İç Güvenlik: Seferberliğin Sona Ermesi, Sıkıyönetim Meselesi ve “Şekavet”
1923 yılı aynı zamanda iç düzenin de tesis edilmeye çalışıldığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş sonrası yabancı askerlerin ülkeden çekilmeleri, İstanbul işgalinin kalkması, özellikle Ege bölgesindeki yerlerin yeniden imarı gibi mevzuların yanında, iç güvenliğin sağlanması da bu çerçeveye oturtulabilir.
Seferberliğin sona ermesi savaş döneminin de sona erdiğinin göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. 1914’te ilan edilen seferberlik nihayet 31 Ekim günlü içtimada kabul edilen iki maddelik yasayla son bulmaktadır. Cumhuriyetin ilanından hemen sonraya denk gelen bu düzenlemeye göre seferberlik hali 1 Kasım’da sona ermektedir.140
Savaş halinin sona ermesinin yanında ülke genelinde çetecilik ve eşkıyalığın önlenmesi gibi bir sorun varlığını korumaya devam edecektir. Konuyla ilgili sıkıntının yıl öncesinden beri devam ettiği Hakimiyeti Milliye’de sık sık çıkan güvenlik ve “jandarma” haberleri başlıklarından anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili yasal düzenleme girişimi ise yılın ilk günlerinde karşımıza çıkmaktadır. İlgili kanun tasarısı Ocak ayında hazırlanmaya başlansa da141, tasarının Mecliste görüşülmesi 2 Ekim’i bulacaktır. Şekavetin Men’i Hakkında layiha adıyla başlayan yasalaşma süreci, 356 sayılı İzalei Şekavet Kanunu’nun kabulüyle 18 Ekim1923’te son bulacaktır.
2 Ekim’deki görüşmelerde örfi idare [sıkıyönetim] tartışması gündemdedir. İcra Vekilleri Heyeti 5 Ağustos günü “Aydın livasıyla Ödemiş kazasının ve Denizli ve Burdur livalariyle Afyon Karahisar’ın, Dinar, Çivril, Sandıklı ve Isparta’nın Eğridir ve Uluborlu kazalarında” örfi idare ilan etmiştir. Yalnız ilgili Sıkıyönetim Kanunu Osmanlı döneminden kalma olduğundan Mecliste tartışmalar kanunun geçerliliği üzerinde yoğunlaşmıştır. Sıkıyönetim ilanının sonuç getirmediği ve zaten bunun halkı da cezalandırdığı ifade edilmiş ve tartışmaların sonunda konunun kanunla düzenlenmesi konusunda karar kılınmıştır.
İzalei Şekavet Kanunu görüşmelerinde idareyle ilgili bir tartışma ön plana çıkmaktadır. İl İdaresi Kanunu’nun verdiği yetkilerin artık yetersiz sayıldığı örfi idare tartışmalarında özellikle vurgulanmıştır. Bunun yanında kanun layihasında “şaki” tanımı yapılsa da, şakileri tespit edecek makam hakkında uzlaşılması zor olmuştur. Bir grup, şakileri Dahiliye Vekaleti’nin ilan etmesi gerektiğini savunmakta, diğeri ise İcra Vekilleri Heyeti’nin belirlemesi ve Dahiliye Vekaleti’nin icra etmesini önermektedir. Dahiliye Vekaleti’ni “tam yetkili” kılma amacında olan gruba göre İcra Vekilleri Heyeti’nde konuyla ilgili ilgisiz çok sayıda vekil bulunmaktadır. Örneğin Nafıa ya da İktisat Vekaletlerinin konuyla doğrudan alakası bulunmamaktadır. Bu nedenle onları meşgul etmenin gereği yoktur. İcra Vekilleri Heyeti Reisi ve Dahiliye Vekili olan Ali Fethi Bey birinci grupta yer almaktadır.
İcra Vekilleri Heyeti’ni yetkili kılmak isteyen grup ise, Dahiliye Vekaleti’nin tutuklamadan idama kadar gidecek olan çeşitli kararları tek başına vermesindense, bir Vekiller Heyeti ile bu kararların verilmesini ve bu yolla sorumluluğun dağıtılmasını önermektedir.
Bir diğer tartışma ise yasa yazımından kaynaklanmaktadır. Taslağa göre şaki ilan edilenlerin eşkıyalık sırasında katledilmeleri herhangi bir ceza gerektirmeyecek ve kısaca meşru sayılacaktır. Yakalananlar ise yargılanarak mahkum edilecek, diğer bir deyişle beraat edebileceklerdir. Böyle bir durumda da kişiyi şaki ilan eden makamın sorumluluğu tartışması ortaya çıkacak ve adalet sağlanamamış olacaktır.142
Kanun’un çıkmasına kadar sıkıyönetimin işlediği ve kısmen de başarılı olduğu söylenebilir. Örneğin 9 Ekim günlü Hakimiyeti Milliye’nin haberinde (s. 1); Burdur, Isparta, Denizli ve Afyonkarahisar bölgesinde ilan edilen sıkıyönetim süresi zarfında, son bir ayda 53 kişinin “alt edildiği” ifade edilmektedir. Sıkıyönetimin ilanından sonra Hakimiyeti Milliye’de sık sık yakalanan şakiler hakkında haberler çıkmaya başlayacaktır. Bu haberler daha sonra il il verilecek ve en son, resmi tebliğ halinde, yakalananlar hakkında ilanlara evrilecektir.
