b. İlim
Allah'ın bilmesi demektir. Dününürlerin çoğunluğu, Allah'ın âlim olduğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah'ın işleri sağlam ve muhkemdir. Bir şeyi yapabilmek için, o şeyi bilmek zaruridir. O'nun ilmi sadece maddi varlıklarla sınırlı değildir. Her şeyin yaratıcısı ve terbiye edicisi Allah, ruhlarda, zihinlerde ve gönüllerde olan her şeyi, meydana gelen ve gelecek olan her hadiseyi bilir. Cenâb-ı Hak onları bizzat vasıtasız, kendi kendine bilir. Allah'ın bu her şeye şâmil olan ilmi, öyle bizim bilgimiz gibi aracılar yardımıyla değildir.
Allah hakkında "ilim" sıfatı vacîb, onun zıddı olan "cehl" vasfı müstahîldir. "İlim" sıfatının bütün yaratıklara ilgisi vardır. Hiçbir şey ilim sıfatının teallukundan dışarıda kalamaz. Allah hem küllileri, hem de cüz'îleri bilir.
"Allah, her şeyi hakkiyle bilendir." 98
Filozofların iddia ettikleri gibi zamanın yenilenmesi (teceddüt) ve değişmesi (tebeddül) dolayısıyla meydana gelenlerin değişikliğinden, Vâcib Teâlâ'nın bir sıfattan diğer sıfata değişikliği gerekmez. Çünkü meydana gelen şeylerin değişmesi, ilim sıfatında değişikliği gerektirmeyip, ancak itibarî ve izafî şeylerden olan yalnız taallukatında değişikliği icâp eyler. Bu durumda ise herhangi bir bozukluk yoktur. Nasıl ki aynaya akseden şekiller ve resimlerin değişik değişik olması, aynada herhangi bir değişikliği gerektirmemektedir; taallukun yeniliği de zâtta ve hakiki ilim sıfatında değişikliği icap ettirmez.
c- d. Sem' ve Basar
Sem’, Allah Teala’nın işitmesi demektir. Basar, Allah Teala’nın görmesi demektir.
İşitme ve görme Allah’ın ezeli sıfatlarıdır. Kur’an’ı Kerim ve Hadis-i şerifler, Allah’ın bu sıfatlara musattıf olduğuna dair deliller ile doludur. Onların inkarına ve teviline mehal yoktur.
"Ben sizinle beraberim. Ben her şeyi işitirim, görürüm” 99
Allah, işitme ve basar sıfatları ile işitilenleri ve görülenleri işitir ve görür. Bunların karşıtları olan sağırlık ve körlük eksikliktir. Eksiklik ise Allah için imkânsızdır. Semî' ve basar sıfatları kemâl üzeredirler.
Cenâb-ı Hak, işitilen ve görülen şeyleri hayal, vehim, duyu tesiri ve hava titreşimi suretiyle değil, tam bir idrâk ile idrâk eder. Semi' ve basar sıfatlarının kıdeminden işitilen ve görülen şeylerin de kıdemi gerekmez. Allah'ın işitmesi ve görmesi, insan ve diğer canlıların işitmesi ve görmesi gibi değildir. Bütün harfler ve sesler, renkler ve şekiller bu iki sıfatla Cenâb-ı Hakk'a münkeşif olur. Ne kadar gizli olursa olsun, gizli aşikâr hiçbir şey Allah'ın işitme ve görme sıfatlarının teallukundan dışarı çıkamaz. O'nun bir şeyi işitmesi ve görmesi, diğer bir şeyi işitip görmesine engel değildir.
İslâm filozofları ve bazı Mu'tezile (Kâ'bî ve Ebu'l-Hüseyn el-Basrî), "sem" ve "basar'ın Allah'ın "ilm"inden ibaret olduğunu söylemişlerdir.100
e. Kudret
Kudret; güç, tâkât manasına gelir. "Kadir", gücü yeten, istediği zaman yapan ve istemediği zaman yapmayan anlamında ilâhî isimlerdendir. "Kâdir-i mutlak", tam kudret sahibi olan Allah'tır. Cenâb-ı Allah hakkında "kudret sıfatı vâcib, zıddı olan sıfatı münteni'dir. Kudret Allah'ın ezelî sıfatı olup, onunla kâinatta tesir ve tasarruf buyurmaktadır. Sayısız sınıf ve türleri içine alan şu kâinatı Allah'ın icad etmesi, kudret sıfatının varlığına delildir. Kur'ân-ı Kerim'de;
“De ki: O, size üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azâb göndermeye veya sizi birbirinize katıp kiminizden kiminin hıncını tattırmaya kadirdir.” 101
“Allah O'dur ki, sizi zayıf bir mutfeden yarattı; sonra bu zafiyetin arkasından bir kuvvet (güçlü bir insan) yaptı; sonra bu kuvvetin arkasından yine bir zafiyet ve ihtiyarlık meydana getirdi! O, Alîm'dir (kulların bütün hallerini bilir), Kadîr'dir (bütün değişikliklerini yapmaya gücü yeter.” 102
“O, her şeye kadirdir.” 103
Kudret sıfatının makdûrâta ilgisi olunca tesirini gösterir. Kendisiyle failden tesir ve îcâd mümkün olur. Bu sıfat mümkünlere tealluk eder, muayyen zaman geldiğinde ezelî irâdeye uygun olarak neticesi aynen meydana gelir. Kudret sıfatının mümkünlere ilgisinin tesiriyle mümkünlerde fiil de, terk de gerçek olur. Bu manaca kudret Fâil-i Muhtar'ın kudretine mahsustur.
Tekvin sıfatını kabul etmeyen Eş'arîlere göre, icad etmek ve yaratmak Allah'ın kudret sıfatıyla olur. Onlara göre, kudret sıfatının iki tealluku vardır:
Biri ezelî tealluktur ki mümkünlerin failden meydana gelmesinin sıhhati, o ezelî tealluk iledir. İşte bu ezelî tealluk kadîmdir. Diğeri hadis olan tealluktur ki, "tahdis edilen şeyle? (makdûrât), bu hadis tealluk ile var olur. Binaenaleyh bu teallukla mümkünler, ezelî irâdenin tercihine göre meydana gelir veya gelmez.
f. İrâde
Allah'ın ezelî bir sıfatıdır. Cenâb-ı Hakk'ın onunla her mümkünü, caiz olan sonsuz yön ve vakitlerin birine tahsis etmesidir. Allah için "irâde" sıfatı vacip, zıddı olan "kerâhiyet (îcâb bizzat: zorunluluk) mümteni'dir.
Bu kâinatın sonradan var olması Allah'ın irâde sıfatının olduğuna delâlet eder. Yoksa tercih eden olmaksızın tercih gerekir ki, bu durum devri veya teselsülü icab ettireceğinden batıldır. Ayrıca kâinattan bir şeyin ilâhî irâdeye tealluk etmeyerek var olması farz edilirse "bi'1-îcâb ve bi'z-zarûre" (zorunlulukla) mevcud bulunması, binaenaleyh ezelî olması lâzım gelir. Halbuki Cenâb-ı Hak'tan başka ezelî mevcut olmayıp, âlemin cüzlerinin hepsinin hadis olduğu daha önce ispat edildi.
İlahi kudretin “fiil ve “terk”e nispeti eşittir. Fiil ve tekten birini tahsis, irade ile olur. 104 İrade sıfatı mümkün olan her şeye tealluk eder. Vacib ve müstahile tealuk etmez. Binaelehey mükevvettan hiçbir şey, kulların fiilleri dahil Allah’ın iradesinden hiçbir zerre dışarıda kalamaz. Çünkü hayır, şer, iman, küfür, ibadet ve fiileri vardır; kulun “irade-i cüz’iyyesi”ni sarfı üzerine Allah Teala irade eder ve kulun iradesini sarfı yönünde fiilini yaratır. Fakat Allah imana ve ta’ata razı olur. Küfre ve ma’siyete kesinlikle razı olmaz. Binaenaleyh Allah’ın iadesi, rızasının aynı değildir. Çünkü rıza iradeden başkadır. İrade kadim olduğu gibi tealluku da ezelidir. Her irade sahibinde eşit iki yönden birini diğerine tercih etmek söz konusu olur ve istediğinmi işler. Çünkü Fail-i Muhtar’ın şanı budur. Tercihte, başka tercih eden aramak gerekmez.
İrade ilme uygun olarak tealluk eder. Alah’ın ilminde değişiklik mümkün olmadeığı gibi, iradesinde bir değişiklik mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’deki şu ayetler, Alah’ın meş’iyyet ve iradesine delalet eder:
“Elbette Allah dilediğini yapar.” 105
“Dilediğini hemen yapandır.” 106
Ayet-i kerimelerden anlaşıldığına göre, Cenâb-ı Hakk'ın iki çeşit irâdesi vardır:
Biri “irade-i tekviniyye veya kevniyye”, “diğeri irade-i teşri’yye” veya diniye”dir.
“Eğer Allah, sizi saptırmayı murad ediyorsa, benim nasihatim size fayda vermez” 107 ayet-i kerimasindeki irade, “irade-i tekviniyye”.
“Allah size kolaylık diler, size güç dilemez” 108 ayeti kerimesindeki irade, “irade-i teşri’iyye”dir.
“Tekviniirade”, istenene tealuk edince, istenen mutlaka meydana gelir. Cenab-ı Hak bütün varlıkların varlığını istemekle, varlıklar meydana gelir. Varlıklar kevni irade ile var olur. Tekvini irade, hayra, şerre, ta’ata, ma’siyete tealluk eder.
“Teşri’i irade” , istenenin meydana gelmesini gerektirmez. Teşri’i irade yalnız hayra ve ta’ate tealluk eder.
İrade-itekniyye meşiyet, irade-i teşri’iyye muhabbet ve rıza demektir. Binaenaleyh Allah’ın iki çeşit kanunu vardır: “Tekvini kanunları”, “teşri’i kanunları”.
“Dikkat ediniz ki, hem yaratmak hem de emretmek O’na mahsustur” 109 ayet-i kerimesibuna delildir.
Tekvini kanunlar, tekvini irade ile meydana geldiklerinden, bu kanunların insanların tesiriyle değişmesi mümküm değildir.
“Eğer Allah sana bir bela (keder) değdirirse artık onu, O’ndan başka açacak (giderecek) kimse yoktur. Sana bir hayır değdirirse (verirse) yine O, onu devam ettirmeye ve her şeye kadirdir” 110 ayet-i kerimesi buna delalet etmektedir.
Teşri'î kanunlar, teşri'î irâdenin mahsulü olmakla birlikte, bunların meydana gelmesinde insanın rolü bulunur. Teşri'î kanunların hükmü, beşerin irâdesine bağlanmakla şartlandırılmıştır.
İlâhî irâde ikiye ayrıldığı gibi, ilâhî emirler de tekvini ve teşri'î olur. Tekvînî emirde "me'mûrun bih (emr olunan şey)'in var olması gereklidir. Nitekim Kur'ân-i Kerim'de;
"Allah'ın şânı, bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona sadece "ol" demektir; o, oluverir” 111
Teşri'î emirde "me'mûrun bih", bazen bazı yerlerde emre uygun olmaz; muhalif olur. Ebû Cehl'in imânı gibi, namazı terkedene nispetle namaz gibi.
Özetleyecek olursak, tekvini emirler mutlaka meydana gelir. Talebî(teşri'î) emirlerin ise mutlaka meydana gelmesi gerekmez. Çünkü talebi emirlerin irâdeye uygun olarak meydana gelmesi gerekmediği için icra edilmemesinden ne kudrette, ne zâtta eksiklik lâzım gelir.
Ehl-i Sünnet'e göre, emir ve irâde arasında umûm ve husus yönünden fark vardır. Bir yerde birleşir, diğerinde ayrılırlar.
Meselâ; Hz. Ebû Bekr efendimizin imânı hem "muradullah", hem "me'mûrun bih"dir. Meselâ; Ebû Leheb'in küfrü de gerçi "murâd"dır, fakat "me'mûrun bih" değildir. İmânı da gerçi "me'mûrun bih’dir, fakat "muradullah" değildir.
Kelâmcılar, filozoflar ve ehl-i hevâ fırkaları, Allah'ın mürîd (iradeli) olduğunda birleşmişler, fakat manasında ihtilâf etmişlerdir.
"Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz" 112
Dostları ilə paylaş: |