Sancı Baskın Oran
Panik başladı. “Rejimi Korumak Güçleşti” diye sekiz sütuna manşet atan mı ararsınız; “Cumhurbaşkanını PKK’lılar ve şeriatçılar destekliyor; bunun bir anlamı olmalı!” deyip, öküzün altına buzağı ittiren mi; yoksa “bir sivil klasiği”ne başvurup, “Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, Sezer’e diyesiymiş ki, gelin şunu imzalayın, vatanı kurtarın; Anayasa Mahkemesine gidince de siz onların eski başkanısınızdır, sizi dinlerler, onları da ikna ediverin” diye haber yayan mı.
Daha rafine olanlar ise hukuksal gerekçeler ileri sürüyorlar: İmzalayıp Anayasa Mahkemesine yollamalıydı; Cumhurbaşkanı iki kere geri döndürecekse bu mahkemenin ne anlamı kalır, diyorlar. Bu memlekette cumhurbaşkanından başka yasaları Anayasa Mahkemesine göndermeye yetkili kurum yok sanki.
Bunların içinde bir tek, 19 Ağustos tarihli Milliyet’te yazan Prof. Fazıl Sağlam’ın gerekçesi dişe dokunur türden: “[Sezer’i yetki aşımına zorlayanlar] Yarın demokrasi ve insan hakları bakımından olumlu bir girişimin Cumhurbaşkanı tarafından önlenmesi halinde söyleyecek söz bulamazlar” diyor. Tam bir hukuk adamı görüşü ve çok saygıdeğer. Buraya tekrar döneceğiz.
Oysa, anayasa hukukunun, onu başka hukuklardan farklı kılan temel bir niteliği var: Bizim SBF’deki tüm anayasa hukukçularının Hukuk Fakültesi değil Mülkiye çıkışlı olmalarının da gösterdiği gibi, pür hukuk dalı değil; Siyaset Bilimi ile Hukuk arası bir dal. Yine Mülkiye çıkışlı anayasa hukuku profesörü Mümtaz Abi’nin de (Soysal) 18 Ağustos tarihli Hürriyet’te yazdığı gibi, “Siyasetin Hukuku”.
Siyaset, yönetme sanatıdır. Onun hukuku da biraz öyle olmak, kendini kitaplara kapatmamak zorunda.
Evren zamanında 11, Özal zamanında 7, Demirel zamanında 9 olmak üzere 27 KHK’nin imzalanmadan geri gönderildiği gerçeğine, yani hükümetlerin cumhurbaşkanlarıyla eşgüdümlü çalışmaları diye ciddi bir teamülün varlığına aldırmayabilirsiniz.
Halkın Sezer’i destekleyen yüzde 83’ünü “bunlar anlamaz” diye bir kalemde silebilirsiniz. Sağcısıyla solcusuyla tüm muhalefeti “muhaliflik bunların mesleği!” diye bir kenara atabilirsiniz. Bilim adamlarının yine Sezer’i destekleyen ezici çoğunluğunu da “bunlar fildişi kulede yaşıyorlar” diye bir kalemde geçebilirsiniz.
Şu anda “devleti şeriatçılardan kurtarmak” için devlet krizi bile göze alan radikal Ecevit’in, kimseleri öpmek asla âdeti değilken en sinsi şeriatçı Fethullah Gülen’i televizyonda sarılıp pûs eden, onu çok beğendiğini gazetecilere durup durup tekrarlayan kişi olduğunu görmezlikten gelebilirsiniz.
Suç ve cezanın kanun yerine kararnameyle getirilemeyeceğini, hele insan hakları konusunda bunun hiç yapılamayacağını söyleyenlere “bunlar bölücü ve dinci ağzı” diyebilirsiniz.
Bu memlekette KHK’leri Meclis’e “ertesi gün sunmak ve orada öncelik ve ivedilikle görüşmek” bir anayasal zorunluluk olduğu halde, hiçbir hükümetin bu zahmete katlanmadığını bilmezlikten gelebilirsiniz.
Cumhurbaşkanının imzası ile Anayasa Mahkemesinin iptal kararı arasındaki geniş zamanda ne hukuksuzlukların yapılabileceğini hiç düşünmeyebilirsiniz, hatta bu mahkemenin kararlarının geriye yürümediğinden de hiç haberiniz olmayabilir.
Otoriter yönetimleri sürdürmek için bu topraklar üstünde icat edilmiş en dahiyane yöntemin, “... elden gidiyor!” diye bağırmak olduğunun, bu slogandaki “3 nokta”nın Osmanlı’da “Din”, Cumhuriyet döneminde de “Rejim ve Devlet” kelimeleriyle doldurulduğunun muhtemelen farkında bile değilsinizdir.
Bölücü ve dinci olup, hükümetin bugünkü kurallarla bir türlü görevden alamadığını iddia ettiği memurların sayısının yalnızca 291 (jandarma bölgesindekilerle birlikte toplam: 378) olduğunu, bunca velvelenin bir avuç (ve üstelik tümü küçük memur) insanı atmak için çıkarıldığını, bu kararnamenin “toplumsal huzuru bozanlar”ı bile atmaya olanak tanıdığı için gerçekten “muhataralı” (korku verici) olduğunu, zaten bu devletin insan hakları sicilinin “epey düzeltilmeye muhtaç” bulunduğunu da bilmeyebilirsiniz.
Bunların teker teker hiçbirini bilmeyebilirsiniz. Bilmemek ayıp değildir.
Ama birader, şunu bu devirde öğrenmemek fena halde ayıptır ki, bütün bunları biraraya toplayınca bunun adı Siyaset oluvermektedir ve bu Siyasetin Hukuku da bunları görmezlikten ve bilmezlikten gelmeyi, bunları bir kalemde atlayıvermeyi, şeriatçı ağzı diye karalayıvermeyi bu insan hakları devrinde yasaklamaktadır.
Mümtaz Soysal “Anayasa hukukunun ilginç yanı, hiçbir zaman bütünüyle tam yazılı olmayışıdır" diyor. Alabildiğine dinamik bir toplumda ortaya çıkan yığınla yeni sorunun çözümünün, statik olarak alındığı için yetersiz kalan yazılı kurallardan değil, uygulamaların yazısız kurallarından geçtiğini söylüyor.
Sezer, YÖK listeleri olayından sonra, Ecevit’in saçlarını diken diken eden bu KHK uygulamasıyla, 12 Eylül Hukuku’ndan İnsan Hakları Hukuku’na geçişi başlatıyor.
Bir durumun olgunlaştığına karar verince, benim asırlık ve güzelim ninem Şükrüye Hanım “Artık vakit zaman tamam!” derdi.
Vakit zaman tamam olmasaydı, yani bu tarihsel geçiş için ulusal ve uluslararası koşullar bulunmasaydı, böylesine sancılı bir olayın ebeliğine değil Sezer gibi hiçbir örgütsel tabanı olmayan biri, kimsecikler cesaret edemezdi. Ediyorsa, “vakit zaman tamam”dır. Bu ebelik doğaya ve tarihin akışına uygundur. Zaten, bunca sancı da, artık doğum halinin gelip çatmasından.
İşte bundandır ki, Fazıl’ın (Sağlam) korktuğuna bundan sonrakiler biraz zor cesaret ederler. Vakti gelen bir bebeği sancılı da olsa çıkartırsınız ama, geri sokmak biraz zordur.
Dostları ilə paylaş: |