Sıkıyönetim meselesi açısından İstanbul ayrı bir statüye sahiptir. Sıkıyönetim İstanbul işgal altında olduğundan İstanbul’un tahliyesine kadar devam etmiştir. Sıkıyönetimin kaldırılması ve İstanbul’daki basın sansürünün ilgası ancak İcra Vekilleri Heyeti’nin 7 Ekim 1923 tarihli toplantısında kararlaştırılacaktır.143 Kararda “2 Teşrinievvel 1339 tarihinden itibaren İstanbul işgaline nihayet verilmiş olduğu cihetle inzibatı mahalliyi muhafaza için elan devam eden İdarei Örfiyenin ve matbuat sansürünün artık vücuduna ihtiyaç kalmamış olduğundan lağvı” öngörülmektedir. Böylece savaştan kalma olan basın sansürü kurumu da ortadan kalkmış olacaktır.144
DÜZENLİ ve SÜREKLİ BİR MERKEZİ İDARE KURMA ÇABASI
1923 yılının geçiş yılı özelliği sergilediğine yukarıda değinilmişti. Geçiş yılından kastedilen, savaş şartlarının sona ermesiyle idarenin “düzenli ve sürekli” hale gelmesi uğraşında bir ara kesit olmasıdır. Bu çerçevede merkezi idarenin normal seyrine ulaşması sonraki yıllara sarkacak olsa da 1923’te bir şekilde düzene kavuşturulma çabası dikkat çekmektedir. Cumhuriyet’in ilanı, Ankara’nın başkent olması, Sayıştay ve Yargıtay’ın sürekli hale getirilmesi gibi konular merkezi idare üzerindeki bu çabanın ve gereksinimin sonuçlarıdır. İcra Vekilleri Heyeti’nin ve Meclisin işleyişinde yapılan düzenlemeler, daha kapsamlı bir Anayasa yapımına başlanması, Nevahi Kanunu’yla mülki örgütlenmenin yeniden yapılandırılması merkezin düzenlenmesi çabasının sonuçları olarak görülebilir. Aşağıda merkezi idareye ilişkin öne çıkan birkaç konuya değinilecektir.
İcra Vekilleri Heyeti Reisi’nin Görevi Nedir?
Yürütme aygıtının işleyişiyle ilgili sıkıntılardan birisi, Meclise İcra Vekilleri Heyeti Reisinin görevleri konusunda olmuştur. Birinci dönemin temel özelliği, savaş şartlarında ülkenin yönetimini üstlenecek bir idari yapı kurmaktır. Bu yapı kurulurken, tüm hatlarıyla biçimlenmemiş olduğu açıktır. Bu tartışma da böyle bir ortamdan kaynaklanmaktadır.
Tartışma, 12 Nisan günlü içtimada145 görüşülmeye başlanan avans kanunuyla gündeme gelmiştir. Görüşmelerde Müdafaai Milliye Vekili Kazım Paşa, layihada Vekaleti için ayrılan 6,5 milyon liralık tahsisatın 3,5 milyon lira daha arttırılmasını, Ramazan ayında Meclisin tatile girmesi durumunda ihtiyaç olan miktarı bulamayacağını sebep göstererek, talep etmiştir. Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey ise avans kanunu layihası hazırlanırken encümene gelen taleplerin görüşüldüğünü, ilave olarak istenen meblağın gerekli olup olmadığının bile bilinmediğini ifade etmiştir. Ayrıca bir önceki sene verilen toplam tahsisat olan 56 milyon lirayla savaş kazanıldığını, bu sene istenen miktarın ise toplamda 87,5 milyon liraya ulaşacağını; bu nedenle telaşa gerek olmadığını belirtmiştir. Sonrasında tartışmalar iki Vekil ve başka mebuslar arasında devam etmiş ve büyümüştür. İki Vekil arasındaki tartışma ve gerginliğin Meclise yansıması, Heyeti Vekile konusunda bir tartışma yaratmıştır. Mesele o gün encümene gidecek ve sonra tekrar görüşülecektir.
Avans kanunu görüşmelerinde, iki vekil arasındaki tartışmadan başka iki konu daha bu kararın alınmasında etkili olmuştur. Bunlardan birisi, kararın alındığı gün Şer’iye ve Evkaf Vekili Vehbi Efendi hakkında istizah takriri (güven oyu) verilmesidir. Vekilin kendi seçim bölgesinde fazladan bir tahsisatta bulunduğu iddiasıyla tartışılan konu, vekilliğinin son bulmasıyla sonuçlanacaktır. İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey bu konuda da kendisine bilgi verilmediğini, oysa takrirden önce kendisinin haberi olması gerektiğini dile getirmiştir. Benzer biçimde Lozan görüşmeleri için hareket edecek olan Heyeti Murahhasa üyelerine tahsisat verilmesi için bir düzenleme encümene havale edilmiş, ilgili düzenleme encümen tarafından avans kanunu layihasıyla birleştirilmiş, oysa avans kanununun çıkması tartışmalardan dolayı vakit almış ve tahsisat henüz çıkarılamamıştır. Rauf Bey, bu konuda encümenden ya da Maliye Vekili’nden bir bilginin kendisine ulaşması gerektiğini söylemektedir.
Kısaca özetlenen bu üç konudan hareketle Rauf Bey, İcra Vekilleri Heyeti Reisi’nin görev ve yetkilerini düzenleyen bir kanun tasarısı olmasına ve bunun encümen görüşmelerinin tamamlanmasına rağmen, araya giren çok sayıda önemli konu nedeniyle, bu düzenlemenin çıkamadığını belirterek, makamın zamanla kazandığı bir özelliğe vurgu yapmaktadır:146
“Reisinin nasıl hareket ettiğini söyliyeceğim. Evvelce İcra Vekilleri Reisi Heyet arasından intihabedilir ve müzekereyi idare ederlerdi. Fakat İcra Vekilleri Reisi Meclisi Âlinizden intihabedildiği zamanlarda, cereyan eden müzakerat neticesinde, icra Vekilleri Reisinin Meclisi Âlinize karşı Heyeti Vekile mukarreratından mesul olduğunu ifade ettiğiniz, işaret ettiğiniz tarzda intihabettiniz. Kanun sarih olmamakla bereber, tarafeynin bittelâkki kabul ettikleri şekil bu idi. Böyle olunca ben, İcra Vekilleri Reisi olarak, her vekil arkadaşımın vazife ve salâhiyetinden mesul olarak kararların altına imza koymakla mükellef idim ve daima bu kararlara seve seve imza vaz'ettim ve kanaatim hilâfında da hareket etmedim.”
Zamanla kazanılan her vekilin “vazife ve salâhiyetinden mesul” olma özelliğine rağmen kimi mali konularda kendisinin haberi olmadan iş yapılmasından rahatsız olan Rauf Bey, gerekirse kendisinin Meclisi Âli’ce görevden alınmasını önermekte ama bu olmayacaksa da bu alanın düzenlenmesini talep etmektedir:
Bu hakikat karşısında ve böyle memlekete ait mühim kararlar alınacağı zaman ben vazifemi terk etmeyi, aynı düşman karşısında terk etmeyi bir hiyaneti vataniye telâkki edecek kadar bir askerim ve Meclisin memuruyum. Vazifemi terk etmek için de kararınız lazımdır. Kararınız mutadır ve şereftir. Beni affedersiniz. Fakat bu tarzda kararınızı vermiyecek iseniz bu işler tashih ve tanzim edilir ve mesuliyetli, şerefli olan vaziyete gelirim ve İcra Vekilleri Reisi sıfatiyle kararınızın neticesini beklemek ve görmek mecburiyetindeyim.
Rauf Bey’in sözlerinden sonra Saruhan mebusu Reşad Bey’in verdiği takrir görüşülmeye başlanacaktır. Rauf Bey’in uzunca ve hararetli konuşmasından sonra verilen “İcra Vekilleri Heyeti Reisinin, Büyük Millet Meclisiyle İcra Vekilleri arasında “mercii istişari olduğuna ve vekillerle beraber vazaifi müşterekeden dolayı mesul bulunduğuna dair” takrir okunmuştur.147 Takrirde önceden beri uygulanan bu durumun düzenlenmesi ve vekiller arasında oluşan yanlış anlamanın düzeltilmesi için yapılan düzenleme şöyledir:
Heyeti Vekile Reisinin İcra Vekilleri Heyetiyle Büyük Millet Meclisi arasında vasıta ve Vekillerin mercii istişarisi olduğu vazaifi müşterekeden Reisin vekillerle beraber mes’ul bulunduğu kabul edilmiştir.
Takrir kabul edilerek İcra Vekilleri Heyeti Reisinin vekillerin danışma mercii olması sağlanmış ve İcra Vekilleri Heyeti Reisi’nin mebuslarla vekiller arasında bir aracı olmasının yanında onlarla beraber ortak sorumlu olması ilkesi de getirilmiştir. 1921 Anayasasında vekillerin müştereken sorumluluğu yer almamakta; yalnız Meclis Reisi İcra Vekilleri Heyetinin doğal başkanı sayılmakta ve Anayasa vekillerin kendi aralarından bir vekili reis seçmesini düzenlemektedir.
Yıl içerisinde İcra Vekilleri Heyeti ile ilgili bir diğer düzenleme de Heyet’in çalışma saatlerinin belirlenmesidir. 148 Savaş koşullarında uzunca sürelerle ve düzensiz olarak çalışan Heyet’in çalışma saatlerinin belirlenmesi düzenli bir yapıya geçişin işaretleri olarak görülebilir. Benzer biçimde İcra Vekilleri Heyeti’ne ilk defa bir Kalemi Mahsusa (özel kalem) memuru atanacaktır. 149
Dostları ilə paylaş: |