DERSİ PLANLAMA VE ETKİNLİKLERİ SIRAYA KOYMA
DERS PLANI
DERSİN ADI : SANAT TARİHİ
II. ÜNİTE: TARİH ÖNCESİNDE ANADOLU’DA YAŞAM
İÇERİK : Tarih Öncesi Çağlar ve Yerleşim Yerleri : a)Paleolitik Çağ b)Mezolitik Çağ c)Neolitik Çağ d)Kalkolotik Çağ
SINIF : 10.sınıflar
SAAT : Teorik 2 ders saati (40dk + 40dk)
HEDEFLER :
1. Tarih öncesi çağları sırasını belirler. a)Paleolitik Çağ b)Mezolitik Çağ c)Neolitik Çağ d)Kalkolotik Çağ
2.Tarih öncesi çağda insan yaşantılarını inceler.
3.göçebeliğin nedenlerini kavrar.
4. ilk yerleşimin nasıl gerçekleştiğini ve nerede olduğunu öğrenir.
5. kullanılan eşyaların sanatla ilişkisi incelenir.
6. günümüze kalan eserleri inceler.
KAZANIMLAR :
10.2.1- Anadolu’da tarih öncesi çağlara ait yerleşim merkezlerinin temel özelliklerini açıklar.
10.2.2- Anadolu’da tarih öncesi çağda toplumsal gelişimin sanat eserlerine etkilerini belirler.
10.2.3- Anadolu’da İlk Çağda kurulan uygarlıkları tanır.
10.2.4- Anadolu’da İlk Çağda kurulan uygarlıkların genel özelliklerini belirler.
10.2.5- Sümer mimarisini tanır.
10.2.6.Anadolu’da tarih öncesi çağlardan günümüze kalan eserleri tanır.
10.2.7.Mezapotamya’da gelişen mimari,heykel ve kabartma sanatlarının genel özelliklerini belirler.
ETKİNLİKLER:
1.Tahtaya belli aralıklarla ya da şema çizilerek tarih öncesi çağlar (Paleolitik-Mezolitik-NeolitikKalkolitik-Maden) yazılır. Bu beş çağa göre yerleşim merkezleri incelenir.
2.Yerleşim yerlerinin özelliklerini ortaya koyan resimler incelenir. Öğrenciler aralarında gruplara ayrılarak yerleşim merkezleri ve çağlar arasındaki benzerlikler ve farklılıkları birbirleriyle karşılaştırır.
3.Toplumun yaşam biçimindeki değişikliklerin (tekerleğin, ateşin, tarımın, hayvanların, evcilleştirilmesinin ve yazının bulunmasının) sanat eserlerine etkisi tartışılır .
4. Öğrencilerden Anadolu’da İlk Çağda kurulan uygarlıkları araştırmaları istenir.
5.Anadolu’da İlk Çağda kurulan uygarlıklara yönelik kronolojik şema oluşturulur .
6.Örnek resimler üzerinde yerleşim yerlerinden elde edilen buluntular ve genel özellikler gösterilir.
7. Mezopotamya bölgesinin coğrafi ve tarihi açıdan değeri, sümerlilerin yaşamı ve uygarlıkları tartışılır
8. Sümer mimarisinin yapı türleri tahtaya yazılır ve bu türlerin arasındaki farklar tartışılır.
AMAÇ ve GEREKÇE :
Sanat tarihi, sanat yapıtının ve onun toplumdaki yerinin daha iyi anlaşılması için öğretilir. Öğrencilerin değerlendirme, anlama ve karşıt görüşleri tolere etme yeteneklerini geliştirir.
Sanat tarihi eğitiminin önemli bir amacı öğrenciye yaşayan, canlı bir sanat tarihi bilinci kazandırmaktır. Ancak bu sayede öğrenci sanatı tanıyacak, öğrenecek, seçenek ve yeni biçimler yaratmada bir temel oluşturacaktır.
Evrensel yapıtlarla birlikte bulunduğu coğrafyanın kültürel yapıtlarını, düşünce ve inançlarını, ulusal karakterini analiz etmeleri.
Tarihi eserleri sevme ve koruma bilinci geliştirmelerini sağlamak.
ARAÇ ve GEREÇ :
Sanat kitapları, Tarih kitapları
DİĞER ALANLARLA İLİŞKİSİ ve NEDENLERİ :
Sanat tarihi, bilimsel anlamda XIX. yüzyılda Almanya’da ortaya çıkmıştır.
Sanat tarihi, çeşitli sosyal bilim dalları ile yakından ilişkilidir. Bu bilim dallarından bazıları ve sanat tarihi bilimiyle ilişkileri şunlardır:
Tarih: İnsan toplulukları veya toplumlar arasında ortaya çıkan olay, gelişme vb.ni yer ve zaman göstererek neden -sonuç ilişkilerini araştırıp inceleyen bilim dalıdır. Sanat tarihinde ele alınan sanat eserlerinin de bir geçmişi bulunmaktadır. Bu nedenle bir sanat eseri ele alındığında, mutlaka onun yapıldığı zaman ve bu zamanın çeşitli koşulları göz önünde tutulur. Tarih, bu konuda sanat tarihine yardımcı olur.
Antropoloji: İnsanın yeryüzüne gelmesinden bugüne kadar olan gelişimini inceleyen bilim dalıdır. İnsanın kendi kökenini, biyolojik yapısını, toplumsal davranışlarını, kültürlerini konu edinir. Uygarlıkların yarattığı kültürleri inceleyerek sanat tarihine yardımcı olur.
Filoloji: Dil bilimidir. Dünya üzerinde var olan dilleri inceleyerek sanat tarihine yardımcı olur. Amacı, okunup anlaşılmasında güçlük duyulan metinleri açıklayarak bir metni hem edebiyat hem de dil bakımından değerlendirmektir.
Paleografi: Eski yazıların okunmasını sağlayan bilim dalıdır. Dil bilimiyle birlikte kullanılır. Yazıların tür ve şekillerini inceleyerek sanat tarihine yardımcı olur.
Epigrafi: Taş veya maden gibi dayanıklı maddeler ile anıtlar üzerinde yazılmış kayıtları inceleyen yazıt (kitabe) bilimidir. Yazıtlardaki her türlü belgeyi inceleyen, yorumlayan ve sınıflandıran bilim dalıdır. Bu tür sanat eserlerinin kimler tarafından ve hangi amaçla yapıldığının bilinmesini sağlayarak sanat tarihine yardımcı olur.
Nümizmatik: Geçmişte kullanılan madenî para (sikke) ya da madalyaların tarihi ve tanımıyla uğraşan bilimdir. Sikkelerin üzerindeki yazı ve betimlemeleri inceler, o dönem hakkında bilgi vererek eski paraların ve eserlerin tarihlendirilmesine yardımcı olur.
Kronoloji: Zaman bilimidir. Olayların tarihlerini saptayarak oluşum sıralarını düzenler. Eserlerin hangi zaman dilimi içerisinde yapıldığını belirleyerek sanat tarihine yardımcı olur.
Sosyoloji: Toplumları bilimsel, sistematik ve eleştirel olarak inceleyen bilim dalıdır. Sosyolojinin konusu, toplum ve toplumsal yaşamla ilgili olgu ve olaylardır. Toplum kavramı sosyolojide merkezî bir kavramdır. Toplum kavramının çözümlenmesinde kültür, önemli bir yer tutar. Kültür, toplu yaşamın kurucu ögelerinden birini oluşturur. Kültürün önemli bir parçası olan sanat eserleri, sosyokültürel bir yapı içinde meydana geldiğine göre sosyoloji ile yakından ilgilidir. Çünkü her sanat eseri, bir kültür çevresinin damgasını taşır. Sosyoloji, hangi sanat eserinin hangi sosyokültürel çevre içinde meydana geldiğini araştırarak sanat tarihine yardımcı olur.
Coğrafya: Yeryüzünü fiziksel, ekonomik, beşerî, siyasal yönlerden inceleyen bilimdir. Her sanat eseri, belli bir yerde ve o yerin coğrafi koşulları içinde yapılır. Coğrafi çevre, içinde yaşayan insanların yaşam koşullarını ve o insanların dünya görüşlerini etkileyebildiği gibi sanat üzerinde de belli bir etkiye sahiptir. Bu nedenle sanatçıların, sanat olaylarının ve sanat eserinin yapıldığı yerin bilinmesi gerekir. Coğrafya, bu konuda sanat tarihine yardımcı olarak sanat olayının, akımın, tarzın ve eserin ait olduğu yeri belirler.
Dinler tarihi: Dinler tarihi, dinlerin tarihini, ortaya çıkış sebeplerini, önemli şahsiyetlerini, ahlak kurallarını ve ibadetlerini inceler. Her kültürün ibadethaneleri, ibadet etme ve dini yorumlama biçimleri farklıdır. Bu farklılık dinsel yapılarda da görülür. Sanat tarihi farklı kültürlerin dinsel yapılarını incelerken dinler tarihine yardımcı olur.
TARİH ÖNCESİ ÇAĞLAR
Tarih Öncesi Devirlerin Genel Özellikleri
¨ Tarih öncesi dönemlerin devirlere ayrılmasında, kullanılan araç ve gereçlerin malzemesi dikkate alınmıştır.( Taş , Demir vb.)
¨ Tarih öncesi dönemlere karanlık devirler de denir.
¨ Bütün devirler bütün toplumlarda aynı anda yaşanmamıştır.
¨ Her toplum bütün devirleri sırasıyla yaşamamıştır.
¨ Devlet düşüncesinin ortaya çıkması Tunç Devri’ndedir.
¨ İnsanların ihtiyaçları, icatları ortaya çıkarmıştır.
1)TAŞ DEVRİ : İnsanlık tarihini en uzun süren dönemidir.3 ‘ ayrılır.
A) PALEOLİTİK DÖNEM (Yontma taş , Eski Taş ) :Barınak olarak mağaraları
kullandılar. Geçim kaynakları Avcılık ve toplayıcılıktı. Küçük gruplar halinde yaşarlardı
.Duygularını mağara duvarlarına çizerek ilk sanatsal faaliyetleri başlattılar. Kıyafet olarak
avladıkları hayvanların postlarını giyip soğuktan korunmaya çalıştılar. Dönemin sonlarında
ateş bulundu. El Baltaları ,Kemik ve Ağaçtan yapılmış kesici ,delici ,kazıcı aletler dönemin
önemli buluntularıdır.
Döneme ait dünyadaki ilk yerleşim yeri İspanyadaki Altamira ve Fransadaki LASQUE
mağaralarıdır. Türkiyede ise Antalya da Karain ,Beldibi ve Belbaşı ,İstanbul da Yarımburgaz
mağaraları örnektir.
Kimileri için izlenmesi tutkuya dönüşmüş bir sanat, kimileri için ise arkasında derin anlamları olan ve birçok şeyi anlatan mitoloji.
19. yy itibariyle keşfedilmeye başlanan mağara sanatı dönemin prehistoryenlerini bile hayrete düşürmüş, tarihi konusunda uzun bir süre netlik koyulamayıp paleolitik insan tarafından icra edilmiş olmasına kuşku ile bakılmıştır. ‘’1879’da bulunmuş Altamira mağarasını düşünün. O dönemde sabit bir prehistorik sanatın varlığını yeni kabul etmiştik.’’ (Clottes 2006: 59) Bir süreliğine kuşkuya neden olan mağara resimleri daha sonra paleolitik avcı-toplayıcı yaşamın imgesel karşılığı olan bir sanat olarak kabul edilmiştir. Zaman olarak günümüzden önce 30 bin ile 10 bin yıl arasına, coğrafya olarak da Avrupa, Alp-Himalaya kuşağının batı silsilesi dahilindeki Asya ile sınırlandırılan mağara sanatı bugüne kadar hakkında birçok teorinin yapılmasına neden olmuştur.
Fransa, Dordogne’daki Lascaux Mağarası, Boğalar Salonu
Sıraladığımız yer ve zamana yayılan Üst Paleolitik Mağara Sanatı kimi araştırmacıların da kabul ettiği bir takım ortak özellikleri barındırır. Bunlar arasında, işlenen figürlerin birkaç ünik örneği dışında kalan ve genel tipolojiyi barındıran özellikler ön plandadır. ‘’Bütün bu uzun zaman boyunca, yani günümüzden önce 35.000’den 10.000’e teknik açıdan ve de örneklerle müthiş bir bütünlük var.’’ (Clottes 2006: 65)
Art arda gelen keşiflerle mağara sanatının belli coğrafyalarda yoğunlaştığı gözle görülür bir hal alıyordu. Kuşkusuz bu, insan toplulukları arasındaki yaşam farklılıklarının ötesinde coğrafi şekillerinde etkili olduğu bir dağılımdı. ‘’Resim içeren mağaraların en yoğun olarak bulunduğu bölgeler son buzul çağının güney eteklerinde yer alan Orta ve Kuzey İspanya, Güney Fransa, Kuzey İtalya, Ural Dağları ve Doğu Avrupa’ya uzanıyor.’’ (Tanyol 2000: 131) Coğrafya sadece mağara sanatının dağılımında değil çağdaş kültürler arasındaki farklılıklarda da rol oynamıştır.
‘’Doğu Avrupa’da Gravettien kültürünün Avrupa’nın batısından en önemli farkı, burada doğal olarak mağara bulunmadığı için, açık hava yerleşmelerinin sayısının daha fazla olması ve bu açık hava yerleşmelerinde kulube tipi yapıların bulunmasıdır.’’ (Dinçer 2003: Doğu Avrupa’da Üst Paleolitik Çağ, PALEOBERKAY.CJB.NET) Şimdiye kadar keşfedilen mağaraların bir bütünlük dahilindeki nitel farklılıkları ve nicel büyüklükleri de göz ardı edilmemelidir. Adeta her biri farklı bir yaşamı, anlayışı ve yorumlamayı anlatan mağaralar geçmişte kalmış kültürlerin imge depoları gibidirler. ‘’Şimdiye değin Avrupa’da 200’den fazla resimli mağara ve 10binin üzerinde –taşınabilir sanat diye adlandırılan- süslemeli nesne ortaya çıkarılmıştır.’’
Mağara Resimlerine Genel Bir Bakış
Altamira’da, Lascaux’da Homo Sapiens’in bilinen ilk soyut düşüncelerini görebilmekteyiz. İnsan betimine neredeyse hiç rastlanmayan resimler, sahibinin takdir toplayacağı yani herkesin görebileceği bir mekan yerine daha çok mağaranın ulaşımı güç, izbe mekanlarına yapılıyordu. ‘’El resimleri ve bazı fantastik resimlerdeki hayvan-insan karışımı figürler bir yana bırakılırsa ana tema yalnızca av hayvanlarıdır.’’ (Tanyol 2000: 132)
Besin ekonomilerinde çok fazla yer kaplamayan (at, bizon gibi) hayvanların oluşturduğu sahneler çoğunlukta idi. İnsan yerine hayvanlarla oluşturulan sahneler, avcı-toplayıcı topluluklarının antropomorfik bir düşünce yapısına sahip olduğuna yani doğayı sosyal terimlerle düşündüğüne kanıt oluşturabilir. Aslına bakılırsa antropomorfik düşünce yapısı günümüz insanında da mevcuttur. Sokağımızda ya da okulumuzda gördüğümüz bir hayvana insan adı vermek ve onla olan ilişkilerimize insani duygu, amaç ve maksatlar yakıştırmak sırf bu yüzdendir. ‘’Paleolitik sanata ait ilk eserler, antropomorfizmin 40 000 yıl önceki kültürel patlamaya kadar uzandığını göstermektedir.’’ (Mithen 1999: 190)
Belli bir perspektifin olmadığı sahnelerde önemli bir unsur figürlerin statik olmayışıdır. ‘’Daha da önemlisi belki resimlerdeki av hayvanlarının hareket halinde oldukları göze çarpar. Bacakların duruşu, beden çizgileri, ya da başın dönük biçimi bize bunu gösterir, öyle ki en erken resimlerde bile bu hareket duygusu son derce açıktır.’’ (Tanyol 2000: 131)
Resimlerde belli bir çeşitlilikle yerini alan renkler adeta bir armoni oluşturmaktadır. Kırmızı gibi bazı renklerin hakim olduğu boyalar Paleolitik insan tarafından bitkisel ve mineral maddelerden elde ediliyordu. ‘’Boya yapımında kullanılan maddeler (pigmentler) ve mineral dolgu maddeleri, Üst Paleolitik insanlarca özenle seçilerek, özel bir karışım oluşturmak üzere 5-10 mikrona dek inceltiliyordu. Siyah boya, tahmin edilmiş olduğu gibi, odunkömürü ve manganez dioksitti.’’ (Lewin 2004: Düşlem Ürünü Boyalar) Boya elde etmek içinde belli bir bilgi birikimi gerekiyordu. Bu işe belli bir vakit ayıran bireyin, hangi rengin hangi maddeden elde edildiğini, o maddelere doğada nasıl ulaşabileceğini ve daha birçok ayrıntıya hakim olması gerekmekte idi. Mağara resimlerinin hammaddesi olan boyaya ulaşmak olsun, resimlerin duvarlardaki yerini almasını sağlamak olsun, hepsi belli bir zaman ve çaba ile oluşuyordu. ‘’Yapılmaları bir hayli zaman almış olan bu resim ve heykellerin yapımları sırasında, toplumun diğer bireylerinin bu ‘’sanatçıları’’ beslemiş olması gerekir. Bu nedenle de, sanat ile doğrudan ilgili olan bu kişileri saptanabilen ilk uzmanlar olarak kabul etmek doğru olur.’’ (Arsebük 1995: 103)
Resimlerdeki boyutsallık, sahnelerdeki hareketlilik insan evrimi açısından Üst Paleolitik insan topluluğunun nerelerde olduğunu bize göstermektedir. Tıpkı alet yapımında olduğu gibi yüksek bir el-göz-beyin koordinasyonunu gerektiren resimlerin belli bir ikonografi ile yapılması toplum yada hakim olan düşünüş biçiminin resimleri yapan kişilere getirdiği belli kuralların olduğunu düşünmemize neden olmaktadır. ‘’Gerçekten, Paleolitik sanatı inceleyen bir kimsenin gözüne çarpan ilk unsurlardan biri tutarlılıktır. Mağara duvarına olsun, fildişine, geyik boynuzuna, kemiğe ve taşa olsun, pek çok çeşitli biçimlerde yapılmış resim, oyma ve heykellerde, paleolitik sanatçıların benzer davranışlarla, aynı tür hayvanları betimlemeyi yineleyip durmuşlardır.’’
Resimler Niçin Yapıldı? Büyü, Ayin, Mit yahut Başka Birşey?
İzleyenleri çok farklı şekilde etkileyen bu resimler hangi dürtülerle yapılmıştı, resimlerin topluluk içi organizasyonda bir işlevi var mıydı? Yaşamının büyük bir bölümünü mağara duvar sanatını inceleyerek geçiren Rahip Henry Breuil’e göre resimler sosyal yaşantının ilerlemesinde ya da farklı bir deyişle topluluğun belli bir işe ya da amaca yönlendirmede işlev sahibiydi. Ona göre canlandırılan sahnelerdeki hayvanlar tıpkı günümüz voodoo ayinlerinde olduğu gibi sembolik olarak güçten düşürülüyordu. Böylelikle topluluktaki avcılar kutsanıyor ve belki de daha önemlisi motive oluyorlardı. İlk bakışta mantıklı gelen bu teorinin bir takım açmazları var. ‘’Mağaralardaki betimlemelerin çoğunlukla, o insanlarca eti yenmeyen hayvanlara ait oluşu, av büyüsü varsayımı için bir sorun oluşturuyordu.’’ (Lewin 2004: 187) Besin ekonomilerinde pek fazla yer tutmayan at, bizon vb hayvanlar betimlemelerin büyük çoğunluğunu oluşturuyordu. Halbuki Breuil’in teorisi doğru olsaydı resimlerde sıkça ren geyiği ve mamut görecektik. Prehistorik insan için sembolizmin sosyal hayata direk yardımcı olması planlanan bir kurum ya da olgu olmadığı düşünülebilir.
Her türlü yaratıcılığın dış dünyada bir karşılığı bulunur, bir bakıma. Resimler belki de belli
B) MEZOLOTİK DÖNEM :Neolitik döneme geçiş devridir.Havalar ısınmış
iklim değişmeye başlamıştır. Avcılık yine temel uğraştır. Önemli yerleşim yerleri ise Antalya
Beldibi ,Ankara Macunçay ,Samsun Tekkeköy ve Göller yöresindeki Baradiz mağaralarıdır.
C) NEOLİTİK DÖNEM ( Cilalı taş Yeni taş ) :
Neolitik (Yeni Taş) Devir ( MÖ 9.000-7.000): Bu dönemde yerleşik köyler oluşmuş, tarıma başlanmış, hayvanlar evcilleştirilmiş, yeni taş ve odsidiyen aletler geliştirilmiş, ilk kez kilden çanak çömlek üretilmiş, anıtsal boyutlarda heykel ve kabartmalar yapılmıştır. Çanak Çömleksiz Neolitik (MÖ 10.000- 7.000) ve Çanak Çömlekli Neolitik (MÖ 7.000) başlıkları altında iki döneme ayrılarak incelenmektedir. Obsidiyen: Volkanik püskürtmelerle ortaya çıkmış ve özellikle Neolitik Çağ’da yaygın olarak alet yapımında kullanılmış madde (volkanik cam).
Çanak Çömleksiz Neolitik’in ilk aşaması için en önemli gelişme, yuvarlak planlı yapılarda oturan insanlara ait, sanatsal/tinsel ürünlerde günlük ihtiyaçlar dışında özel amaçlara yönelik, anıtsal, kollektif iş gücü gerektiren yapı ve buluntuların bulunması, bezemeli taşlar ve boncuk yapımı gibi uzmanlık alanlarının ortaya çıkmasıdır. Çanak Çömleksiz Neolitik’in ikinci aşaması için söylenebilecek önemli gelişme ise tahıl üretiminin belli bazı yerleşmelerde denenmiş olduğu ve insanın hayvan üzerindeki kontrolünün arttığıdır. Ayrıca mimaride yuvarlak planlı yapılardan dörtgen planlı yapılara geçilmesi de başka bir gelişmedir. Diyarbakır Çayönü’nde kafataslarının ayrı bir odada toplandığı bina, Urfa Nevali Çori’de ve Göbekli Tepe’de içinde bezemeli anıtsal boyutlarda steller bulunan tapınaklar bu dönem insanının dinsel alanda ortaya koyduğu ilk olağanüstü eserler olarak değendirilmektedir. Figürün: Kilden veya taştan yapılmış, insan ya da hayvan biçimli heykelcikler.
Çanak Çömlekli Neolitik’in yaşam biçimlerinin açıklanmasında önemli bir konuma sahip, Konya Ovası’nda yer alan Çatalhöyük’tür. 1960’lı yıllar ve sonrasındaki kazılarda ele geçen zengin çeşitlilikteki sanat eserleri (özellikle figürünler), obsidiyen işçiliği, duvar resimleri, ölü gömme sembolizmi, belli sosyal kurallar çerçevesinde yaşayan topluluğu ile Çatalhöyük, çiftçi bir köy yerleşmesidir. Neolitik Devir Anadolu’sunda temel olarak tarihî devirlerde “Tanrı Ana” adını alacak olan, insan için bereket ve çoğalmanın sembolü olan tanrıya tapınılmıştır
Kalkolitik (Bronz Bakır) Devir MÖ 5600-3500): Anadolu’daki Erken Kalkolitik Devir yaşamının Neolitik’in son dönemi ile çakıştığı, Orta Kalkolitik’te yerleşimlerin daha korunaklı ve yüksek yerlerde (muhtemelen savunma amaçlı olarak) oluştuğu görülmektedir. Orta Anadolu’da Köşk Höyük, Hacılar, Alişar, Çamlıbel Tarlası, iç Batı Anadolu’da Orman Fidanlığı, Karadeniz kıyı bölgesinde ikiztepe, Marmara, Trakya ve Ege Bölgelerinde Kalkolitik yerleşimler bulunmaktadır. Mezopotamya ile yakın ilişki içinde olduklarından Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğu Bölgelerindeki gelişmeler Kalkolitik yerine aynı çağdaki Mezopotamya kültürlerinin adları olan Halaf, Obeyd ve Uruk başlıkları altında tanımlanmaktadır. Halaf Erken Kalkolitik Devre içinde ele alınmaktadır.
Tunç Devri: Kalay ve bakır karışımından oluşan tunç, Anadolu’da Kalkolitik Devir sonlarında görülmüştür. Mezopotamya ve Mısır’da tunçtan ürünlerin yapıldığı sırada (yaklaşık MÖ 4. Binin sonu) yazı keşfedilmişti. Buna karşılık Anadolu, Yunanistan, Balkanlar ve Avrupa gibi coğrafi bölgelerde henüz yazı kullanılmamaktaydı. Anadolu’da Tunç Devri erken, orta ve geç olmak üzere üç evrede ele alınmaktadır. Erken Tunç Devri’nde daha çok Kalkolitik Devir’in tarıma dayalı “köy kültürü” görülmektedir. Tunç aletler yaygın olmamakla beraber, bu dönemde görülen dört tekerlekli araba kullanımının teknolojik açıdan önemli bir yenilik olduğu söylenebilir. Erken Tunç Devri’nde (MÖ 3000-2500) Anadolu’daki en önemli merkez, Çanakkale yakınındaki Troya I yerleşmesidir. Kentin ortaya çıkarılan bölümü bir sur ile çevrilidir ve evleri megaron tipindedir. Megaron: Anadolu’da Erken Tunç Çağı’nda yaygın olarak inşa edilen ve iki odadan oluşan ev tipidir. Ev planı girişte küçük bir ön oda, arkada ise ocaklı uzun bir odadan oluşur. Anadolu’daki bir çok merkez Orta Tunç Devri’nde (MÖ 2000-1500), Prehistorik (tarih öncesi) Dönem’den çıkmış Protohistorik (Protohistorya/ön tarih) sürece girmiştir. Hattiler bu dönemde yaşamışlardır. Anadolu’nun tarih öncesi çağları bu evrenin başında (MÖ 1950’ler) son bulur, tarih çağları başlar.
Anadolu’da ilk Çağ Sanatı
Bu devletleri Hitit Krallığı, Doğu Anadolu’da Urartu Krallığı, Güney ve Güneydoğu Anadolu’da Geç Hitit Beylikleri, Orta Anadolu Sakarya Bölgesi’ndeki Frig Krallığı ve Batı Anadolu’da Lidya Krallığı oluşturur (Polat 2010:88).
Hitit Uygarlığı: Anadolu’ya MÖ üçüncü bin yılın başlarında olasılıkla Kafkasya’dan göç ettikleri varsayılan Hititlerin başkenti, Çorum ili sınırları içinde kalan ve eski adı Hattuşa olan Boğazköy’dür. Protohistorik: Çevresinde bulunan ve yazıyı kullanmasını bilen başka toplumların belgelerinden, henüz kendisiyle ilgili dolaysız bilgi sağlayan belge yaratma aşamasına gelmemiş bir toplum hakkında bilgi ediniliyorsa tarihsel sürece geçme aşamasındaki bu tür toplumlara ön tarih anlamında Protohistorik Devir yaşıyor denilmektedir. Hatti: Hattiler, Hitilerden önce Anadolu’da bulunan ve Anadolu’nun yerli halkı olarak kabul edilen toplumdur. Boğazköy’deki insan başlı, aslan vücutlu hayali yaratık olarak bilinen sfenks heykelleri günümüze gelmiş önemli anıtsal heykellerdir. Sfenks: insan başlı, aslan vücutlu hayali yaratık.
Urartu Uygarlığı: MÖ 9.-6. yüzyıllar arasında Doğu Anadolu, Transkafkasya ve Kuzeybatı iran Bölgelerinde egemenliğini sürdüren Urartu Krallığı, çekirdeğini Van Gölü ve çevresinin oluşturduğu bir coğrafi bölgede varlık göstermiştir. Van’ın yaklaşık 5 km batısındaki başkentleri Tuşba’da bulunan, içinde anıtsal kaya mimarlığının en önemli eserlerinden yüksek düzeyde işçilik gösteren görkemli kral mezarlarının yer aldığı sitadel Urartu mimarlığının özgün ve görkemli tasarımını yansıtmaktadır. Ortostad: Duvarların alt bölümlerindeki, kabartma ile süslü taş kaplama. Sitadel: Yüksek kayalıklar üzerine kurulmuş, çevresi surlarla kuşatılmış, içinde saray, tapınak, depo mekânları ve atölyelerin bulunduğu yönetim birimi. Fibula: MÖ 9. yüzyılda Frig Uygarlığında gelişen ve çengelli iğnenin atası olduğuna inanılan takı.
Frig Uygarlığı: Frigler Anadolu’ya gelen Balkan kökenli boylardan biridir. Siyasal bir topluluk olarak ilk defa MÖ 750’den sonra ortaya çıkmış, Midas Dönemi’nde (MÖ 725-695/675) bütün Orta ve Güneydoğu Anadolu’ya egemen, güçlü bir krallık düzeyine ulaşmışlardır. Yunan ve Geç Hitit etkileri altında kalmış olmakla birlikte özgün ve Anadolulu bir kültür oluşturmuşlardır. Friglerin kentleşme ve mimarlık alanında ulaştıkları düzeyin en iyi izlenebildiği yerleşim merkezi Gordion’dur. Sakarya ile Porsuk nehirlerinin birleşme noktasına yakın olarak kurulmuş olan Gordion’da hem sitadel hem de aşağı şehrin etrafı güçlü bir surla korunmuştur. Friglerin en özgün sanat dalını ahşap işçiliği ve mobilyacılık oluşturmaktadır. Bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen, Midas Tümülüsü ve bir prensesin tümülüsünden ele geçen masa, iskemle ve paravan (tahta perde) gibi ağaç mobilya kalıntıları, dünyanın en değerli mobilya ürünleri arasında yer almaktadır.
Tümülüs: Bir mezar odasının üstüne taş, toprak yığılarak yapılan tepelere denir. Lidya Uygarlığı: ilkçağ’da kabaca bugünkü Gediz ve Küçük Menderes vadilerini kapsayan bölgeye Lidya denilmekteydi. Lidya Krallığı’nın başkenti Sardes ve çevresinde yapılan kazı ve yüzey araştırmaları, bölgede ilk iskânın MÖ sekizinci bin yıla (Neolitik Çağ’a) kadar geriye gittiğini göstermektedir. Lidyalıların insanlık tarihine en büyük katkısı parayı icat etmiş olmalarıdır. Başkent Sardes’in içinden geçen Paktalos Irmağı’nın alüvyonlarında doğal olarak bulanan altın-gümüş karışımı elektron adıverilen madenden basılan ilk sikkelerin üzerinde Lidya Krallığı’nın arması aslan başı bulunmaktaydı. Sikke basımının daha iyi bir duruma gelmesi ve elektron yerine altın ve gümüş sikkelerin basılmaları Kral Kroisos (Karun) zamanında ortaya çıkmıştır. Yunanistan, Trakya, italya ve Anadolu’da Gordion’da ele geçmiş lydionlar yüksek konik bir ayağa sahip vazo biçiminde kaplardır.
MEZOPOTAMYA’DA TARiH ÖNCESi VE iLK CAĞ SANATI
Mezopotamya (Yunanca ¹) eski Yunanlılar tarafından, yaklaşık bugünkü Irak topraklarına denk gelen, Dicle ve Fırat Nehirleri arasında yer alan araziye verilen addır. Irmaklar arasındaki ülke anlamına gelmektedir. Bir coğrafi terim olmakla birlikte, Mezopotamya kelimesi burada gelişen Sümer, Akkad, Babil ve Asur gibi uygarlıklardan günümüze ulaşan bileşik kültürel kimliğini de ifade etmektedir.
Mezopotamya’da Tarih Öncesi
Dünyanın diğer kesimlerinde olduğu gibi Mezopotanya’da da insan varlığının izlerine Paleolitik Devir’de (MÖ 1100000-12000) rastlanır. Temel yaşam gereksinimlerinin avcılık ve toplayıcılıkla karşılandığı bu dönemde kazımak, kesmek, kıymak ve vurmak gibi işlerde kullanılmak üzere çakmaktaşı ve obsidiyenden (doğal cam) yapılmış, ilk standart taş aletleri üretilmiştir. Araştırmacılar tarafından Neolitik Çağ, Çanak Çömleksiz Neolitik (akeramik) ve Çanak Çömleki Neolitik olarak iki evre altında ele alınır. Çanak Çömleksiz Neolitik (MÖ 10000-6000) evrede büyük iş gücü gerektiren anıtsal yapıların inşa edilmiş olduğu söylenebilir.
Örneğin fianlıurfa’nın Örencik Köyü yakınlarındaki Göbekli Tepe Höyüğü’nde çapları 10 ile 30 metre arasında değişen boyutlarda, taş duvarlı, yuvarlak ya da oval biçimli tapınaklar bulunmuştur. Ayrıca, çeşitli ritüel ögeleri olarak idollerin de yapıldığı bu dönemin günlük yaşamında taş kaplar, yontma taştan ok uçları, kemik aletler kullanılır. Çanak Çömlekli Neolitik evresinde, çanak-çömlek grupları ilk bulundukları merkezlerin adıyla tanımlanmış, bu adlandırma aynı zamanda ilgili kap gruplarının ait oldukları kültürler için de geçerli olmuştur. idol: ilkel kavimlerde tapınılan küçük heykellerin adı. Hassuna kültürü, adını Kuzey Irak’ta Musul yakınında kurulmuş Hassuna’dan almaktadır. MÖ altıncı binin başlarına tarihlenen Hassuna evresi çok mekânlı, duvar yapımında kerpiçin kullanıldığı mimari açıdan çok gelişmiş bir dönemi temsil eder. Samarra kültürü (MÖ 5300- 5100), Orta Mezopotamya’da, Bağdat’ın 90 km kuzeyinde ortaya çıkmıştır. Kendine özgü boyalı ve iyi pişirilmiş bir çanak çömlek grubu üzerinde stilize insan, hayvan ve bitki motifleri görülmektedir. Halaf kültürü (MÖ 5500-4800), adını, seramik örneklerinin ilk çıkarıldığı yer olan Suriye’nin kuzeyindeki Halaf Höyüğü’nden almaktadır. Obeyd/Ubaid kültürüne (MÖ 5900- 4300), ilk kez Sümer yerleşimi olarak bilinen Ur Höyüğü’nün yakınında Tel El Ubaid adlı höyükteki araştırmada rastlandığı için bu höyüğün adı verilmiştir. Bu dönemde yavaş dönen el çarkının kullanılmaya başlanması bir yeniliktir.
Mezopotamya’da ilk Çağ Sanatı Sümer Uygarlığı: Sümerler, Dicle ve Fırat Nehirleri arasında, sonradan Babil olmuş ve günümüzde de Bağdat’tan Basra Körfezi’ne kadar olan bölgede yaşamışlardır. Sümer uygarlığının bilinen en eski merkezi Uruk’dur. Kentte Sümerlere özgü bir yapı türü olan zigguratlar yani kule tapınaklar bulunur. MÖ 3500 ile MÖ 3100 arasında yapılmış, badanalı tuğla duvarlarıyla Uruk’taki (modern adı Warka) Beyaz Tapınak, tapınak yapısıyla taçlandırılan zigguratların ilk örneklerinden biridir. Tapınağın planı Lagaş kentinin idarecisi Gudea heykelinin kucağındaki levhaya kazınmış yapının planı gibidir. Bir diğer önemli ziggurat ise Ur kentindeki Nannar’ın zigguratıdır. MÖ üçüncü binin ikinci çeyreğinde yeni bir toplumsal düzen yaratan Sümerlerin MÖ 3200 yıllarında geliştirdikleri çivi yazısı, üç bin yıla yakın bir süre boyunca Akkad, Babil,Pers, Hitit ve Urartu gibi bir çok toplum tarafından kullanılmış ve Fenike kıyılarında geliştirilen alfabe yazısına öncülük etmiştir.
DEĞERLENDİRME
ADI SOYADI:
SINIFI: TARİH
NUMARASI:
1. Kalkolitik (bakırtaş) Dönemde Beycesultan’da bulunan en önemli mimari yenilik nedir? (10 PUAN)
2. Hitit kabartmalarında insan figürleri nasıl betimlenmiştir (tasvir edilmiştir)? (10 PUAN)
3. Neolitik (Cilali/Yeni taş) Çağ insanları hangi sanat türleriyle uğraşmaya başlamışlardır, ikisini yazınız? (10 PUAN)
4. Tunç çağının en önemli merkezlerinden ikisini yazınız. (10 PUAN)
5. Paleolitik (yontmataş) Çağ ve Neolitik Çağda resim sanatı nerelere yapılmıştır, bu tür resimlerin bulundukları yerlere birer örnek yazınız. (10 PUAN)
6. Alacahöyük kazılarından çıkarılan buluntulardan ikisini yazınız. (10 PUAN)
7) Aşağıdakilerden hangisi Neolitik Çağ yerleşimlerinden biri değildir? (10 PUAN)
A) Fikirtepe B) Hacılar C) Çatalhöyük
D) Çayönü E) Canhasan
8. Hititler döneminde savunma amacıyla yapılmış ,taştan yer altı tünellerine ………………………………denir. (10 PUAN)
A) Paleolitik çağ B) Kalkolitik çağ C) Maden çağı D) Neolitik çağ E)Mezolitik çağ
9. Aşağıdakilerin hangisinde Tarih öncesi çağların sıralanışı doğru olarak
verilmiştir? (10 PUAN)
A) Paleolitik, Kalkolitik, Mezolitik, Neolitik
B) Mezolitik, Paleolitik, Kalkolitik, Neolitik
C) Kalkolitik, Neolitik, Mezolitik, Paleolitik
D) Paleolitik, Neolitik, Mezolitik, Kalkolitik
10.’’Fresko’’ ne demektir? (10 PUAN)
A) Sütun başlığı B) Saçak C) Heykel türü
D) Kabartma resim(Duvar üzerine) E) Yaş sıva üzerine yapılan duvar resmi
Dostları ilə paylaş: |