Sovyet Sonrası Orta Asya



Yüklə 15,63 Mb.
səhifə62/111
tarix03.01.2019
ölçüsü15,63 Mb.
#89386
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   111

Doğumunun 70. Yıldönümünde Cengiz Aytmatov Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı yay., Ankara 1999.

Galina Guseva, “Çingiz Aytmatov ve Kahramanları” Çev: Naile Zakirova, Sanat Olayı, sayı. 57, Şubat, 1987.

Hülya Argunşah, “Manas Destanı ve Yıldırım Sesli Manasçı Hikâyesi”, Manas Destanı, Manas Destanı’nın 1000. Yıl Paneli Bildirileri, Erciyes Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Merkezi Yayınları, No: 1, Kayseri, 1995.

İsmail Parlatır, “Cengiz Aytmatov ile Dil ve Edebiyat Üzerine Söyleşi”, Türk Dili, sayı. 487, Temmuz, 1992.

K. Zelinski, Sovyet Edebiyatı, Çev: Funda Savaş, Konuk yay., İstanbul 1978.

Kâzım Yetiş, “Destan” maddesi, TDV. İslâm Ansiklopedisi, C. 9, İstanbul, 1994.



Manas Entsiklopediya, Bişkek 1995.

Manas, Haz. TİKA, Ankara 1995.

Naciye Yıldız, “Cengiz Aytmatov ve Manas Destanı”, Doğumunun 70. Yıldönümünde Cengiz Aytmatov Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı yay., Ankara 1999.

Naciye Yıldız, Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü ile İlgili Tespit ve Tahliller, TDK yay., Ankara 1995.

Nizami Caferoğlu, “Cengiz Aytmatov, Büyük Medeniyetin Evlâdı Yahut Varisliğin Poetiği”, (Çev: H. Ahmed Schimiede. ) Türk Edebiyatı, Nisan 1990.

Pariza Mirza Ahmedov, “Cengiz Aytmatov’un Romanlarında Dil ve Üslûp”, Akt. K. Kulamshaev, Doğumunun 70. Yıldönümünde Cengiz Aytmatov Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı yay., Ankara 1999.

Penah Halilov, SSRI Halkları Edebiyatı, C. II, Maarif Neşriyyatı, Bakü 1977.

Şerif Aktaş, “Bir Coğrafyanın Kaderi (Gün Uzar Yüzyıl Olur) ”, Türk Edebiyatı, sayı 123, Ocak 1984.

Taner Timur, Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, Afa yay., İstanbul 1991.

Wılhelm Radloff, Manas Destanı, Haz. Emine Gürsoy-Naskali, Türksoy yay., Ankara 1995.

Yavuz Akpınar, “Manas Destanı” maddesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 6, Dergâh yay., İstanbul, 1986.


Bölgecilik ve Uruğ Oymakçılık


İslam Kerİmov

Özbekistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı / Özbekistan

irkaç sözlükte yapılan tarife göre uruğ-oymakçılık, feodal topluma özgü bir insan gerçeğidir. Bu, akrabalık ilişkilerinin bağladığı insanlar birliğidir. Soy cemaatine kendi liderinin ismi verilirdi. O da üyeler için en saygıdeğer insan sayılırdı. Sülale menfaatlerini, cemaatin nispeten sınırlı dünyası dışında temsil ederdi. Sülale büyüğü, sadece üyelerini savunur, onlara hamilik yapar ve yardımda bulunurdu.

Zamanla sosyal ve ekonomik yapılar değişti, insanlararası ilişkiler de başkalaştı. Ancak eski yapı tamamen kaybolmadı. Unutulmuş dağ başlarında yeryüzünden silinmiş bazı bitki örneklerine raslandığı gibi, günümüz toplumunda da uzak geçmişin bazı belirgin izlerini bulmak mümkün olabiliyor. “Uruğ” grupları da bu tür bir olaydır.

Bugünkü dünyada gerçek anlamda uruğ-oymak şeklinde bölünen toplum bulmak zor. Ancak bazen şeklen değişen, “yenilenmiş” bir halde tezahür eder. Birçok ülkede güçlü akrabalık bağlarına rastlanmaz. Ancak onun yerine başka tür ortak bağlar kurulmuştur. Örnek olarak, vatandaşlık, komşuluk gibi. Doğduğu bölgeden ayrılarak ülkenin başka bölümüne yerleşen birinin hemşerilerine yardımcı olması kötü mü? şeklinde bir soru akla gelebilir. Aralarında uruğ-oymak bağı bulunan insanların birbirlerine yardımcı olmaları, belli bir ölçüde normaldir. Ancak uruğ-oymakçılık, bölgesel veya etnik prensipler çerçevesinde küçük bir grubun çıkarı için yapılıyorsa, benzeri şekilde aynı çıkar için çalışan başka bir güruhta söz konusuysa; o kuruluşta yapılan tüm çalışmalara, devlete, millete zararlı hale gelir. Bu güruh, amaçlarına ulaşmak için, kendi üyelerinin devlet kademeleri de dahil olmak üzere bir kurum ve kuruluşta yükselmesi için çalışır Böyle ise, tabii olarak potansiyel tehlike içerir. Bu durumda toplumdaki istikrar ve güvenliği tehdit eden bu tür “uruğ-oymakçılık ve bölgecilik” konularından söz etmemiz gerekiyor.

Şimdilik bu olaylar ciddi ve derin olarak incelenmemiştir. Onları, sırf gelişmesinde geri kalan veya zorlu bir geçiş döneminde ülkelerin önemli bir özelliği olarak göremeyiz. Sanayisi gelişmiş Batı ülkeleri de bu hastalıkla karşılaşmışlardır. Bölgecilik ve uruğ-oymakçılığı dar anlamda etnik bölgesel fikir birliğinin bir tarzı olarak görmek mümkündür. Bir bakıma, dünyadaki çeşitlilik ve karmaşa karşısında bu insanlar arasındaki bağlılık, onları bir sınırla ayırır. Etnik bir grubu, büyük bir aile haline getirir.

Bu olayların uzun ömürlü olması ve halen kendiliğinden gerçekleşmesinin sebepleri nedir, bölgemiz koşullarında nasıl ortaya çıkmaktadır?

Devlet yapılarında uruğ-oymakçılık ve yurttaşlık grupları etnik özelliklere göre şekilleniyor. Uruğ-oymakçılığın amacı; kendi üyelerini devlet ve yönetim kademelerinde olabildiğince yükseltmektir. Uruğ-oymakçılığın temelinde doğum yerinin aynı olması bulunur. Birleştirici özellikleri, ilgi alanları ve maddî ya da manevî görüş birliği değil, sadece aynı doğum yeridir.

“Bölgesel kimlik”in ortaya çıkışı, yani insanların doğdukları bölgeyi esas alarak kişilik geliştirmesi, bölgecilik ve uruğ-oymakçılığın temelidir. Biliyoruz ki, halen Orta Asya’nın bazı yerlerinde bölgesel kimlik, millî kimlikten bile önce geliyor. Bunu gösteren belirtiler mevcuttur. Böyle bir durumun birkaç açıdan; etnik birliğin üst seviyesi olan milleti belirleyici faktörlerin oluşması sürecindeki uluslara has olduğunu söyleyebiliriz.

Bazı ülkelerdeki etnik sosyal durumun analizi, etnik çeşitliliğin hâlâ yaşanmakta olduğunu, buralarda halkın içinde sadece lehçesine göre değil, toplumdaki ekonomik ve kültürel duruma göre de çeşitli gruplar olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, bölgecilik ve uruğ ve oymakçılığın ortaya çıkması için gerekli şartlar hâlâ mevcuttur.


Tarihî açıdan da Merkezî Asya’da “milli devlet” kurma geleneği bulunmuyordu. Burada Rus istilasına kadar mevcut olan tüm devletler, genelde sülale veya bölge prensibine göre (Buhara, Hokant, Hive Hanlıkları) kurulmuştu. Bir başka önemli konu ise bu Hanlıkların, önceki merkezî devlet ve imparatorlukların bulunduğu yerlerde kurulmuş olmasıdır. O tarihte bu topraklarda çok sayıda yerleşik ve göçebe kabile yaşamaktaydı.

Bir olan ulusun parçalanmaya yüz tutması ve çeşitli hanlıklar arasında bölünmesi yüzünden; tahribata yol açan savaşlar uzun zaman devam etti ve Sovyet dönemine kadar mevcut feodal dağınıklığı pekiştirdi ve korudu.

Daha sonraki Sovyet iktidarının, millî özellikleri “beynelmilelleştirme”ye ve eşitleştirmeye çalışması da etnik birlikler arasında ve hatta halklar arasındaki parçalanmanın son bulmasına değil, tersine, yenilerinin meydana gelmesine sebep olmuştur.

Aynı şekilde devlet sosyalizmi ve bir merkezden planlanmış ekonomi, devlet mülkünün, zenginliklerin merkezden taksim edilmesi de bölgecilik ve uruğ-oymakçılık ilişkilerinin yaşaması, genişlemesi ve kök salması için uygun ortam oluşturdu.

Sovyetler Birliği’nde uruğ-oymakçılık ve bölgecilik çok farklı bir yapı kazandı. Merkezî planlamaya dayalı ekonominin katılığı, bazen de şefkatsizliği, düzenin yapısı, onların yaygınlaşması için kolay zemin hazırladı. Nakdî ve benzeri gelirleri üleşme işini, çeşitli derece ve makamdaki üst düzey çalışanlar yapardı. Yerel yönetimde, işletmelerde ve diğer ticarî kurumlarda çalışanlar, bu yöneticilerin iltifatına müyesser olmaya çalışırlardı.

Bu üst seviyeli memurlarca kabul edilmeyi sağlayan sihirli kelime ise, o memura tanıdık veya yakın olan bir şahsın akrabası, dostu olmak ve özel tavsiyesinden ibaret olurdu. Aynı zamanda böyle bir yönetici, kendi iktidarını korumak ve pekiştirmek için etrafında güvenli ve kendini destekleyecek adamlara muhtaçtı. Şahsi sadakat, onun kadro sahasındaki politikasının ölçülerinden sayılırdı. “İyi mi-kötü mü, hırsız mı-dürüst mü, fark etmez, bizimki” şeklindeki kaide bu politikanın temeli idi. Toplumda bir grubun veya bir bölgenin menfaatleri, genel menfaatlerden önde geldiği bir münasebetler sisteminin mevcut olması, çok yanlış ve tehlikelidir. Bu durum sosyal gerginliğin artmasına neden olur. Devlete, huzur, bütünlük ve ilerleme gayretlerine tehdit doğurur. Hayali gayelerin önde geldiği Sovyetler zamanında uruğ-oymakçılık çıkarlarının çatışması sonucu çeşitli ihtilaflar ortaya çıkmıştı. İhtilaflar geleneksel tarzda kudretli imha mekanizması kullanılarak halledilir, grup içinde bulunanlar da bu konularda konuşmazdı.

Böyle kötü bir mirastan kurtulmak devletimizin stratejik vazifelerinden biridir. Bağımsızlığa kavuşunca, gerekli koşullar meydana geldi ve gelişti. Onun için de en yüksek siyasî kademelerden itibaren, birlikte çalışmamıza, müşterek işimize engel olan bölgecilik, grupçuluk olaylarına son vermek gerektiğini göstermek ve dünyada tek Özbek Milleti olarak, Harezmli, Ferganalı, Surhanderyalı arasında fark olmadığını, hepsinin Özbek olduğu hususunu vurgulamak zorundayız.

Bölge farklılıklarını önemli bir konuymuş gibi göstermek en tehlikeli hatadır. Bir şahsın kimliğini bulması, bölgesel düzeyde olmamalıdır. Herkes kendisini önce Özbek vatandaşı olarak kabul etmelidir. Sonra da Harezmli, Semerkantlı veya Fergana vadisinin bir bireyi olarak görmelidir. Bu durum; hepimizin sahip olduğu “küçük vatan”ın, insanın doğduğu yerin, ülkenin kıymetini ve önemini, onun özel hususiyetlerinin değerini düşürmez. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, fazla abartılan bölgesel vatanperverlik, onun tecavüz meyli, milletin birleşmesine engel olacaktır. O muhakkak bir şekilde, iç ayrılma cereyanlarına ve kültürel açıdan dar görüşe götürür. Devlet ve toplumun huzuru ve güvenliğine birkaç yönden tehlike de doğurur.

Bu olayların tehlikesi nedir, hangi menfi sonuçlara götürür? Bağımsızlığımız açısından bu sorular hiç de önemsiz değil. Ülkemiz insanlarının kaderi, çok yönden bu suallerin nasıl cevaplandırılacağına bağlıdır.

Öncelikle bölgecilik eğiliminin artması, bölgelerin kendini sınırlamasına, kurulan ekonomik ilişkiler sisteminin güçsüzleşmesine ve parçalanmasına, böylece bölgenin iktisadî yönden çökmesine neden olabilir. Bu da devlet ekonomisine kesinlikle zarar verecektir. Genel olarak bu durum, devlet içinde merkezkaç güçlerin meydana gelmesi ve yoğun olarak gelişmesi ile birlikte ortaya çıkar.

Ayrılma eğilimi bulunan bölgeler, devletin bütünlüğüne karşı gerçek bir tehlikedir.

Uruğ-oymak veya bölgenin kendi egemenliğini sağlamaya ve bencil amaçlarına ulaşmaya çalışması, devletin tüm dairelerinde politik muhalefet olduğunu iddia eden çeşitli grupların oluşmasına yol açabilir. Böyle gruplar arasında iktidar amaçlı hareketler giderek artar ve devletin toprak bütünlüğünü ve yaşamını doğrudan doğruya tehdit eder.

Politik kurumlarla birlikte muhalefet amaçlı teşkilatların da toplum içinde, millî boyutlarda gelişmesi gerekir. Bu da, böylesi teşkilatların liderleri ve üyelerine; ulusun kendilerine mensup olan kısmının değil, devlet ve milletin tamamının çıkarlarını gözetmesi için sağduyu kaynağı olacaktır.

Bölgecilik ve ayrımcılığın getirdiği bir başka tehdit de, bölgecilik ve uruğ-oymakçılık ruhunda mevcut olan çelişkiler, bölgemizdeki aynı durumda olan milletler arasında etnik çatışmalara dönüşebilir.


Yukarıda söylendiği gibi, Merkezî Asya’daki yerli halkların temsilcilerine bölgemizdeki beş devletin hepsinde de raslamamız mümkün. Ülkemiz nüfusunun çoğunluğu aynı gruplardan (Özbekler, Kazaklar, Tacikler, Kırgızlar, Türkmenler, Karakalpaklar, Uygurlar vb.) ibarettir ve sadece oranı değişebilir. Cumhuriyetlerin her birinde: Kazakistan’da ve Kırgızistan’ın Oş vilayetinin güneyinde, Tacikistan’ın Leninabad vilayetinde, Türkmenistan’ın Daşhavuz vilayetinde Özbeklerin yaşadığı bölgeler mevcut. Taşkent ve Cizak vilayetlerinde Kazakların yaşadığı alanlar, Kazakistan’ın kuzeyinde Rusların çoğunlukta bulunduğu vilayetler var.

Temel reformların sürdürülmekte olduğu zor bir dönemde, toplumda azınlık olan milletlerde küçümsenme ve asıl nüfuslarının bulunduğu ülkenin istikbaline güvenmeme hissi ortaya çıkabilir. Böyle duygular, bölgecilik ve uruğ-oymakçılık hareketinin artması, ekonomik ve politik hayattaki küçümsemeler yüzünden oluşmuş da olabilir. Böyle bir durumda etnik gruplar ve milletler arasında gerginlik, zorbalık gibi hareketler kontrol edilmeyecek dereceye ulaşır. Sovyetlerden sonra yani yakın geçmişte bu nedenle çıkan çatışma ve facialar hiç de az değildir.

Bölgecilik ve uruğ-oymakçılık hareketini meydana getiren etkenler hakkında konuşurken, sadece bu olayların mevcut olmasının, bozucu havaya sebep olabileceğini de dikkate almak gerekir. Ama kötü amaçlı yabancı güçlerin henüz tam raporlanamamış veya türlü nedenlerle zayıflayan devletlerdeki bu durumdan, kendi jeopolitik amaçları ve çıkarları için istifade ettiği haller tarihte görülmüştür.

Ancak, yabancı güçlerden kendi maksatları yolunda yararlanmaya çalışan uruğ-oymak liderleri ve bölgecilik güdenler, sonuçta o güçlerin esiri olacaktır, hatta yabancı güçlerin kendi kötülüklerini aklamak için kullanacakları kurbanlara da dönüşeceklerdir. Bunu tarih de onaylamaktadır.

Bölgecilik ve uruğ-oymakçılık probleminin güncelliği ve çetinliğini anlamaktan öte, aynı zamanda bu dönemde kritik bir durumun meydana gelmesini önlemek için nelerin yapılması gerektiğini iyi düşünmek, potansiyel tehlikeden gerçek tehdit kaynağına dönmesini engellemek imkanını sağlayacaktır.

Şu andaki ve daha sonraki politikacıların yapacakları çalışmalarda; Özbekistan’ın insanî ve millî menfaatlerinin önceliği, ülke içinde devlet kanunlarının egemenliğini sağlama gayesi takip edilmelidir. Toplum içindeki bazı şahısların grup oluşturmasında etken, onların belli bir soy, bölge ve etnik gruba mensupluğu değil, tüm ülke çapında korporasyon (girişimciler, aydınlar, tarımcılar vb.) çıkarlarının olumlu müşterekliği temel olmalı.

Tüm bölgeler, etnik ve sosyal grupların çıkarları arasında eşitliği her zaman korumak gerekir. Çıkarların ifade edilişi ve gerçekleştirilmesinin yasal mekanizması, bölgecilik eğilimi, uruğ-oymakçılık hareketinin meydana gelmesi ve gelişmesine engel olmalıdır.

İzlenecek politikada, geçiş döneminde hala mevcut olan mülkün özelleştirilmesi, ekonomik, sosyal ve bölgesel düzenlemelerde bütün bölgelere, sosyal azınlıklara devlet kaynaklarından eşit yaralanma ve istifade imkanını sağlamalıdır.

Yerel yönetimlere daha çok yetki verilmesi gerekir. Kendi bölgesinin özelliklerini bilmek, devlet memurlarına bu bölgenin maddî ve insanî imkanlardan azami seviyede yararlanma imkanını sağlar. Islahatları gerçekleştirirken, bölgesel ekonomik, demografik ve başka özellikler temel alındığı takdirde değişimler için uygun ortam yaratılacaktır. Düzenlemeler için sorumluluğun büyük kısmını yerel yönetimlere bırakarak, birikim ve çalışmalarından azamî seviyede faydalanmak ve mahallî rezervleri çekme imkanı sağlar.

Ekonomiyi yöneten şahıslara ve yerel yönetim kuruluşlarına daha çok ekonomik bağımsızlık tanımakla birlikte, yöneticilerin şahsi sorumluluğunu arttırmak da şarttır. Bu da mahallî bütçenin artması, yerel ekonomik ve sosyal problemlerin çözümü için uygun yolları açar.

Ancak, bu tür yerelleştirme için her şeyden önce devlet menfaatlerinin öncelikli olduğu, itirazsız kabul edilmelidir.

Demokratik ıslahatların genişletilmesi için, insanların yanı sıra tüm toplum şuurunda insanî değerlerin öncelikli olduğu fikrinin pekiştirilmesi, etnik veya millî açıdan kabuk oluşturma çabalarının engellenmesi, tabiri caizse mücadele edilmesi gerekir. Bu da, Özbekistan’da millî bağımsızlığın, egemenliğin korunması ve istikrarın sağlanması, bölgecilik ve uruğ-oymakçılık tehlikesini önlenmesi için önemli bir kuraldır.

Milletin ve halkın manevî olgunluğuna, kabiliyetine devlet politikası olarak bakmak gerekir. İnsan şuurunda millî gurur duygusuyla birlikte, diğer milletlerin tarihî ve kültürel değerlerine saygı gösterme anlayışını sağlamak şarttır. Toplumun zihniyetinde bugün dünyada meydana gelmekte olan hadiselerle ilgilenme ve sorumluluk hissini doğurmak ve sağlamlaştırmak gerekir.

Bugünkü gençler ve gelecek nesil için, kendi devletinin, halkının tarihi ile birlikte dünya tarihi ve kültürünü de iyice öğrenmek gerektiğini bilmeleri ve anlamaları için uygun ortam oluşturmak gerekir.

Bunların tamamı, geleceğe güvenle bakmamız, torunlarımızın kaderi, baht ve saadetleri hakkında umut besleyebilmemiz için gerekli şartlardır.

Özbekistan Cumhuriyeti


Mehmet Seyfettİn EROL

Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) TürkistanAraştırmaları Masası / Türkiye

A. Genel Bilgiler



1. Coğrafya

zbekistan’ın toplam yüzölçümü 447 bin km2 olup, başkenti Taşkent’tir. Afganistan (137 km), Kazakistan (2.203 km), Kırgızistan (1.099 km), Tacikistan (1.161 km), Türkmenistan (1.621 km) ve Aral Gölü (420 km) ile sınırdaştır. Kara sınırlarının toplam uzunluğu 6.221 km’dir.

Özbekistan, ülkenin güney kısmını oluşturan dört bölgeden ibarettir ki bunlar çok zengin ve verimli toprakları olan Taşkent ovası, Semerkand ve buhara Ovaları ve aynı zamanda yarı çöl bölgesi olan Amu Derya ovasının kuzeyidir. Ülkenin yaklaşık %80’i ovadır ve ayrıca Tanrı dağlarından kuzeyde Hisar ve ülkenin güneyindeki Altay dağlarına kadar uzanan yüzlerce kilometre uzunluğunda dağlar vardır. Küçüklü ve büyüklü 600 nehir vardır ve bunların içerisinde en önemlileri Amu Derya ve Sir Derya’dır.1

Ülkede sert bir karasal iklim hakim olup gece ve gündüz, yaz ve kış sert ısı değişiklikleri vardır.2 Havadaki nem oranı düşüktür. Gün uzunluğu yazın 15 saat kışın ise 9 saatten az değildir. Kış mevsimi Özbekistan’ın kuzey kesimlerinde 5 ay, vadilerde ise 1.5 veya 2 ay kadar sürer. En soğuk ay ocak ayıdır ve bu zamanda kuzeyde sıcaklık -8 ve daha altına düşebilir. Genelde en sıcak ay temmuzdur. Düzlük alanlar veya platoların bulunduğu bölgelerde ortalama sıcaklık bu aylarda 25-30 derecedir. Güneyde ise bu sıcaklık 31-32 dereceye kadar ulaşır. Ülkenin çoğu yerinde yıllık yağış 200-300 mm’yi geçmez.

Özbekistan’daki çevre kirliliği Aral Gölü’nün kurumasının, kimyasal gübre ve ilaçlamanın aşırı kullanımının yol açtığı toprağın zehirlenmesi, tuzlanması ve verimliliğini kaybetmesi şeklinde görülmektedir. Fabrikaların ve kimyasal gübre ve ilaçların aşırı kullanımının yol açtığı su kirliliği de ülkenin karşı karşıya kaldığı en büyük çevre sorunlarındandır.

2. İdari Yapı

12 vilayet, bir otonom cumhuriyet ve bir statülü şehir. Önemli vilayetleri Taşkent, Semerkand, Buhara, Hive, Fergana, Surhan Derya, Sir Derya, Kaşka Derya, Hokand, Andican, Namangan, Karşı, Çizek, Nevai’dir. Karakalpakistan özerk bölgedir. Ülkede yaklaşık olarak 102 şehir, 93 kasaba ve 1.280’den fazla köy bulunmaktadır.3


3. Demografi

1989’daki sayıma göre Özbekistan, 19.810.077 nüfusu ile BDT ülkeleri arasında ülkesinde yerli nüfusa en fazla sahip olan ikinci cumhuriyet olarak ortaya çıkmıştı (1989’daki nüfus dağılımı için bkz. Tablo 4).4 1989 sayımlarına göre 14 milyon Özbeke karşın, ülkede farklı Türk halklarından 2.406.935 kişi yaşamaktaydı. Bu oran toplam nüfusun %12,15’ini teşkil etmekteydi. Diğer Türkler, Özbeklerle birlikte 16.530.561’lik bir nüfus oluşturmaktadır (toplam nüfusun %83,45’i).5



Tablo 1: Nüfusun Yıllara Göre Dağılımı (milyon kişi)

1995 1996 1997 1998 1999

22.690 23.139 23.561 23.954 24.230

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000.

Diğer taraftan 1999’teki tahminlerde ülke nüfusunun 24 milyon 230 bin olduğu görülmektedir. Bu nüfus içerisindeki etnik grupların dağılımı şu şekildedir: Özbek %80, Rus %5,5, Tacik %5, Kazak %3, Karakalpak %2,5, Tatar %1,5, diğer %2,5. Ülkedeki dini inançlara göre dağılım ise şu şekildedir: Müslüman %88, Doğu Ortodoks %9, diğer %3. Ülkede konuşulan diller: Özbekçe %74,3, Rusça %14,2, Tacikçe %4,4, diğer %7,1. Nüfusun büyüme oranı %1,8’dir. Erkekler için ortalama yaşam uzunluğu 60,09, kadınlar için ise, 67,52’dir.



Tablo 2: Doğum Oranı (Her bin kişi başına)

1995 1996 1997 1998 1999

29.8 27.3 26.0 23.0 23.43

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000.

Nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı ise şu şekildedir: 0-14 yaş grubu, %37 (erkek 4.556.973, kadın 4.413.617); 15-64 yaş grubu, %58 (6.938.090 erkek, 7.068.839 kadın); 65 yaş ve üzeri grupları, %5 (erkek 443.604, kadın 681.350).



Tablo 3: Ölüm Oranı (Her bin kişi başına)

1995 1996 1997 1998 1999

6.4 6.2 5.9 5.8 7.75

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000.

Özbekistan aynı zamanda, BDT ülkeleri arasında en yüksek nüfus oranına sahip ülkedir.6

Özbekler ülkelerinde %80 nüfus ağırlığı ile mutlak çoğunluktadırlar. Bu oran, zor yaşam şartları ve yabancılara karşı tepkilerden dolayı doğan göçün bir sonucu olarak Özbekler, lehine her geçen gün daha da yükselmektedir. Ruslar ikinci çoğunluk grup olup yine ülkeden en çok göç eden azınlıkların başında gelmektedir. Üçüncü çoğunluk etnik grubu tacikler oluşturmaktadır. Diğer taraftan Tacikistan’daki 1 milyonun üzerindeki Özbek varlığı göz önünde bulundurulursa, bu cumhuriyetlerde ne kadar karmaşık bir demografik yapının ve dolayısıyla problemin olduğu da anlaşılır. Yine 1989’daki nüfus sayımına göre, Özbeklerin büyük çoğunluğu anavatanlarında yaşamaktadır. Özbeklerin sadece %15.36’sı diğer cumhuriyetlerde yaşamaktadır (Eski SSCB’deki Özbek nüfusunun dağılımı için bkz. Tablo 6). Özbekistan’da Koreli, Tatar ve Ahıska Türkleri de yaşamaktadır. Ayrıca resmi olmayan rakamlara göre yaklaşık 200 bin Arap, Karşi civarındaki Kaşkadarya vilayetinde yaşamaktadır.7

Tablo 4: Özbekistan’daki Nüfus Dağılımı (1989)

Millet 1989 %

Toplam 19.808.007 100.000

Özbek 14.123.626 71.30

Rus 1.652.179 8.30

Tacik 931.547 4.70

Kazak 808.090 4.00

Tatar 467.676 2.70

Karakalpak 411.187 2.00

Kırgız 174.899 0.83

Türkmen 122.566 0.66

Ahıska 106.240 0.53

Diğerleri 1.010.067 5.03

Kaynak: Nadir Devlet, a.g.e., s. 325.

Tablo 5: Nüfusun Dağılımı (%)

1995 1996 1997 1998 1999

Kentsel 38.7 38.4 38.2 38.0 -

Kırsal 61.3 61.6 61.8 62.0 -

Kaynak: The Economist Intelligence Unit, Uzbekistan Country Report, Eylül 2000.

Tablo 6: Özbek Nüfusun Dağılımı

Bölge 1989 (%)

Toplam 16.686.240 100.00

Özbekistan 14.123.626 84.64

Tacikistan 1.197.091 7.20

Kırgızistan 550.095 3.30

Kazakistan 332.016 2.00

Türkmenistan 317.252 1.90

Rusya 127.160 0.80

Diğerleri 39.000 0.23

Kaynak: Nadir Devlet, a.g.e., s. 326.

4. Eğitim, Kültür, Bilim, Sanat
ve Edebiyat

Özbekistan’da eğitim, kültür ve bilim oldukça gelişmiştir. Ülkedeki okuma-yazma oranı %99’dur (kadın %99, erkek: %99). Bu ülkenin ilk üniversitesi olan Taşkent Üniversitesi, 1920’de açılmış, bundan sonra da birçok üniversite, teknik okul, kültür merkezi vb. yerler kurulmuştur.

Ülkedeki herkes orta eğitimi tamamlamak zorundadır. Okuma yazma oranı %100’e yakındır. Ülkede yaklaşık olarak 8.535 orta dereceli okul, 247 teknik okul ve 46 üniversite vardır. Özbek üniversiteleri

önemli bilimsel merkezlerdir. Bu üniversitelerde bilimsel araştırmalar yapılmakta, gelişmiş laboratuvarlar ve araştırma merkezleri bulunmaktadır. Bu Cumhuriyet’te eğitimle birlikte kültür de çok gelişmiştir. 1990’da 7800 kütüphane, 90 milyon kitap, 49 klüp, 68 müze, 32 tiyatro vardı. Özbekistan’da her yıl 51 milyon kitap, 94 dergi, 280 gazete (185’i Özbekçe) yayınlanmaktadır.8

Özbekistan nüfusu, büyüklüğü ve bölgedeki tarihi geçmişinden ve öneminden gelen milli kimliğiyle, orta Asya İslam Medeniyeti’nin büyük şehirlerinin çoğuna sahiptir. Resmi dil olan Özbekçe, daha eski olan edebi Çağatay lehçesine dayanması sebebiyle bölgenin en gelişmiş edebi dilidir.9

Özellikle, inanç tarihi ve felsefi önem açısından Özbekistan bambaşka bir konumdadır. Özbekistan, uzun yıllar İslam medeniyetinin merkezlerinden biri olma özelliğini korumakla kalmamıştır; Fars, Türk, Arap kültürlerinin yoğun bir zenginlikle iç içe geçmiş olduğu bir ülkedir. Türk-İslam birleşmesinin en önemli yüzyıllarının yetiştirdiği büyük edebiyat adamlarına, bilim adamlarına sahip çıkmış bir ülkedir. Dolayısıyla dünyanın ilgisini çeken tarihi merkezlere, yapılara, anıtlara, kendi deyimleriyle “yadigârlara” sahiptir.10

Özbekistan’da gerek eskiden beri kutlanan, gerekse yeni kutlanmaya başlanan bayramların sayısı oldukça fazladır. Dini Bayramlar; Ruzahayıt (Ramazan Bayramı İyd el Fıtr), Kurban hayıtı (Kurban Bayramı İydel Adha) Milli Bayramlar; Nevruz, Lale Bayramı, Hasat Bayramı, Mihircan Bayramı, Bağımsızlık Günü, Anayasa Günü, Yeni Yıl, Kadınlar Günü, Zafer Bayramı, Asula (Kosuk Bayramı). Bunların dışında her meslek grubunun kendine has kutlama günleri vardır. Örneğin, doktorlar günü, öğretmenler günü, öğrenciler günü gibi.

Diğer taraftan, Özbekistan’da Özbek kökenli halkın %64,4’ü Özbek müziğini tercih ederken, bu oran ülkede yaşayan Ruslarda 51,2’dir.11 Özbekistan’da en fazla bilinen eski türk eserleri “Ferhat ile Şirin” ve “Leyla ile Mecnun”dur.12 Ülkede sinemaya gitme oranı %50’dir.13

B. Tarih

Ülkenin en eski kentlerinden biri, güneydeki Termiz’dir. Bugün, Afganistan sınırını oluşturan Ceyhun’un (Amu Derya) kıyısında kurulu olan bu kent, tarihte güneydeki Kabil ve Delhi’ye erişen yolun başlangıcı olagelmiştir. Bugünkü Termiz’e yakın bir yere Büyük İskender tarafından M.S. 329’da bir kent kurulmuş, Termiz’in kendisiyse M.S. 1220’de Cengiz Han tarafından yağma edilmiştir. Kent, eski İpek Yolu’nun önemli uğraklarından biriydi.14 Özbekistan’ın diğer iki önemli tarihi şehri, Semerkand ile Buhara’dır. Orta Asya’nın en eski kentlerinden biri olan Semerkand’ın kuruluşu M.Ö. 400 yılına kadar (adı Marakanda) uzanır. Semerkand, Zerafşan Irmağı’nın aşağı çığırına birkaç km. uzaklıkta, deniz seviyesinden 320 m. yükseklikte, büyük bölümü lös toprakları üzerinde kurulmuştur.15

Semerkand, yüzyıllarca gezginlerin hayal gücünü harekete geçirmiş, “dünyanın güneşe dönük en güzel yüzü” olarak anlatılagelmiştir.16 Tarih öncesi zamanlardan beri, Semerkand’ın kıyısında kurulu olduğu Zerafşan Irmağı’nın vadisinde insanlar yaşayagelmiştir. Mitolojiye göre, kent, M.Ö. 5. yüzyılda Sogd Kralı Afrasyab tarafından kurulmuştur.

Bugün Afrasyab’ı örten toprak yığınları henüz tamamen kazılmamışsa da, oradaki müzede bulunan bazı nesneler, Afrasyab’a 2500 yıl öncesinde bile neden “Yeryüzü’nün Merkezi ve Dünyanın Pırıltılı Zirvesi” denildiğini göstermektedir.17 M.Ö. 329’da Büyük İskender’in işgaline uğrayan Semerkand, M.S. 6. yüzyılda Orta Asya Türklerinin, 8. yüzyılda Müslüman Arapların egemenliği altına girmiştir. İslam devrinde şehir en parlak dönemini yaşamıştır.

O dönemlerde Semerkand, Türkistan’ın en büyük yerleşim birimidir. Bu büyüklüğünü, coğrafi konumunun elverişli olmasına, verimli topraklara sahip olmasına ve ticaret yollarının kesişme noktasında yer almasına borçludur. Cengiz Han’ın istilasından önce şehirde 100 bin aile yaşamaktaydı. Buna göre de Semerkand’ın nüfusunun 500 ile 600 bin dolayında olduğu söylenebilir. Moğol Hükümdarı Cengiz Han, 1220 yılında şehri yerle bir etmiştir. 1365’te Timur bu kenti, devletinin başkenti yapmıştır. Semerkand’da çok sayıda tarihi eser bulunmaktadır. Medreseler, türbeler, külliyeler ve camiler şehrin her tarafına yayılmıştır. 1437’de Uluğ Bey tarafından yaptırılan ve kalıntıları 1908’de ortaya çıkartılan gözlemevi, Semerkand’ın geçmişte büyük bir bilim ve teknik şehri olduğunu ortaya koymaktadır. Semerkand, Orta Asya’da gerçek bir İslam medeniyetinin müzesi gibidir. Ne var ki, Semerkand şehri, 1964’te büyük bir su baskınına uğramış, baskında çok sayıda bina yıkılmıştır. Yıkılan şehir, günümüz mimarisine uygun bir şekilde yeniden inşa edilmiştir. Bu nedenle tarihi yapılar dışında, 1964 yılı öncesine dayanan pek fazla bir yapıya rastlanmaz. Semerkand’da Kumlu Meydan (Registan Meydanı) ve Medreseler, şehrin birer simgesi halindedir. Bu meydanda 15 ve 17. asırlar arasında yapılmış üç önemli medrese vardır. Bunlardan ilki 1417-1428 yıllarında yapılan Timur’un torunu Uluğ Bey Medresesi’dir.18

Zerefşan Irmağı’nın Kızılkum Çölü’nde yer alan Buhara şehrinin M.S. I. yüzyılda kurulduğu tahmin edil

mektedir. 907’de Müslüman Araplar tarafından fethedilen Buhara şehri, Orta Asya’da Semerkand ile birlikte, önemli bir kültür, sanat ve ticaret merkezi olmuştur. Daha sonra Semerkand gibi çeşitli işgallere ve yıkımlara maruz kalmıştır. Ancak şehrin planı çok az değişmiştir. 10. yüzyılda, Buhara en parlak dönemini yaşamıştır. O dönemde şehir, çok geniş bir sur içindeydi ve 11 kapısı vardı. Çok geniş ve taş ile döşemeli sokakları, muntazam ev ve köşkleri ile dikkat çekerdi.19 Ortaçağ’da Buhara, 360 cami ve 113 medresesiyle Müslümanlar için Mekke’den sonra ikinci İslami öğrenim merkeziydi.20 16. yüzyılda Özbek kökenli olan Şeybanilerin eline geçmiş ve Buhara Hanlığı’nın başkenti olmuştur. Şehrin göbeğini oluşturan eski kent, camiler, medreseler, türbeler, çarşılar ve düz damlı kerpiç evleriyle tanınır. Buhara Kalesi de önemli bir yapıdır. Miri Arap Medresesi, çevresi parke taşlarıyla süslenmiş geniş bir avlu içinde, 288 kubbeyle örtülü birkaç katlı galerileriyle dikkat çekmektedir.21

Fergana vadisinin batısında yer alan Hokand, 10. yüzyılda Havakend adıyla kurulmuştur. Doğu Türkistan ve oradan Çin’e ve Hindistan’a giden önemli kervan yolları üzerinde kurulmuş olan kent, 13. yüzyılda Moğol akınları sonucunda yerle bir edilmiştir. Hokand Hanlığı tarafından 1732’de inşa edilen bir kalenin çevresinde hızla gelişen Hokand, 1740’ta aynı hanlığın başkenti olmuştur. Hanlık döneminde önemli bir ticaret merkezi olan Hokand, 300’ü aşan camileri ve medreseleriyle, Orta Asya Müslüman dünyasının önemli bir dini kenti merkezi konumunu üstlenmiştir.22

Görüldüğü üzere, çok eskilere dayanan, son derece gelişmiş bir kültür ve tarihi zenginliğe sahip olan Özbekler, Moğol İmparatorluğu’ndaki Türk kabilelerinin bir karışımından doğmuştur. Tarihte Özbek adına ilk kez 13. yüzyıl sonunda rastlanılmaktadır. Cengiz Han’ın kurduğu Moğol İmparatorluğu’nun Altınordu Devleti’ne mensup Türk kökenli boylardan biri Fergana vadisindeki Türklerle birleşerek bu tarihten sonra Özbek Han’ın adıyla (1282-1342) anılagelen Özbek devleti’ni kurmuşlardır.23 Diğer Orta Asya milletleri gibi uzun süre Moğol İmparatorluğu’nun egemenliği altında yaşayan Özbeklerin, tarihte siyasi bir güç olarak yükselmeleri daha sonraki yüzyıllarda gerçekleşmiştir. Ebu’l Hayr Han’ın liderliğinde 1428 yılında bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Timurlu prenslerin taht kavgalarından istifade eden Ebu’l Hayr Han, Ebu Sa’id’e yardım ederek 1451’e kadar Türkistan’ın yarısına hakim olmayı başarmıştır. Fakat, Özbeklerin gösterdiği bu başarı, kuvvetli moğol kabilelerinden Kalmuklar ile Oyratların dikkatini çekmiş ve onları kıskançlığa sevk etmiştir. 1456’da Kalmukların, bir sene sonra da Oyratların hücumlarına uğrayan Özbek Türkleri büyük zayiatlar vermişlerdir. 1468’de Moğollarla yaptığı harbi kaybeden Ebu’l Hayr Han ölünce yerine oğlu Şah-Budak Han geçmiştir. Şah-Budak Han’ın bütün gayretlerine rağmen içinde bulundukları durumdan bir türlü kurtulamayan Özbeklerin kaderi o devrin büyük alimlerinden biri olan Mevlana Muhammed Hitayi’den feyz almış olan Şah-Budak’ın oğlu Muhammed Şeybani’nin Buhara’dan dönmesi ile değişmiştir.

Komşularının bir ara iç mücadelelerle meşgul olmalarından istifade eden Muhammed Şeybani Han (1500-1510), Özbekleri yeniden toparlamış ve Maveraünnehir’in kuzey kesimini kontrolüne almaya muvaffak olmuştur. Bir müddet sonra Timurlulardan Babür Şah’ın (1504-1530) kuvvetlerini de yenen Muhammed Şeybani Han 1500 senesinde hükümdarlığını ilan etmiştir. Özbek Türklerinin 16. asrın başlarında Timurluların hakimiyetini ortadan kaldırarak Türkistan’a hakim olmaları, Türk tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Özbekler, çok kısa bir süre içerisinde hakimiyetlerini bütün Orta Asya’ya yayarak büyük bir kuvvet haline gelmişlerdir.24

Osmanlı İmparatorluğu ile ilk ilişkileri, Safevi Devleti’ne karşı savaşırlarken 16. yüzyılın başlarında gerçekleşmiştir. Osmanlılardan harp malzemesi ve askeri yardım almışlardır.25 Fakat Özbekler, Şah İsmail ve Babür Şah’ın istilasından sonra aralarındaki bölünmeleri engelleyemediler ve küçük devletlere bölündüler.

Buhara Emirliği, Hokand ve Hive Hanlıklarının hükümranlığındaki bölgeler bugünkü Tacikistan ve Özbekistan’ı hemen hemen tümüyle, Kırgızistan’ın ise bir kısmını kapsayacak şekilde 19. yüzyılın başında, yani Çarlık Rusyası’nın hakimiyetine girmeden önce bir çatışma alanı haline gelmiştir. Bölünmeler ve sürekli çatışmalar dolayısıyla 1865’te Hokand, 1868’de Buhara ve 1873’te Hive hanlıkları kolayca Rus kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir.

Ekim 1917’deki Şubat Devrimi’nden sonra Mustafa Çokayoğlu’nun Hokand’da Türkistan Özerk Hükümeti altında kurmaya çalıştığı birlik, Bolşeviklere karşı fazla direnememiş ve Bolşevikler Taşkent’te ve sonunda bütün Türkistan’da Sovyet gücünü tesis etmişlerdir. Ekim Devrimi’nin sonrasında 1918’de bu coğrafyada Sovyet yönetimi altında ve Rusya Federe Cumhuriyeti’ne bağlı olarak kurulan ilk siyasi birimlerden biri olan Türkistan Özerk Sovyet Cumhuriyeti kurulmuştur.

Daha sonraları, Özbekistan SSCB olarak Ekim 1924’te eski Türkistan’ın dahil olduğu topraklarda federal bir yapı içerisinde yeniden örgütlenmiştir. Mayıs 1925’te SSCB’nin kurucu cumhuriyetlerinden birisi olmuştur.26 İlk Özbekistan sınırları içerisinde Buhara ve Hive Hanlıklarının Buhara ve Hive kent ve çevreleriyle

Türkistan Valiliği’nin Amu-Derya, Sir Derya, Semerkand, Fergana yöreleri ve Tacik Özerk Cumhuriyeti yer almaktaydı. Daha sonraları, 1929’da Tacikistan birlik cumhuriyeti statüsüne yükseltilerek Özbekistan’dan ayrılacaktır. Buna karşın, önce Kazakistan daha sonra da Rusya içerisinde özerk bölge olarak yer alan Karakalpak yöresi de 1936’da özerk cumhuriyet olarak 1936’da Özbekistan’a dahil olmuştur.27 Moskova’daki başarısız darbe girişiminin ardından Özbekistan 31 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etmiştir.

C. Siyasi Yapı

Özbekistan’da “Başkanlık Sistemi” uygulanmaktadır. Devlet Başkanı, Özbekistan Silahlı Kuvvetleri’nin de başıdır ve gerekli gördüğü durumlarda Ali Meclis’e danışmadan olağanüstü hal veya savaş ilan edebilir. Ayrıca başbakanı, bakanlar kurulunu, 3 büyük mahkemenin, diğer mahkemelerin hakimlerini ve vilayetlerin yöneticilerini atama yetkisine sahiptir. Gerekli görmesi halinde parlamentoyu feshetme yetkisine de sahiptir. Ali Meclis 250 üyeye sahip olup, ülkedeki en büyük meclistir. Üyelerinin üçte biri direk olarak seçilmekte, kalan üçte ikisi ise yerel meclisler tarafından atanmaktadır. 25 yaşını bitiren her Özbek vatandaşı milletvekilli seçilme hakkına sahiptir.28

Özbek siyaseti, Fergana-Harezm, Semerkand-Buhara, Surkhanderya-Kaşkaderya ve Taşkent olmak üzere beş bölge arasında büyük bir rekabet içindedir. Fergana ve Taşkent en güçlü bölgelerdir. Başkan İslam Kerimov, Taşkent’tendir. Sovyet yönetimi altında himaye, baskı ve fiyat kontrolü yoluyla gücü ellerinde tutan dünün eski Komünist Partisi (KP) bugünün “Halkın Demokratik Partisi” içerisindeki güçler, ülkede bölgesel rekabeti dengede tutuyor görünmektedir.29



1. Dış Siyaset

Bütün bir Batı Türkistan’ın tarihi olarak kendi egemenlikleri altında bulunduğu, bölgenin Semerkand ve Buhara gibi tarihi merkezlerinin kendi sınırlarında olduğu kanaatini taşıyan Özbekistan, sahip olduğu insan potansiyelinin göreceli üstünlüğünü de göz önünde bulundurarak bölgede daha etkin bir rol üstlenmeye çalışmaktadır.30

Türkistan adı verilen bu bölgede daha önceleri geleneksel olarak çeşitli etnik hiyerarşiler varlıklarını sürdürmekteydi. Pers medeniyetinin mirasçıları olduklarını savunan, Farsça konuşan ve Orta Asya’daki en büyük Türk olmayan Müslüman topluluk olan Tacikler, kendilerini arealbeit olarak sayarken, Özbekler haricinde diğer milletler tarafından en eski ve en zengin kültüre sahip bir millet olarak, gönülsüzce de olsa kabul edilmektedirler. Diğer taraftan, hem Tacikler hem de Özbekler tarafından Türkmenler yarı göçebe bir millet olarak görülürken, Kazak ve Kırgızlara ise, İslam’ı son zamanlarda kabul etmiş göçebeler gözüyle bakılmaktadır.31 Nitekim bu bakış açılarının kaçınılmaz bir sonucu olarak SSCB’nin çöküşü ile birlikte, Orta Asya’da bağımsızlıklarına kavuşan yeni devletler ve özellikle de Özbekistan, dikkatlerini ilk etapta milliyetçilik konusuna çevirmek zorunda kalmışlardır.32 Bu ihtilâfların temel nedenleri, sosyal, ekonomik, demografik, pazar ekonomisine geçiş sebebiyle yaşanan sıkıntılar, aydınların ve siyasi liderlerin etnik duyguları beslemeleri, psikolojik, milli kimliği kaybetme korkusu başlıkları altında toplanmaktaydı.33

Orta Asya’nın uygarlaşmasında tarihi bir merkez olması da haliyle Özbekistan’ın bölgedeki ağırlığını arttırmaktadır. Yine, Özbekistan’ın Sovyetler Birliği döneminde, on yıllar boyunca Orta Asya’nın önemli bir şehri olarak özellikle Moskova’nın Üçüncü Dünya Ülkeleriyle olan ilişkilerinde merkezi bir konumda olması, bu ülkeye uluslararası ilişkilerde de epeyce fazla bir deneyim ve avantaj kazandırmıştır.34

Diğer taraftan, Özbekistan ve Kazakistan devlet başkanları arasında 10 Ocak 1994 tarihinde imzalanan ve iki ülke arasında bir ekonomik bölge kurulmasını öngören Ekonomik Birlik Antlaşması’na 24 Ocak 1994 tarihinde Kırgızistan da dahil olmuştur. Anlaşma ile, anılan üç ülke (Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan) arasında gümrük duvarlarının kaldırılması, mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımının sağlanması, bu amaçla mevzuatların uyumlu hale getirilmesi ve bölgesel bir yatırım ve mahsuplar bankası kurulması öngörülmüştür. Bununla beraber, toplam 9 milyon dolar sermaye ile “Orta Asya İşbirliği ve Kalkınma Bankası”nın kurulması dışında somut bir adım atılamamıştır. Birliğin adı Temmuz 1998’de Orta Asya Ekonomik Topluluğu olarak değiştirilmiştir.35 Türkmenistan ise bu birliğe üye olmamıştır.

Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan liderleri 9-10 Ocak 1997 tarihlerinde Bişkek’te bir araya gelmişlerdir. Görüşmeler sonunda üç ülke arasında “Ebedi Dostluk ve İşbirliği Antlaşması” ve çok uluslu kuvvetlerin katılımıyla gerçekleştirilecek olan Orta Asya Taburu tatbikatının hazırlık ve düzenlemesiyle ilgili belge imzalanmıştır. Anılan taburun katılımıyla 15-25 Eylül 1997 tarihleri arasında Kazakistan ve Özbekistan’da “Barış İçin Ortaklık” (PfP) tatbikatları çerçevesinde “CENTRASBAT 1997” tatbikatı gerçekleştirilmiştir.36


Beş Orta Asya ülkesinin Cumhurbaşkanları 5-6 Ocak 1998 tarihleri arasında Aşkabat’ta bir araya gelmişlerdir. Zirve’de benimsenen önemli bir husus, BDT’nin geçiş döneminde devletler arasındaki ikili ve çok taraflı esaslara dayalı işbirliğinin uygun bir model oluşturduğu ve BDT’ye iştirak şeklinin her ülkenin kendisi tarafından belirlenmesi hususu olmuştur.37

Rusya’ya karşı devamlı şekilde Batı’nın, özellikle de ABD’nin desteğini arayan ve bu doğrultuda GUUAM’a üye olan ve NATO’yla da ilişkilerini güçlendirmek isteyen Özbekistan, 11 Eylül ile birlikte ABD’den yana daha net bir şekilde tavrını ortaya koyan bir ülke konumundadır. ABD’yle olan daha önceki yıllara dayanan askeri ilişkileri ve terörizmle olan mücadelesi ve Afgan-Tacik sınırında bulunan 20 bin civarındaki kuvvetlerinin bir kısmının ABD’li uzmanlarca eğitilmesi, Afganistan ile olan yaklaşık 170 kilometrelik sınırı, aslen Özbek olan Kuzey İttifakı’nın komutanlarından Raşid Dostum faktörü Özbekistan’ı ABD yönetimi için askeri bir operasyon üssü olarak diğer Orta Asya cumhuriyetlerine göre daha cazip kılmıştır. Taşkent’in bölgede etkin olmak istemesi ve bölge liderliğine adaylığı, operasyon sürecinde Afganistan’da Taliban sonrası bir yönetimde Raşid Dostum’un lider olarak adının geçmesi, Özbekistan’ı bölgede daha önemli bir pozisyona sokmuştur. Diğer taraftan Kerimov yönetimi, ABD’nin bu operasyonuyla kendi rejimine önemli bir tehdit olan Özbekistan İslami Hareketi’nden ve Hizb-u Tahrir’den kurtulmayı da hedeflemiş ve özellikle de Özbekistan İslami Hareketi lideri Cuma Namangani’nin öldürülmesiyle rahat bir nefes almıştır.38

Özbekistan şu uluslararası anlaşmalara imza atmıştır: ASDB, CCC, CIS, EAPC, EBRD, ECE, ECO, ESCAP, IAEA, IBRD, ICAO, ICRM, IDA, IFC, IFRCS, ILO, IMF, INTELSAT, INTERPOL, IOC, ISO, ITU, NAM, OIC, OPCW, OSCE, PFP, UN, UNCTAD, UNESCO, UNIDO, UPU, WFTU, WHO, WIPO, WMO, WTOO, WTRO.

Diplomatik temsilciliklerinin bulunduğu ülkeler ise şöyledir: Özbekistan Cumhuriyeti’nin Türkiye, Fransa, Almanya Belçika, Büyük Britanya, Avusturya, Japonya, Çin, Kore, Mısır, Suudi Arabistan, Hindistan, İran ve Pakistan olmak üzere 20 ülkede büyükelçiliği vardır.

D. Ekonomi

SSCB döneminde Özbekistan’da endüstrinin çoğunlukla tarıma bağlı olduğu görülür. Özellikle, SSCB öncesinde tüm işlenmiş arazi pamuk yetiştirme için ayrılmıştı. Tarıma dayalı bir endüstrinin gelişmesi için Özbekistan zorlanmıştı. Ülkede kurulan fabrikaların önemli bir bölümü, traktör, tarım makineleri, pamuk makineleri, motor, doğalgaz ve petrol aletleri ile ilgiliydi. Bunun yanında Taşkent, Buhara ve Margelon’da yiyecek endüstrisi için fabrikalar inşa edildi. Bunlara ilaveten hayvan endüstrisi de gelişmekte ve yine bazı bölgelerde kimya endüstrisi de tesis edilmektedir. Bunun yanında, halı üretiminin oldukça geliştiğini de ilave etmek gerekir.39

Özbekistan genel olarak kuraklıkların yoğun yaşandığı bir ülke olmakla birlikte, topraklarının yaklaşık %10’unu kapsayan nehir yataklarından oluşan alanlarında çok miktarda sulu tarım yapılmaktadır. Sovyetler Birliği zamanında birliğin en fakir ülkesi olan Özbekistan, şimdi dünyanın beşinci en büyük pamuk üreticisi ve ikinci en büyük pamuk ihracatçısıdır. Dünyanın en kaliteli altını (%99.99) bu ülkede üretilmektedir. Bu alanda dünyanın ilk 10 üreticisi arasındadır. Aynı şekilde doğalgaz kaynakları açısından da dünyadaki ilk 10 ülke arasındadır.40

Ülkenin bağımsızlığından sonra ekonomik reformlara başlanmış olmasına rağmen bu yönde kararlı adımlar ancak 1994 yılından itibaren atılmıştır. Bu adımların sonucunda Özbek ekonomisinde iyileşme gözlenmiştir ve 1996 yılında nihayet ekonomik büyüme elde edilmiştir.

Özbekistan, eski Sovyetler Birliği ülkeleri arasında 1990-1996 döneminde sınai üretimde reel artış sağlayan tek ülke olmuştur. Özbekistan, 1996 yılında ithal ikameci politika çerçevesinde döviz ve ithalat kontrolünü benimsemiştir. Özbek hükümeti tarafından uygulanan bu politika IMF tarafından eleştirilmiş ve sonuç olarak 185 milyonluk stand-by kredisi dondurulmuştur. Öte yandan, resmi döviz kuru ile piyasa döviz kuru arasındaki fark giderek açılmıştır.

Kasım 1996’da kabul edilen “Merkezleştirilmiş Döviz Meblağlarının Tüketim Malları İthalatı İçin Kullanılması Hakkında” 405 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, “konvertasyon” ile ilgili yeni düzenlemelere yol açmıştır. Döviz işlemlerini geliştirmek, merkezleştirilmiş döviz meblağlarını daha verimli şekilde kullanmak ve Özbekistan iç pazarına düşük kaliteli malların girmesini engellemek amacıyla hazırlanan yasa, daha önceki yasalarla, özel ve tüzel şahıslara verilen Som’u dövize çevirme hakkını sağlayan düzenlemeleri iptal etmiştir.41

1996 yılında kurumsal piyasa reformları, milli ekonominin büyümesinde sürükleyici rol oynamaya başlamıştır. Küçük ve orta ölçekli firmaların gelişmesiyle birlikte büyük ölçekli şirketlerin özelleştirilmesi gündeme gelmiştir.

1999-2000 yılı devlet yatırım programı çerçevesinde büyük ölçekli şirketlerin hisselerinin ihale yoluyla satılması öngörülmektedir.


Mayıs 1998 tarihinde Özbek hükümeti tarafından kabul edilen yeni “Yabancı Yatırımlar Kanunu” ile ülkeye daha fazla yatırım çekilmesi amaçlanmıştır. Bu kanuna göre yabancı sermayeli şirketler vergi istisnaları ve sermaye mallarına gümrük vergisi muafiyetinden yararlanabilmektedir.42

Hükümetin diğer önemli bir önceliği küçük ve orta ölçekli işletmeleri güçlendirmektir. Nisan 1998’de Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile yeni kurulan şirketler için tespit edilen 150 bin dolarlık asgari kuruluş sermayesi yarı yarıya indirilmiştir. Mayıs 1998’de Bakanlar Kurulu kararı ile küçük ve orta ölçekli işletmelerin kuruluş prosedürü kolaylaştırılmıştır.

Uygulanan sıkı maliye ve para politikaları sonucunda 1994 yılının ortasından itibaren enflasyon oranlarında büyük düşüş gözlenmiştir, böylece 1994 yılındaki enflasyon oranı yüzde 1568 iken 1998 yılında yüzde 29 ve 1999 yılında yüzde 29.1 düzeyinde gerçekleşmiştir.

Bütçe açığı 1995’te GSYİH’nın yüzde 3.5’i iken 1999 yılında yüzde 2.6 düzeyinde gerçekleşmiştir. Bir taraftan devlet harcamaları kısılmış, diğer taraftan gelirler arttırılarak bütçe açıkları kontrol altına alınmıştır. Özellikle vergi gelirlerinin arttırılması konusunda KDV en önemli gelir kaynağı olmuştur.

Özbekistan’ın bağımsızlığa kavuşmasıyla birlikte uygulanmaya konulan hükümet politikalarının temel amacı, Pazar ekonomisine geçişi sağlayacak bir yeniden yapılanma sürecinin başlatılması ve bu süreçte ortak yatırım imkanlarının yaratılması ile ülke ekonomisinin yabancı sermaye açısından cazip kılınmaya çalışılmasıdır.

Ülkede piyasa ekonomisinin yerleştirilmesini sağlamak ve geçiş sürecini hızlandırmak amacına yönelik pek çok yasal düzenleme ve reform gerçekleştirilmiştir. Bu çerçevede Özbekistan Cumhuriyeti Devlet Vergi Komitesi, Özelleştirme Komitesi, Değerli Metal, Bilim ve Teknoloji Komiteleri, Dış İktisadi İlişkiler Milli Bankası kurulmuştur. Uygulamaya konulan politikalar kısa süre içinde olumlu sonuçlar vermeye başlamıştır.

Özbekistan’ın Devlet Başkanı İslam Kerimov tarafından formüle edilen Özbekistan’ın ekonomik politikasının en belirgin özelliği ithal ikâmesi stratejisidir.43 Özbekistan yönetimi, ihracata dayalı olarak ekonomiyi büyütmek istediğini zaman zaman belirtse de, şimdiye kadar ihracatı geliştirmeye değil, ithal ikâmesine vurgu yapmıştır. Özbekistan’ın belirlediği öncelikli sektörler, özellikleri bakımından, büyük ölçüde ithal ikâmeci politikalar kapsamına girmekte, bunlardan sadece bazıları daha sonra ihracata dönük sanayileşme özelliğine sahip olabilmektedir.

IMF, Özbekistan’ın 1996 yılının sonunda ithal ikâme stratejileri izlemeye başladığını belirtse de,44 Özbekistan ithal ikâmesi politikalarını bağımsızlıktan bu yana izlemektedir. 1995 yılında yayınlanan İslam Kerimov’un kitabında45 Özbekistan’ın ithal ikâmesi stratejisi ortaya konmuş ve bu strateji öncelikli sektörler çerçevesinde ele alınmıştır. Ülkenin öncelikli sektörler konusundaki stratejisi İslam Kerimov’un kendi kitabında belirttiği görüşleri doğrultusunda şekillenmiştir. Buna göre; özellikle geçiş ekonomisinde öncelikli sektörler belirlenip devletçe desteklenerek ekonominin yapısal değişimi konusunda sürekli ve tutarlı bir politika izlenmelidir. Geçiş ekonomilerinde gerçek piyasa şartları olmadığı için, öncelikli sektörlerin seçimi ve desteklenmesi gereklidir.46 Bundan başka Kerimov, öncelikli sektörlerin gelişimini makroekonomik istikrarla ilişkilendirmektedir. Parasal yöntemlere itibar etmeyen Kerimov’a göre, makroekonomik istikrarı esas sağlayacak olan reel değişkenlerdir. Buna göre, öncelikli sektörlerde üretim arttıkça, sektörler geliştikçe, bu, ekonomideki diğer üretim kollarını etkileyecek, istihdamı ve geliri arttıracak, bunun sonucunda de ekonominin reel sektörü düzelme yoluna girecek ve makroekonomi istikrar kazanacaktır.

Özbekistan’ın öncelikli sektörleri olarak enerji, gıda, makine-teçhizat, kimya, metalurji ve tekstil sektörleri seçilmiştir. Bunların seçimi, daha çok, Özbekistan’ın kendi kendine yeterliliğinin sağlanmasına yöneliktir. Bu sektörlerin seçimiyle, ileride ihracata yönelik üretim yapmak değil, esas olarak ülkenin ithal ettiği malları ikâme etmek amaçlanmıştır. Bu yüzden her ne kadar, Özbekistan iktisatçıları ihracata yönelik büyümenin faydalarından ve Özbekistan’ın bu yolu izlemeye istekli olduğundan bahsetseler de, aslında Özbekistan yönetiminin uyguladığı stratejilerin amacı, daha çok ithal ikâmesi yoluyla sanayileşmektir.

İthal ikâmeci politikalar, Özbekistan’da alınan bütün ekonomik kararları belirlemektedir. Aslında, Özbekistan’da reformların yavaş yapılması ve Batılı ülkeler tarafından muhafazakar olarak nitelendirilmesi de, bu politikalar nedeniyledir. Özbekistan, bağımsızlığın ilk yıllarında zaten çok düşük olan sanayileşme düzeyini korumaya ve geliştirmeye çalışmaktadır. Diğer taraftan yönetim tarafından hedef olarak belirlenen “sosyal piyasa ekonomisi” gereği Özbekistan, hem istihdamı sağlamaya hem de büyümeye çalışmaktadır. Özbekistan yönetimi; geçiş, gelişme ve büyüme sürecinde baş aktör olarak

devleti belirlediği için, Batılı iktisatçıların önerilerine sıcak bakmamaktadırlar. Devlet ekonomiden elini çekmek için acele etmemektedir. Bu yüzden özelleştirme, serbestleştirme ve yapısal reformlar yavaş gelişmektedir.

Yukarıda değinildiği gibi, kendi büyüme modelini uygulamaya çalışan Özbekistan yönetimi, bu süreçte ilk rolü devlete ayırmıştır. İslam Kerimov’un ifadesiyle “devlet baş reformcu olmalıdır”. Devlet, kendisini ekonominin bütün alanlarında hissettirmektedir. Güney-doğu Asya ve Çin örneğinden etkilenen Özbekistan, bu ülkelerin başarılarını tekrarlamasa bile, tecrübelerinden faydalanmaya çalışmaktadır.47



1. Tarım

Orta Asya cumhuriyetleri arasında en sulu arazilerden birisi (40 bin km2’lik bir alan) Özbekistan’da bulunmaktadır. En iyi pamuk, Amu Derya, Siri derya, Karsi ve Tirmiz nehirlerinden gelen sularla beslenen arazilerde yetiştirilmektedir ve “Beyaz Altın” olarak adlandırılmaktadır.48

19. yüzyılın ikinci yarısında, Türkistan’da yetiştirilen kaliteli pamuk, bu ülkelerin Ruslar tarafından istila edilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bugün, pamuğun yetiştiği tarım arazisi 30 milyon hektarın üzerindedir. Yıllık pamuk üretimi ise 10 milyon tonu geçmektedir. Bu durumu ile Özbekistan, pamuk üreticisi ülkeler arasında başı çekmektedir. Pamuğun dörtte üçü ihraç edilmekte, kalan diğer bölümü ise ülkede işlenmektedir.

Diğer Orta Asya cumhuriyetlerinde olduğu gibi Özbekistan’da da besicilik önemli bir iş koludur. Bugün, 8 milyon koyunun yarısından fazlasını, yünleri çok değerli olan “karakul” koyunları teşkil etmektedir. Bu yünün önemli bir kısmı ihraç edilmektedir. Koyunun yanısıra ülkede 3 milyondan fazla sığır, yaklaşık 1 milyon keçi ve Hıristiyan nüfus için ise 4 yüz bin domuz beslenmektedir.49

İslam Kerimov’un Özbekistan’ın başta ulaşması gereken hedeflerinden biri olarak gıdada kendi kendini yeterliliği göstermiştir. Bu amaç için önce buğdayda kendi kendine yeterliliğe ulaşılması planlanmıştır. Özbekistan’da bu konunun hayati önem taşıdığına inanılmaktadır. Özbekistan, hava şartlarına göre fiyatı değişebilen buğdaya bağımlı olmak istememektedir.

Tablo 7: Pamuk Üretimi


Yüklə 15,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin