Bu ortada bir “karşı-devrim” değil, fakat Türk burjuvazisinin gelişim çizgisinin yarattığı bir sonuç olduğunu gösteriyor. Bir kopma değil, fakat her açıdan bir süreklilik olduğunu gösteriyor. Süreklilik içindeki politik değişimi yaratan ise bizzat Türk burjuvazisinin kendi iktisadi-toplumsal gelişim seyriyle dünya dengelerinde ve emperyalist dünyanın kendi iç ilişkilerinde ortaya çıkan yeni durumdur. Türk burjuvazisinin emperyalizmle yeni bir temel üzerinde bütünleşecek kadar palazlanması olgusu ile dünya güç dengelerindeki değişimin yarattığı yeni koşullar birarada, izlenen yeni politikanın iç ve dış temellerini oluşturur.
Sonrasını biliyoruz. Sonrası borçlar, krediler ve doğrudan yatırımlar yoluyla Türkiye’ye akan emperyalist sermaye, Türkiye’de hızlanan bir kapitalist gelişme, Türk burjuvazisinin ise artık salt acentacılık-komisyonculukla yetinmeyerek. ‘20’li, '30'lu ve ‘40’lı yıllarda bu yolla sağladığı sermaye birikimini(263)emperyalist tekellerle ortak yatırımlara yöneltmesidir. Sonrası emperyalist egemenlik ve sömürünün borç, kredi vb. mekanizmaların yanısıra artık bu yeni iktisadi temeller üzerinde gelişip kökleşmesidir. Sonrası Türkiye’nin hızlı ve yaygın bir kapitalist gelişme sürecine girmesi ve bunun emperyalizme çok yönlü bağımlılık ilişkilerinin pekişmesiyle aynı anlama gelmesidir.
İşte ‘60’lı yıllar, bu sürece ilk ciddi sosyal-siyasal tepkilerin kendini gösterdiği bir tarih kesiti olmak özelliğine sahiptir. Bu tepkinin mahiyetini ve aldığı ideolojik siyasal biçimleri doğru anlayabilmek için, bu aynı zaman kesitinin aynı zamanda birçok açıdan bir geçiş süreci olduğunu da gözönünde bulundurmak gerekir.
Emperyalist tekellerle işbirliği içinde sanayi yatırımlarına girişen burjuvazinin bu temel üzerinde sağladığı hızlı sermaye birikiminin aldığı yeni biçimler açısından bir geçiş süreci... Tarımdaki hızlı kapitalist gelişme, bunun yarı-feodal toprak ağalığında yarattığı burjuva dönüşüm ve köylülük içinde hızlandırdığı farklılaşma açısından bir geçiş süreci... Geleneksel orta burjuvazinin bir yandan tasfiyesi, öte yandan gelişmekte olan kapitalizme uygun düşen dönüşümü açısından bir geçiş süreci... Tüm bunların toplam bir ifadesi olarak, kentte ve kırda kapitalizmin tam egemenliği, modern sınıflaşmanın oturması, toplumun sermaye ve ücretli emek ekseninde kutuplaşması açısından bir geçiş süreci...
Bir de aynı dönemin uluslararası koşullar var. Bunun konumuz açısından önemli olan unsurları ise kısaca şöyle: Genel planda dünyada güçlü bir anti-emperyalist halk hareketleri dalgası var. Dünya ölçüsünde bir dalgaya dönüşen milli kurtuluş savaşlarının ‘50’li ve ‘60’lı yıllardaki büyük gücü, bunun ürünü olarak klasik sömürgeciliğin çöküşü var. Ya bu milli kurtuluş savaşlarının ürünü olarak, ya da özellikle Ortadoğu’da askeri darbelerin bir sonucu olarak, çeşitli ülkelerde oluşmuş milliyetçi burjuva iktidarlar ve onların “milli kalkınma” arayışı(264)var. Tam bununla örtüşmese de bunu kesen yanları da olan bir “bağlantısızlar hareketi” var. Ve nihayet, bu milliyetçi burjuva arayışlara Sovyetler Birliği'nin verdiği iktisadi, siyasal ve askeri destek ile, bu desteğin ideolojik gerekçelendirilmesi olan “kapitalist olmayan' yol” var. O günün uluslararası ortamının bu unsurlarının emperyalizmden bağımsız bir “milli kalkınma” özlemi ve arayışı içerisinde olan orta sınıf aydınları için bir güç ve cesaret kaynağı olduğu açıktır.
İçerde emperyalizme kölece bağımlılığı pekiştiren ve ülke kaynaklarını emperyalist sömürüye daha geniş ölçekte açan bir hızlı kapitalist gelişme ve dışarda dünya ölçüsünde, ezilen halkların ve ulusların emperyalizme karşı mücadeleler dalgası, bunun bazı ülkeler ve rejimler şahsında aldığı burjuva milliyetçi biçimler ‘60’lı yıllarda emperyalizme karşı sesini yükselten orta sınıf aydınlarının ilerici hareketini besleyen tarihsel zemin bu oldu. Türk milli kurtuluş hareketi ile onun siyasal ifadesi kemalizm burada tarihsel esin kaynağı olarak, Kadrocu akımın “milli kalkınma yolu” teorisi ise ideolojik miras olarak işlev gördü. Bu orta sınıf aydın hareketi, alt sınıfların, işçi sınıfının, kent küçük-burjuvazisinin, kırsal küçük-üreticilerin, yurtsever bilinci ve duyarlılığı gelişen öğrenci gençliğin emperyalist sömürü ve yağmaya tepkisinden yararlanmaya çalışıyor, fakat asıl olarak “asker-sivil zümre”ye, somutta bir askeri darbeye bel bağlıyordu. 27 Mayıs darbesi onu bu konuda cesaretlendirmiş, orduda kemalist geleneklerin, “kuvayı milliye ruhu”nun canlandığına, “ikinci milli kurtuluş savaşı”nın vurucu gücünün ancak ordu olabileceğine olan inancını pekiştirmişti. Sonraki olaylar, devlet iktidarının belkemiğini oluşturan ordunun, bu aynı dönemde iktidarın çıplak hakimi bulunan tekelci sermayenin tam hizmetinde ve onun vurucu gücü olduğunu, ancak böyle olabileceğini, aynı şekilde, bu ordunun emperyalizmin egemenliğinin ve bölgedeki hakimiyetinin en temel dayanağı olduğunu neo-kemalist darbeci aydınları büyük bir hayal kırıklığına(265)uğratarak gösterdi.
Bizi burada asıl ilgilendiren orta sınıf aydınlarının “mili kalkınma” doğrultusundaki geçici hayalleri değil, bunun ideolojik formülasyonu ve bunun geleneksel sol hareket üzerinde bugüne dek süren derin etkisi olduğuna göre, artık buna geçebiliriz. Daha önce de hatırlatıldığı gibi, burada bu konuda, Devrimci Demokrasi ve Sosyalizm kitabının bundan 7-8 yıl önce ortaya koyduğu ayrıntılı dökümün belli pasajlarını yinelemekle yetineceğiz.
Devrimci Demokrasi ve Sosyalizm kitabından “devralınan miras” üzerine:
“Lideri Doğan Avcıoğlu’nun sözleriyle, Yön Hareketi’nin temel davası, ‘Atatürk'ün belirttiği üzere, çağdaş uygarlık seviyesine hızla ulaşmaktır. Bu hedefe götüren başlıca yol ise, hızlı iktisadi kalkınmadır.’ Oysa ‘komprador, tefeci, ağa ve yabancı tekel ittifakına dayanan bir kalkınma’, hiç de gerçek bir sanayileşmeye yol açmamaktadır. Dahası, problemlidir ve ‘yabancı egemenliğinden başka bir şey getirmemiştir.’