ulusal soruna ilişkin deminki sorular gibi, ideolojik karşıtlarımızın mantığı ya da itiraz tarzları gözetilerek hazırlanmış. Deyim uygunsa yoldaş kendisini onların yerine koyarak bize bir dizi soru yöneltmiş. Bu sorulardan birincisini okuyorum: “Emperyalizm, kapitalizmin bir üst aşaması, tekelci(196)kapitalizm demektir. EKİM, bu yeni egemenlik biçimini, bu çağdaş gerçekliği soyut bir kapitalizm tanımıyla özdeşleştirmektedir. Yani anti-emperyalist mücadeleyi somut siyasal içeriğinden kopartıp, soyut ve genel bir anti-kapitalist mücadele olarak ele almaktadır. Bu açıdan bakıldığında, gerçekte EKİM’in bir anti-emperyalist mücadele sorunu yoktur."
Sorunun bu şekli, birilerinin; EKİM için anti-emperyalist mücadele diye bir sorun yoktur ya da olduğu kadarıyla kapitalizme karşı mücadelenin küçük ve önemsiz bir eki durumundadır sözlerinde ifadesini bulan iddiasının iyi bir özetidir. Bu iddia sık sık tekrarlandığına göre, soru üzerinde bazı tekrarlara düşme pahasına durmaya değer.
Demokrasi meselesini tartışırken üzerinde çok durduğumuz bazı noktalar var. Bir ülkenin kapitalist gelişmede, modern sınıflaşmada ileri bir mesafe katetmesi, demokrasi sorununun ne kendisini, ne de önemini ortadan kaldırıyor. Sadece toplumun ulaştığı yeni tarihsel gelişme düzeyinden dolayı, ulaştığı yeni toplumsal ve iktisadi gerçeklik düzeyinden dolayı, bu sorunun ele alınışında bir perspektif sorunu ortaya çıkıyor. Bu demokrasi sorunu üzerine tartışmalarda genişçe ortaya konuldu. Demokrasi mücadelesinin, sadece az gelişmiş toplumların ya da burjuva demokratik devrimini tarihsel olarak tamamlayamamış toplumların değil, aynı zamanda en gelişmiş kapitalist ülkelerin de temel bir sorunu olduğu vurgulandı. Bu ülkelerde de kapitalizmin döne döne yeniden ürettiği demokratik siyasal sorunlardan hareketle yığınların devrimci bilincini ve muhalefetini geliştirmek ve bunu sermayenin sınıf egemenliğini yıkma mücadelesine bağlamak gibi temel önemde bir devrimci görevin varlığına işaret edildi.
Dolayısıyla, kapitalist gelişmenin belli bir düzeyine işaret etmek, bir toplumun ulaştığı belli bir gelişme düzeyinde proleter devrimin artık bir zorunluluk olduğunu ortaya koymak, demokrasi sorununu, onun genel devrimci mücadele içindeki(197)kendine özgü önemini herhangi bir biçimde ortadan kaldırmıyor. Sadece sorun yeni bir temel üzerinde ve yeni bir perspektif içinde kendini gösteriyor. Demokratik sorunların çözümüne bu yeni temelle bağlantılı olarak bakmak zorunlu hale geliyor. Bunlar yayınlanmış şeyler, bu nedenle üzerinde durmuyorum.