Sovyet Sonrası Orta Asya
Geçiş Ekonomilerinin Sorunları ve Entegrasyonun Geleceği
Dr. Talaybek Koyçumanov
Eski Maliye Bakanı, Alık Araştırmalar Merkezi Başkanı / Kırgızistan
Temirbek BobuŞev
Amerikan Üniversitesi / Kırgızistan
Sovyet ardılı ülkeler arasındaki ekonomik ilişkileri değerlendirdiğimiz zaman, BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu), Gümrük Birliği, MAB (Merkezi Asya Birliği), GUUAM (Gürcistan-Ukrayna-Özbekistan-Azerbaycan-Moldova) gibi birleşmeler arasında daha çok gelişmiş olanı Ocak 1994 yılında kurulmuş Merkezi Asya Birliği’dir. Merkezi Asya Kalkınma Bankası’nın oluşturulması ve bu banka aracılığıyla ülkelerin ortak çıkarları kapsamında olan somut projeler için kredi verilmesi bunun bir kanıtıdır. Bu, mevcut sorunların ortak çabalarla çözümlenebileceğine bir örnektir.
Fakat, bu tür münferit örnekleri dikkate almazsak, genelde Orta Asya ülkeleri, entegrasyon yolunda gereken ilerlemeyi kaydedememişler. BDT’de olduğu gibi, burada da çok sayıda belgeler kabul edilmekte, ancak bunların büyük çoğunluğu, özellikle tarife ve tarife dışı düzenlemeler, vergi mevzuatlarının uyumlaştırılması, işgücünün, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı yolundaki her türlü bürokratik engellerin kaldırılmasına ilişkin düzenlemeler uygulanmamaktadır. Post Sovyet mekandaki entegrasyon sürecinin analizine ve bu konudaki somut önerilere geçmeden önce, siyasi nedenler dışında nelerin iktidarda bulunanları bu birlikleri oluşturmaya (en azından gelinen noktada bu tür birleşmelerin etkili olmadığı görülmüştür) ittiğini açıklamak yerinde olacaktır.
Post Sovyet Mekanda
Ekonomik Toplulukların
Oluşturulması Nedenleri
Ekonomik birleşmelerin oluşum nedenleri yeterince açıktır. Orta Asya cumhuriyetlerine gelince, bu ülkeler SSCB’den bir ekonomik potansiyeli miras almışlar. Bu potansiyel, yapısı, üretim, güçlerinin dağılımı, kullanılan teknoloji, üretim yönetim ilkeleri açısından etkileşim içinde olan ve eskiden bir bütün olan ekonominin bir parçasını oluşturmuştur. Buna göre de, bir zamanlar var olan çok yönlü ekonomik ilişkiler sisteminin parçalanma süreci sonucunda dağılması, yeni bağımsızlık elde etmiş devletlerde ekonomik gerilemeye neden oldu.
Ortak ekonomik mekanı koruyup saklama çabaları, dış ticaretin liberilizasyonu ve SSCB’nin ayrı ayrı bağımsız devletlere ayrılması sonucunda başarısızlığa uğramıştır. 1992-1999 yılları arasında BDT ülkeleri arasındaki dış ticaret hacmi üç kattan daha çok azalmıştır. Tacikistan ve Rusya dışındaki tüm Topluluk ülkelerinde dış ticaret göstergeleri düşmüştür. 1990’lı yılların ortalarında dış ticarette gözlenen kıpırdama da umutları yeşertmedi ve 1998 krizi yeni bir düşüşün yaşanmasına neden oldu. Mali krizin Orta Asya ülkelerinde Rusya’daki kadar tahrip edici olmamasına rağmen, kriz sonrası ekonomik durum ayrı ayrı ülkelerde, özellikle Kırgızistan’da (hatta GSYİH’deki küçük miktardaki artışa rağmen) oldukça istikrarsızdır.
Tacikistan ve Belarus dışındaki post Sovyet ülkelerin çoğunluğunun “uzak ülkelerle” dış ticaret eğilimlerinin artması ve eski SSCB mekanı haricinde yeni ekonomik stratejilerin oluşturulması yönündeki çabalar beklenilen sonucu vermedi. Post Sovyet ülkeleri genelde ham madde ihraç etmekte ve tüketim mallarını ithal etmektedirler. İç pazarlar “uzak ülkelerden” ithal edilen mallarla aşırı doyurulmuştur ve ulusal üretim kapasi
tesi çok düşük düzeyde kullanılmaktadır. Her türlü bürokratik ve ekonomik engeller, gümrük alanındaki sınırlamalar dahil, korumacılık önlemleri devletlerarası iş birliğinde ek zorluklar doğurmaktadır.
Üretim kapasitesinin azalması sonucunda büyük çapta işsizlik meydana gelmiş ve hızla artmıştır. Bunun sonucunda halkın refah düzeyi devamlı olarak düşmüştür. Ekonomistlerin değerlendirmelerine göre, kriz yıllarında Orta Asya ülkelerinde üretimdeki düşüş, %50 oranında BDT ülkeleriyle dış ticaret hacminin azalmasından ve sadece %20 oranında iç talebin azalmasından kaynaklanmaktadır.
Açıktır ki, ekonomik politikadaki başarısızlıklar ve halkın büyük çoğunluğunun yoksullaşması post Sovyet ülkelerde sosyal ve siyasi gerginliğin artmasına neden olmuştur. Reform döneminde bu tür harcamaların doğal olduğunu halka anlatmak zordur. Gerginliğin azaltılması için, ülke iktidarları tarafından doğal olarak entegrasyon sorunlarının çözümlenmesi yönünde çabalar gösterilmiş ve bu konuda defalarca yüksek sesle resmi beyanlarda bulunulmuştur. Doğal olmayan ise tüm bunların büyük bir ataletlilikle gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Ekonomik
Birleşmelerin
Etkinliği ve
Entegrasyon
Sorunları
1997’nin sonlarına doğru BDT ülkeleri düzeyinde kabul edilmiş 880 ortak belgeden sadece 130’u uygulanmıştır. Bu da ilgili birimlerin çalışmalarının etkisizliğini göstermektedir. Uzmanlar, BDT’nin kurumsal ve hukuki yapılarının çok zayıf olmasını onun henüz şekillenememesinin ve etkinsizliğinin nedeni olarak göstermektedirler. Aynı durum bazı değişiklerle Merkezi Asya Birliği için de geçerlidir. Post Sovyet mekanında henüz bir birleşme ortamı oluşmamıştır. Ülkeler ise biribirine tolerans göstermeyi henüz öğrenememişler. Bunu ileride göreceğiz. Buna rağmen, ülkeler arasındaki karşılıklı çıkara dayanan iş bölümü, üretimdeki uzmanlaşma ve iş birliğinden doğan olanakların kullanılması öncelikli amaç olmuştur. Böyle bir iş birliği, Orta Asya ülkelerine, sınırlı maddi ve mali kaynakların ortak çıkarlara yönelik daha öncelikli alanlara yönlendirilme, ayrıca entegrasyon alanında uyumlu ekonomik strateji hazırlama olanağı sağlayacaktır.
Bu sorunların çözümüne girişmeden önce çıkarların örtüştüğü alanların, ekonomik reformların yönlerinin açıkça belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde, “yukarıların” aldığı tüm kararlar, şu ana kadar sık sık görüldüğü gibi, kâğıt üzerinde kalacaktır. Dahası, bu tür politika, genelde ters tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Vatandaşların çok sayıdaki mektupları ve kitle iletişim araçlarında ifade olunan hoşnutsuzluklar bunu teyit eder niteliktedir. Bu yankılar bazen beklenmedik hâl almaktadır. Örneğin, uzak mesafelere yük taşımacılığı yapan Kırgızistan şoförlerinin ülke yönetimine müracaatında, “Kazakistan’ın trafik polislerinin Kazakistan’ı Kırgız polislerinin Kırgızistan’ı sevdiklerinden daha çok sevdikleri” belirtilmektedir. Çünkü Kırgızistan memurları, yabancı taşımacılar için daha düşük tarifeler belirlemişler. Bu davranış biçiminde mevcut durumdan paradoksal çıkış yolu önerildiği görülmektedir: “Onlar bize engeller yaratıyorsa, biz de aynı şekilde karşılık verelim, yeter ki, gelip de işimizi elimizden almasınlar”.
Merkezi devlet gazetesi “Veçerniy Bişkek”te verilen bu haber, entegrasyon sorununun had safhaya geldiğine ve geleneksel çözüm yollarının sorunu çıkmaza götürdüğüne tipik bir örnektir. Ekonomik parçalanmanın devam etmesinden sık sık dem vurulmaktadır. Neden durum böyledir ve resmi makamlar ne zaman bu durumu tersine döndürebilecekler?
Entegrasyonun amacının “art niyetli” olmadığı ve bu amacın dünyadaki bölgesel iş birliğine yönelişlerle örtüştüğü konusunda bir kuşku olmamakla birlikte, entegrasyon süreci çeşitli nedenlerden dolayı kendi içinde çelişkili ve ataletli olmuştur. Post Sovyet mekandaki bölgesel ve alt bölgesel birleşmelerin faaliyetlerinin analizi entegrasyon sorunlarını iki kısma ayırmaya imkân verir. Birinci kısma, ülkelerin bölgesel, demografik, etnik, sosyal, ekonomik, ayrıca ulusal kaynak potansiyellerindeki farklılıkları nedeniyle tüm ülkelere özgü olan sorunları dahil edebiliriz.
İkinci kısma ise, gerçekleştirilen reformların değişik eğilim, hız ve çapından kaynaklanan sorunları dahil edilebiliriz. Bu iki grup sorun üzerinde daha ayrıntılı şekilde duralım.
