Sında bir kaynaşma yoktu



Yüklə 0,85 Mb.
səhifə1/75
tarix09.01.2022
ölçüsü0,85 Mb.
#95398
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   75

sında bir kaynaşma yoktu. Sonradan Levanten denilen ve sadece İtalya'dan, Fransa'dan değil diğer Avrupa ülkele­rinden de gelip yerleşenlerle yerliler ara­sında aynı durum söz konusuydu. XIX. yüzyılda Levantenler, içlerinde tarihçi Hammer'in de bulunduğu bazı Avrupa­lı gezginler tarafından istihfafla anıl­mıştır.

XVI. yüzyıl sonunda İstanbul'a gelen Salomon Schvveigger Galata sakinlerinin çoğunu Rum ve fakir olarak niteler. Ona göre bölgedeki İtalyan usulü çok eski bi­nalar taştan yüksek yapılardı, ancak kö­tü bir durumda bulunuyorlardı.1 Dolayısıyla J. Cramer'in, semtin taş binalarının XVIII ve XIX. yüzyıllarda yapıldığını belirtmesi ihtiyatla değerlendirilmelidir [Istanbuler Mitteiiungen, XXXIV, 439-440). Galata sı­kışık nizam oturulan, özel sağlık ve suç problemleri olan bir bölgeydi. Nitekim asayişi şehrin İçinde özel bir yeniçeri garnizonuna verilmiş ve mukâtaa yo­luyla bu işi yüklenen yeniçeri zabitleri­nin sorumlu olduğu bir sisteme bağlan­mıştı. Galata dışında bugünkü Taksim-Ayaspaşa yeniçeri kışlalarının bulundu­ğu yerdi. Bu dönemin kalıntısı bölgede sokak isimlerinde görülür (Bağodaları, Ağaçıragı, Çiftevav sokağı gibi). "Galata mollası" denen kadının hiyerarşideki gö­rev ve yetki üstünlüğü de bu cümleden­dir.

XVI-XVIII. yüzyıllarda Galata sakinleri ve yabancı misyonlar arasında bir uyum problemi de söz konusudur. Meselâ İn­giltere Kraliçesi I. Elizabeth'in İstanbul'­daki ilk elçisi Edvvard Barton'un Topha­ne'de kiraladığı evde uygunsuz insanla­rı topladığı ve âlemler tertiplediği ge­rekçesiyle mahalle ahalisi burayı basıp sefiri de hükümete şikâyet etmiş ve buradan artırmıştı.2 Galata'da yerli hıristiyanlardan alınan ter­cümanlar ayrı bir grubu teşkil ediyordu. Ancak bunların yeterli derecede yaban­cı dil bilmemesi yüzünden XVIII. yüzyıl sonunda onların yerini Paris'te St. Louise Lisesi'nde, Viyana'da Theresianum'da okuyan Avrupalı dragoman tipleri alma­ya başladı. Bunların bir kısmı, Osmanlı toplumunu tanıyan müstakbel Avrupa şarkiyatçıları olarak ortaya çıktı. Bazı yerli hıristiyanlar içinden de tarihçi 1. Mouradgea d'Ohsson Önce dragoman, sonra sefir oldu. Testa ailesi ve Negriler ileride Dragoman hanedanları olarak or­taya çıktılar.

Karlofça ve Pasarofça antlaşmalarıyla Osmanlılar yeni bir sisteme girdiler. Ar­tık sefir ve kançılaryanın muafiyet ve imtiyazları vardı. Bu Avrupalılar eskisi gibi harbî veya müste'men statüsünde değildiler. Osmanlı deyimiyle "Françelü, Nemçelü, Nederlandelü" yabancılardı. Ancak Osmanlı memurlarının yeni siste­me hemen uyum sağladığını söylemek güçtür. Eski geleneği sürdürmekte âde­ta ısrar ettiler. Babıâli ve saray sık sık anlaşmaları zikrederek memurlara fermanlar çıkarıyor, yabancı elçiler ve kon­soloslar ise ilâve gümrük veya Avrupalı-lar'dan cizye alındığını, rahiplerin kilise kurmaları ve ibadet hürriyetlerinin ihlal edildiğini bildirip şikâyette bulunuyor­lardı. XVIII. yüzyılın diplomatları artık sa­dece krallarını temsil eden veya rahip­lerini koruyan memurlar değildiler. Ön planda ticaret ve tüccarın menfaati için çalışıyorlardı. Osmanlı bürokratları da ister başşehirde ister eyaletlerde olsun, yabancı tüccarlarla ve misyonerlerle olu­şan bu yeni ilişki çerçevesine alışmak zorundaydılar.

Galata'daki yabancı misyonların yiye­cek meselesi çok önemliydi. Yeterince tahıl ve sebze, en önemlisi de domuz ve şarap temini icap ediyordu. Anlaşmalar gereği bu gibi alımların İstanbul civa­rından yapılması mümkündü. Sefaret heyetlerinin ve rahip kalabalığının Gala­ta esnafından perakende alışveriş yap­maları kendilerine pahalıya mal oluyor­du. Bu misyonların İstanbul civarından aldığı domuz ve şarap bazı vergilerden (hınzır ve hamr resmi} muaftı. Ancak Fran­sız rahipleri kendileri ve sefaret erkânı­nın ekmek ve galeta ihtiyacı için bir fı­rın kurduklarında Pera'daki ekmekçiler fırını çalıştırmayıp ticaretlerinin engel­lendiği gerekçesiyle hükümete şikâyet etmişlerdi. Yabancı tüccar, rahip ve se­faret erkânının ekonomik faaliyetlerin­den müslim-gayri müslim şehrin her sı­nıftan Osmanlı tebaası şikâyetçiydi.3

Katolik rahiplerin faaliyetine her şey­den önce yerli Osmanlı hıristiyanları en­gel olurdu. Ortodoks kilisesinin ve Gre-goryenler'in, "heretik" olarak nitelendir­dikleri bu rahiplerin propagandasına hiç tahammülleri yoKtu. Galata'daki yaban­cıların farklı dinî törenlerini Osmanlı hıristiyanlan da müslümanlar kadar iste­mezdi. Yapılan müdahalelerin önlenme­si için 1702 yılında Galata kadısına ya­zılan bir emirname bu bakımdan ilginç­tir.4 Pera'da bu sebeple Ka­tolik âdetleri yayılamaz ve "procession" gibi törenler açıkta yapılamazdı. Özellik­le yabancı tüccarlar pek sevilmez, yerli esnaf loncalarıyla sürekli bir çekişme yaşanırdı. Fransa sefiri Marquis Desal-leurs, 17 Mayıs 1711 tarihinde Paris'e yazdığı raporuna övünçle bir fermanın tercümesini eklemişti. Buna göre Fran­sız tüccarlar Galata'da Arap Camii civa­rında ev kiralamışlar, müslüman ev sa­hiplerine kiralarını peşin olarak ödedik­leri halde ev sahipleri aralarında anlaş­mış ve kadı mahkemesinden çıkarttık­ları kararla Fransızlar'ı müslüman ma­hallesinden dışarı artırmışlardı. Ancak sefirin hükümete başvurması üzerine bu müdahale önlenmiş ve durumun dü­zeltilmesi emredilmişti.5

Yabancı misyonlar genellikle Marma­ra'ya bakan geniş bahçeli sefaret saray­larına kapanmış durumdaydı. Bunlar Pa-lazzo Venezia, Palais de France gibi ger­çek saraylardı. XVIII. yüzyılda sefir ika­metgâhlarının her yerde olduğu gibi mu­afiyeti vardı. Sefaret erkânı, aralarında gidip gelmenin ötesinde İstanbul'da her türlü antika ve her dilde eski kitap top­lamak gibi meraklara sahiptiler. Alışve­riş konusundaki becerikliliğinden hatı­ratında bahsetmeyen yok gibidir. Pera'-daki yabancılar arasında veba korkusu da yaygındı. İstanbulluların aksine en hafif bir dedikodu veya şüpheli olay gö­rüldüğünde herkes evine kapanır ve sos­yal hayat dururdu. XIX. yüzyıl başların­da seyyah Olivier, Pera'nın veba korku­sunu etraflıca tasvir edenlerden biridir.

