Şİa ve ehl-i SÜnnet nezdinde inanç konusu 25 ehl-i SÜnnet ve şİA'nin nüBÜvvet konusundaki İnançlari 26



Yüklə 0,95 Mb.
səhifə14/27
tarix17.01.2019
ölçüsü0,95 Mb.
#99388
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   27

  ŞİA 'NIN KAZA VE KADER İNANCI

      


  Şia alimleriyle tanışınca (1) ve kitaplarını okuyunca adeta kaza ve kader hususunda yeni bir ilim elde ettim Birisi Hz. Ali (a.s)'a kaza ve kader konusunu sorunca imam şöyle buyurmuştur.

        "Yazıklar olsun sana sen kaza ve kaderin kesin ve mutlak bir şey olduğunu mu sanıyorsun? Böyle olsaydı artık sevap ve ceza vermenin bir anlamı kalmaz ve söz veren boş yere olurdu. Allah'u Teala kullarına ihtiyaren emir etmiş ve ihtiyaren de nehyetmiştir. Onların tekliflerini kolay kılmış zorlaştırmamıştır. Az bir amele karşılık olarak da çok sevap vermiştir. Allah-u Teala mağlup kılınarak isyan edilmemiş zorla da kimseyi itaat etmek mecburiyetinde bırakmamıştır. Peygamberleri oyuncak olsun diye göndermemiş, kitapları da boş yere nazil etmemiştir. Gökleri, yeri ve onların arasında bulunan varlıkları da batıl ve boş yere yaratmamıştır. "Bu kafirlerin hayalidir; cehennem ateşinden dolayı eyvahlar olsun kafirlere." (2)

Nede açık bir beyandır bu. Bu konuda bundan daha açık bir söz ve bundan daha sağlam bir delil okumamıştım. Müslüman olan herkes bununla amellerinin sadece kendi irade ve ihtiyarından kaynaklandığına inanıyor. Zira Allah-u

----------

ı - Muhammed Bakır Es-Sadr, Ayetudlah-il Uzma Hoi, Ayetıdlah Hekim
Altame Tabatabai vb. bana bu hususta çok yarduncı oldular.
2 - Muhammed ibn-i Abduh'un yazdığı "Şerh-i Nehc'ul Belaga" c.4, s.673.

 


248 DOĞRULARLA BİRLİKTE

Teala emretmiş, ama seçim hürriyetini de bize bırakmıştır. Hz. İmam Ali'nin "Allah kullarına ihtiyaren emretmiştir" sözünün anlamı da budur. Daha sonra, Hz. İmam Ali (a.s) konuya daha da açıklık getirerek şöyle buyurmuştur. "Allah mağlup kılınarak isyan edilmemiştir." Bu sözün anlamı şudur ki, Allah-u Teala insanları bir işi yapmak zorunda bırakmak isteseydi, kulları da birleşseydi yinede Allah'ın işine galip gelemezlerdi. Bu ise Allah-u Teala'nın itaat ve isyanda kullarına seçme özgürlügü verdiğini gösterir. Bunu Allah-u Teala Kehf suresinin 29. ayetinde şöyle açıklamıştır.

                                  


        "De ki, hak Rabb'inizledir; isteyen iman etsin, isteyen de kafir olsun."

        Daha sonra, Emir'ul Mu'minin Ali (a.s) bu konuyu insanın kalbine yerleştirmek amacıyla insanın vicdanına hitap ederek konuyu açıklığa kavuşturan kesin bir delile işaret ediyor. O da şudur. "Bazılarmm inandığı gibi eğer insan fiillerinde mecbur olsaydı, o zaman artık peygamber gönderip, kitap indirmek bir nevi oyun ve faydası olmayan abes bir iş olurdu. Allah-u Teala ise oyundan ve abes iş görmekten münezzehtir. Zira Peygamberlerin (Allah'ın selamı onlara olsun) gönderilmesi ve kitaplarm nazil olunması insanlan islah edip onları zülümattan çıkarıp, nura hidayet ederek nefsani hastalıklarını tedavi etmek ve saadetli bir hayatın

EHL-İ SÜNNET'E GÖRE KAZA VE KADER / 249


örnek yolunu onlara açıklamak içindir." Allah-u Teala İsra suresinin 9. ayetinde buyuruyor ki:

                                                


        "Şüphe yok ki bu Kur'an, insanlara en doğru bir yola sevkeder."