Orta Asya Ülkelerinin
Geçiş Ekonomisi Sorunları
ve Bunların Entegrasyon
Sürecine Etkileri
1991’in sonlarında SSCB dağıldıktan sonra merkezi plânlı ekonomiden piyasa güçlerine dayalı sisteme geçmeyi amaçlayan ülkeler listesine 15 yeni bağımsız devlet eklendi. Bunların içinde Kırgızistan da vardır. Ortak yönlerdeki benzerlik, değişim aşamasındaki sorunların benzerliğini de beraberinde getirmiştir. Ekonomistler, bu sorunlardan, “mali programların hazırlanması ve gerçekleştirilmesi sürecinde daha çok zorluk yaratan” altısını özellikle belirtmektedirler. Bunlar; üretim hacminin hızla gerilemesi, birçok hâlde para emisyonunun artış hı
zındaki düşüşten sonra da bir müddet devam eden “sürünen” enflasyon, işletmelerin vadesi geçmiş karşılıklı borçlarının ortaya çıkması, bütçe gelirlerindeki hızlı azalma, döviz kurlarıyla ilgili istikrar sürecine en iyi şekilde destek sağlayacak stratejinin belirlenmesi sorunu ve dış mali yardımların rolüdür.1
Ancak eski Sovyet cumhuriyetlerinden her biri, diğerlerinden farklı olan ve ülkelerin yeniden yapılanma sürecine tepkisini belirleyen kendine özgü başlangıç şartlarına ve potansiyeline sahipti. Büyük enerji ve diğer doğal kaynaklara sahip olan ve bunları piyasa ekonomisine geçiş sürecinde ortaya çıkan olumsuz sonuçları hafifletmek için belli ölçüde kullanan Rusya, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Azerbaycan’dan farklı olarak, Kırgızistan Cumhuriyeti bu tür kaynaklara sahip değildi. Bu olgu, piyasa ekonomisine geçiş yolunun seçiminde ve gerçekleştirilen reformların devamlılığında siyasi iktidar için belirleyici oldu.
Bu şartlar altında Kırgızistan’ın küçük, açık ekonomilere özgü kalkınma modelini seçmesi de anlaşılabilir. Eğer piyasayı malın mevcut ve potansiyel alıcılarının toplamı olarak algılarsak, açıktır ki, Kırgızistan’ın iç piyasası tüm arzı (örneğin, enerji ve tarım sektörlerinin arzını) karşılamak için yetersizdir. Aynı zamanda Kırgızistan, toplam talebi, özellikle de petrol ve petrol ürünlerine olan talebi karşılayamamaktadır. Diğer taraftan, doğal kaynakların ve insan kaynaklarının sınırlılığının yanı sıra, Kırgızistan ekonomisi önemli ölçüde dış piyasalardaki gelişmelerden de etkilenir. Büyük ülkelerin ve ekonomilerin yürüttükleri politikalar, Kırgızistan için benzer sonuçlar vermeyebilir ve bu yüzden genelde kabul edilemez. Özellikle bu objektif nedenler Kırgızistan’ı dışa açık ekonomi politikasını tercih etmeye zorlamakta ve ülkenin Gümrük Birliği’ne ve Dünya Ticaret Örgütü’ne girmesinde belirleyici etken olmaktadırlar.
Gerçekleştirilen yapısal reformların birinci aşaması Kırgızistan’ın, 1994’ün sonları ve 1995’in başlarında, ilerlemelerin devamlılığı açısından yeni bağımsız devletlerin çoğunun önünde olduğunu gösterdi. Kırgızistan’ın, özellikle, özelleştirme ve arazi mülkiyetinin yeniden düzenlenmesi, fiyatların ve dış ticaretin liberalizasyonu gibi alanlardaki reform çabaları uluslararası istatistik yıllıklarında çok olumlu; kamu yönetiminin yeniden yapılanması ve bütçenin konsolidasyonu gibi alanlardaki reform çabaları ise olumsuz olarak değerlendirilmiştir.2
Ancak reformların gerçekleştirilmesi hızı genelde yapılan atılımların kalitesi ile ters orantılıdır. Dolayısıyla bu, “hız mı yoksa kalite mi? ” ikilemi, belli ki ülkenin piyasa ekonomisine geçişi tamamlamasına dek cevapsız kalacaktır.
Günümüzde post sosyalist dönüşüm sürecinin geçen on yılına baktığımızda, reformlardaki radikalizmin ve reformlar için sürenin kısıtlılığının büyük harcamalara rağmen, Kırgızistan ekonomisine belli avantajlar sağladığı görülmektedir. Şöyle ki, bu durum en kısa sürede makroekonomik istikrara ulaşmaya olanak sağlamıştır. Bu makroekonomik istikrar, enflasyonun hızla dörtlü hanelerden ikili hanelere indirilmesinde, ulusal para biriminin istikrara kavuşmasında ve finansman kredileri için olumlu faiz oranına ulaşılmasında görülmektedir. Fiyatların ve dış ticaretin hızlı liberalizasyonu iç ve dış fiyatların eşitlenmesi sonucunu doğurdu. Bu da sonuçta, bir taraftan ulusal işletmeleri üretimi daha keskin yeni rekabet ortamına uyumlu kılmaya ve yeni satış pazarları aramaya itti. Diğer taraftan ise iş piyasadaki baskılardan kurtulmaya olanak sağladı. Bu değişiklikler çeşitli ürünlere verilen her türlü sübvansiyonların bütçe üzerindeki baskısını ortadan kaldırmalıydı. İç piyasanın doyurulmasında ticaret ve hizmet alanlarında küçük ve orta ölçekli işletmelerin hızlı oluşumu önemli rol oynamıştır. Bu da, ilk aşamada, ekonominin bu sektörlerindeki hızlı özelleştirmenin bir sonucudur.
Doğaldır ki, ekonominin piyasa şartlarına geçişi sürecinde gerçekleştirilen bu hızlı reformlar mevcut yapısal kriz ortamında bazı istikrarsızlıklara da neden olmuştur.3 Buna rağmen, özellikle bu radikal önlemler, dünya ekonomisindeki kendi yerini araması sürecinde Kırgızistan’ın rekabet kabiliyetinin korunmasına olanak sağlamıştır.
Bu, eski SSCB ülkelerindeki reformların özelliği, yoğunluğu ve kapasitesiyle ilgilidir. Bu farklılaşma, şüphesiz, iç potansiyele direkt bağımlı olan ekonomilerin açıklık düzeyini belirlemiştir. Hâlbuki, Orta Asya ülkelerinden hiçbirisi Batılı iş adamları için kendi mallarının potansiyel satış pazarı olarak ilgi doğurmamaktadır. Bu ülkelerin kendilerinde ise korumacılık eğilimleri, özellikle grup çıkarlarından doğan herhangi bir sorunun çözümü konusunda henüz çok güçlüdür. Bu politikalar sonucu, ticarette her türlü gümrük dışı engeller artar. Bu da küçük ülkelerin, yürüttükleri ticari-ekonomik politikalardan bekledikleri çıkarların, büyük ülkelerin çıkarlarıyla uyuşmadığını açık şekilde ortaya koyan bir gerçekliktir.
Ulusal ekonomilerin dış yardımlardan bağımlılığının değişik düzeylerde olması reformlardaki radikalizmin, finansman sağlayıcılar karşısındaki taahhütlere uygun olarak farklı düzeyde olmasını zorunlu kılmaktadır.
Böylece, tüm Orta Asya ülkeleri, piyasa ekonomisine doğru sanki farklı yollardan ilerlemektedirler. Kırgızistan, özellikle de satabileceği doğal kaynaklarının bulunmaması nedeniyle, ekonominin yeniden yapılandırılmasında daha radikal bir yol izlemektedir. Bazen bu geçiş yolu “şok terapisi” olarak adlandırılmaktadır. Özbekistan tarafından tercih edilen diğer bir model ise, daha kapalı bir ekonomi ve ekonomiye devletin daha aktif müdahalesini öngörmektedir. Kazakistan ve Tacikistan
neredeyse, orta yol izlemektedirler. Türkmenistan’daki reformlar modelini ise ortak bir şema içinde değerlendirmek çok zordur.
Hangi modelin iyi olduğunu hemen söylemek çok zor. Reformların yoğunluğu açısından Kırgızistan’ın daha çok kazandığını söylediğimiz zaman, buradaki kazancın yukarıda da değindiğimiz gibi kalite değil zaman açısından olduğunu kastetmekteyiz. Önemli olan gelinen noktayı koruyup saklayabilmektir. Fakat bu, özellikle piyasa kurallarının henüz yeni oluştuğu ve kurumsal değişimlerin ekonominin reel sektöründeki değişimlerden açık şekilde geride kaldığı bir ortamda her zaman mümkün olmayabilir.
Ekonominin Daha Fazla
Açıklığı-Daha Fazla
Bağımlılık İkilemi
1998 mali krizi bir taraftan eski Sovyet cumhuriyetlerinin ekonomilerinin birbirine ne kadar entegre olduğunu, diğer taraftan ise bu ekonomilerin dış etkenlerden ne kadar fazla etkilendiğini bir daha gösterdi.
Tabii ki, krizin Orta Asya ülkeleri ekonomileri üzerinde etkileri farklı olmuştur. Bu farklılık, Orta Asya ülkelerinin kalkınmasının birçok yönünü, ayrıca ekonomik entegrasyon sorunlarının çözüme kavuşturulmasındaki potansiyellerini belirlemektedir. Öyle düşünülebilir ki, reformları gerçekleştirmek ve dış ekonomik tehditlere birlikte karşı koymak daha kolaydır. Nitekim bu, askeri-siyasi tehditler ortaya çıktığı zaman başarılı bir şekilde ortaya konmuştur. Ama burada durum farklıdır ve ekonomilerin istikrarlılığı çeşitli yaklaşımlarda saklıdır. Reform yolu seçmiş her bir ülke, komşularına bakarak onların artı ve eksilerini dikkate alıyor. Fakat yapmış olduğu girişimlerde bir şeyleri değiştirmek iktidarında olmuyor.
Orta Asya bölgesinde reformların açıklık düzeyine ilişkin Özbekistan ve Kırgızistan’ın farklı yaklaşımları sonucu, doğal olarak, Rusya krizinin bu ülke ekonomilerine etkisi değişik düzeyde olmuştur. Özbekistan, diğer Orta Asya cumhuriyetlerine oranla bu krizden daha az etkilenmiştir. Bu, her şeyden önce, ülke ekonomisinin Rusya ekonomisiyle daha zayıf ilişkilerinin olmasından kaynaklanmaktadır. 1998 yılında Özbekistan’ın Rusya ile dış ticareti, bu ülkenin toplam dış ticaret hacminin sadece %15’ini oluşturmuştur. Bunun dışında devletin yürüttüğü korumacılık politikası, diğer BDT ülkeleriyle kendisi arasında çok sayıda engeller yaratmıştır. 1998 yılının sonuçlarına göre, Özbekistan ekonomisi büyümeye geçmiş ve 1999 yılının sonunda %5’lik bir büyüme kaydetmiştir. Rusya ekonomik krizi daha çok döviz piyasasında hissedilmiş ve Som’un kara borsada değer kaybetmesine neden olmuştur. Diğer makro göstergeler ise hafif şekilde etkilenmiştir.
Özbekistan’dan farklı olarak Kırgızistan, Orta Asya bölgesinde daha çok liberal dış ekonomik politika uygulamaktadır. BDT üyeliğinin yanı sıra Gümrük Birliği ve Merkezi Asya Birliği’nin üyesidir. Bunun dışında 1998’den itibaren Kırgızistan, Dünya Ticaret Örgütü’nün üyesidir. Çok sayıda ortaklıklar, güçlü ekonomik ilişkiler, ülke ekonomisinin Rusya krizinden ciddi biçimde etkilemesine neden olmuştur. Krizin ilk belirtileri mali piyasada hissedilmeye başladı ve Eylül 1998’de borsada işlem hacminde hızlı bir düşüş yaşandı. Aynı anda yabancıların hazine kâğıtları piyasasından kaçışı baş gösterdi. Hazine kâğıtlarının getirisi ve banka faiz oranları hızla yükselmeye başladı. Bankacılık sektöründeki kriz devlet bütçesine ve kamu maliyesine yansıdı. İhracattaki azalma ve üretimdeki düşüş bütçenin vergi gelirlerinin azalmasına neden oldu.
Uluslararası Ekonomik ve Siyasi Araştırmalar Enstitüsü’nün Rusya’dan olan uzmanları, Rusya’daki mali krizin eski Sovyet cumhuriyetlerini derinden etkilediğini vurgulamışlar. Ancak, bu değerlendirmeler tümüyle kabul edilemez.4 Bu değerlendirmelere göre, Rusya krizi en çok Kırgızistan’ın dış ticaretini etkilemiştir. 1998 yılında ihracat, geçen yıla oranla %15.2 azalmış, ithalat ise %17 artmıştır. Sonuçta, dış ticaret açığı hızlı bir şekilde artmıştır. Ancak kanımızca, burada tam tersi gerçekleşmiştir. Aslında, dış ticarette durumun kötüleşmesi, mali alandaki gelişmeleri hızlandırmıştır. Şöyle ki, henüz 1998 sonbaharında reel sektörde gerileme hissedilmeye başlamış ve bu da ihracattaki düşüşe yansımıştır. Kırgızistan ekonomisindeki kriz ortamı, ülkenin tüm BDT ülkeleriyle ilişkilerinin kötüleşmesine neden olmuştur.
Kazakistan, ekonomisinin açıklığı ve reformların radikalliğine göre, Özbekistan ve Kırgızistan arasında orta bir konumdadır. Bu ülke, büyük ölçüde açıklık ve korumacılık, rekabet ve ulusal işletmelerin desteklenmesi ilkeleri arasında denge kurmaya çalışmaktadır.
Kazakistan, petrol, gaz, madencilik, enerji ve ulaşım sektörlerindeki teknolojik iş birliği nedeniyle Rusya’daki gelişmelerden büyük ölçüde etkilendiği için Rusya, Kazakistan’ın dış ticaretinde lider konumundadır. Kazakistan’ın 1998 yılındaki dış ticaret hacminde, Rusya %40’lık bir paya sahiptir. Bağımlılık, ülkelerin mali piyasalarında da görülmektedir. Rusya’daki mali krizinin etkilerinin engellenmesi yönünde Kazakistan yönetiminin Anti-Tekel Komite aracılığıyla önlemler almasına rağmen, karşılıklı ticari ilişkiler nedeniyle kriz, Kazakistan’ın iç piyasasını etkileyebilmiştir. Sonuçta 1998’in sonlarına doğru dış ticaret göstergeleri hızla kötüleşmiştir. Dış ticaret hacmi %12 oranında azalmış, ödemeler dengesindeki açık ve ülkenin dış borçları artmıştır. Genelde, krizin etkileri Kırgızistan’a oranla Kazakistan’da daha az hissedilmiştir.
Tacikistan’a gelince, belli olaylar ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemiş ve 1970’lerin düzeyine düşürmüştür. Bağımsızlık yıllarında reel bütçe harcamaları yarı yarıya azalmıştır. Kamu harcamaları GSYİH’nin %50’sinden fazladır. Yakın zamanlara dek bu harcamaların 1/3’üne yakın bir bölümünü askeri harcamalar oluşturuyordu. Dış borç GSYİH’ye oranla kabul edilebilir düzeydedir. Günümüzde Tacikistan, önde gelen tüm uluslararası mali kuruluşlarla faal iş birliği içindedir. Bu da BDT ülkelerinin çoğunda mevcut olan genel kriz ortamında canlanma belirtilerinin göstergesidir. Buna rağmen, Tacikistan’da genel ekonomik durum çok karmaşık ve istikrarsızdır.
Doğaldır ki, Rusya’daki mali kriz, etkilerini bu ülkenin ekonomisinde de göstermiştir. Bu, özellikle ödemeler dengesinin daha fazla açık vermesinde ve genel makroekonomik durumun kötüleşmesinde görülmektedir. Tacikistan’ın ulusal para birimi bu dönemde %20 değer kaybetmiştir.
Rusya’daki mali krizin Orta Asya ülkelerinin ekonomilerine etkilerinin değerlendirmesini yaparken, ekonomilerin entegrasyon düzeyi ile dış etkenlerden bağımsızlık düzeyinin ters orantılı olduğu sonucuna varabiliriz. Bu olgu, ekonomilerin entegrasyon sorunlarının çözümlenmesinde belirleyici olmaktadır. Komşu ülkelerin ekonomilerindeki istikrarsızlık, ülkeleri birbirileriyle olan ilişkilerden ve ekonomik entegrasyon yönünde somut adımlardan uzaklaştırmaktadır.
Yukarıda ülke ekonomilerindeki reformların özgün taraflarından ve süregelen olayların ülkeler arasındaki entegrasyona etkilerinden bahsetmiştik. Anlaşıldığı gibi, etkinin temelinde yeniden yapılanmaya farklı yaklaşımlar, reform kavramının değişik biçimlerde algılanması, reformların farklı ölçeklerde gerçekleştirilmesi, yeniden yapılanma ortamının farklı oluşu ve ulusal kaynakların miktarındaki farklılıklar yatmaktadır. Muhtemelen, bundan dolayıdır ki, Türkmenistan diğer BDT ülkeleri içinde özel konuma sahiptir ve ülke iktidarının çabaları, eski ekonomik modelin devam ettirilmesine yöneliktir. Ülke yönetimi diğer BDT ülkeleriyle entegrasyona yönelik olumsuz tavır sergilemektedir.
Başkalarının Yanlışlarından
Neler Öğrenebiliriz
Şimdi ise Orta Asya ülkelerinin ekonomilerinin entegrasyonunu gerektiren ortak yönlere ve ortak yaklaşımlara değinelim. Bunun için aşağıdaki sorulara cevap aramamız gerekmektedir: Reformlardan ne kazanıldı ve hangi ülkenin seçtiği reform yöntemi kendini doğruladı? Herkes aynı şekilde, aynı yönde ve eş zamanlı olarak hareket edebilir miydi? Acaba, uluslararası mali kuruluşların uzmanlarının bize önerdiği reçeteler o kadar farklı mı ki, biz şu anda farklı sonuçlarda ve farklı aşamalardayız?
Bu sorulara cevap vermek için en azından bir ülke örneğinde, ülkelerin başlangıçta hangi amaçları hedeflediğini, neler elde etmeye çalıştığını ve varılan sonuçları değerlendirmeye çalışalım. Bu konuyu, yabancı uzmanların da reformlar konusunda daha dinamik bir ülke olarak niteledikleri Kırgızistan örneğinde ele alalım. Tabii ki, bir sonuca varmak için henüz çok erkendir. Ancak “maratonun” ilk etabının geçildiğini söyleyebiliriz. Benzer bir değerlendirme geçiş ekonomisine sahip olan diğer ülkeler, özellikle de şu anda Kırgızistan’ın 90’lı yılların birinci yarısında geçtiği yolu aynen izleyen Tacikistan için faydalı olabilir.
Reformların metodolojik dayanağı olarak Washington Sözleşmesi’nin önerdiği kriterler baz alınmıştır. Kırgızistan Cumhuriyeti’nde ekonomik reformların odak noktası 1992 yılındaki fiyat liberalizasyonu olmuştur. Liberalizasyon süreci birkaç aşmada gerçekleştirilmiş ve bu süreç içinde ülke yönetimi tarafından olabildiğince birtakım hafifletici önlemler alınmıştır. 1996 yılında birinci genel plân kabul edilinceye dek bu süreç, büyük ölçüde sona ermişti. Sadece elektrik ve ısı enerjisi, gaz, yerel hizmetler ve telefon hizmetinin fiyatları üzerinde denetim uygulanmaktaydı.
Fiyatların liberalizasyonu ile eş zamanlı olarak kurumsal yeniden yapılanmalara gidildi. Sürecin yeni ve karmaşık olması nedeniyle, birinci özelleştirme programı gereken açık hukuki yöntemsel temelden yoksundu. Bu, özellikle büyük ölçekli işletmelerin özelleştirilmesi sırasında ortaya çıktı. Şöyle ki, kamu işletmelerinin mülkiyetinin büyük bir bölümünün imtiyazlı şartlarla orada çalışanlara bırakılması öngörülmekteydi. Bu da gerçek girişimcilerin ortaya çıkmasına, dış kaynak akımına ve dolayısıyla da üretimin yenilenmesine hiçbir katkıda bulunmuyordu. Üretimin yenilenmesi de işletmelerin verimliliğinin artmasını sağlayacaktır ki, bu da reformların nihai amacıdır.
Devletin anonim şirketlerdeki hisse payı çoğunlukla bakanlıkların veya genel müdürlüklerin yönetimine devrediliyordu. Bunlar da kendi sektörel özelliklerinden dolayı özelleştirme sürecine engel oluyor ve yeni girişimcilerin davranışlarını olumsuz yönde etkiliyorlardı. Sonuçta, 1996 yılının başlarına doğru bakanlıklar ve genel müdürlükler fiyat oluşumunda, üretimin yönünün belirlenmesinde, maddi ve mali kaynakların dağılımında kilit rol üstlenmekteydiler.
Özelleştirmenin birinci aşamasında ticaret, gıda ve hizmet sektöründeki küçük işletmelerin özelleştirilmesi (“küçük özelleştirme” çerçevesinde) daha başarılı olmuştur. Ekonominin bu sektörlerinde özelleştirme, açık artırma, ihale ve doğrudan satış yöntemleriyle çok basit şe
malarla gerçekleştirilmiştir. Sonuçta 1991-1993 yılları arasında dükkân, lokanta, kafe ve diğer küçük işletmelerin ticaret ve gıda sektöründe %86.7’si, hizmet sektöründe ise %97.2’si özelleştirilmiştir.
“Küçük özelleştirme”nin en olumlu sonucu ticaret ve hizmet sektörlerinde devlet tekelinin kırılması, rekabet ortamının oluşturulması ve mal kıtlığının aşılması olmuştur. Buna rağmen, devlet mülkiyetinin özelleştirilmesi sorunu genelde çözümlenememiştir. 1992 yılında özel ödeme araçlarının kullanılması yoluyla geniş çaplı özelleştirme programına başlanılmıştır. Bu yöntem, genelde özelleştirme konusunda olumsuz kamuoyu oluşmasına neden olmuştur. Geniş çaplı özelleştirmede durum, 1994 yılında özel ödeme araçlarının likit kâğıt niteliğinde olan özelleştirme kuponlarıyla değiştirilmesinden sonra normalleşmeye başlamıştır.
Özelleştirmenin ikinci aşaması (1994-1995 yılları) başlarken, mevzuat eksikliği, kullanılan yöntemlerin sınırlılığı ve ülkenin Devlet Emlak Fonu ile hükümetin sektör bakanlıklarının faaliyetlerinin yeterince uyumlaştırılmaması sonucunda program hedeflerinin çok düşük düzeyde gerçekleştirildiği görülmekteydi. Mali disiplin önemli ölçüde zayıflamıştır. Şöyle ki, işletmelerin çoğunun özelleştirmeden kaynaklanan borçları bulunmaktaydı. Daha önce verilmiş kredilerin geri ödeme vadelerine uyulmamakta ve devletin elinde bulunan hisselere kâr payı hesaplaması yapılmamaktaydı. Büyük işletmelerin özelleştirilmesi için mevzuat eksikliği bulunmaktaydı. Aciz durumdaki işletmelerin feshi ve yeniden yapılandırılması mekanizmalarının çalıştırılması yönünde somut bir şey yapılmamaktaydı. İhale, münferit özelleştirme projeleri, ayrıca stratejik yatırımcılar yöntemi gibi yeni özelleştirme yöntemlerinin uygulamaya konulmasından sonra belli bir ilerleme kaydedildi.
Genelde özelleştirmenin iki aşaması sonunda ekonomide piyasa şartlarının gelişimi için özel sektör oluşturulabilmişse de, özelleştirmenin temel amacı yani ekonomide rekabet ortamının oluşturulması gerçekleştirilememiştir. Mülkiyet şekillerinde çeşitliliğe ulaşılmasına rağmen, ekonomide rekabeti sağlayacak gerçek girişimci grup oluşturulamamıştır.
Bu yıllar içinde Dünya Bankası tarafından finanse edilen program çerçevesinde zararla çalışan 27 en büyük sanayi kuruluşunun mali bünye analizi tamamlanmış ve sonuçta bunların feshi ve yeniden yapılandırılması konusunda önlemler belirlenmiştir. Maalesef, bu aşamalarda işletmelerde hisseler üzerinde şeffaf ve açık denetim sisteminin oluşturulmasına olanak sağlayacak şirket yönetim şekli hiç uygulanmamıştır. Bu sorunun çözümlenmemesi, sonuçta mali istikrar açısından potansiyel tehdit olarak kalmaktadır. İşletmelerde şirket yönetim şeklinin uygulanması sorunu, devletin denetimi altında çözümlenebilirdi ve de çözümlenmeliydi.
Dış ticaretin liberalizasyonu reformlar alanındaki ikinci önemli adım olmuştur. 1994 yılında dünyada genel kabul gören mal pozisyonları dışında ihracat ve ithalatın lisansa bağlanmasından vazgeçilmiştir. Kırgızistan Cumhuriyeti Sayıştayı’nın 16 Şubat 1994 tarihli kararında belirtildiği gibi, ülkede yaygın bir lisans verme geleneği vardı. Lisansa tabi mallar listesine ilişkin hükümet tarafından belirlenmiş ve onaylanmış kotaların bulunmamasına rağmen, Ekim 1992’den Ocak 1994’e kadar Ticaret ve Maddi Kaynaklar Bakanlığı tarafından 1541 lisans verilmiştir. Aynı dönemde ithalatta %10’luk bir gümrük vergisi uygulanmaya başlamıştır. 1996 yılının başlarında ihracat üzerinden gümrük vergisi alınması tamamen kaldırılmıştır.
Dış ticaret açığının bulunmasına rağmen, dış ticaretin liberalizasyonu Kırgızistan Cumhuriyeti’nin “uzak ülkelerle” olan ekonomik ilişkilerini önemli ölçüde canlandırmıştır. Açık ekonomi, iç pazarın doyurulmasına ve enflasyonun düşürülmesine yardımcı olmuştur. Eş zamanlı ulusal işletmeler için üretimin ve ürün kalitesinin geliştirilmesi, maliyetlerin düşürülmesi, pazarın araştırılması yani en kısa zamanda piyasa şartlarına geçilmesi açısından rekabet ortamı yaratılmıştır. Mali sektörün liberalizasyonu 1991 yılında iki aşamalı bankacılık sisteminin oluşturulmasıyla başlamış ve 1992 yılının sonunda Merkez Bankası Hakkında Kanun ve Ticari Bankalar Hakkında Kanun kabul edilmiştir. 1992 yılından itibaren çeşitli piyasa ekonomisi ülkelerinde yürürlükte olan sisteme benzer yeni vergi sistemi getirilmiştir (satış vergisi yerine KDV uygulamasına geçilmesi vs.).
Devamlı olarak artan ülke dışı enflasyonist baskılar ve bağımsız para politikası yürütülmesinin imkânsızlığı nedeniyle, Mayıs 1993’te Kırgızistan Cumhuriyeti’nin, “Ruble bölgesinden” çıkması ve ulusal para birimi olan Som’un dolaşıma girmesine ilişkin karar kabul edilmiştir. Bu önlem, ülke içinde ekonomik durum üzerinde kontrolü gerçekleştirmeye olanak sağlamıştır.
Enflasyon hızının düşmesi ve üretimdeki düşüşün yavaşlaması maliye politikasının temel başarılarındandır. Bununla birlikte 1996’ya kadar bankacılık sektöründe birtakım çözümlenmemiş sorunlar kalmaktaydı. Bunlara ticari bankaların zor durumda olması, bankacılık sektörüne mali aracı olma olanağı tanımayan yüksek faiz oranları, insanların bankacılık sektörüne güvensizliği ve borçların vadesinde ödenmemesi örnek olabilir.
Üretimdeki gerileme ortamında devlet bütçesi büyük bir baskı altında oluşturulmaktaydı. Bu da bütçede
her yıl açık oluşmasının bir nedeniydi. 1993 yılında bütçe açığı GSYİH’nin %7’si oranında olduğu hâlde, bu oran 1994 yılında %7.7, 1995 yılında ise %12.2 olmuştur. Bütçenin açık vermesinin temel nedeni vergi gelirlerinin düşük düzeylerde gerçekleşmesidir. Şöyle ki, 1993-1994 yıllarında vergi gelirleri öngörülen miktarın %58’i ile %65’i arasında olmuştur. 1995’in ikinci yarısından itibaren devletin birtakım sert önlemleri sonucu, bu oran %90’lara çıkarılmıştır. Mali sistemin istikrarsızlığı, işletmeler arasındaki borçların vadesinde ödenmemesi sonucu sorun daha da derinleşmiştir. 1996 yılında karşılıklı vadesi geçmiş borçların toplamı 9 milyar Som’u geçmiştir.
Piyasa ekonomisine geçiş sürecinde yapılan reformlar sırasında geçiş ekonomisine ilişkin sorunların teorik yönünden araştırılmasındaki yetersizlikten doğan bazı yanlışlıklar da yapılmıştır. Somut değişikliklerin yapılması sürecinde, kamu maliyesinin ve üretimin istikrara kavuşturulmasında, ayrıca piyasa ekonomisine geçişte sadece monetarist yöntemlerin uygulanmasının yetersiz olduğu ortaya çıkmıştır.
Mayıs 1995’te Bişkek’te Kırgızistan Menkul Kıymetler Borsası açılmış ve ikincil piyasalar da faaliyete başlamıştır. Ancak yüksek verimli özel işletmelerin ve anonim şirketlerin bulunmaması ve toplumun talep düzeyinin düşük olması bunların gelişmesini engellemiştir.
1996 yılına dek mali sistemin bir ögesi olan bankalar dışı mali sektör mevcut olmamıştır. Bilindiği gibi, bu sektör özel emeklilik fonlarını, sigorta ve mali teftiş şirketlerini ve benzerlerini kapsamaktadır. Reformların birinci aşamasında üretim sektöründe özel girişimciliğin, özellikle de küçük ve orta ölçekli işletmelerin geliştirilmesi en zayıf nokta olmuştur. Şöyle ki, 1995 yılı sonuçlarına göre, toplam GSYİH’de küçük ve orta ölçekli işletmelerin payı %2 olmuştur.
Reformlar, sosyal alanda da birtakım etkiler yaratmıştır. Birinci aşamada sistem değişiklikleri yapılmıştır. Şöyle ki, sosyal güvenlik sistemi sosyal yardım ve sosyal sigorta alanlarına ayrılmıştır. 1994 yılından itibaren Sosyal Fon faaliyettedir. 1994 yılında Kırgızistan Cumhuriyeti ile IMF arasında 3 yıllık dönem için Kırgızistan Cumhuriyeti’nin ekonomik politikasının temellerine ilişkin sözleşme imzalanmıştır. Sözleşme uyarınca, 1994-1995 yıllarında ekonomik reformlar; enflasyonun düşürülmesi, ulusal para birimine istikrar kazandırılması, bütçe açığının azaltılması, dış borçların düzene sokulması, zararla çalışan büyük işletmelerin yeniden yapılandırılması, ekonominin ayrı ayrı sektörlerindeki tekelleşmenin kaldırılması, özelleştirme, fiyatlarda ve dış ticarette liberalizasyonun devam ettirilmesi, insanların sosyal güvenliğinin artırılması, reformların derinleştirilmesi için gereken mevzuatın geliştirilmesi gibi temel yönleri kapsamaktaydı.
İlk aşamada makroekonomik istikrar yönünde elde edilen olumlu sonuçlar, maalesef üretimde de buna uygun gelişmeler sağlanamadığından kalıcı olamadı. Hiperenflasyon tehlikesini önlemek için uygulanan sert para politikası, diğer taraftan işletmelerin üretimi artırma olanaklarını sınırlamaktaydı. Bu durum, sonuçta vergi gelirlerini azalttığı için bütçede büyük açıkların ortaya çıkmasına neden olmaktaydı.
İlk aşamanın önemli yetersizliklerinden biri de işletmeler düzeyinde yapısal reformların çok yavaş gerçekleştirilmiş olmasıdır. Sektör bakanlıkları ve genel müdürlüklerin büyük çoğunluğu kendi işlevlerini piyasa ekonomisinin gereklerine uygun olarak yenileyemediler. İlk aşamada reformların uygulanmasındaki yetersizlikler, toplumun refah düzeyine yansımayabilirdi. Bu da hızlı fiyat liberalizasyonu ve özelleştirme süreçlerinin bir bedeli olarak algılanabilir.5
Böylece, Kırgızistan Cumhuriyeti tarafından Washington Sözleşmesi’nin (IMF) tavsiyelerinin tam olarak gerçekleştirilmesine çaba gösterilmiştir. Kabul etmek gerekir ki, reformlardaki radikalizm, özellikle makroekonomik istikrarın sağlanmasında olumlu sonuçlar vermiştir. Ancak bununla birlikte yeterli mevzuatın ve piyasa kurumlarının olmaması yüzünden bu radikalizm, reformların kalitesine yansıyamamıştır. Reform harcamaları, özellikle de özelleştirme harcamaları, reel sektördeki üretimin düşmesine neden olan yapısal değişiklikler mali istikrara da yansımıştır. Bu da öncelikle bütçe açığının artmasında görülmektedir. Reformların ilk aşamasının acı tecrübesi gösterdi ki, piyasanın kurumsal temellerinin oluşturulmasında devlet denetimi faal ve esas rol oynamalıdır.
Çıkarların Ayrıştırılması
Gerekliliği
Yukarıda da belirtildiği gibi, BDT çerçevesinde bu ülkeler arasında entegrasyona ilişkin birçok belge kabul edilmiş, ancak bunların çoğu uygulamaya konmamıştır (en azından 1998 yılına dek). Birçok sorun çözümlenmemiş ve bunların çözümü yıllarca uzamıştır. Bu sorunlar genelde, toplam milli hasıla içinde daha az paya sahip, ekonomik anlamda küçük ülkelerin ortaya attıkları konulardır. Böyle bir durum da, ekonomik birleşmelerin ortaya çıkması zamanı da söz konusu olabilmektedir. Post Sovyet mekanda, genelde ekonomik birleşmelerin büyük devletler tarafından kurulduğunu, ilke ve şartla
rın bunlar tarafından belirlendiğini, ancak bundan sonra küçük devletlerin de bu birleşmelere girdiğini görüyoruz. Sonuncular çoğu zaman seyirci konumunda olmak durumunda kalıyorlar.
Buna örnek olarak vergi mevzuatlarının uyumlaştırılması konusunu gösterebiliriz. Şöyle ki, KDV uygulamasında, bu verginin BDT ülkelerinde uygulanan “çıkış ülkesinde vergilendirme” ilkesinden uluslararası alanda kabul gören “varış ülkesinde vergilendirme” ilkesine geçilmesi sorunu hâlâ kesin çözüme kavuşturulamamıştır. Bu konunun son yıllarda birçok Topluluk ülkesi tarafından gündeme getirilmesine ve birkaç defa görüşülmesine rağmen, kesin bir karara varılamamıştır. Nedeni ise, bunun büyük ithalatçı ülkelerin işine gelmemesidir. Sonuçta, IMF karşısında bazı sorumluluklar üstlenen Kırgızistan, kendi zararına olmasına rağmen, KDV’nin “varış ülkesinde vergilendirme” ilkesini tek taraflı olarak kabul etmiştir. Bu, BDT ülkelerinin karşılıklı çıkarları gözetmediklerinin bir örneğidir. Böyle bir durum sonucunda, karşılıklı anlayış beklemekten “bıkan” ülkeler, “uzak ülkelerle” ilişkiler kurmaya yönelmektedirler. Bu yapay engellerin tüm Topluluk ülkelerinin karşılıklı çıkarları gözetilerek çözümlenebileceği açıktır.
Maalesef, BDT ülkelerinin çıkarlarının çatıştığına ilişkin bir çok benzer örnek vermek mümkündür. Bunlardan iki tanesini daha verelim. Birincisi, dünya petrol fiyatlarının artmasıdır. Şüphesiz ki, petrol fiyatlarının yükselmesi Rusya ve bazı diğer ülkelerin işine gelmektedir. Örneğin bu durum, 1999 yılında Rusya’nın kriz öncesi GSYİH hacmine ulaşmasına yardımcı olmuştur. Ancak petrolü tamamen ithal eden Kırgızistan için ise bu durum ek masraflara ve enflasyondaki artışa neden olmuştur.
İkinci örnek elektrik enerjisi sorunlarıyla ilgilidir. Kırgızistan yeteri kadar su kaynaklarına sahiptir. Dolayısıyla, kışın akaryakıt ve gaz sıkıntısı yaşandığı dönemlerde elektrik enerjisi üretimini artırmak için barajlara daha çok su verebilmektedir. Ancak bu, komşuların, özellikle de Özbekistan’ın çıkarlarına ters düşmektedir. Zira, kış döneminde barajlara ek suyun verilmesi bahar ve yaz dönemlerinde tarım için sulama amaçlı suyun yetersizliğine neden olacaktır. Bu sorunları çözmek için bazı çabalar gösterilmektedir. Örneğin, 1999 yılında Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan arasında su kaynaklarının kullanımında iş birliğine ilişkin sözleşme imzalanmıştır. Ancak bu adımlar henüz çok çekingendir.
Etnik çatışmaların acı deneyimini yaşamış politikacılar, sorunların açık şekilde çözümünden kaçmağa çalışırlar. Bu yolla da sorunlar daha arka plâna itilmektedir. Karşılıklı suçlamalar kol geziyor ve ticarette çeşitli engellere neden oluyor. Bundan da sınır bölgelerinde yaşayanlar ve iş adamları zarar görmektedirler. Bu yüzden, örneğin Merkezi Asya Birliği çerçevesinde gümrük ve diğer denetim prosedürlerinin basitleştirilmesine yönelik belgelerin kabul edilmesine rağmen, uygulamada bunun tam tersi yapılmaktadır. İşgücünü, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı yolunda her türlü engeller artmaktadır. Sonuçta, yerel veya sektörel çatışmalar ülkeler düzeyinde iş birliği alanında sorunlara yol açabilmektedir.
Kanımızca, post Sovyet mekanda bu tür çatışmaların tarafsız uluslararası örgütlerin ve uzmanların davet edilmesi yoluyla çözümü için sivil bir mekanizma henüz hazırlanmamıştır. Hâlbuki, bu alanda yararlanabileceğimiz yeteri kadar uluslararası deneyim bulunmaktadır.
Aynı durum ticaretteki korumacılık sorunu için de geçerlidir. Uzmanlar haklı olarak, başarılı bir entegrasyon süreci için gereken şartlardan birinin de, entegrasyon masraflarının belli bir karşılığının elde edilmesi olduğunu belirtmektedirler. Elbette ki, bu masraflar “egemenlik karşılığında bir bedel” olarak düşünülebilir. Ancak geçit döneminde ekonomiyi ayakta tutma sorunları ilk önce ekonomik çıkar sorunlarını ön plâna çıkarmaktadır. Ülkelerin ekonomik çıkarları ise genelde çatışıyor. Örneğin, Kırgızistan’ın Gümrük Birliği’ne entegrasyonunu ele alalım. Bu Birliğe Kırgızistan dışında Rusya, Belarus ve Kazakistan dahildir. Kırgızistan, Birliğin diğer ülkelerinin yürütmek istedikleri korumacılık politikasına benzer bir politika uygulamamaktadır. Bunun nedenleri açıktır. Biz, örneğin ne buzdolabı, ne otomobil, ne de mobilya üretiyoruz. Bu ürünlerin ithali için iç pazarımızı kapatmak da yararımıza olmaz. Eğer Rusya ve diğer ülkelerin üreticilerini korumak suretiyle gümrük tarifelerini yükselterek sınırları kapatırsak, o zaman Kırgızistan vatandaşları için ortaya çıkan ek masrafları kim karşılayacaktır?
Sorunun bir başka yönü de vardır. Bu da, ekonominin liberalizasyonu konusunda Kırgızistan’ın uluslararası kamuoyu karşısında üstlendiği sorumluluktur. Gümrük Birliği’ndeki aşırı bürokratik engeller ve gümrük tarifelerinin kaldırılması sorunun çözümünün uzaması iki taraflı ticari ilişkilere yönelik sorunların, her bir ülkenin kendisinin çözümlemesi sonucunu doğurmuştur. Açıktır ki, bu durumlarda her zaman “küçük taraf” kaybetmektedir. Kanımızca bu, Kırgızistan’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne yani uluslararası hukukun koruması altına girmesini hızlandıran bir ivme olmuştur.
Kırgızistan’ın Batı tarafından desteklenen bu adımı (1993 yılında ulusal para biriminin uygulanmasında olduğu gibi), ilk başlarda BDT içindeki ortaklarının sert eleştirileriyle karşılanmıştır. Onları bu adımın gerekli ve
doğru yönde olduğuna inandırmak için belli bir zaman gerektiği düşünülmektedir. Bu yüzden bunu fazla büyütmektense, ulusal para biriminin uygulanması gibi, bu adımın da piyasa ekonomisi reformlarının devam ettirilmesine yönelik olduğunu ve diğer BDT ülkelerinin de DTÖ’ye girme sürecini hızlandıracağını anlamak gerekir.
Genelde, entegrasyon sürecini hızlandırmak için, post Sovyet mekandaki hangi birlik veya iş birliği söz konusu olursa olsun, önce BDT ülkelerinin milli çıkarlarını ortaya koymak gerekir. Çıkarların örtüştüğü ve çatıştığı alanları ayrıştırmak şarttır ve daha sonra bu ayrıştırmaya dayanarak ikinci aşamaya yani ilişkilerin uyumlaştırılması aşamasına geçilebilir.
Ayrıştırma süreci, ortak ekonomik mekan oluşturmaya çalışan ülkelerin ekonomi politikalarının sadece ortak yönlerinin değil, aynı zamanda farklılıklarının da ortaya konmasını kapsamalıdır. Belirtmek gerekir ki, post Sovyet mekandaki ülkelerin bir araya gelmesi için temel şartlardan biri onların ekonomik potansiyelinin aşağı yukarı eşit olması ve genelde ekonomik reformların yürütülmesinde aynı noktada olmalarıdır. Bu durumda amaç ortak pazarın oluşturulmasıdır. Eğer kapalı bir toplum söz konusuysa durum farklıdır. Buradan yola çıkarak, post Sovyet mekandaki diğer herhangi bir birleşmeye dahil olan ülkelerin çıkarlarının da ayrıştırılması ve uyumlaştırılması gerektiği düşünülmektedir.
Entegrasyon sorununa bu noktadan baktığımızda, Orta Asya bölgesinde ekonomik açıdan entegrasyon sürecine engel olan çelişkilerin olduğu görülmektedir. Kanımızca, özellikle bu bağlamda, “entegrasyon” belgelerinin değerlendirilmesi ve bunların içinden komşu ülkelerdeki üreticilerin ve tüketicilerin en basit ve öncelikli sorunlarını çözmeğe yardım edecek olanlarının seçilmesi gerekir. Bize göre, ülkelerin bağımsızlaşma sürecinin tamamlanmadığı ilk aşamada sorunun derinleştirilmemesi ve daha da karmaşık hâle getirilmemesi lâzımdır. Gümrük, ortak pazar, ortak para ve benzeri birlikler oluşturacağımızı ilân ederek tüm çabalarımızı sadece “dosya üretmeye” yöneltirsek, entegrasyon düşüncesi uygulamada tamamen ters eylemlere dönüşebilir. Nitekim, günlük yaşamımızda bu durumla sık sık karşı karşıya kalmaktayız.
Ulusal çıkarların ayrıştırılması zamanı ortak çıkarların, iş birliğine can atan insanların çoğunluğu için daha öncelikli ve anlaşılır olan “noktaları” ve “sektörleri” muhakkak ortaya çıkacaktır. Yapılması gereken, bunların seçilmesi ve kurumsallaştırılmasıdır. Bu yüzden iş birliğinin şu aşamasında entegrasyon sürecinin etkin yönetiminin kurumsal olanaklarının geliştirilmesi çabaları daha önceliklidir.
1 Aktualnıe Problemı i Opıt Ekonomiçeskoy Politiki v Stranax Baltii, Rossii i Drugih gosudarstvah bıvşego Sovetskogo Soyuza, Pod. red. D. Sitrina i A. Lahiri, MVF, Washington, 1995.
2 İbid.
3 Koyçumanov T. D., Problemı Stabilizatsii Ekonomiki Kırgızskoy Respubliki, Bişkek, Uçkun, 2000, 252 s.
4 Postsovetskie Stranı i Finansovıy Krizis v Rossii, İnstitut Mejdunarodnıh Ekonomiçeskih i Politiçeskiy İssledovaniy RAN.-M., POZT “Epikon”, 2000, T. I., II.
5 Koyçuyev T., Teoriya Postsovetskogo Reformirovaniya, Bişkek, İlim, 1997, Menşikov S. M. Ukaz. soç.
Avrasya’da Piyasa Ekonomisine Geçişin On Yıllık Bilançosu:
Geçiş Reformları ve Sorunlar
Yrd. Doç. Dr. Güngör Turan
Uluslararası Türkmen Türk Üniversitesi İktisadi ve İdari BilimlerFakültesi / Türkmenistan
1. Giriş
ugün “geçiş ekonomileri” olarak bilinen ve dünya nüfusunun yaklaşık yüzde otuzunu oluşturan 31 Avrupa ve Doğu Asya ülkesi merkezi planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş sürecini yaşamaktadır. 1978 yılında ilk reformlara başlayan merkezi planlı ekonomisi olan Çin’den1 1991 sonrasında bağımsızlığını kazanan eski Sovyet ülkelerine kadar pek çok ekonomi yeniden yapılanma ve piyasa ekonomisine geçiş reformlarını uygulamaya koymuştur.2
Geçiş ekonomilerinin temel özelliği, merkezi planlamaya son vererek üretim araçlarının mülkiyetinin önemli ölçüde özel mülkiyete bırakıldığı piyasa uyumlu bir ekonomiye geçmektir. Geçişin temel ekonomik amaçları, ekonomik etkinliği yükseltmek ve büyümeyi sürdürmektir. Geçiş sürecinin temel elemanları, makro ekonomik istikrar, fiyat ve uluslararası ticareti de içeren piyasa liberasyonu, devlet teşebbüslerinin yeniden yapılandırılması ve özelleştirilmesi ile devletin rolünün yeniden tanımlanmasıdır. Uygulamada öncelik sırası geçiş ülkelerinin ekonomik ve sosyal politika tercihlerine göre önemli ölçüde değişmekle birlikte bu elemanlar geçiş döneminin başlangıcında yeterince açıklıkta tanımlanmıştır.
Ne var ki nihai olarak amaçlanan değişmesi gerekli temel konular benzer olmasına rağmen, hem bu güne kadar uygulanan politikalar hem de elde edilen sonuçlar bakımından ülkelerin fiili geçiş deneyimi birbirinden farklı gerçekleşmiştir. Bu farklılıkların nedenleri ülkelerin başlangıç koşulları, önemli ölçüde dış şokların etken olduğu dış çevre ve geçiş döneminde her ülkenin kendine özgü politikalarından kaynaklanmıştır.3
2. Reformların Düzeyi ve Sorunlar
Tablo 1, geçiş ülkelerini coğrafi konum, politikalar, reformlardaki ilerlemeleri gösteren kriterlere göre sınıflandırmaktadır. En yaygın sınıflandırma, geçiş ekonomilerini beş gruba bölmek suretiyle yapılmaktadır: Baltık ülkelerini de kapsayan Avrupa Birliği’ne geçiş konumundaki ülkeler, BDT ülkeleri ve Balkanlar’daki diğer Güneydoğu Avrupa ülkeleri. Belirtmek gerekir ki gruplar içerisindeki ülkeler arasında çeşitli farklılıklar söz konusudur. Özellikle AB’ye geçiş konumundaki ülkeler, üç Baltık ülkesi ile Romanya ve Bulgaristan diğerlerinden farklı politikalar izlemektedir.
Tablo 2, geçiş ekonomilerinde başlangıç koşullarını yansıtmaktadır. Sistematik ekonomik geçiş pek çok sahada radikal reformların gerçekleştirilmesi anlamına gelmiştir. Radikal reformlar açıkça geçiş döneminin başındaki “başlangıç koşulları”na bağlı olarak bir ülkeden diğerine farklılık göstermiştir.4 Başlangıç koşullarına ilişkin faktörler; ülkenin coğrafi konumu diğer bir ifadeyle AB’ye yakınlığı, nüfus büyüklüğü, kişi başına GSYİH ile ölçülen gelişmişlik düzeyi, doğal kaynak zenginliği, kültürel ve tarihsel geçmişi ile piyasa ekonomisi konusundaki tarihsel deneyim ve bilginin varlığıdır. Örneğin, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri özellikle Macaristan, Polonya fiyat reformları konusunda uzun bir tarihsel deneyime sahiptir ve Polonya ile eski Yugoslavya örneklerinde tarım kesimi özel mülkiyetin yanısıra kollektif mülkiyet ilişkilerini de içermiştir.5
1989 öncesinde, eski Sovyetler Birliği’nde piyasa kurumları ya da özel mülkiyet ilişkilerinde her hangi bir deneyim söz konusu değildi. Üstelik, Sovyet ekonomi
sinde oldukça sadık bir biçimde uygulanan planlama sistemi uzun bir tarihsel deneyime sahipti.6 Oysa Orta ve Doğu Avrupa’da planlı ekonomi 1940’lı yıllara kadar benimsenmemişti. Dolayısıyla, Orta ve Doğu Avrupa’da geçiş döneminin başında piyasa ekonomisinin nasıl işlediğini anımsayan çok fazla insan yaşıyordu. Bu durum Sovyetler Birliği için geçerli olmayan bir deneyimdi ve sonuç olarak öğrenim süresi daha uzun sürmüştür.
Merkezi planlamanın uygulanma süresinin etkisinin yanısıra, Ortadoğu Avrupa ülkeleri ile eski Sovyetler Birliği’ni oluşturan ülkeler arasında gelişmişlik seviyesi bakımından temel farklılıklar bulunuyordu. Orta Avrupa ülkeleri İkinci Dünya Savaşı öncesine kadar dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer almıştır. Oysa Kafkas ülkeleri, Kırgızistan ve Tacikistan gibi bazı Orta Asya ülkeleri yeterli bir gelişme trendi yakalayamamıştır. Bu farklılıklar sosyalist sistem içerisinde giderilmeye çalışılmakla birlikte, bölge çapında reformların başlangıcında gelişmişlik farkı önemli bir faktör olarak kalmıştır.7
Coğrafi konum ve doğal zenginlikler Avrupa Birliği’ne komşu Batı ülkeleri ile Kafkas ülkeleri ve bazı Orta Asya ülkeleri arasında açık bir farkın ortaya çıkmasında rol oynayan faktörler olarak belirlenmiştir. Piyasalara geçişte ve yatırım akışının sağlanmasında Avrupa Birliği’ne yakınlık önemli bir avantaj getirmenin yanısıra modern, demokratik ve girişimcilik gücü yüksek bir toplum yapısının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Özellikle enerji alanında doğal kaynak zenginliğine sahip Orta Asya ülkeleri ile Rusya ihraç fiyatlarını dünya piyasası seviyesine getirdiğinden bu ülkeler ile ticari
ilişkiler önemli ölçüde gelişmiştir. Bu kaynaklar aynı zamanda, doğrudan dış yatırımların ülkeye çekilmesinde önemli bir avantaj getirmiştir.
Bu faktörlere göre incelendiğinde, AB’ye geçiş konumundaki ülkeler, BDT ülkelerine kıyasla daha olumlu bir konumda bulunmaktadır. Batı Avrupa’ya coğrafi olarak yakınlık, merkezi planlama daha sınırlı uygulandığından, daha olumlu başlangıç koşullarını beraberinde getirmiştir. Daha istikrarlı Batı Avrupa piyasalarına uluslararası ticaretin hızla yeniden uyumu bu ülkelerin dış şoklara maruz kalma riskini önemli ölçüde azaltırken KEYK’e bağlı ticaretin önemli ölçüde azalmasını da sağlamıştır. Ortaya çıkan olumlu çıktı performansı genellikle yapısal ve kurumsal reformların daha istekli bir şekilde uygulanmasını beraberinde getirmiştir. Coğrafi konum, başlangıç koşulları ve reform politikaları arasındaki yakın ilişki bu faktörlerin her birinin sonuçlar üzerindeki etkisini değerlendirmeyi güçleştirmektedir.8
Başlangıç koşulları açısından en avantajlı ülkeler Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık devletleri olarak gösterilmiştir. Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan ile birlikte Estonya, Letonya ve Litvanya yukarıda belirtilen başlangıç koşullarının sağladığı yapısal avantajlardan dolayı reformlarda diğer ülkelere göre daha fazla ilerleme kaydetmiştir. Bulgaristan, Romanya, Makedonya, Moldova ve Arnavutluk’un dahil olduğu Güneydoğu Avrupa ülkelerinin ardından Beyaz Rusya hariç tutulacak olursa Rusya Federasyonu ve Ukrayna reformlarda orta düzeyde başarı sağlamış ülkeler olurken; Kafkas ülkeleri Gürcistan, Ermenistan ile birlikte Orta Asya ülkeleri Kırgızistan ve Tacikistan başlangıç koşullarının dezavantajları nedeniyle reformlarda belirli bir ilerleme kaydetmişlerdir. Türkme
nistan, Kazakistan ile kısmen Özbekistan doğal kaynak zenginliklerini kullanmak suretiyle başlangıç koşullarının bu avantajını değerlendirme çabası içerisindedirler.
Reformların gerçekleştirilmesinde başlangıç koşullarının etkisi önemli olsa da tek belirleyici değildir. Geçişin başlangıcında göreli olarak benzer çıkış noktasında bulunmalarına rağmen Baltık ülkeleri batı BDT ülkeleri Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya göre reform sürecinde önemli ölçüde daha büyük bir ilerleme kaydetmişlerdir. Benzer şekilde, Polonya başlangıç koşulları açısından Romanya ile aynı çıkış noktasında olmasına rağmen en reformist geçiş ülkeleri arasında yer almıştır. Hırvatistan ve Bulgaristan ile Kırgızistan ve Özbekistan benzer başlangıç koşullarına sahip olmalarına rağmen farklı reform modelleri benimsemişlerdir.
Geçiş ekonomilerde benimsenen reform modelleri üzerinde özellikle politik sürecin ve yapılanmanın önemli bir etkisi olmuştur.9 Bir çok ülkede “geçiş” politik değişimle aynı zaman sürecinde gerçekleşmiş, piyasa ekonomisine geçiş çok partili sisteme geçişle birlikte algılanmıştır. Bir kısım geçiş ülkelerinde ise politik süreçte önemli bir değişim yaşanmamıştır. Çin, Vietnam, gibi Doğu Asya’nın geçiş ekonomilerinde geçiş sürecinde politik sistem önemli bir değişim geçirmemiştir.10
Tablo 3, geçiş sürecinde zamanla ortaya çıkan değişimi değerlendirmekte ve ülkeler arasında reform ilerlemelerine ilişkin değerlendirme yapmayı kolaylaştırmak amacıyla yapısal değişimin sayısal göstergelerini yansıtmaktadır. En sık kullanılan geçiş göstergeleri Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankası (EBRD) tarafından geliş
tirilmiştir. EBRD’nin geçiş göstergeleri 1 reform puanından 4 puana kadar sıralanmıştır. 1 reform puanı, reform öncesi üretim araçları mülkiyetinin önemli ölçüde devletin elinde bulunduğu merkezi planlı bir ekonominin varlığını ve değişmeyen koşulları göstermektedir. 4 reform puanı ileri bir piyasa ekonomisinin koşullarının geçerli olduğunu belirtmektedir.
Toplam geçiş göstergesi “EBRD Geçiş Raporu”nda yayınlanan sekiz faktörlü yapısal reform göstergesinin ortalamasıdır: özelleştirmenin boyutu ve devlet işletmelerinin yeniden yapılandırılması (üç gösterge), piyasa liberasyonu ve rekabet (üç gösterge) ve finansal sektör (iki gösterge). Bu faktörlerden üçü 1989 yılından beri, diğerleri 1994 ya da 1995 yılından itibaren hesaplanmaktadır.
Geçişin başlangıcından bugüne kadar geçen süre içerisinde geçiş ekonomilerindeki büyük değişimin iki boyutu bulunmaktadır: hükümetler tarafından gerçekleştirilmiş geniş bir yapısal-kurumsal reform dizisi ile birlikte ekonomik davranışlar ve kurumlarda meydana gelen değişim. Genelde önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen, 1999 yılı itibariyle yapısal reform süreci tam anlamıyla tamamlanamamış ve reform alanları arasında birbirinden çok farklı ilerlemeler sağlanmıştır.
Küçük işletmelerin reformu en ileri reform alanı olarak belirlenmiştir. Reformların göreli olarak ileri olduğu diğer alanlar dış ticaret ve döviz kuru liberasyonu ile fiyat kontrollerinin ortadan kaldırılmasıdır. Ne var ki bazı BDT ülkelerinde bu alanlarda hiç bir ilerleme sağlanamamıştır. Yapısal reformlar en az ilerleme sağlanan alan olmuştur: bankacılık ve finans sektörünün düzenlenmesi ve yönetim, rekabet politikasının güçlendirilmesi ve geliştirilmesi, büyük ölçekli işletmelerin yeniden yapılandırılması, hem kamu hem de özel kesimde yönetim reformu gibi.
Reformlarda ilerlemeler ülkeler arasında farklılık göstermiştir. Geçiş ekonomilerinde yalnızca dokuzu, 3’ün üzerinde ortalama reform puanına ulaşabilmiştir. Bu
ileri düzeydeki reformcu ülkelerden Hırvatistan dışında kalanların tümü AB’ye geçiş konumundaki ekonomilerdir. Geçiş ekonomilerinin çoğunluğu “orta düzeyde” reformist ülkeler grubunda yer almaktadır. Bu ülkeler 3 ile 2 reform puanı arasında sıralanmakta ve reform çalışmalarının yoğun olarak sürdürülmesi gereken ülkeler arasında yer almaktadır.
Avrupa ve BDT’nın geçiş ekonomileri geçiş döneminin başlangıcında çıktı seviyelerinde büyük oranlarda düşüşler yaşamışlardır. Bu düşüş eğilimi özellikle BDT ülkelerinde daha şiddetli bir şekilde yaşanmıştır. Geçiş sürecinin bu “şok” döneminden sonra, çıktı seviyelerinde belirgin bir şekilde yeniden yükselmeler gerçekleştirilerek geçiş döneminin ilk yıllarındaki çıktı kayıpları önemli ölçüde giderilmiştir. BDT ülkelerinde çıktı düzeylerinde yaşanan bu yeniden yükselme süreci daha geç başlamış ve daha yavaş gerçekleşmiştir. Baltık ülkelerinde çıktı performansı başlangıçta BDT ülkelerinin performansına benzer bir eğilim göstermekle birlikte, daha sonra AB’ye geçiş konumundaki ülkelerin seviyesine ulaşmıştır.
Güneydoğu Avrupa’nın diğer geçiş ülkelerinde çıktı performansında dramatik bir düşüş yaşanmış, geçiş sürecindeki iç karışıklıklar ve savaşlardan önemli ölçüde etkilenmiştir. Bazı Orta Asya ülkelerinde (Tacikistan) ve Kafkaslar’daki BDT ülkelerinde (Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan) silahlı çatışmalar bu ülkelerin çıktı performansları üzerinde önemli etkilerde bulunmuştur. Amprik araştırmalar, geçiş ekonomilerinin çıktı performanslarındaki farklılığın dört faktörden kaynaklandığını göstermektedir: geçiş öncesi dönemden yansıyan ekonomik yapı farklılıkları, bazı BDT ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinin yaşadığı iç karışıklıklar ve sivil savaşlar, reform stratejileri ve makro ekonomik politikalar.11
Avrupa ve BDT’nin geçiş ekonomilerinde yaşanan makro ekonomik gelişmelerden farklı olarak, Doğu Asya’nın geçiş ekonomileri reform sürecinin başlangıcından sonraki süreç içerisinde, çıktı düzeyinde, bir çöküş aşaması yaşamamışlar ve çıktı düzeyleri geçiş döneminde önemli ölçüde yükselmiştir. Çin’in yaşadığı hızlı büyüme süreci bir çok araştırmacı tarafından tartışılmış ve kademeli reform politikasının bu sonuç üzerinde önemli etkisinin olduğu kanısına ulaşılmıştır. Bir kısım araştırmacılar da kademeli reform politakasının başarısına ilave olarak başlangıç koşullarının ve politik istikrarın etkisini de göz önünde bulundurmuştur.12
Çin ve diğer geçiş sürecindeki Doğu Asya ekonomilerinin farklı bir özelliği, çeşitli özendiricilerle gelir ve büyüme artışı, geleneksel planlama sisteminin değiştirilmesi ve ekonomiyi dış dünyaya açmak şeklinde ortaya çıkan başlangıç amaçlarıyla geçiş sürecinin sorumluluk yüklenmiş hükümetler tarafından başlatılmasıdır. Bu nedenle kademeli reform süreci kaçınılmaz olmuştur. Böylece, diğer bölgelerdeki geçiş ekonomilerinden farklı olarak ekonomik reform girişimleri göreli olarak daha istikrarlı politik bir iklimde başlatılmış ve sürdürülmüştür.
Doğu Asya’nın geçiş ekonomilerinin istikrarlı büyüme nedenleri üzerindeki tartışmalar sürdürülürken, spesifik başlangıç koşullarının da açıkça önemli bir rolü olduğu ifade edilmektedir. Yukarıda ifade edilen politik istikrara ilave olarak, doğu Asya ekonomilerinin temel özelliklerinden biri hala geniş ölçüde tarım ağırlıklı bir ekonomik yapıya ve büyük bir emek fazlasına sahip olmasıdır. Böylece, tarımda özel sektörün teşvik edilmesine ve kırsal kesimlerde sanayileşme hareketine öncelik verilmesine ilişkin başlangıç reformları çıktı miktarlarında önemli artışlar sağlamıştır. Başlangıç koşullarına ilave olarak makro ekonomik koşullar genel olarak olumludur.
Doğu Asya’nın geçiş ekonomileri hariç tutulacak olursa, geçiş döneminin ilk yıllarında çıktı seviyelerindeki düşüşlere paralel olarak istihdam seviyeleri de düşmüş, ancak istihdamdaki azalmalar çıktı seviyelerindeki düşüşler kadar büyük ve dramatik boyutlarda olmamıştır. Özellikle AB’ye geçiş konumundaki ülkelerde makro ekonomik istikrarın yakalanmasıyla birlikte sağlanan çıktı artışları son yıllarda istihdama net artışlar şeklinde yansımaktadır. Ne var ki 10 yılın sonunda, toplam istihdam 1989 düzeyinin %10 altında kalmıştır. Çünkü büyüme oranlarındaki artışlar önemli ölçüde etkinlik kazançlarından kaynaklanmıştır. BDT ülkelerinde, 1999 yılına kadar istihdam düzeylerinde iyileşme söz konusu değildir ve istihdam düzeyleri geçen yıllarda kademeli olarak azalmayı sürdürmüştür. Bu ülkelerde merkezi planlamadan devralınan emek yığını yeni bağımsızlığını kazanan ülkelere olumsuz bir faktör olarak devredilmiş, bu durum yaygın geçici işten çıkarmalar ve kısmi çalışma tipleriyle sonuçlanmıştır.13
Bir çok geçiş ekonomisinde, merkezi planlama döneminden yansıyan büyük parasal açıklar ve fiyat liberasyonu nedeniyle fiyatlar geçiş sürecinin başlangıcında önemli ölçüde artmıştır. Çıktı seviyelerindeki düşüşler ve mali yeniden yapılanma enflasyonu dalgalandırmış, büyük bütçe açıklarının para basımı yoluyla finanse edilmesi ile bir çok BDT ülkesinde hiper enflasyon seviyeleri yaşanmıştır. Makro istikrarsızlık sonucunda ortaya çıkan ekonomik durum BDT ülkelerinde diğer Avrupa ülkelerine göre çok daha kötü olmuştur. Ne var ki 2000 yılı itibariyle, çok az geçiş ekonomisinde makro ekonomik istikrarsızlık devam etmekte, enflasyon oranları yıllık %40’ın üzerinde, bütçe açıkları ise GSYİH’nın %5’i
oranında ya da daha üzerinde gerçekleşmiştir. Bu ülkeler çeşitli iç karışıklıklar ve politik istikrarsızlıkların yaşandığı bir kaç BDT ülkesi ve Güneydoğu Avrupa’daki geçiş ekonomileri grubunda yer almıştır.
Belirtmek gerekir ki makro ekonomik istikrara ulaşma yolunda çeşitli ülkelerde bir takım sorunlar yaşanmaktadır. 1990’lı yılların ortalarından itibaren gerçekleştirdikleri fiyat istikrarıyla bir çok geçiş ekonomisi bugün geçiş döneminin başlarındaki yüksek enflasyon oranlarını aşağıya çekmeyi başarmıştır. Ancak bir çok ülke 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren enflasyonda yeniden bir dalgalanma süreci içerisine girmiştir. Beyaz Rusya, Bulgaristan, Romanya, Rusya gibi ülkelerin bu “U-biçimli” istikrar modeli açık olarak gözlenmiştir. Balkanlar’daki bölgesel savaş gibi iç karışıklıklar, 1998 yılında Rusya’da yaşanan finansal kriz benzeri politik ve ekonomik dış şoklar etkili olmakla birlikte, en etken faktör tutarlı ve ısrarlı bir reform programının izlenmesindeki başarısızlık olmuştur.
3. Sonuç
Geçiş sürecindeki ülkeler arasında reformların uygulanmasında birbirinden farklı çeşitli sıkıntılar yaşanmakla birlikte, hem ekonomik yapı hem de tüketici ve üretici davranışları temel bir değişim süreci yaşamıştır. Reformlarda önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen, geçiş süreci başlangıçta beklenenden çok daha güç ve sıkıntılı geçmektedir. Belirtmek gerekir ki geçiş sürecinde izlenen politikalar hiç bir zaman ideal olmamıştır. Özellikle piyasa ekonomisinin etkin işlemesi için kurumsal altyapı gerekliliğine rağmen uygulamada bu tür bir kurumsal yapılanmaya yeterince dikkat gösterilmemiştir.
Piyasa uyumlu ekonomilerin işleyişi için gerekli kurumsal ve yasal alt yapının olmayışı geçiş ekonomilerinin merkezi planlamaya dayalı ekonomik sistemden devraldığı en önemli olumsuzluklardan birisi olarak göze çarpmıştır. Mülkiyet haklarının yeterince açık olmaması, özel teşebbüsün piyasaya giriş ve çıkışını düzenleyecek ticari yasaların yetersizliği, finansal piyasaların bulunmaması, etkin bir ticari bankacılık sisteminin kurulamaması, açık emek piyasası ve piyasa uyumlu bir vergi sisteminin oluşturulamaması gibi olumsuzluklar piyasa ekonomisinin etkin işlemesine engel olan ve tamamlanması gereken kurumsal altyapı yetersizlikleri olarak çeşitli geçiş ekonomilerinde düzenlenmeyi bekleyen konular olarak ortaya çıkmıştır.
1 Doğu, Orta, Güneydoğu Avrupa ve BDT’nin geçiş ekonomilerinden farklı olarak, merkezi planlamaya dayalı bir ekonomiye sahip doğu Asya ülkeleri Çin, Vietnam, Kamboçya ve Lao’da başlangıçta temel amaç merkezi planlı ekonomiyi tamamen terk etmek değil reformlar yoluyla iyileştirmekti.
2 Kuzey Kore ve Küba merkezi planlamaya dayalı ekonomik yapılarının halen sürdürmektedirler.
3 World Economic Outlook, September 2000, s.90-91.
4 EBRD Transition Report, 1999, s.27.
5 Dawisha Karen, Eastern Europe, Gorbachev and Reform: The Great Challenge, Cambridge University Press, Cambridge, 1990, s.167.
6 Birinci Beş Yıllık Plan 1928’de uygulamaya konulmuştur. Sandle Mark, A Short History of Soviet Socialism, UCL Press, United Kingdom, 1999, s.227.
7 EBRD, s.28.
8 World Economic Outlook, s.91.
9 EBRD, s.27.
10 World Economic Outlook, s.90.
11 Ibid, s.113.
12 Ibid, s.117.
13 Ibid, s.95.
Türkiye’nin Türk Dünyasındaki
Eğitim-Öğretim Faaliyetleri
Prof. Dr. Turan YAZGAN
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı / Türkiye
Giriş
ir devletin veya vatandaşı olan gerçek ve tüzel kişilerinin, kendi sınırları dışında eğitim faaliyetlerine girişmesi, belli maksatlarla başvurulan ve tarihi geçmişi olan bir husustur. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün doruğa ulaştığı dönemde, kontrol edemediği bölgelerde başlayan Batı sömürgeciliği beraberinde bu tarz eğitimi de başlatmıştır.1 Bu eğitimin başlangıçtaki bariz vasfı “misyonerlik” kavramı içinde yer alan Hıristiyanlaştırma, dil değiştirtme ve kültür ihracı gayeleri güdüyordu ve netice itibariyle siyasi ve iktisadi sömürgeciliğin kökleşmesi ve yerleşmesine yol açıyordu. OsmanlıDevleti’nin zayıflamasından ve kendisine siyasi yollarla çeşitli iktisadi ve sosyal dayatmaların kolaylıkla başarılabilir hale gelmesinden sonra, özellikle A.B.D.’nin kendi topraklarımızda pek çok okul açtığını görüyoruz.2 Bu okullaşmada uzun vadeli olarak aynı gayenin güdüldüğünü ve bu sayede pek çok yerde olduğu gibi Türkiye’de de belirli ölçüde başarılar elde edildiğini söyleyebiliriz. Tartışmaya açık olarak bu okullara misyonerlik okulları, ajan okulları adları takılırken kendi kültürlerinden koparılmış köle aydınlar yetiştirdikleri, bizim içimizde de böyle “Batı’nın yeniçeri ordusu”, denilebilecek bir aydınlar grubunun oluşturulduğu iddia edilmektedir.3 Bunun yanında bu okulların örnek teşkil ederek Türk eğitim sisteminin yenilenmesine, çağa uygun hale gelmesine yol açıldığı iddiası da mevcuttur.4
Bizim Türk dünyasında açtığımız okulların dışarıda yapılan değerlendirmelerinde de şüphesiz benzeri iddialar ortaya atılabilmektedir. Ancak Türklerle sınırlı kalmak şartıyla bizim Türk dünyasındaki eğitimin, Batı’nın sömürgecilik eğitiminden elbette farkı vardır.
1- Türk dünyasında halkın dili Türkçedir. Türkçenin, bazı Türk bölgelerinde XVI. asır ortasından, bazı bölgelerinde özellikle XIX. asırdan itibaren kaybedilen istiklâle bağlı olarak, birbirinden suni şekilde uzaklaştırılan lehçe ve şiveler teşekkül etmiş ve siyasi maksatlarla ayrı milliyetlere bağlı ayrı diller oluşturulmaya çalışılmış olsa bile, Yakutistan’dan Makedonya’ya kadar 250 milyonluk Türk halklarının diline Türkçe demeyen yoktur.5 Böyle olunca bizim eğitimimize sömürgeleştirme eğitimi denemez.
2- Türk halklarının çok küçük istisnalar dışında6 hepsi zaten Müslümandır. Bu sebeple bizim eğitimimize, Müslümanlaştırma-misyonerlik, eğitimi de denemez.
3- Siyasi ve iktisadi gayelerin gerçekleşmesinin vasıtası olarak değerlendirilmeleri de pek mümkün değildir. Çünkü bu bakımlardan bariz bir üstünlüğe sahip değiliz.
Eğitim genel olarak kamu hizmeti olmakla birlikte üretimi kimin yaptığına bakmaksızın bu mahiyetinin devam etmesi gereken bir hizmettir. Bu bakımdan bu sahadaki incelemelerde önce bu hizmeti kimin yaptığına bakılır.7 İkinci olarak eğitimin modeli veya seviyesi ele alınır. Bu bakımdan ana okullarıyla doktora eğitimi arasındaki bölünüşe bakmak gerekir. Bu bakış açısı beraberinde genel eğitimle mesleki ve teknik eğitimi de ayırmamızı icap ettirir. Şüphesiz seviyesi ve dalı ne olursa olsun, bu eğitimin yaygın-örgün eğitim olarak da ele alınması esastır. Üçüncü olarak eğitimin gayesi ve metodu önem taşır.8
Bu genel bakıştan sonra, özel olarak, en teferruatlı şekilde bildiğimiz Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın Türk dünyasındaki eğitim hizmetleri tanıtılmaya ve değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Bu genel ve özel bakıştan sonra günümüzde artık ders konusu haline gelmiş bulunan eğitim ekonomisi açısından da değerlendirme yapmak mecburiyeti vardır. Biz bu dördüncü hususa eğitimin maliyeti açısından, bilindiği kadarıyla, değineceğiz.
A.GenelOlarak
I. Türk DünyasındaEğitim Yapan Kuruluşlar
Türk dünyasında eğitim yapan kuruluşları önce ikiye ayırabiliriz:
Dostları ilə paylaş: |