Tören ve balolar gibi faaliyetler de sa­dece sefaret heyetleri arasındadır. Os­manlı devlet adamları bu balolara Tanzimat dönemine kadar katılmamışlardı.

Semtin mimari dokusu konusunda, R. de Beylie'nin L'habitaüon byzantine adlı eserinde (s. 199) mimariyi Bizans'a kadar götürmesi ve R. Mantran'ın Gala-ta'yı daha Cenova kolonisi döneminde yoğun şekilde iskân edilmiş yüksek bi­nalarla süslü bir şehir olarak tasviri mev­cut gravürlerin verdiği görünümle uyuş­mamaktadır. Bundan başka Cramer, Müller-Wiener gibi araştırmacılar Gata-ta'nın bugünkü en eski hanlarının, yani sivil mimari eserlerinin ancak XVIII. yüz­yıla kadar inebildiğini. Avrupa neo-kla-sisizmine uyan oryantal biçimli binala­rın da bilindiği üzere XIX. yüzyıla ait ol­duğunu göstermişlerdir. Meselâ Bakır sokağındaki Saksıhan, yine Perşembepa-zarı sokağındaki Serpuşhan 1148 (1736) tarihli eserlerdir. Eskibanka sokağında mevcut San Pietro-Paolo Kilisesi Vak-fı'ndan olan ünlü St. Piyerhan'ı ise XVIII. yüzyıl sonundan gelmiş ve XIX. yüzyıl­da tadilâtla bugünkü görünümünü ka­zanmıştır. Hatta XV. yüzyıla kadar inen Voyvoda caddesi ve Galatakulesİ soka­ğı köşesindeki ünlü Cenova Podesta Sa­rayı (Palazzo communale) bugünkü görü­nümünü yine XVIII ve XIX. yüzyıllardaki değişikliklerle almıştır.6

Galata'nın bugünkü yoğun yerleşimli görünümü, Doğu-Batı üsluplu binalar temelde XIX. yüzyılın eseridir. XIX. yüz­yılda apartman tipi yerleşim ve yoğun iş merkezinin oluşumu, yani mimari to­pografyanın değişimi dolayısıyla Galata modern belediyecilik hizmetine de er­kenden geçmiş, sokaklara dair bir ni­zamname ile bina düzeni, kanalizasyon ve giderek temizlik ve aydınlatma hiz­metleri sağlanmış, hatta Tepebaşı'ndaki ilk park bu bölgede gelişmiştir. Ku­rulan Altıncı Dâire-i Belediyye, liman fa­aliyetleri ve seyyar nüfusun yoğunlaştı­ğı bu bölgede ahlâk zabıtası görevini de yüklenmiş, frengi hastahanesi kurulmuş, eğlence yerlerine ruhsat verilmiştir. Dev­rin vak'anüvisi Ahmed Lutfi Efendi, bu semt ve belediyesinin faaliyetlerini ve gelişmeleri olumsuz ve iğneleyici bir üs­lûpla anlatmaktadır.7 Şüp­hesiz Galata, XVIII ve özellikle XIX. yüz­yılda İstanbul'un asayiş yönünden en problemli bölgesiydi. 16 Nisan 1848'de Galata Çadırcı Hanı önünde İngiliz teba­asından Kefalonyalı ve Maltalı gemiciler arasında günlerce süren kanlı bir çatış­ma zabıtayı meşgul etmişti. Bu tip olay­lar sıkça görülürdü8. 18 Cemâziyelâhir 1268'de9 çıkan bir iradeden semtte serseri takımı ile esnafın birbirine karıştığı, dükkân ve evlerin numaralandı-rıldığı, yani semtin bir nüfus sayımının da bu vesile ile yapıldığı anlaşılmakta­dır. Aynı tarihte Beyoğlu ve Galata zab-tiye işlerinin Zabtiye Nezâretine ilhak edildiği ve bu hizmetin merkezîleştiği dikkati çekmektedir.10

Osmanlı döneminde Pera'da önemli ölçüde Cenovalı tüccar hanedanı vardı. Perone, Fornetti, Negri, Doria, Draperis, Navoni, Samsoni, Olivieri, Brutti (aslında Draçh Arnavutlar), Grİllo. Cavalorso. Sal-vago, Chiavari. Alessio. Patevio, Sangui-nezzo, XIX. yüzyılın ünlü dragoman aile­si Testalar, Dhe gibi aileler şehrin İtal­yan kökenli zengin tüccar hanedanlarıydı. Bundan başka XIX. yüzyılın Tubini, Bat-tazzi, Alleone aileleri de buna katılabi­lir; Tepebaşı'ndaki zengin taş konakla­rın yanında sefalet apartmanları Galata ve Beyoğlu'nun XIX. yüzyıldaki manza­rasını tamamlar. Mihail Sturdza bu gibi otuz dokuz ailenin isim ve tarihçesini vermektedir. Galata'nın İtalyanlar'ı sa­dece bu eski tüccar aristokrasisi ile sı­nırlandırılamaz. Özellikle XIX. yüzyılda Galata ve Beyoğlu semtleri önemli ölçü­de bir İtalyan işçi ve işsiz sınıfının göç ettiği yerler oldu. Bilhassa inşaat sektörünün bu iş gücüne ihtiyacı vardı ve kagir binalardan oluşan Galata ve Be­yoğlu İtalyan mimar, kalfa ve işçilerinin eseridir denebilir. İtalya'nın her yerin­den gelen, mahallî lehçeleriyle şehirde­ki dilleri karıştıran bu zümrenin İstan­bul'da Edmondo de Amicis'in gözlediği gibi kendine özgü (suigeneris) bir İtal­yanca ortaya çıkardığı da söylenebilir.

Gelenlerin hepsinin şansının yaver git­mediği de anlaşılmaktadır. Bazıları bu­radan Amerika'ya göç etmiştir. Hatta hükümet bu gibi çaresizleri ucuz yoldan gönderme imkânları da bulmuş, belir­li bir yardım ve ucuza anlaşma yapılan kumpanyaların vapurlarıyla bunlar Ame­rika'ya gönderilmiştir.11 İtalyanlar bu göçlerle ve za­man içinde diğer gayri müslimlere karı­şarak azalmışlardır. XIX. yüzyılda İtalya'­dan Musevî İtalyan göçü de vardı. Hatta Galata'da Küçükhendek ve Lüleci soka­ğındaki İtalyan sinagogları bulunuyor­du. Dolayısıyla Levantenler ayrı bir züm­reye ve kültüre mensup olup XIX. yüzyıl­da İtalyanca ve çoğunlukla Fransızca'yı kullanmışlardır; zamanla da sayıları ol­dukça azalmıştır.

İtalya XIX. yüzyıl başında Sardinya. Si-cilyateyn, Toskana elcili Meriyle temsil edilirken 6 Şubat 1848'de Toskana. İtal­yan'ın birleşmesi sırasında da Sicilyateyn elçilikleri lağvedildi. İtalyan okulları ve kiliseleri XX. yüzyıl başında da küçüm­senmeyecek sayıdaydı. Tevhîd-i Tedri­sât Kanunu çıktığında Fransız okulları­nın sayısı otuz kadardı. İtalyan okulla­rının sayısı ise dokuzdu.12

Bugün Beyoğlu ve Galata mimari do­ku olarak XIX. yüzyılın en iyi korundu­ğu, fakat nüfus kompozisyonundaki de­ğişmenin en hızlı olduğu İstanbul semt-lerindendir. Konunun araştırılması İstan­bul ve Osmanlı İmparatorluğu tarihinin ötesinde bir öneme sahiptir.




Yüklə 0,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin