Sivas abideleri ve vakiflari (2) Prof. Dr. Refet Yİnanç III. KÖPRÜler



Yüklə 4,17 Mb.
səhifə34/43
tarix08.01.2019
ölçüsü4,17 Mb.
#93479
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   43

MUHTELİF DENİZ HAMAMLARI

"Bedbaht İstanbulumuz, bir kaç sene ecnebi işgâl-i askerisi altında kaldı. Kuvve-i işgâliyenin efrâdı ve zâbıtânı memleketlerinden, âilelerinde dûr ve mehcûr bulunuyordu. İnsanların geçirdikleri en acı hayat safhalarından biri ve belki birincisi-şüphesiz-gurbet ellerinde geçirdikleri hayat devreleridir. Ve en çok muhtâc-ı teselli olan insanlar gurbetzede olan insanlardır. Ordu efrâdı ve zâbitânını uzun müddet gurbet ellerinde tutabilmek için gurbet elemlerini tahfîf edecek, mütehassir gönüllerini zevk u sefâ vâsıtalarıyla avutacak tedbirler ittihâzına lüzum ve ihtiyaç var idi. Kuvve-i işgâliye kumandanlıkları bu lüzum ve ihtiyâcı derk ve takdîr edecek efrâd ve zâbitân-ı askeriyelerine zevk u sefâ vasıtaları bulmakta güçlük çekmediler. Husûsıyla kuvve-i maddiyeleriyle imhâ edemedikleri Türk halkını manevî kuvvetler ile imhâ etmek ihmâl ediliri bir fırsat değildi. Türk milletinin sâfiyete-i ahlâkıyesini ifsât etmek berrî ve bahrî kuvvetlerinden daha müessir olacak idi. Bir taşla iki kuş vurmak içün, taht-ı işgallerinde bulunan Türk ellerinde kadın ve erkek temas ve ihtilatlarına azamî bir hürriyyet ve serbestî verdiler. Kadın ve erkeklerin birlikte yıkanmaları içün Deniz Hamamları ihdâs ettiler. Zavallı kadınlar hem kuvây-ı işgâliye efrâdı ve zâbitânının vâsıta-i zevk ve sefâsı olacak, hem de ahlaksızlığın intişâr ve taammümüne tavassut edecek idi. Bu iki emel kuşlarının her ikisini ve hakîkaten vurdular. Türk elleri onların işgalleri altında kaldıkça, ricâl ve nisvâmız arasındaki ahlaksızlıkta alabildiğine ilerliyordu. Eğer işgâl hadisesi bir müddet daha devam etse idi, Türk milleti belini bir daha doğrultamayacak derecede bir mağlûbiyet-i ma'neviyeye dûçâr olacak idi.

Cenâb-ı Erhamü'r-Râhimîn Türk milletinin Müslümanlığına rahmetti. Halk buyurduğu harikalar ile ufk-ı mevcûdiyetimizdeki kâbûs-ı işgâli kaldırdı. Bize terettüp eden vazîfe-i hayâtiye, ahlaksızlık eserlerini müessirleriyle berâber hudûd haricine çıkarmak idi. Kendi memleketlerinde açmadıkları halde, bizim binâ-i mevcûdiyetimizi tutuşturup yakacak bir ikondak makamında bırakup gittikleri ahlaksızlığı derhâl bastırarak umûmi bir işgâl vukû'una meydan vermemek îfasıyla mükellef bulunduğumuz ilk vazife-i hayâtiyemiz idi. Fakat, biz, bânisi vefât ederek nâtemâm kalmış bir müessese-i hayriyeyi ikmâl eden diğer bir sâhib-i hayır gibi, onların nâkıs olarak bırakıp gittikleri ahlaksızlığı ikmâle çalıştık ve maatteessüf hâlâ da çalışıyoruz !

Akvâl-i celîlesi ef'âl-i seniyyesi gibi birer mu'cize olan seyyidü'l-Beşer Efendimiz: "En korkunç düşmanınız, kendinize en yakın olan nefsinizdir" buyuruyor. Fertler hakkında îrad buyurulmuş olan bu burhân-ı vahy-i nişânın heyet-i icitimâiyelere teşmîl ve tatbikinde tereddüd edilecek hiç bir cihet yoktur. İşte bizi,

____________________________________________________________________________



1 Deniz Hamamları hakkında "Nizamnâme" düsturda münderiç değilse de mülgâ Meclis-i Emânetin Nizam Defteri'nde sûreti muharrer 23 Cemaziyel âhir 1289 (1872) tarihli buyruldu-i âlîde Şûrâ-i Devletçe tetkik ve kabul edilmiş olduğundan bahisle mevkı-ı mer'iyyete vad'i emredilmiştir. Osman Nuri (Ergin), Mecelle-i Umûr-ı Belediye, Dersaadet, 1330/1914, C.2, s.631-635

2 Osman Nuri (Ergin), Mecelle-i Umûr-ı Belediye, İstanbul, 1338/1922, C.I, s.895.

kuvâ-i işgâliyenin sâfiyet-i ahlâkıyemizi ihlâl ve ifsât husûsunda ikmâl edemediği mesâ'îyi hadd-i kemâle erdirmeğe çalışmakla kendi mevcûdiyetimize onlardan ziyade düşmanlık etmekte bulunuyoruz. Tercümân-ı teellümât olan sözlerimizi umûmiyettene çıkararak bir hâdise-i husûsiyeye temas ettirelim:



Harp mütârekesi zamanında Filorya'da bir Deniz Hamamı küşâd olunmuş. Orada kadın, erkek karışık olarak yıkanıyorlarmış. Bi't-tab'i erkekler meyânında kuvâ-i işgâliye efrâd ve zâbitânı da beraber bulunuyormuş. Kuvâ-i işgâliye memleketten mündefi' olup gidince, bu deniz Hamamının da bir daha açılmamak üzere kapanılacağı şüphesiz addediliyordu. Bu sene deniz mevsimi hulûl etmeseydi, kuşâdına müsaade olunacağı kimsenin hatırından geçmezdi. Meğer mevsim hulûl edince sath-ı bahirde kadın ve erkek bezm safâları kemâ fi's-Sâbık kurulmaya başlamış. Keyfiyet-ı haber alan Makarrî Köy (Bakırköy)ün eski kafalı kâimmakâmı makâm-ı vilâyete müracaat ederek men'i içün müsaade istemiş. Makâm-ı vilâyet kâimmakâm-ı mumâileyhin müracaat-ı vâkıasını indî bir gayretkeşlik telakkî ederek Hamamın ke'l-evvel umûma küşâdını tahtı karara karar almış. Mâvakaî gazetelerde okuduk; fakat, gazete haberlerinin sıhhatlerine kendimizi inandıramadık, Hamamın küşâdı içün, teşebbüssatta bulunan olabilir, Makam-ı vilâyetde teşebbüsât-ı vâkıaya karşı ağmâz-ı ayn (göz yumma) edebilir; fakat, makâm-ı vilâyet buna doğrudan doğruya karar vermez, diyor idik. Maâm-ı müşârun ileyhe atfolunan karar haberinin tekzîb edilmemesi sıhhat-i ihtimâline kuvvet verdi. Gazeteler bir kaç gün sonra, evvelki haberlerini daha ğarîb yenihaberler ile te'yîd ettiler. Fakat bu defa ki haberleri evvelki haberlerden ziyâde câlib-i teessür ve teessüf bir mahiyette idi. Vâli Bey Efendi Filoryaya iki memûr-ı mahsûs göndermiş. Sonra bizzat kendisi de giderek bir takım tedbirler ittihaz etmiş. Hamamın küşâdı aleyhinde bulunan gazeteler bu tedbirleri memnûniyetle karşılıyordu. Biz de, aynı memnûniyetle tedbirleri tetkîka başladık. Netîce-i tetkîkâtımızda anladık ki, Vâli Beyin tedbirleri: Erkeklerle birlikte Deniz hamamına girmek istemeyen kadınların yıkanmaları içün ayrı bir mahal istihmâm tefrik ettirmekden, diğer bir mahalliyede yine kadın ve erkeklerin birlikte yıkanmaları içün küşâda bulundurmaktan ibâretmiş ! Biz, gazeletirin bu haberlerine yine kendimizi inandıramayoruz. Eğer doğru ise, keyfiyeti hikmet-i hükûmetle kâbil-i te'lîf göremiyoruz. En büyük hikmet-i ubûdiyyet Mahâfetullah olduğu gibi, en büyük hikmet-i hükûmette muhâfaza-i ahlâktır. Mahâfetullah'dan âzâde efrâd ve akvâmda âsâr-ı ubûdiyyet görülemiyeceği gibi, ahlaksız efrad ve akvamda dahî intizâm ve inzibât-ı idarî te'mîn edilemez. Ahlaksız efrâd ve akvâm arasında idarî, içtimaî ve siyâsî fevzuyetler tevellüt eder. Bu fevzuyetler efrâd ve akvâm ile beraber onları intizam ve inzibat altına almak vazifesini teruhte eden hükümetleri de inkıraz ve izmihlâle sâik olur. Yaşamak ve re's-i idârelerinde bulundukları hey'et-i ictimâiyeleri yaşatmak isteyen hükümetler ahlâkî himâye etmek mecbûriyetindedir. Ahlâksızlığın ifsât ve ihlâl ettiği idârî, ictimâî, siyâsî âhenkleri maddi kuvvetler ile tanzim etmek te'min-i maksada daima kafi gelmez. Gelip geçici tedbîr ve tedâviler müzmin hastalıkların zaman zaman nüks etmesine mâni olamaz. îstibdâd-ı idarî rüesâsı meyânında maarifin ta'mimine aleyhdar bulunanlar az değildir. Fakat, ahlâksızlığın taammümüne lehdâr olan, hiç bir şekl-i hükümet rüesây-ı idâriyesine tesâdüf edilemez. Çünkü ahlaksızlığın ta'mimine maarifin taammümünden ziyade dâî tehlike görürler, ahlâksızlık sefine-i hükümette açılmış bir rahnedir ki eğer derhal tamir edilmezse, yolcularıyla beraber sefîne de ğarik-ı deryây-ı adem olur. Biz sefîne-i mevcûdiyetimizde mühlik iki rahne açtık: Biri fuhuş, diğeri sekr. Taaddüd-i zevcât gibi meşrû bir kapıyı kapamak içün kânun ve nizâm hazırlamaya çalışırken, umûmhânelerin tevsî, etmesine meydan verdik. Kadınları fuhuş hayatından kurtarmak içün maddi fedâkârlıklarda bulunmamız lâzım gelirken, ellerine verdiğimiz fuhuş vesikalarıyla onlardan maddî istifâdeler te'minine kalkıştık. Fuhşun hiç olmazsa, inzâr-ı âmmeden mestûr kalmasını te'mîn etmemiz lâzım gelirken, nâmuslu âilelerin gözleri önünde icrâ olunmasına karşı lâkayt kalıyoruz. Hiç olmazsa, münferid ve husûsii bir halde cereyan etmekte bulunan ahlâksızlığın sath-ı deryâda ve inzâr-ı âmmeden gizli kalmayacak bir sûrette müşterek ve umûmi olarak cereyan etmesine resmen müsâade ediyoruz.

Hürriyet-i içtimâiye nâmına, sâir seyyiâta -eğer doğru ise- müsâmaha gösterilebilir; fakat çırıl çıplak kadın ve erkeklerin birlikte ve ap-âşikâre olarak icrây,ı ahenk etmelerine hiç bir hükümet resmen müsâade vermiş değildir. Bizim vâli Bey'in, Filorya'da, düşman-ı mevcûdiyetimizi olan ecânibi kuvâ-i işgâliyesinin küşad etmiş bulunduğu deniz hamamlarının idâmesine resmen müsâade vermesini hikmet-i hükümetle kâbil-i te'lîf bulamıyoruz. Eğer bu müsâade himâye-i hürriyyet maksadına müstenit ise, hürriyyetin bu derece-i vüs'atini sâir içtimâiyât sahalarına da teşmîl etmek lâzım gelir. Teşmîl edilmezse, müsâvât-ı esâs-ı içtimâîsi ihlâl edilmiş olur ki müsâvatsızlık hürriyyetsizlikten daha mühlik bir nakîsa-i içtimâiyedir. Hürriyyet-i içtimâiye aynı derece-i vüs'atte her sahaya teşmîl olunursa, vâli Beyimiz o zaman, İstanbul gibi her nev'i fertlerin merkez-i içtimâ bulunan bir vilâyette değil, en küçük bir kiyde bile intizâm ve inzibâtı taht-ı te'mine almaktan âciz kalır.

Hükûmetler, menâtık-ı hükümetlerinde, herşeyden evvel, mutlak bir hakk-ı hayat te'min etmekle mükellefdirler. Hükümetlerin de ve idârelerini deruhte etmiş bulundukları hey'et-i ictimâiyelerin de hakk-ı hayatları himâye-i hürriyyet nâmına ahlaksızlığa karşı müsâmaha göstermek değil, fezâil-i ahlâkıyeyi himâye nâmına taşkın hürriyetleri tahdıd etmektedir. Hükûmetin ahlaksızlığa müsaadesini veyahut müsâmahasını gören nâmuslu âile rüesâsı ciddî endişelere düşüyor. Ve bu hâlin nasıl bir âkıbete müntehî olacağını yekdiğerinden soruyor. Ahlaksızlık serin's-sirâye bir vebay-i içtimâîdir.

Tebâyî-ı beşeriyeye de pek müsâid bir sâha-i sirâyettir, herkes kendi efrâd-ı âilesinin de, bu gün değilse, yarın, ahlaksızlık mikrobiyle aşılanacağından şiddetle korkuyor. Böyle zamanlarda âile reisi bulunduğundan dolayı izhâr-ı me'yûsiyet ediyor. Bu izdivaç perhîzkârlığı devam ve taammüm edecek olursa, âile teşkilatı ve binâen aleyh miktar-ı nüfûsumuz müdhiş sûrette tenâkısa ma'rûz kalacaktır. Fuhşun günâgün hastalıklarına tutularak ma'nen helâk olan efrâdın miktarını izdivâca rağbetsizlik yüzünden husûle gelecek miktar tenâkısa ve serhoşluk yüzünden çürüyen ve daha çürüyecek olan vücutların adedlerini de her iki miktar tenakus yekûnuna ilâve edince inkiraz ve izmihlâle doğru gitmekte bulunduğumuza hükmetmek ıztırârında kalıyoruz.

Sekr, muhtelif menfezli bir menba-ı şer ve fesattır ki kiminden kati, cerh, darb kanları fışkırır, kiminden iffet ve kesr-i nâmûs çikkapları nebeân eder, kiminden sirkat, ihtilas, ihtiras, kizb, bühtân, sebb ve şetm gibi süyûl-i-mesâib akar, diğer bir menfezinden de gerek efrâd-ı âile arasında ve gerek hey'et-i içtimâiye meyanmda imtizacsızlık katreleri sızar. Fuhuş da aynı derecede bir şer ve fesat menbaıdır. Bu iki menba' şer ve fesattan cûş ve hurûş edensüyül-ı dâğıyenin telakkî ettiği millet ve memleketler her ikisinin istilâzede-i mesâibi olur. Bu iki âfetin istiyla ettiği millet ve memleketlerde salah ve felahdan eser kalmaz. Maalesef biz, bugün bu âfetlerin tehlike-i istilasına ma'rûz bulunuyoruz. Ahlaksızlık tûfanından tahfiz için, ne zirvesine yükseleceğimiz bir şâhika-i cebel, ne rükûbumuza âmâde bir sefînemiz, ne de bizi sâhil-i selâmete çıkaracak bir keştîbânımız var. Muhafaza-i mevcûdiyetimiz yalnız meşiyyetullaha kalmıştır. Bakalım ne sûretle tecellî-sâz olacak.”3

MÜZEKKERE

"Baron nâmı zimmî mesârifi kendi tarafından verilmek üzere Cisr-i Cedîd ittisalinde bir deryâ hamamı inşâsıyle, kapusu cisr-i mezkûrun kuşat olunduğu halde nef-i mîrî hâsıl olacağı beyâniyle ruhsatı hâvî bir kıt'a emr-i âlî îtâsı husûsuna Meclis-i Vâlâya bir kıt'a arzuhâl takdîmiyle inha ve istid'â eylemiş olduğundan, arzuhâl-i mezkûr mahzûr-ı âlîleri buyurularak ol bâbda re'y-i zerrîn âsifânelerinin iş'âr ve arzuhâl-i mezkûrun iâde-i destyârî husûsi savb-ı âlî-i müşîrânelerine bilvurud meclis-i bahriyyeye itâ buyurulan bir kat'a tezkire-i sâniyeden inhâ (ve) izbâr buyurulmuş olduğundan iktizâsı lede'l-müzakere sûret-i inhâya nazaran hamam-ı mezkûre cesimce bir şey olacağından olvechile cisirler beynine inşâ olunarak Cisr-i Cedîd'den kapu küşât olunduğu halde cisr-i mezkûre mazarratı mûcip olacağından maadâ süfen-i hümâyûn-ı şahâne ve tüccar sefînelerinin esnâ-i duhûl ve hurûçlarında sakatlık vukû bulması me'mûl idüginden hamam-ı mezkûrun ol sûretle cisirler beynine inşâsı mahzûrdan sâlim olamayacağı ve cisirler hâricinde bir münâsip mahalle inşâsında be's görülmez ise de tersâne-i âmirede dahî olvechile iki kıt'a hamam mevcut olup bir iki kıt'a dahi inşâ olunarak münâsib mahallere keşîdesiyle işletildiği sûrette tersâne-i âmire hazîne-i celîlesine menâfi-i vefîre hâsıl olacağı mukaddemâ dahi tezekkür olunmuş olacağı cihetle bu bâbda müsaâde buyurulduğu halde vâridât-ı mezkûre ecnebî yedine geçeceğinden tecviz olunamaz ise de rehîn rehîn-i ilm âlîleri olbâbda emr u fermân hazreti men lehu'l-emrindir. 24 Rebîulâhir 1262/9 Nisan 1846"4.

"Mâbeyn-i Hümâyûn baş kitâbeti celilesinde tezkire-i matviyesinde köprüye merbut deniz hamamlarının ba'demâ tâliplerine ihâle olunmayup nezâret-i celîleleriyle şehremâneti celîlesince ta'yin edilecek me'mûrîn-i mahsûsa ma'rifetiyle idâre edilmesi ve hâsılatının kâmilen Anadolu ve Halep âfetzedegâhına tahsîsiyle bunlara iâne içun müteşekkil olan komisyon-ı âliye irsâl ve teslîm edilmesi şerefsudûr buyrılarak irâde-i seniyye cenâb-ı hılâfetpenâhî mantûk-ı münîfinden olarak emânet-i müşârun ileyhâya dahitebliğ halde olduğu tahrîr ve izbâr olunmuş ve sûret-i irâde-i seniyyenin Şûrâ-i Bahriye celîlesiyle Bahriye muhâsebesine ve Tersâne-i Âmire me'mûrîn-i berriyyesine intihâb ve ta'yini hususda me'mûrin-i müşârun ileyhâya havâlesi ve mezkûr irâdeli tezkirenin evrâk-ı umûmiye odasında hıfzı lâzım gelmiş olmağla ol bâbda. 3 Ramazan 1313. imzalar."5

(Yazarı: Y.A. Rumuzlu Yahya Afif)

____________________________________________________________________________

3 Sebilûrreşad Mecmuası, 21 Zilhicce 1342, C.24, Aded 609, s. 168-169.

4 Deniz Müzesi Komutanlığı, Tarihi Deniz Arşivi, Şûrâ-i Bahrî Bölümü, Defter IV, Sayfa 84c

5 Deniz Müzesi Komutanlığı, Tarihi Deniz Arşivi, Şûrâ-i Bahri Bölümü, Defter 36, Sayfa 200a, Beşiktaş-İstanbul.

Resim 1: Deniz Hamamı (Müfit Fehmi’nin bir resmin’den). Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi C. VIII. S. 4438.

Resim 2: Eski Deniz Kıyafeti (Aylık Ansiklopedisi C.I. s. 83).

Resim 3: Servet-i Fünun Gazetesi, Numara 65, s. 204

Resim 4: Servet-i Fünun Gazetesi, Numara 65, s. 205

ÇİZİM

TA’LÎK YAZI

VE

İBRAHİM EDHEM’İN

RUHU’T-TA’LİK”İ

Doç. Dr. Ali AKTAN

Bilindiği gibi, hicretin ilk üç asrında nesih yazısı, sonraki asırlarda gelişecek olan karakteriyle görülmediğinden daima ikinci planda kalmıştır, İbn Mukle ve İbn Bevvâb gibi bazı hattatların yapmış oldukları yenilikler sayesinde yuvarlak karakterli yazı çeşitleri türedi. Bu yazıları, altı temel yazı şeklinde sınıflandırmak ve hepsine birden "aklâm-ı sitte" veya "şeş kalem" adını vermek âdet olmuştur. Ancak, bu altı temel yazı çeşidi üzerinde ittifak edilememiştir. En yaygın bir tasnife göre bu altı yazı: sülüs, nesih, muhakkak, reyhâni, tevkî' ve rikâ'dır1. Kimileri aklâm-ı sitteye ta'lîk yazıyı da ilave ederek temel yazı çeşitlerini yedi olarak kabul etmişlerdir2. İranlılar ve Türkler İslâmiyet'i kabul ettikten sonra, yeni dinlerinin tesiriyle, İslâm yazısı hâline gelmiş durumda buldukları Arap yazısını öğrenmek ve kullanmak gereğini duymuşlardır. Önceleri bu yazıyı Araplar gibi yazdıkları halde, zamanla millî zevk ve ihtiyaçlarına göre daha başka yazı çeşitlerini ortaya çıkarmışlardır. Meselâ dîvâni ve rik'a yazıları bu şekilde Türkler tarafından icat edilmiştir3.

Makalemizin konusunu teşkil eden ta'lîk yazı ise, varlığını İranlılara borçlu olan bir yazıdır. Sülüs ve nesih yazıya en mükemmel şeklini veren Osmanlılar ta'lîk yazıda da kendilerine has bir ekol kurmuşlardır4. Fakat bu yazı daha ziyade İranlılar tarafından geliştirilmiş ve kullanılmıştır.

Ta'lîk yazının kendi arasında, karakterleri birbirinden farklı şekilleri vardır. Bu bakımdan bunları ayrı başlıklar altında incelemek istiyoruz.



a. İran Ta'lîkı

İranlılar, Arap yazısını önceleri, olduğu gibi taklit etmişlerse de, zamanla kendi zevklerine göre değişiklikler yaparak kendilerine özgü ta'lîk yazıyı meydana getirmişlerdir. Bu yazının ortaya çıkış tarihi kesin olarak belli değildir. Ancak, hicrî V.asırdan itibaren teşekkül etmeğe başlayıp, VII. asır ortalarında ayrı bir yazı hüviyeti kazandığı, VIII.asırda ise yaygınlaştığı tahmin edilmektedir5. Arap yazısının İranlılar tarafından geliştirilen bu özel şekli, İranlıların eski Pehlevî yazısının tesiri altında meydana gelmiştir6.

Pek azı müstesnâ olmak üzere, harflerin çoğu yuvarlağımsı birbirine girmiş vaziyettedir. Yazı-

____________________________________________________________________________



1 Bu tasniften farklı olarak aklâm-ı sitteyi: sülüs, nesih, ta'lîk, reyhâni, muhakkak ve rikâ' (Mustafa Âlî, "Menâkıb-ı Hünerverân", yayınlayan: İbnülemin Mahmud Kemal, İstanbul 1926, s. 10; Corci Zeydân, 'Medeniyyet-i İslâmiyye Tarihi", İkdâm Matbaası, İstanbul 1328, C.lII, s. 102) veya: dîvâni, rik'a, sülüs, ta'lîk, nesih ve icâze şeklinde gösterenler de vardır (M.Tayyib Gökbilgin, "Osmanlı İmparatorluğu Medeniyet Tarihi Çerçevesinde Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayını, İstanbul 1979, s.31). İsmâil Hakkı (Baltacıoglu) ise "Türk Yazılarının Tedkikine Medhal" isimli makalesinde başlıca yazı çeşitlerini: Kûfî, sülüs, ta'lîk, dîvâni, siyâkat ve rik'a olarak göstermektedir (Dârül-fünûn İlahiyat Fakültesi Mecmuası, İstanbul 1926, Sayı 5-6, s. 123).

2 Habîb, "Hat ve Hattâtân", Matbaa-i Ebuzziyâ, İstanbul 1305, s.21.

3 Dîvâni yazı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Ali Aktan, "Dîvâni Yazı", Vakıflar Dergisi, İstanbul 1990, Sayı XXI, s.361-373.

4 Türk hüsn-i hat ekolleri hakkında bkz.: Ali Alpaslan, "Ecoles Calligraphique Turques", İslâm Tedkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1973, Sayı 1-4, s.265-278 ve "İslâm Yazı Sanatı" (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Çağ Yayınları, İstanbul 1989. C.XIV), s.478-484, 507-510.

5 Habîbullah Fezâilî, "Atlas-ı Hat", İsfahan 1391, s.405. Ta'lîkın V. ve VI. yüzyıllara ait örnekleri için bkz.: Moritz, B.. "Arabistan (Yazı)" mad., İslâm Ansiklopedisi, C.I, levha IX.

6 Moritz,B., a.g.m., s.509, Habib Efendi’nin kanaatına göre bu yazıyı Hoca Ebu'l-Al vücûda getirmiştir (Hat ve Hattâtân s.21);Reychman, J., Zajackowski, A.,"Handbook of Ottoman Turkisch Diplomtics", Paris 1968, s.111.

da, hız temin etmek gayesiyle, gerektiğinde munfasıl harfler bile, kendilerinden sonra gelen harflere birleştirilmişlerdir. Çizgiler yer yer incelîp kalınlaştığı, harfler duruma göre değişik şekillerle yazılabildiği için yeknasaklık görülmez. Nesta'lîk ve şikestenin zuhûruna kadar, özellikle hükümdarların ve kadıların divanlarında çok kullanılmıştır. Ayrıca, dîni eserlerin dışında kalan kitap ve mecmualar da bu yazı ile yazılmıştır. Bilâhare ölü yazı durumuna düşmüş olmakla beraber, nesta'lîk ve şikeste yazılarına esas teşkil etmesi bakımından tarihî değerini daima korumuştur7.

Burada bir hususa açıklık getirmemiz yerinde olacaktır. Sözünü ettiğimiz bu yazı, yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, Osmanlıların ta'lîk diye bildikleri yazıdan çok farklıdır. Çünkü Osmanlılar, İranlıların nesta'lîk dedikleri yazıya ta'lîk adını vermişlerdir. İranlıların ta'lîk dedikleri yazı ise bizde hiç tanınmamıştır.

b. Osmanlı Ta'lîkı (İran nesta'Iîkı)

Birbirine girmiş harfleri ve intizamsız daireleriyle ta'lîkın ilk şekli İranlıların zevkiyle pek bağdaşamadı. Bu sebeple hicrî VIII. asır ortalarında, esas ta'lîk ile nesihin mukayesesinden hem nesihin yeknasaklığını hem de ta'lîkın eksikliklerini telâfi eden, İranlılara mahsus bir yazı çeşidi meydana geldi8. Bu yeni yazıya, nesih ve ta'lîkın bazı unsurlarını taşıdığı veya ta'lîk yazının yerini aldığı için "nesh-i ta'lîk" adı verilmiş, bilâhare söyleme kolaylığı olsun diye nesta'lîk denilmiştir9. Osmanlılar ise bu yazıyı ta'lîk diye adlandırmışlardır. Günümüz Türkiyesinde de mücerred ta'lîk teriminden anlaşılan yazı budur.

Hemen hemen bütün hat tezkirelerinde, Timur'un muasırı olan Tebrizli Mîr Ali, nesta'lîkın gerçek kurucusu olarak gösterilmektedir10. Mîr Ali'nin sanatkâr elinde yolunu bulan bu yazı, Fatih devrinde İran'dan gelen bazı hattatlar vasıtasıyla Osmanlı diyarına intikal etmiştir11. Yazma eserlerin elden ele dolaşması, özellikle edebiyat çevrelerinin İran ile yakın ilişkileri, İslâm dünyasının gözlerinin İstanbul'a çevrilmesi, hepsinden önemlisi Osmanlı sarayının İranlı sanatkârlara kapılarını açmış olması bu intikali kolaylaştırmış ve nesta'lîkın yayılmasına vesile olmuştur.

Özellikleri

Her harf, belirli ölçü ve kâidelere bağlı olup belirli şekillere sahiptir. Çizgiler, yer yer incelîp kalınlaşırlar. Yaklaşık olarak 1/6'sı düz, geriye kalanı yuvarlağımsıdır. Dikine harfler sağa doğru meyletmiştir. Harekeler ancak yanlış okuma ihtimali bulunan yerlerde konulmuştur. Bir sonra gelen kelime, bir önceki kelimenin son hecesi üzerinden yazılmaya başlandığından, diğer altı çeşit yazıya nazaran, aynı yere ta'lîkla daha çok şey yazılabilir12.

Ta'lîk yazıyı daha iyi tanıtabilmek için sülüs ile karşılaştıralım. Elif, dal, rı, nun gibi harflerin zülfeleri ve ayrı yazılmış 'ye' harfinin kancası düşmüştür. Fe, gaf, vav gibi gözlü harflerin gözleri kapanmıştır. Be, kef harflerinin kuyrukları ise iyice kısalmıştır. Çanaklı harflerin çanakları büyümüş ve satır çizgisinden aşağıya doğru sarkmıştır. Şın harfinin üç noktasına karşılık, bazan sin harfinin altına da üç nokta konulur. Lamelif harfi, tabanda birbiriyle birleşen iki paralel çizgiyle ‘U' harfine benzemektedir.

İranlılar bunu kitap yazısı olarak kullanmışlardır.



b-1. İnce Ta'lîk ve Ta'lîk Kırması

Osmanlılarda ta'lîkın ince ta'lîk ve ta'lîk kırması denilen çeşitleri vardır. Ancak ince ta'lîk, ta'lîkın bütün harflerinin belli nisbetlerle hiç değiştirilmeden, olduğu gibi küçültülmüş şeklinden ibarettir. Bunun, ince uçlu kalemle yazılan, son derece küçültülmüş şekline ise ta'lîk ğubârîsi adını vermişlerdir13.

Ta'lîk kırmasına gelince, herkesin zevki ve kabiliyetine göre, bazan ta'lîk harflerinden fedakarlıklarda bulunmak, bazan da diğer yazıların elverişli harflerinden ilaveler yapmak sûretiyle çeşitli şekillerde yazılmıştır14.

____________________________________________________________________________



7 Habîbullah Fezâilî, a.g.e., s.419.

8 Habîbullah Fezâilî, a.g.e., s.444.

9 Habîbullah Fezâilî, a.g.e., s.601; M.Bedreddin Yazır, "Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli", Diyanet İşleri Başkanlığı yayını, Ankara 1972, C.I, s.96.

10 Mustafa Âlî, a.g.e., s.32; Nefeszâde İbrahim, "Gülzâr-ı Savâb", yayına hazırlayan: Kilisli Muallim Rifat, Güzel Sanatlar Akademisi yayını, İstanbul 1939, s.23; Suyolcuzâde Mehmed Necib, "Devhatü'l-Küttâb", yayına hazırlayan: Kilisli Muallim Rifat, Güzel Sanatlar Akademisi yayını, İstanbul 1942, s. 126; Müstakîmzâde Süleyman Sâdeddin, "Tuhfe-i Hattatın", yayına hazırlayan: İbnülemin Mahmud Kemal, Türk Tarih Encümeni yayını, Devlet Matbaası, İstanbul 1928, s.688; E.Hakkı Ayverdi, "Fatih Devri Hattatları ve Hat Sanatı", İstanbul Fetih Derneği yayını, İstanbul 1953, s.51, dipnot 32; A.Süheyl Ünver, "Türk Yazı Çeşitleri ve Fâideli Bazı Bilgiler", İstanbul 1953, s. 18; İ.Hakkı Baltacıoğlu, "Türklerde Yazı Sanatı", Türk ve İslâm Sanatları Enstitüsü yayını, Ankara 1958, s.62; Naci Zeynüddin, "Musawerü'l-hatti'l-Arabî", Beyrut 1974, s.375; Habîbullah Fezâilî, a.g.e., s.453-454. Nesta'lîkın ibtidâi örneklerine XIII. yüzyılda rastlanmaktadır. XIV. yüzyılda daha belirgin bir şekle girmeğe başlayan bu yazının XV. asrın başlarında bütün özellikleriyle ortaya çıktığı bilinmektedir (bkz.: Ali Alpaslan "İslâm Yazı Sanatı", s.503). Buna rağmen Mîr Ali'nin nesta'lîkın mûcidiymiş gibi takdim edilmesi, onun nesta'lîkın gelişmesine yaptığı büyük katkılardan olsa gerektir.

11 E.Hakkı Ayverdi, a.g.e., s.52.

12 Habîbullah Fezâilî, a.g.e., s.603.

13 M.Bedreddin Yazır, "Eski Yazıları Okuma Anahtarı", Vakıflar Genel Müdürlüğü yayını, III.baskı, Ankara 1978, s 139.

14 M .Bedreddin Yazır, a.g.e., s.139.

Bizde ta'lîk yazı, çeşitli şekilleriyle ilmiye sınıfının resmî yazısı olarak benimsenmiş, özellikle vakıf dairelerinde15, kadılıklarda ve şer'iye sicillerinde kullanılmıştır. Fetvalar dâimî sûrette ta'lîkla yazılmıştır16. Nâme-i hümâyûn defterlerinde kullanılması usûlden olmadığı halde, Iran şahlarına gönderilen bazı nâmelerin sûretleri de bu yazıyla yazılmıştır.



Yüklə 4,17 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin