“Bu açıdan burjuvazinin bazı kesimleri (egemen oligarşi dışında) anti-emperyalist mücadelenin zorunlu unsurları olamayacaklar mıdır."
Soruda böyle deniyordu. Size demin Lenin’den okuduğum parça 1920 tarihlidir. Tartışılan ülkeler Asya’nın ve Afrika’nın tarih sahnesine henüz yeni yeni çıkmakta olan, kapitalist gelişmenin henüz ilk evrelerini yaşayan toplumlar. Çok büyük ölçüde feodal, yarı-feodal tarımsal sömürge toplumları. Bu(224)ülkelerde bile ulusal burjuvaziye marksistlerin o zaman nasıl yaklaştığını gördük. Lenin başkanlığındaki Komünist Enternasyonal komisyonu bu yüzden terim değişikliği bile öneriyor. Burjuva demokratik hareket demeyelim, çünkü bu, her burjuva demokratik hareketi, bu çerçevede ulusal burjuvaziyi devrimci olup-olmadığına bakmaksızın, desteklemek durumunda bırakabilir bizi. Burjuva demokratik hareket terimi yerine ulusal devrimci hareket terimini kullanalım; zira biz ancak devrimci temellere ve kimliğe dayalı bir burjuva demokratik hareketi destekleyebiliriz sonucuna ulaşıyor bu komisyon.
Daha 1920’lerin başında ve kapitalizmin girdabına henüz yeni yeni giren ülkelerin burjuvazisine karşı böyle bir hassasiyet gösteriliyor, onun devrimciliğine büyük bir kuşkuyla bakılabiliyor. Biz yüzyılın sonundayız; yüzyıllık kapitalist gelişmenin ardından, yüzyıllık modern sınıflaşmanın ardından, kalkıyoruz hala bu toplumlarda ulusal gelişmenin, anti-emperyalist mücadelenin zorunlu öğesi olacak bir burjuva sınıf var mıdır, yok mudur diye sorabiliyoruz. Eğer proleter devrim dersek, bu yolla bu sınıfı ürkütmüş ve kaçırmış olmaz mıyız kaygısıyla hareket edebiliyoruz! Burjuva demokratik önyargıların ve bu çerçevede burjuvazinin belli kesimlerine ilişkin hayallerin esiri küçük-burjuva devrimciliği bu budalalığa, bu saçmalığa düşebiliyor.
Ve tekrar ediyorum; bu akımların, anti-emperyalist mücadelenin bir öğesi olabilecek ulusal burjuvazileri yalnızca şablonlarda, yalnızca kafalarda var. Kimse gerçek yaşamda böyle bir sınıfa açık-seçik bir biçimde işaret edemiyor. İşaret etsinler ya, tüm tutarsızlığına rağmen bu sınıfla ittifak kurmamız gerekir diyerek onu somut olarak göstersinler ya! Onu somut iktisadi ilişkiler üzerinden ve belli siyasal akımlar şahsında tarif etsinler ya! Bugün düzen siyasetinin en radikal şahsiyeti Doğu Perinçek ve onun temsil ettiği siyasal akımdır. Ama orta burjuvazi ya da milli burjuvazi deyip duranlar onu karşı-devrimci olarak görüyor, Perinçek ve partisine demediğini bırak(220)mıyorlar. Madem ulusal burjuvaziye, onun anti-emperyalizmine bir şeyler atfediyorsunuz; onun en iyi temsilci bence Doğu Perinçek’tir. Tutarsız da olsa onunla ittifak kurmak yoluna gitmeniz gerekmez mi? Bu ülkenin emperyalizme kölece bağımlılığına karşı en etkili ajitasyonlardan birini yürütenlerden biri değil midir Aydınlık? Neden onunla işbirliği yapmıyorsunuz? Tutarsız olabilir, tutarsızlıklarını gözetin. Yok Perinçek’i beğenmiyorsanız yeniden sormak gerekir; şablonlarınızdaki ulusal-burjuvazinin toplum içindeki karşılığı nerededir, onun siyasal ve düşünsel temsilcileri kimlerdir?
Elbetteki bu sınıfın çıkarlarının, bu çerçevede ideolojik-politik eğilimlerinin temsilcisi durumunda olan siyasal akımlar ve partiler var. Bunları fazlasıyla konuştuk. Şimdilerde sosyal-demokrasi denilen burjuva reformist sol akım bu sınıfın temsilcisidir. Kurulacak ittifakı olanlar, orta burjuvaziyi müttefik sayanlar, bu işi CHP ile yapsınlar ya. TDKP 1980’den önce CHP ile ittifakı ihanet sayıyordu. Ama ne oldu? 12 Eylül’ü hemen izleyen günlerde, tabi ki ulusal-burjuvazinin temsilcisi CHP’dir, demokrasiyi onunla ittifak içinde kazanacağız diyerek hemen Ecevit’e ittifak çağrısı yapmadılar mı? Önden Ecevit’in CHP’siyle, ardından Ecevit’in DSP’siyle ittifak aramadılar mı?
Bugün de ufak ufak CHP’yle bir ittifak aramıyorlar mı? Neyleyelim ki geçmiş devrimci siyasal kültürün yarattığı bir ağırlık var, bunun etkisiyle bugün hala biraz utangaç davranıyorlar. Ama örneğin ÖDP’de bu tür bir utangaçlıktan eser kalmadı, ÖDP zaten bir yılı aşkın bir süredir “sol birlik” diyor, CHP ve DSP’yle seçim ittifakı öneriyor. Aynı arsızlığı, hiç kuşku duymayın, çok geçmeden EMEP de gösterecektir. Politika yapmak istiyorsa, gösterecektir. Olmaz olmaz demeyin, neler olmadı ki? Bugün artık “demokratik devlet” bile savunuluyor. Birkaç yıl öncesine kadar kimsenin aklına gelir miydi bu? Ama bunun bir ideolojik mantığı var. O şablonlarınızdaki soyut kategorilere toplum ilişkileri içerisinde bir karşılık aradığınız zaman, gidip bulacağınız işte bu burjuva sol partileridir.(226)
Bir başka soru şöyle: Birçok bağımlı ülke, ki bunlara bazı küçük ülkeler de dahil, emperyalizmin kaba müdahalelerine karşı kendi ulusal bağımsızlığını savunmaktadır. Bunun anti-emperyalist mücadeleyle bağlantısını açıklar mısınız?
Emperyalizmin kaba müdahalelerine karşı böyle davranışlar gösteren ülkeleri iki kategoride ele almak gerekir. Bunlardan ilki ve ilk planda göze çarpanı, İran, Irak, Suriye, Libya vb. ülkelerin oluşturduğu kategori. Batılı emperyalistler, fakat özellikle de ABD emperyalizmi, Sovyet Bloku’nun yıkılışından beri bu ülkeleri her vesileyi kullanarak taciz etmeye, ekonomik ambargodan askeri müdahaleye kadar her yola başvurarak bu ülkelere boyun eğdirmeye çalışıyor, onları kendi tayin ettiği sınırlar ve kurallar içinde hareket etmeye zorluyor. Bu ülkelerin her birinin kendine özgü konumları çerçevesinde buna göster(227)dikleri bir direnç var. Bu, gözden kaçırılmaması gereken nesnel bir olgu.
Bu genel kategoriye giren ülkelere daha yakından baktığımızda gördüğümüz şudur. Neredeyse tümünde daha önceleri emperyalizme tam sadakat içinde hareket eden işbirlikçi rejimler var. Fakat bu rejimlerin her biri, daha çok da ordu bünyesindeki milliyetçi burjuva akımlar tarafından devriliyor. Irak, Suriye, Libya vb. ülkelerde bu böyle. İran’da ise emperyalizmin sadık uşağı Şah rejiminin 1979 halk devrimi ile yıkıldığını biliyoruz. Sözünü ettiğim milliyetçi burjuva akımların yapısına ve yönelimlerine burada girmek hem zor, hem konuyu dağıtır. Fakat şu kadarını söylemek mümkün. ‘50’li ve ‘60’lı yıllarda bu tür akımların doğmasına uygun bir uluslararası atmosfer var. Dünya ölçüsünde milli kurtuluş devrimlerinin emperyalizme karşı büyüyen dalgası ve klasik sömürgeciliğin çöküşü bir faktör. Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun varlığı ve emperyalizme karşı yönelen hareketlere verdiği destek bir başka faktör. 1950’lerde gelişen Bağlantısızlar Hareketi bir öteki faktör. Sovyetler Birliği’nin “kapitalist olmayan yol” tezi çerçevesinde çeşitli ülkelerdeki milliyetçi burjuva akımlara verdiği çok özel destek, darbeyle işbaşına gelen ve Batı emperyalizmi ile araya belli sınırlar koyan rejimlere sunduğu cömert ekonomik, mali, teknik ve askeri yardım bir başka özendirici faktör vb. Bu uygun uluslararası atmosfer, çeşitli ülkelerdeki milliyetçi burjuva akımlara özel bir itilim sağlıyor. Ordu darbeleri yoluyla mevcut işbirlikçi yönetimleri devirerek, emperyalizme karşı bir dizi önlem almak ve Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Avrupa’nın yardımıyla bağımsız bir kalkınma ve sanayileşme yolu tutmak bir moda eğilim halini alıyor. Bilindiği gibi bu etkilerini Türkiye’de de gösteriyor. Tüm hesaplarını ordu darbeciliği üzerine kuran Yön-Devrim Hareketi bu uluslararası eğilimin Türkiye’ye özgü belirişinden başka bir şey değildir. Türkiye’ye özgü diyorum, zira bu akımın kendini gösterdiği uygun uluslararası atmosfer ne(228)olursa olsun, her bir ülkede bu, o ülkenin kendine özgü ortamından ve kendine özgü tarihinden beslenmiş, ondan kök almıştır. Örneğin Yön Hareketi, Milli Kurtuluş Savaşı ve kemalist hareketten tarihsel ve siyasal ilhamını almış, 1930’ların Kadrocu akımından ideolojik olarak beslenmiş, ve en nihayet, 27 Mayıs’tan güç ve cesaret almıştır.