        Daha sonra Hz. Ali (a.s) sözünü, cebre inanmanın göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan varlıkların batıl yere yaratıldığına inanmayı gerektirdiğini açıklayarak sona erdiriyor.(1)

        Bir grubun cebre inandığı, bir grup da tefvize inandığı bir sırada şianın kaza ve kader konusundaki inancını incelediğimizde bu inancın çok sağlam bir inanç olduğu ortaya çıkar. Zaten Ehl-i Beyt imamları'nın (Allah'ın selamı onlara olsun) varlığı da İslami inanç ve kavramları islah etmek, ve bu yoldan kayanları tekrar doğru yola döndermek içindir. Bu amaçla Ehl-i Beyt İmamları açıkça buyurmuşlardır ki:

                                                


        "(Hakikat) Ne cebir doğrudur ve ne de tafviz; bu ikisinin arasıoda bir şeydir."(1)

        Bu kavramı Hz. İmam Sadık her insanın kendi aklıca kavrayacağı bir basit örnekle açıklamıştır. Birisi imam'a "Ne

----------
- 1. Akaid'üş Şia fi'l kaza ve'l kader.

250 7 DOĞRULARLA BİRLİKTE



cebir doğrudur. ve ne de tafviz; bu ikisinin arasında bir şeydir" demekle neyi kastediyorsunuz?' diye sorunca, Şöyle buyurdu: "Yeryüzünde yürümen, yere düşmen gibi değildir."

        Bunun manası şudur ki, biz yürürken kendi ihtiyarımızla yürüyoruz; ama düşmemiz irademizin dışında olan bir şeydir.

        Böylece, kaza ve kader ile ilgili doğru görüş, cebir fikriyle tafviz fikri arasında bulunan bir fikirdir. Yani bir kısım işler bizim kendi elimizde olup kendi ihtiyar ve irademizle yaptığımız şeylerdir. İkinci kısım işler ise bizim irademizden hariçtir ve de bunlara karşı boyun eğmek zorundayız. Yani defetmek imkanımız da yoktur. Birinci bölümden dolayı hesaba çekiliriz; ama ikinci kısım işlerden dolayı bir sorumluluğumuz yoktur. O halde insan aynı anda hem muhtardır ve hem de mecbur.

A) İnsan bir iş hususunda düşünüp nihayeten yapmak veya yapmamak kararını aldığı fiillerinde muhtardır. Allah-u Teala Şems suresinde buna işaret ederek buyurmuştur ki:

                           



        "Andolsun cana ve azasını düzüp koşana, derken ona kötülüğünü de çekinmesini ilham etmiştir, andolsun ki kim özünü iyice temizlemişse kurtulmuştur, muradana ermiştir, ve andolsun ki kim özünü kirletmiş, kötülüğe gömmüşse ziyana girmiştir."

EHL-İ SÜNNET'E GÖRE KAZA VE KADER / 251

        O halde nefsin tezkiyesi ve kirlenmesi insanın kendi seçimi sonucu olduğu gibi, fe la ha varmak ve zarara uğramak ta bu seçimin kesin ve adilane olan bir neticesidir.

        B) İnsan onu kapsayan Allah-u Teala'nın irade ve meşiyetine boyun eğmiştir. Yani bütün bu evrene hakim olan kanunlanna karşı mecbur durumdadır. İnsan kendisinin erkek veya kadın cinsinden olmasını seçemez. Insan hangi renk ve ırktan olmasını seçemez. İnsan hangi anne-babadan dünyaya geleceğini seçemez. Hatta insan cisim yapı ve boyunun ne kadar olmasını bile seçemez. Bundan başka genetik hastalıklar gibi kendi katkısı olmadan lehine veya aleyhine işleyen bir kısım tabii kanunlara boyun eğmek zorundadır. İnsan yoruldu mu uyur, dinlendikten sonra da uyanır. Acıktığı zaman yemek yer. Susadığı zaman su içer. gir ferahlık hissettimi neşelenip güler, bir hüzüne kapıldı mı ağlar ve üzülür. Vücud fabrikasında çeşitli hormon, hücre ve büyüme kabiliyeti olan, nütfeler üretilir. Bu arada biyolojik yapısı ise hayret verici bir tertip ve düzenle çalışmaktadır. Fakat bu insan hayatının her anında ve hatta ölümünden sonra bile ilahi inayetlerle çevrelendiğinin farkında dahi değildir. Allah-u Teala buna işareten Kıyamet suresinin 36. ayetinden 40. ayetine kadar şöyle buyuruyor.

                             


252 / DOĞRULARLA BİRLİKTE



        "Yoksa insan sanır mı ki kendi keyfine bırakılır? Erlik suyundan dökülen bir katre değil miydi? Sonra bir kan pıhtısı oldu da onu yarattı, azasını düzüp koştu, derken ondan da erkek, dişi, çiftller yarattı; bunları yapanın, ölüyü diriltmeye gücü mü yetmez?"

        Evet ey Rabb'imiz, sen her eksiklikten münezzehsin ve bütün hamdlar da sana mahsustur. Ey bizim yüce Rabb'imiz, yaratıp düzenleyen sensin; takdir edip hidayet eden sensin; öldürüp dirilten sensin; bereketler sendendir; sen yücesin; sana muhalefet edip uzaklaşanlara ve seni hakkın gereği takdir edip tanımayanlara yazıklar olsun.

        Bu bahsimizi Abbasi halifesi Me'mun'un döneminde çeşitli ilim ve felsefelerin islam aleminde sözkonusu edildiği bir dönemde yaşayan ve ilimdeki üstünlüğü herkes tarafından tastik edilen hatta ondört yaşına varmadan zamanın en bilgini olarak tanınanın Ehl-i Beyt İmamlannm sekizincisi Hz. İmam Ali ibn-i Musa Rıza'nın sözleriyle sona erdirelim:

        İmam Rıza(a.s)'a imam sadık(a.s)'ın "Ne cebir doğrudur ve ne de tafviz; bu ikisi arasında bir şeydir" Sözünün manası sorulunca şöyle buyurmuştur.

                            
-----------------------------
1 - İbn-i Abd-i Rabb'ih'in yazdığı "İkd'ul Ferid" kitabı, c.3, s.42.

EHL-İ SÜNNET'E GÖRE KAZA VE KADER / 253

                                     

        «Allah-u Teala'nın bizim fiillerimizi yaptığını ve daha sonra da bize o fiillerden dolayı azap verdiğini sanan kimse cebre kail olmuştur. Allah-u Teala'nın yaratmak ve rızık işini-kendi hüccetlerine - tafviz ettiğini hayal eden bir kimse ise hak yoldan sapmıştır. Cebre kail olan birisi kafirdir; tafvize kail olan ise müşriktir. Ama "gerçek bu ikisi arasında bir şeydir" sözünün manası "Allah'ın emrettiği şeyi yapıp, nehyettiği şeyden kaçınmanın bir yolunun bulunduğuna inanmaktır."


Yani Allah-u Teala onu hayrı yapmaya veya terk etmeye kadir kıldığı gibi şerri de yapmaya veya terketmeye kadir kalmıştır. Hayrı emretmiş şerrden ise nehyetmiştir."

Andolsun ki, bu söz ister tahsil görmüş olsun, ister okur-yazar olmasın her seviyede akıl sahibinin kavrayabileceği tam manasıyla yeterli ve doyurucu bir açıklamadır. Gerçekten de Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt hakkında buyurduğu şu söz ne de güzeldir.

                             

        "Onlardan (Ehl-i Beyt'ten) öne geçmeyin yoksa helak olursunuz ve onlardan geri de kalmayın ki yine helakete

254 DOĞRULARLA BİRLİKTE



düşerseniz; onlara ilim öğretmeye de kalkışmayın ki onlar sizden daha bilgilidirler."(1)

-----------------------

1 - İbn-i Hacer'in yazdığı "Savaik'ul Muhrika', s148 - Mecmeu'z zevaid, c.9, s.163 - Yenabiu'l Mevedde, s.41 - Durr'ül Mensur, c.2, s.60 - Kenz'ul Ümmal, c.1, s.168 - Usd'ul Gabe, c.3, s137 - Abekat'ul Envar, c.3, s.184.

EHL-İ SÜNNET'E GÖRE KAZA VE KADER / 255

                                                 KAZA VE KADER İLE HİLAFET MES'ELESİ

        İlginç olan şudur ki Ehl-i Sünnet Allah-u Teala'nın kullan amellerinde mecbur kıldığını ve onların hakiki anlamda ihtiyan olmadığını söylemelerine rağmen, hilafet konusunda Hz. Resuluılah (s.a.a)ın vefat ettiğinde halkın kendi istediklerini seçmeleri için meseleyi onların kendi iradelerine bıraktığını söylüyorlar.

        Şia ise bunun tam aksi görüşündedir. Onlar insanın kendi amellerinde "Ne cebirdir ve ne de tafviz bu ikisi arasında bir şeydir" ilkesince muhtar olduğunu ve istediği şekilde Allah'ın izniyle hareket ettiğini söylemelerine rağmen, hilafet konusunda insanların ihtiyarı olmadığına inanıyorlar. Bu da ilk merhalede bir çelişki gibi gözükür, ama gerçekte böyle değildir. Aksine Ehl-i Sünnet'in Allah-u Teala'nın kullarını amellerinde mecbur kıldığına dair görüşleri önceden de açıkladığımız gibi gerçekle çelişmektedir. Zira Ehl-i Sünnet'e göre gerçek anlamıyla ihtiyara sahip olan Allah-u Teala'dır, insanlar ise muhtar oldukları vehmine kapılıyorlar. O halde bu görüşe göre, örneğin Ebubekir'i Sakife günü önce Ömer'in daha sonra da diğer sahabelerin seçmesi vehmi bir seçimdir. Zira gerçekte onlar Allah'ın emrini infaz eden bir vasıtadan gayri bir şey değillerdi. Bu görüşün gerÇekle çelişkide oluşu apacıktır.

        Ama Şiiler Allah-u Teala'nın kullarını kendi fiillerinde muhtar kıldığına inanmaktalar. Bu ise hilafetin Allah'ın seçimiyle gerçekleştiği inançlarıyla asla çelişmemektedir.

256  /  DOĞRULARLA BİRLİKTE


                                                        

        "Vesenin Rabb'indir ki istediğini yaratıp, istediğini geçer, onların seçme hakkı yoktur."

Zira hilafet aynen nübüvvet gibi kullann seçimine bırakılan bir şey değildir. Allah-u Teala halkın arasından Peygamber'ini kendisi seçip göndermektedir. İşte hilafet konusu da aynen böyledir. Fakat insanlar hayatlan boyunca Allah'ın emrine itaat etmekte veya isyan etmekte muhtar kılınmışlardır. O halde insan, ya kendi isteği üzere Allah'ın seçtiğini kabul edip ona boyun eğer veya kendi isteğiyle ona karşı gelir. Salih olan mü'min bir kimse Allah'ın seçtiğini kabul eder; Allah'ın nimetine karşı çıkan kimse ise Allah'ın seçtiği ni reddeder. Allah-u Teala şöyle buyuruyor.

                            

        "O halde benim hidayetime tabi olan kimse ne sapıklığa düşer ve ne de şaki olur. Benim zikrimden yüz çeviren kimseye ise dar bir yaşantı vardır, kıyamet günü de onu kör olarak mahşere getireceğiz. O "Ey Rabb'im, neden beni kör olarak haşrettin; ben görüyordum (gözüm var idi)" diyecek. Ona "sana ayetlerimiz gelmişti de sen


EHL-İ SÜNNET'E GÖRE KAZA VE KADER / 257


onları unutmuştun; böylece bu gün de sen unutulacaksın."
                                                                                                                            
Tâhâ / 123-126

        Ehl-i sünnet'in bu konudaki görüşlerine bakılırsa hiç kimse sorumlu tutulmaz. Oysa ki, insanın iradesi dışında cereyan ettiğine inandıklan yöneticilik müessesesi yüzünden haksız yere nice kanlar dökülmüş, nice zulümler işlenmiştir. Bu uğurda dökülen bütün kanların, çiğnenen bütün değerlerin sorumlusu Allah mıdır?! Bazı sözde ilim sahibi kimseler bunu iddia ederek bu hususta şu ayet-i kerimeye temessük ediyorlar.

                                                                    

       "Eğer senin Rabb'in isteseydi onu yapamazlardı"


                                                                                                                              
En'am/1l2
        Fakat şia sapıklığa yol açıp Allah'a isyan eden her şahsı kendi yaptığından dolayı sorumlu tutmakta ve hem işlediği günahı ve hem de o günahı işleyenlerin yüklendiğine inanmaktadır. Hz. Resuluılah (s.a.a) şöyle buyurmuştur.
                                                     

        "Hepiniz Sürü sahibisiniz ve herkes de kendi sürüsünden sorumludur."

         Allah-u Teala da şöyle buyurmuştur.

                                                                  

         "Bekletin onları; onlar sorguya çekilecektir."
                                                                                                                             
Sâffât / 24

  


Yüklə 0,95 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin