Zatü's-Selasil Seriyyesi:
Mute savaşında Şam araplarının Doğu Roma ordularına katılması üzerine, Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- onların bir daha Romalılara yardım etmesini engellemek ve onları kendi tarafına çekmek için, Amr bin As komutasındaki üçyüz kişilik bir birliği onlara gönderdi. Çünkü Amr’ın babasının annesi onların kabilelerinden biri olan Bela kabilesine mensuptu. Amr’a onları İslam saflarına çekmesini bunu reddetseler de onlarla savaşmasını emretti. Amr beraberindeki müslümanlarla Şam’a varınca, onların sayıca büyük bir üstünlüğe sahip olduklarını görüp, Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’den destek kuvvet istedi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- de muhacir ve ensar’ın kahramanlarından oluşan ikiyüz kişilik bir birliği Ebu Ubeyde bin Cerrah komutasında O’na destek olarak gönderdi. Ordunun genel komutanı ve namaz imamı Amr idi. İslam ordusu takviye aldıktan sonra sayıca çok görünen düşman topluluğuna saldırıp, onları dağıttılar.
Selasil, Vadi’l Kura’da bulunan bir suyun ismidir. Harekete bu ismin verilmesinin nedeni, müslümanların buraya inmeleri nedeniyledir. Bu askeri hareket Mute harbinden bir ay sonra yani Hicri 8. yılın Cemadül ahir ayında meydana gelmiştir.
En Büyük Fetih: Mekke-i Mükerreme'nin Fethi, Sebebi, Hazırlıklar ve Gizlilik:
Hicri 8 Ramazan ayında Allah Rasulu -sallallahu aleyhi vesellem-’ne Mekkeyi Mükerreme’yi feth etmeyi nasip etti ki, bu en büyük fetihtir. Allahu Teâlâ bu fetih ile dinini ve elçisini aziz kıldı, evini ve beldesini kurtardı. Gök ehlini sevindirdi. Ve yine bu fetih ile insanlar bölük bölük Allah’ın dinine girmeye başladılar.
Mekke’nin fethine şu olay sebep olmuştur: Hudeybiye anlaşması ile Huzaa kabilesi müslümanlarla ittifaka girmiş, Bekroğulları kabilesi ise Kureyş ile ittifaka girmiş idiler. Bu iki kabile arasında öteden beri kan davası ve düşmanlık vardı. İslam’ın zuhuru ile yatışan bu düşmanlık Hudeybiye’den sonra tekrar zuhur etti. Kureyş’in müttefiği olan Bekroğulları kabilesi geceleyin ansızın fertlerinin çoğu İslam’a girmiş olan Huzaa kabilesine saldırdı. O sırada Vetir soyunda bulunan Huzaa kabilesinden yaklaşık yirmi kişi bu saldırıda hayatlarını yitirdiler. Bekroğulları bununla da kalmayıp onları Mekke’ye kadar kovaladılar ve Mekke içinde de saldırılarını sürdürdüler. Kureyş bu çatışmada müttefikleri olan Bekroğullarına gizlice adam ve silah yardımında bulunarak destek oldu.
Ancak daha sonra Kureyş yaptığına pişman oldu ve bu işin sonucundan korkmaya başladı. Derhal Ebu Süfyan’ı Medine’ye göndererek kendileri ile müslümanlar arasındaki barış antlaşmasını yenilemeyi ve süresini uzatmayı istediler. Ebu Süfyan Medine’ye geldiğinde kızı mü’minlerin annesi Ümmü Habibe’ye misafir oldu ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in döşeğine oturmak istedi. Ancak Ümmü Habibe radıyallahu anha hemen davranarak minderi katlayıp, kaldırdı. Babası O’na:
“Yavrucuğum! Minderi mi bana yakıştırmadın, yoksa beni mi mindere yakıştırmadın? Bir türlü anlayamadım” deyince müminlerin annesi:
“Bak! Bu minder Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem-’a mahsustur. Sen putlara taptığından pissin. Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem-‘in minderinde oturmanı istemedim” diye sert bir cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Süfyan kızına:
“Yemin olsun ki benden ayrıldıktan sonra sapıtmışsın!” Karşılığında bulundu ve ayrılarak Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem-’in yanına vardı.Kendisine durumu izah etmeye çalıştı, ancak Peygamber -sallallahu aleyhi vesellem- hiç bir cevap vermedi. Çaresiz ayrılarak bu sefer de Ebu Bekir -radıyallahu anh-’e baş vurdu. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- ile konuşarak O’nu razı etmesini rica etti. Ebu Bekir O’na:
“Yapamam” karşılığını verdi. Sonra Ömer-radıyallahu anh-’a geldi. Ömer -radıyallahu anh- aynı şekilde O’nun teklifini reddetti ve sert karşılıkta bulundu. Ebu Süfyan son olarak da Ali’ye gelip aynı şeyi O’ndan da rica etti. Ali -radıyallahu anh-’ da O’nun teklifini reddetti ve insanlardan birisinin himayesinde Medine’yi terk etmesini tavsiye etti. Ebu Süfyan O’nu dinleyerek eli boş olarak Medine’yi terk etti.
Ebu Süfyan’ın Medine’den ayrılmasından sonra Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- sefer için hazırlıklara girişti. Civardaki Bedevi kabilelerine de haber göndererek onların da sefer için hazırlanmalarını ve kendilerine katılmalarını istedi. Fakat hazırlıklar son derece gizli tutuluyor ve Kureyş’in durumu haber almaması için özen gösteriliyordu. Hatta Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- Rabbine şöyle niyazda bulunmuştur:
“Allahım! Kureyş’in casuslarına ve istihbaratına darbe indir ta ki yurdunda O’nu basıp etkisiz hale getirelim”
Allah Rasulu -sallallahu aleyhi vesellem- bu gizliliğin yanısıra ayrıca Ebu Katede’yi Ramazan ayının başlangıcında Idım vadisine göndererek bu bölgeye sefer yapmak isetediği imajını oluşturmak istedi.
Bu arada sahabelerden Hatib bin Ebi Beltaa, Kureyş’e bir mektup göndererek, Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in kendilerine doğru yürüyeceğini yazdı ve mektubu Mekke’ye giden bir kadına verdi. Kadın mektubu saç örgülerinin arasına saklayarak yola koyuldu.
Allah gökten haber göndererek durumu elçisine sezdirdi.Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- Ali, Mikdad, Zübeyr ve Mirsad’ı göndererek kadını ve bulunduğu yeri tarif etti ve mektubu O’ndan geri almalarını emretti.Sahabeler gelip kadını yakaladılar ve mektubu istediler. Kadın kendisinde mektup olmadığını söyledi.Onlar da kadının üzerine aramakla tehdid edince kadın, çaresiz mektubu saç örgülerinin arasından çıkarıp verdi.Getirip Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem-’e takdim ettiler. O da Hatib’i çağırarak neden böyle yaptığını sorunca Hatib:
“Ey Allah’ın Elçisi!” Şu bir hakikattir ki ben şüphesiz Allah’a ve Rasulune iman ettim. İnancımdan hiç bir şey değiştirmiş ve kaybetmiş değilim. Ancak benim Mekke’de ne arkam ne de aşiretim vardır. Fakat ailem ve çocuklarım oradaki insanların arasında mahsur bulunuyorlar. Ben de onları kurtarmak için böyle bir yola başvurdum” diye cevap verdi. O sırada hazır bulunan Ömer -radıyallahu anh- :
“Ey Allah’ın Elçisi! Bu adam münafıklık ediyor. İzin ver de kafasını uçurayım” diyerek öfkesini dile getirdi. Ancak Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- :
“Bu Bedre katılmış bir kimsedir. Ne biliyorsun ya Ömer! Ola ki Allahu Teâlâ Bedir savaşına katılanlar hakkında: “Artık ne isterseniz yapın, sizi affetmiş bulunuyorum” buyurmuştur.” dedi. Bunun üzerine Ömer’in gözleri parladı ve
“Allah ve Rasulu daha iyi bilir” karşlığında bulundu.
Dostları ilə paylaş: |