Sözlükte aile; karı-koca, çocuklar ve yakınlarından meydana gelen ve yaratılıştan bir takım manevî bağlar üzerine kurulan, şeklen küçük fakat mahiyet itibariyle büyük olan sosyal bir topluluktur. Örfen ve umumî olarak



Yüklə 104,37 Kb.
tarix27.10.2017
ölçüsü104,37 Kb.
#15776



Aile Hukuku ve Mahremiyet – 21-22-23 Ekim www.kalpehli.com




بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ


AİLE HUKUKU VE MAHREMİYET
Sözlükte aile; karı-koca, çocuklar ve yakınlarından meydana gelen ve yaratılıştan bir takım manevî bağlar üzerine kurulan, şeklen küçük fakat mahiyet itibariyle büyük olan sosyal bir topluluktur. Örfen ve umumî olarak; aralarında soy, evlilik, süt emme gibi yollarla yakınlık münasebeti olan kimselerin hepsine denir. Ailede bazen karı-koca ile çocuklar, bazen de geniş mânâda aile efradının hepsi murat edilir.1
Aile kurumu, kadın ve erkeğin meşru kurallar çerçevesinde, yani nikâh akdiyle bir araya gelmeleriyle oluşur. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz: “Evlenin, çoğalın. Kıyamet günü ümmetimin çokluğuyla iftihar ederim.”2 buyurarak ümmetini evlenmeye, aile kurmaya teşvik eder.3
Aile, Allah Teâlâ'nın insanlığa en büyük emanetlerinden biridir. Din ve dünya hayatı aile ile güzel ve düzenli olur. Ailesiz dinî hayat tam yaşanamaz. Bekâr insan noksandır. Aile olmadan dünya hayatı da güzel ve düzenli olmaz. Bunun için aile herkese hayır getiren mübarek, mahrem ve şerefli bir emanettir.
İlk aile cennette kurulmuştur. Hz. Âdem (a.s) ile Hz. Havva validemizin evlilikleri cennette olmuştur. Bu sebeple Allah için yapılan evlilikte, cennetten bir tat vardır.
Evlilik, dünyada cennetin bir numunesini yaşamak ve bir derece cennet hayatının tadını tatmaktır. Cennete girildiğinde ailesiz ve yalnız hiç kimse kalmayacak, herkes bir aile ortamında olacaktır.
Aile, insanlık cemiyetinin temelidir. Evlilik, bu temeli Allah'ın adıyla atmak ve insanlık şerefine uygun bir bina yapmaktır. Dünyada insanlık hayatı aile üzerine kurulmuş ve aile düzenine göre şekillendirilmiştir.
Bütün dinlerde aile yuvası temel birimdir; insanlık binasının esasıdır. Aile olmadan, nesep korunmadan din yaşanamaz, hukuk uygulanamaz, hayatın bir manası olmaz. Bunun için şu beş esasın muhafazası bütün dinlerin ortak hedefi olmuştur:
1. Tevhid inancını ve dini korumak,

2. Canı korumak.

3. Aklı korumak.

4. Namusu, aileyi ve nesli korumak.

5. Malı korumak.
Yüce Allah kullarına evlenmeyi ve yuva kurmayı emretmiştir. Çünkü erkek ve kadın bu fıtrat üzere yaratılmıştır. Kulluk, fıtrata uyarak yapılınca güzel ve tamam olur. Yoksa din noksan yaşanır. Din noksan yaşanınca insan da noksan kalır. İnsan noksan olunca, muhafazası gereken beş esası hakkıyla muhafaza edemez. Kâmil olmak için evlenmek, yuva kurmak, yuva hukukunu ayakta tutmak şarttır.4
İslami Aile Kurmanın Önemi
Aile yuvasını kurmak, mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşatmak müslüman ferdin önceliği olmalıdır.

Çünkü insanın ilk ve en hayırlı okulu ailedir. Her iyiliği, güzelliği insan aile ocağında öğrenir. Bilinçli ailelerde yetişen nesillere sahip olan bir toplum, geleceğine güvenle bakabilir.


Sadece evlenen bireylerin değil, onlardan meydana gelen nesillerin de dünya ve ahiret huzuru, sağlam temeller üzerine kurulmuş aile yuvalarına bağlıdır, islâmî ölçüler içerisinde birbirine karşı görev ve sorumluluklarının bilincinde olan aile fertleri huzurlu ve mutlu olurlar.5
Her şeyi çift olarak yaratan6, bir ve benzersiz Allah Tealâ, Hz.Adem’i (a.s) ve Hz. Havva validemizi yaratarak, insan çiftini kadın ve erkekten meydana getirdi.7İnsan nesli, ilk aileyi oluşturan bu mübarek çiftten çoğalarak günümüze kadar geldi.
Bugün de toplumların varlığı, neslin çoğalarak devam etmesi aileye bağlı. Kadın, erkek ve bunların çocuklarından oluşan aile, milletlerin üzerine kurulu olduğu temel yapıyı meydana getiriyor.
Allah Tealâ, müminlerin müminlerle evlenmesini buyurarak8, bizlere ailenin oluşumunda temel kuralı bildiriyor. Yani Müslüman aile, Müslüman erkek ve kadından meydana gelir. Özellikle Müslüman bir hanımın gayri müslim bir erkekle evliliğini dinimiz kesinlikle yasaklamıştır. Çünkü çocukların soyu babaya nispet edilir. Müslüman bir kadın, gayri müslim bir erkekle İslam’ı kabul edip Müslüman olması şartıyla evlenebilir.
Mukaddes bir yuva kurulurken İslamî kaidelere riayet edilmesi en önemli şarttır. Aile saadeti, her iki tarafın da İslam’ın belirttiği hak ve vecibelere itaat etmesine bağlıdır. Eşlerin, İslam’ın emir ve yasaklarını hayatlarında tatbik etmeleri ile ancak mutlu ve geleceğin sağlam temellerinin atıldığı bir yuva kurulabilir.
Bir yuva kurduktan sonra onu korumak, öncelikle Allah Tealâ’nın: “Mümin erkek ve kadınlara söyle. Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.”9 emrine uymakla mümkündür. Bu, hem aile hem de toplum hayatının huzuru, güveni ve geleceği için temel şarttır. Sonra eşler, birbirlerine karşı görevlerini yerine getirmeye çalışmalı, sorumlulukları Allah ve Rasulü’nün (s.a.v) bildirdiği gibi paylaşmalıdır.10
Yüce dinimiz aile yuvasının sağlam temeller üzerine oturmasına çok önem vermiştir. Ahlâken iyi olan kadın ve erkeğin bu yuvayı kurmaları tavsiye edilmiştir, islâm'da aile, geçici bir ortaklık veya beraberlik değil, bir ömür boyu beraber olmak için yapılan bir sözleşmedir. İslâm, bundan pek çok gaye hedeflemiştir ancak en önemlileri, topluma örnek bir müessese inşa etmek, dini daha rahat ve huzurlu yaşamak, hayırlı evlatlar yetiştirmektir. Bunun için de Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Ailesini seven ve çocuk doğuran (çocuk doğurmaya karşı çıkmayan) kadınla evlenin. Ben kıyamet günü, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm"11 buyurmuştur.
Resûlullah (s.a.v) bu hadisleriyle ailenin iki temel fonksiyonuna işaret etmiştir: Sevgi ve çocuk sahibi olmak. Bir toplumun yok olması aile müessesinin kırılmasıyla başlar. Düzenli ve sistemli toplumun garantörü durumunda olan ailenin kurulmasına bu kadar önem veren dinimiz elbette bu kutlu yuvanın muhafazası için de bir dizi tedbir almış ve tavsiyede bulunmuştur. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Aranızdaki bekârları, evlenmeye elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lutfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lutfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir"12
Peygamber Efendimiz de (s.a.v) bir hadislerinde evliliğin peygamberlerin sünnetlerinden olduğunu söyleyerek iyi bir mümin olabilmek için evlenmeyi tavsiye eder, gerekli bulur. Şöyle buyurur:

"İnsan evlendiği zaman imanının yarısını iyileştirir. Geri kalan yarısını iyileştirmek, mükemmelleştirmek de Allah'a karşı gelmekten sakınmaktır. "13, 14


Zahmetteki Rahmet
Allah için yapılan bir evlilikte her şey rahmet ve sevap sebebi olur. Aile, Allah'ın emanetidir. Bu emaneti taşırken çekilen zahmetler boşa gitmez. Anne ve baba yuvanın yükünü taşıyıp sorumluluklarını yerine getirmekle ibadet yapmış ve sevap kazanmış olurlar.
Resûlullah (s.a.v), idarecilere ve ailelere bu sorumluluklarını şöyle hatırlatmıştır: “Dikkat edin, hepiniz birer çobansınız ve hepiniz korumakla görevli olduğunuz şeylerden sorumlusunuz. İdareci halkından, erkek ailesinden, kadın kocasının evinden, hizmetçi, efendisinin malından, kısaca herkes üstlendiği şeylerden Allah'a karşı sorumludur.”15
Aile yükü taşınırken helâlinden çalışmak, kazanmak, harcamak, hatta eşi ve çocukları ile oynamak birer hayır çeşididir. Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şu müjdeyi vermiştir: “Kişinin ailesi için yaptığı her harcama kendisi için sadakadır. Muhakkak ki kişi hanımının ağzına koyduğu bir lokma için dahi sevap kazanır.”16
Arkadaşları ile bir savaşta bulunan Abdullah b. Mübârek (rh.a) onlara,
"Bizim yaptığımız şu savaştan daha üstün bir savaşı biliyor musunuz?" diye sordu, arkadaşları,
"Hayır, bilmiyoruz" dediler. Abdullah,
"Ben biliyorum" dedi. Arkadaşları,
"Nedir o?" diye sorduklarında Abdullah b. Mübârek (rh.a) şu cevabı verdi:
"İffetli ve edepli, çoluk çocuk sahibi bir müminin geceleyin kalkar, çocuklarına bakar, uykuda olan çocuklarının üstünün açılmış olduğunu görür ve onları elbisesi ile örter. İşte bu kişinin yaptığı, bizim şu anda içinde bulunduğumuz amelden daha hayırlı ve üstündür."17
Şu hadis-i şerifler bütün aile reislerine müjde vermektedir:
“Kulun günahları çoğaldığı vakit, (günahlarına kefâret olması için) yüce Allah onu geçim darlığına düşürür.”18
“Günahlar içinde öyleleri vardır ki, onları ancak geçim için çekilen sıkıntılar temizler.”19
"Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi bulunur da onlarla güzel geçinir, onlar hakkında Allah'tan korkarak gerekeni yaparsa mutlaka cennete girer. İki kızı veya iki kız kardeşi olan için de durum aynıdır."20, 21
İslam'ın Öngördüğü Aile Düzeni
Toplumu meydana getiren en küçük birlik ailedir. Aile yapısı ve düzeni sağlıklı olursa toplum da sağlıklı olur. Aksi takdirde toplumda bozulmalar meydana gelir ve kısa zamanda dağılıp gider. Büyük bir öneme sahip olduğu için Allah Teâlâ, aile düzenini bizzat şekillendirmiş ve görev dağılımını da kendisi yapmıştır.
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.”22 âyeti, ailenin temelinde farklı cinsten iki insanın olduğunu bildirmektedir: Evin hanımı ve evin beyi. Bu iki insan, elmanın iki yarısı gibi birbirlerini tamamlar ve birçok konuda birbirlerine ihtiyaç duyarlar. İlâhî ferman, karı koca arasındaki ilişkiyi şu ince ifadelerle açıklıyor: “...Onlar (hanımlarınız), sizin için birer elbise, siz (erkekler) de onlar için birer elbisesiniz..."23
Bu derece birbirlerini tamamlayan ve birbirlerine bu kadar ihtiyaç duyan karı koca, bir ömrü birlikte geçirirler. Birlikte meydana getirdikleri ailenin sorumluluklarını da birlikte paylaşmaları gerekmez mi?
Ailedeki Sorumluluklar
Ailedeki sorumlulukları, iki grupta toplamak mümkün: Ailenin idaresi ve ihtiyaçlarının temin edilmesi ve ailenin şeref ve namusunu koruyup aileye ait olan değerlerin gözetilmesi. Allah Teâlâ bu vazife ve sorumlulukları, erkeklere ve hanımlara vermiş olduğu özelliklere göre taksim etmiştir:
"Erkekler, gözetme, (yönetme ve koruma hususunda) hanımlar üzerine kaim kılınmışlardır (sorumludurlar). Çünkü Allah, onların bir kısmını diğer kısmına karşı fazladan (farklı özelliklerle) donatmıştır. Ayrıca (erkeklerin sorumlu olmalarının diğer bir sebebi) erkeklerin kendi mallarından harcama yapmalarıdır. Onun için sâliha hanımlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini koruması sebebiyle, gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar..."24
Allah Teâlâ, ev idaresi ve ihtiyaçlarını temin etme vazifesini, kısaca ev reisliğini erkeğe vermiştir. Ev hanımlığı, ev reisine itaat etme ve ailenin şerefini her hâlükârda koruma vazifesinden de hanımları sorumlu tutmuştur. Bunun sebeplerini de açıklamıştır. Rabbimiz'in erkeklere ve hanımlara verdiği fiziki ve ruhî özellikler, vazife ve sorumlulukların yukarıda açıklandığı şekilde taksimini gerektirmektedir.
Fizikî yapı olarak erkekler daha güçlü ve daha dayanıklı yaratılmıştır. Ruhî yapı itibariyle de koruyuculuk ve gözeticilik özelliklerine, hanımlara nisbetle daha çok sahiptirler. Hanımlar ise fizikî yapı itibariyle daha nazik ve daha narin yaratılmıştır. Bununla birlikte insan neslinin devamı konusunda anne olma görevini yüce Mevlâ onlara yüklemiştir. Sırf bu açıdan bile bakıldığında kadınların, hayatla ilgili görevlerini anne rahminde üstlenmiş olduklarını söyleyebiliriz. Bunun yanında kadınların ruhî yapıları daha da hassastır. Onların bu hassasiyeti, genellikle samimi bir dostun gözetimine ve savunmasına ihtiyaç duyar. Bu itibarla ev idaresi, hanımların gözetilip korunması ve ihtiyaçlarının temini görevi erkeklere verilmiştir. Hanımlara ise Allah'ın bir emri olarak beylerine itaat etmeleri, namuslarını ve aileye ait olan değerleri koruyup gözetmeleri emredilmiştir.
Ev Reisliği Üstünlük Değildir
Erkeğin ev reisi olması üstün cins olduğu anlamına gelmediği gibi, hanımların ev reisine itaat etmeleri de ikinci sınıf insan oldukları anlamına gelmez. İki kişinin yapmış olduğu bir yolculukta bile birinin başkan olması gerektiği, bizzat Resûlullah Efendimiz (s.a.v) tarafından tavsiye edilmektedir.25 Öyleyse, koca bir ömrü birlikte geçirecek olan eşler arasında düzensiz ve dengesiz bir hayat düşünülebilir mi?
Evlilik, sevgiye ve karşılıklı hoşgörüye dayanır. Sevginin ve hoşgörünün bittiği yerde aile de bir mânada bitmiş olur. Sevgi ve hoşgörü, aile fertlerinin birbirlerine saygılı davranmalarını ve yapacakları işlerde birbirlerinin fikrini alarak, yani istişare yaparak hareket etmelerini gerektirir. Bu sebeple hem evin reisi hem de evin hanımı, aralarındaki sevgi-saygı ve hoşgörüyü zedeleyecek söz ve davranışlardan uzak durmaya özen göstermelidir. Ailesine şefkat kanatlarını germeyen bir ev reisi ve beyine itaatte kusur eden bir hanım, bu dünyada huzursuzluk, âhirette azap ile karşılaşır.
Erkek-kadın bütün insanlar Allah'ın kullarıdır. Allah Teâlâ, sevgisini ve rızâsını kazanma konusunda bütün kullarına fırsat eşitliği tanımıştır. Bu mânada, kişinin ırk ve cinsinin herhangi bir tesiri yoktur. Erkek-kadın, siyah-beyaz, kim Allah'ın verdiği imkânları, O'nun yolunda kullanırsa, sevgisini ve rızâsını kazanır. "Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, en takvâ olanınızdır "26 Bu sebeple bir hizmetçi, takvâ ölçüleri içerisinde kendisine ikram edilen imkânları, Allah'ın rızâsı yolunda gücü yettiğince kullanırsa velî olur. Bu hizmetçinin patronu, hizmetçisinden daha fazla imkânlara sahip olduğu halde eğer onları gerektiği şekilde Allah rızâsında kullanmazsa, hizmetçisinin elde ettiği yakınlığa asla ulaşamaz. Aynı şekilde, karı ve kocadan hangisi kendisine verilen imkânları rıza yolunda daha çok kullanırsa, o Allah'a yakın kimselerden olur.
Bütün insanların Allah katında tarak dişleri gibi birbirlerine eşit olduğu anlamındaki hadisi şerif, Allah'a yaklaşma konusunda yukarıda bahsedilen fırsat eşitliğine sahip olduklarını bildirmektedir. Bununla birlikte insanlar, kendilerine verilen özellikler ve imkânlar sebebiyle birbirlerinden farklılıklar arzederler. Sahip oldukları özellikler ve imkânlar bakımından birbirinin aynısı olan iki insana rastlamak mümkün değildir. İşte ailedeki vazife ve sorumlulukların dağılımını bu anlayış içerisinde değerlendirmek gerekir.
Bir aile reisi, Allah'ın kendisine yüklediği vazife ve sorumluluğu, gönül rahatlığıyla kabul edip, Allah'ın emrine devamlı itaat halinde olduğunu düşünür ve elinden geldiğince görev ve sorumluluğunu yerine getirmeye çalışırsa, bütün gününü ve gecesini ibadetle geçirmiş sevabı alır. Aynı şekilde bir ev hanımı, Allah'ın yaptığı görev taksimini gönül hoşluğuyla kabul edip, "Yâ Rabbi! Sana ve Resülü'ne itaat halindeyim. Sen emrettiğin için ev reisi olarak beyime de itaat ediyorum" diyerek namusunu ve edebini koruduğu sürece, gecesini ve gündüzünü ibadetle geçirmiş olur. Görevlerini bilen ve sorumluluklarını yerine getiren böyle bir aileye de Allah Teâlâ huzur, bereket ve iki cihan saadeti nasip eder.27
Aile Terbiyesinde Babanın Önemi
Malum olduğu üzere aile; anne, baba ve çocuklardan müteşekkil bir kurumdur. Çocuk için ise bu kurum, varlık ve kaynak bulduğu, içinde yaşadığı cemiyetin görgü, bilgi ve ahlâkını aldığı küçük bir okul mesabesindedir. Anne ve baba ise bu okulun öğretmenleridir. Ebeveynin bilhassa da annenin çocuklarına karşı mühim vazifeleri vardır. Bunlar, çocukların bakımı, terbiyesi, iyi yetiştirilmesi, dinî eğitimi ve anne babaya hürmet vecibesinin kendilerine aşılanması gibi edep ve ahlâk kurallarıdır.
İslâmî terbiye denilince önce ailevî terbiyenin anlaşılması gerekir. Çünkü İslâm dini bir cemiyet dinidir. Cemiyet de âdeta bir bal peteğinin küçük küçük hücrelerden meydana gelmesi gibi ailelerden oluşur. Aileleri sağlam olan bir toplum sahih ve sağlam; huzursuz ve hastalıklı olan da çürük olur.
Bugünkü anlayışımıza her ne kadar ters düşse de gerçek şudur ki çocuklarımızın terbiyesinden ailesi sorumludur. Kur'ân-ı Kerîm'de doğdukları zaman çocukların hiçbir şey bilmedikleri bildirilir.28 Yani çocuk iyi kötü, faydalı zararlı her şeyi sonradan öğrenir. Hadis-i şerifte Resûlullah Efendimiz (s.a.v),"Her çocuk (İslâm hakikatini kabul edecek bir) fıtrat üzerine doğar. Ancak onu ailesi yahudi, hıristiyan, müşrik veya mecûsî yapar"29 buyurarak çocuğun bilgi, görgü ve alışkanlık türünden edindiği her şeyi en yakınlarından ve özellikle ailesinden kazanacağını bildirmiştir.
Ailede çocuk terbiyesinde ilk adım, güzel bir niyetle bu işe başlamaktır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de çocuk isteme hususunda, bu işin daha temelde güzel niyetlere bina edilmesi için, onlara şu duayı öğrenmeleri ve okumaları tavsiye edilmiştir: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözler aydınlığı olacak çocuklar ihsan et.30
Sadece dille dua edip sebeplere yapışmamak doğru değildir. Bir mümin hedeflediği her şey için dua ettikten sonra, Rabb'inin rızası doğrultusunda beşerî bütün gayretini de gösterecektir. Bu itibarla, ailede terbiyeden öncelikle sorumlu olan babadır. Terbiye denilince bunun içine hem maddi terbiye hem de manevi terbiye girmektedir. Yani baba, ailenin terbiyesinden hem dünyevî hem de uhrevî olarak sorumludur. Pek çok âyet-i kerimede ve hadis-i şerifte bu hususa işaret edilmiştir: "Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun."31 İslâm âlimleri, âyette geçen "ateşten koruma" işinin terbiye ile olacağını belirtirler. Yani ebeveynler, aile halkına İslâmî terbiye verdikleri takdirde, onların hem dünyevî hem de uhrevî hayatlarını ateşten korumuş olacaklardır.
Bu manada âlimler şöyle der: Kişi ailesinden sorumludur. Kıyamet günü çocukları ona ya şefaatçi olacaktır ya da şikâyetçi. Aile reisi ailesine İslâmî terbiyeyi verdiği takdirde onların sevaplarına aynen iştirak edecek ve böylece şefaatlerine mazhar olacak; İslâmî terbiyeyi vermediği takdirde de, "Bizim terbiyemizi neden ihmal ettin, bizim ateşe girmemize niye sebep oldun?" diye onların şikâyetleriyle karşı karşıya kalacaktır.
Öyleyse dinimize göre babalık sorumluluk demektir. Baba, aile fertlerinin dünyevî ve uhrevî sorumluluğu sırtında olan kimsedir. Elbette baba, bu sorumluluğu taşıyabilmek için kendisinde bazı şartları da bulundurmalıdır. Bunlardan ilki ilimdir. Yeterli seviyede dinî ve dünyevî ilme sahip olmayan baba, elbette terbiye noktasında eksik kalacaktır. Sonra baba, ailenin sağlıklı bir şekilde devamı ve dünyevî huzuru için nafaka temin etmelidir. Gayretli olmalıdır. Terbiye için çalışmak, kazanmak, alıştırmak, eğlendirmek babanın görevleri arasındadır. En önemlisi de verilecek terbiyenin örneğinin babada görülmesidir. Yani, örneğin baba namaz kılmalıdır ki sözü çocuklarına da tesirli olsun.
Baba aileye vereceği terbiye müfredatını da çok iyi bilmelidir. Babanın çocuklarına ve ailesine kazandırması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:
Farz-ı ayın denilen bilinmesi zaruri olan ilimler hakkında onları bilgilendirmek. Buna göre bir baba, ailesine namaz kılmayı, oruç tutmayı, gusül ve abdestin nasıl alınacağını, helâl ve haram olan yiyecek ve içecekleri, oyunları, inanç esaslarıyla ilgili bilgilerin bir arada bulunduğu âmentü esaslarını, kelime-i şehadeti, İslâm'ın beş şartını, temel ahlâk ve toplumsal uyum kurallarını, ticarî hayatla ilgili minimum bilinmesi gereken faiz gibi yasakları, hırsızlık, zina, kumar gibi büyük günahları anlatmalı ve öğretmelidir. Özellikle çocuklara hiç de lazım olmayan ve aslında bilgi bile sayılmayacak şeylerin öğretilmesinden şiddetle sakınılmalı ve Peygamber Efendimiz'in (s.a.v), "Allahım! Fayda vermeyen lüzumsuz bilgiden sana sığınırım”32 hadisi akıldan çıkarılmalıdır.
Yine babanın öğretmesi gereken bir başka husus da, kılık kıyafet eğitimidir. Aile reisi olarak bir baba, ailesine İslâm'ın uygun gördüğü kıyafeti anlatmalı ve ona göre giydirmelidir. Nitekim Resülullah'ın (s.a.v) yanına avret yerleri açık vaziyette bir çocuk getirilince Allah Resulü onun örtülmesini istemiş ve çocuklarda görülen hayâ eksikliğinin bu hususa dikkat edilmeyişten kaynaklandığını bildirmiştir.
Aile terbiyesinde dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da kız çocuk olsun erkek çocuk olsun ebeveynlerin, onların arkadaş seçiminde belirleyici rol oynamalarıdır. Günümüzde çocuklar ve aileler arasında yaş ilerlemesiyle başlayan, anne babaya itaat etmeme probleminin temelinde, ebeveynlerin vaktiyle çocuklarının arkadaşının kim olduğuna önem vermemeleridir. Resûlullah (s.a.v) bir hadislerinde, "Kişi dostunun dini üzerinedir. O halde herkes kiminle dostluk ettiğine iyi baksın"33 buyurarak arkadaş seçiminin ne denli önemli olduğuna işaret etmiştir. Bugün gençlerin bazı sapkın inançlara bağlanmasındaki yegâne sebep, kötü arkadaşlarıdır. Tabii ki ebeveynlerin bu noktadaki vurdumduymazlıkları da ayrı bir acı... İmam Gazâlî (rh.a) ailede terbiyenin aslının ve esasının çocukları kötü arkadaşlardan muhafaza etmek olduğunu söylemektedir.34
Mahremiyet Kavramı
Mahremiyet, Arapça "haram" kelimesinden gelmektedir ve haram olma hali demektir. Herhangi bir fiil yasaklanmışsa onu işlemek haramdır. Bu haram olan şey için mahrem veya muharrem kelimesi de kullanılır.35 Yasaklılık haline ise mahremiyet denir. Bir anlamda dokunulmazlık da diyebiliriz. Bir örnek üzerinden anlatmak gerekirse şarap içme fiilî haramdır. Şarabın kendisi ise haram kılınmış madde anlamında mahrem veya muharremdir. Şarap ile insan arasındaki haramlılık halinden söz edilecek olursa mahremiyet kelimesi kullanılır. Aynı şekilde bir kişinin avret mahalline bakmak ve dokunmak haramdır. Avret mahallinin kendisi mahrem bölgedir. Bu iki kişi arasındaki bakma ve dokunma yasaklığı hali ise mahremiyettir.
Haram, mahrem ve mahremiyet kelimeleri, dinî hükümlerle ilgili olarak yasak olan her şey için kullanılmıştır. Fakat mahrem ve mahremiyet kelimeleri, özellikle Aile Hukuku sahasında daha özel bir kullanım kazanmışlardır. Mahrem kelimesi, neredeyse sadece evlenmeleri ebediyen haram olan yakın akrabalar için kullanılır olmuştur. Bu yakın akrabalar arasındaki ebedî evlilik yasağına da mahremiyet ismi verilmiştir. Nâmahrem ise Farsça bir terkip olup ebedî evlilik yasağı bulunmayan kadınlar ve erkekler için kullanılmıştır.
Mahremiyet kelimesi insan vücudu için, özellikle cinsel arzulara konu olması açısından kullanıldığında, cinsel dokunulmazlık anlamına gelir. Bu durumda mahremiyet, insan vücudundan bakılması, dokunulması ve hakkında konuşulması haram olan bölgeleriyle ilgili dokunulmazlık halidir. Türkçe'mizde mahremiyet kelimesi, bu anlamda kullanılmakla birlikte bu anlamdan hareketle kişinin özel alanı, gizlilik gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.36, 37
Vücut Mahremiyeti ve Giyinme Adabı
Biz birbirimizi vücutlarımızla, şu dokunduğumuz cesetlerimizle tanırız. En belirgin özelliklerimiz, yüzlerimize nakşedilmiştir. Yüz hatlarımız olmasaydı birbirimizi nasıl tanırdık? Bunun için yüzümüzü örtmemiz, bize emredilmemiştir. Ellerimizi işlerimizde kullanırız ve ayaklarımızla yürürüz. Bundan dolayı ellerimiz ve ayaklarımızı da örtmemiz zorunlu kılınmamıştır. Bunların dışında vücudumuzun geri kalan kısımlarını uygun elbiseler giyerek örteriz. Çünkü onlar örtülmeye daha lâyıktır.
Yüce Mevlâ'nın insanoğluna süs olarak indirmiş olduğu elbiseleri giyinerek vücudunu örtmesi, insanın en temel özelliklerindendir. Hz. Âdem'den (a.s) beri bütün peygamberler, insanlığa bu gerçeği öğretmişlerdir.
Erkeğin ve kadının yaratılıştan gelen özelliklerinden kaynaklanan ve zorunlu olarak örtmeleri gereken asgari sınırlar farklı olmakla birlikte yüz, el ve ayak haricindeki bölgeleri örtecek şekilde giyinmek sünnete daha uygundur. Son nebî Resûl-i Ekrem (s.a.v) örtünmenin, başka bir ifade ile giyinmenin en güzel şeklini bütün insanlığa öğretmiş ve bu konuda bazı ikazlarda bulunmuştur. Ona iman eden müslüman erkekler ve müslüman kadınlar olarak bu ölçülere riayet etmek ve ikazlarına dikkat etmek hepimizin boynunun borcudur.
Giyinme konusunda Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Cehennem halkından iki sınıf insan var ki ben onları görmedim: Bunlardan biri, ellerinde sığır kuyrukları gibi kamçılar bulunup onlarla halkı döven insanlardır. Öbürleri ise giyinmiş fakat çıplak olan, erkeklerin kalplerini kendilerine meylettiren, vûcutlarını sağa sola eğip çalımlı yürüyen kadınlardır. Onların başları Horasan develerinin hörgüçleri gibidir. Bunlar cennete giremezler, onun kokusunu bile alamazlar. Halbuki cennetin kokusu şu ve şu kadarlık yoldan (çok uzun mesafelerden) muhakkak alınır."38
Örtünmek demek, tenin gözükmesini engelleyecek ve vücut hatlarını belli etmeyecek elbiseler giymek demektir. Yoksa teni gösteren veya vücut hatlarını gösterecek şekilde dar olan elbiselerle avret yerleri örtülmüş olmaz. Âlimlerimiz hadiste geçen "giyinik fakat çıplak kadınlar" ifadesini elbise giydikleri halde avret yerlerini ya kısmen açan veya dar giyinen ya da ince giyinenler şeklinde açıklamışlardır.
Müslümanların her konuda insana yakışanı ve yaraşanı yapmaları, yüce Mevlâ'nın emridir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), insanlığa bunu öğretmiştir. Burada önemli olan nokta yakışanla zararlı olanı birbirinden doğru ayırmaktır. Üzerinde durduğumuz giyinme kültürü konusunda da erkek olsun kadın olsun her müslüman, imkânları nisbetinde israfa kaçmadan yakışanı giyecektir. Elbiseyle çevresindekilere caka satmayacak ve gururla ne kendinin ne de başkalarının kalbini bozmayacaktır. Bir de giysileri, karşı cinsi tahrik etmeyecek özellikte olacaktır.39
Ev Mahremiyeti ve İstîzan
İstîzan, izin istemek demektir. Evlere girebilmek için izin isteme anlamında kullanılmaktadır. İnsanın şuurlu varlığının sıfır noktasından dış âleme doğru bir mahremiyet söz konusudur.
Kapı, eve selâmla girebilmek için hoşça kabulün beklendiği eşiktir. Büyüklerimiz "Bir kapıya gittiğinizde, üç sefer kapıyı çalın, yüzünüz kapıya dönük olmasın, kapının sağına veya soluna çekilin" diye nasihat ederler.
Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında evler genellikle tek katlı, nadiren iki katlıydı. Kerpiç duvarlar, toprak tavanlar, hurma dallarıyla örtülü çatılar... Bir de evlere girilen bir yer var; genellikle üzerinde bir perdenin asılı olduğu bir yer.
Medine'ye hicretin ilk yıllarında insanlar birbirlerine giderken izin istemeden evin içine kadar girdikleri oluyordu. Bu durum başta Peygamber Efendimiz (s.a.v) olmak üzere birçok sahâbîyi rahatsız ediyordu. Yüce Mevlâ ev mahremiyetine saygı gösterilmesi gerektiğini şu âyet-i kerime ile Resûl-i Ekrem Efendimiz'e (s.a.v) bildirdi:
“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere gireceğinizde, orada yaşayanların gönül hoşluğunu bulacak şekilde izin almadıkça ve onlara selâm vermedikçe içeriye girmeyiniz. Bu sizin için daha hayırlıdır. Olur ki düşünür de hikmetini anlarsınız. Evlerde kimseyi bulamazsanız, size izin verilmedikçe içeriye germeyiniz. Eğer size 'geri dönün' denilirse, geri dönünüz; bu sizin için daha temizdir. Allah, yapmakta olduğunuz bütün işleri bilendir.”40
Ev mahremiyetiyle ilgili ayrıntılar âyetlerle bildirilmiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in (s.a.v) hayatında ve sahâbe-i kirâmın uygulamasında en güzel örnekleriyle bize kadar ulaşmıştır. İşte bir örnek:
Kapıyı Çalan Kim?
Hz. Ömer’in (r.a) kapısının önüne bir adam gelip eve girmek için izin istiyor:
"Ebû Musa izin istiyor!"

İçeriden bir cevap gelmiyor. Adam bir müddet bekliyor. Bu sefer:

"Eş'arî izin istiyor!" diye sesleniyor. Kapıya kimse çıkmıyor. Bir müddet sonra,

"Abdullah b. Kays izin istiyor!" diye sesleniyor. Ama nâfile, evden cevap veren kimse olmuyor. Bunun özerine adam geri dönüp gidiyor.”41


Hz. Ömer (r.a), Ebû Musa'nın (r.a) geri döndüğünü farkedince kendisine adam gönderip çağırttırıyor ve kapısından geri dönmesinin sebebini soruyor. Ebû Musa (r.a) da Resûl-i Ekem'den (s.a.v) duymuş olduğu bir hadisi zikrediyor. Şöyle buyurduğunu söylüyor: "Eve girmek için izin istemek üç defadır. İzin verilirse girersin, verilmezse geri dönersin."
Hz. Ömer (r.a) bu sözün Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) ait olup olmadığı konusunda Ebû Musa'dan (r.a) şahit istiyor. Ebû Musa (r.a) sahâbîlerin bulunmuş olduğu bir meclise gelerek Hz. Ömer (r.a) ile arasında geçen olayı anlatıyor ve bu konuda kendisine şahit olabilecek kimsenin bulunup bulunmadığını soruyor. Bunun üzerine orada bulunan sahâbîler, en küçüklerinin bile bu hadise şahitlik edebileceğini dile getirerek aralarında yaşça en küçük olan Übey b. Kâ'b'ı (r.a) gönderiyorlar.
Hz. Ömer (r.a), güvensizlik dolayısıyla değil hadisler konusunda çok titiz davrandığı için ondan şahit istemiş olduğu rivayet ediliyor. Bu olaydan sonra Hz. Ömer (r.a), eve girmek için üç kere izin istemek gerektiğini belirten hadisle amel etmeye başlıyor.42, 43
Mahremiyette Ölçü
Aralarında nikâh bağı olmayan erkek ve kadın, birbirine akraba da olsa, yabancı da olsa, şehvet hissiyle bakamaz, dokunamaz. Ancak şehvet hissi olmaksızın, bir erkek, kendisine ebediyen evlenmenin haram olduğu kendi yakını olan kadınlarla aynı yerde oturabilir, bakabilir, tokalaşabilir. Bunların kimler olduğu Nisâ sûresinin 23. âyetinde bildirilmiştir. Buna göre; bir müslüman erkeğe, annesi, kızı, kız kardeşi, halası, teyzesi, erkek kardeşinin kızları, kız kardeşinin kızları, sütannesi, süt kız kardeşi, kayınvalidesi, hanımından dünyaya gelen üvey kızları, öz oğullarının hanımları ile evlenmek ebediyen haramdır.
Kadının mahremi olan erkekler ise, Nûr sûresinin 31. âyetinde sayıldığı gibi şunlardır: Kadının kocası, babası, dedeleri, kocasının babası ve dedeleri, erkek çocukları, kocasının erkek çocukları, kendi erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları ve kız kardeşlerinin oğulları (yani yeğenleri), kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan köleleri, erkekliği kalmamış hizmetçiler ve cinselliği henüz kavramamış çocuklardır.
Amcalar ve dayılar da baba makamındadırlar. Kocasının erkek kardeşi, yani kayınbiraderleri ve kocasının dayısı ve amcası ise mahremi değildir. İşte kadın, bu mahremi olan erkekler yanında omuzlarına kadar kolları, başı, boynu ve dizden aşağı bacakları açık durabilir. Ancak bu, kötü duygu söz konusu olmadığı zamandır. Ayrıca durabilir demek, durması gerekir demek değildir. Onların yanında da, hatta yalnız başına da kapanmaya daha çok dikkat etse daha güzel olur.44
Kadının Mahrem Hısımlarının Yanındaki Durumu
Mahrem, kendisiyle evlenmesi sürekli haram olan kimse demektir. Bu kimseyle evlenme haramdır, fakat onunla birlikte oturup kalkma, yolculuk yapma, yanında ev kıyafetiyle oturma gibi şeyler helâldir.
Kadın; baba, oğul, erkek kardeş ve üvey oğul gibi, aralarında ebedî olarak evlenme engeli bulunan hısımlarının yanında el, ayak, kol, saç, kulak, boyun ve dizden aşağı incikleri açık bulunabilir. Onların da bunlara bakmaları helâldir. Çünkü bu kimselerle yakınlık ve içli dışlı olma zorunluluğu vardır. Bu arada birtakım iş ve hizmetlerin görülmesi gereklidir. Ancak kadın, bir mazeret yokken bu kimseler yanında karın ve sırt kısmını açamaz, bu hayâ ve edep dışı olur.
Bunların dışında dede, amca, dayı, büyük amca, büyük dayı, sütkardeş, sütbaba gibi kendileriyle sürekli olarak evlenme yasağı bulunan hısımların yanına da kadın süs yerleri açık olarak çıkabilir. Ancak bir harama düşme tehlikesi olunca kadının örtünmeyi tercih etmesi daha temiz ve daha uygundur. Nitekim aybaşı halinden kesilmiş ve evlenme için ümidi kalmamış olan yaşlı kadınların evden dışarı çıkarken dış giysilerini bırakabileceklerine izin verilen âyetin sonunda,

"Bununla birlikte yine de sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır"45 buyrulmuştur.


Yabancı ve Baş Başa Kalma Meselesi
Dinimizde aralarında evlenme yasağı olmayan kimseler birbirine yabancı sayılır. Bunlara "nâmahrem" denir. Bu yabancılık birbirini tanımaz mânasında değildir. Bunun anlamı şudur: Aralarında evlenme yasağı olmayan kimseler, nikâh oluncaya kadar birbirleriyle içli dışlı olamazlar, nikâh düşmeyen kimseler gibi rahat davranamazlar, belli ölçülere dikkat etmeleri gerekir.
Örfümüzdeki yabancı anlayışı dinimizdeki yabancı anlayışından biraz farklıdır. Örfte yabancı deyince akraba olmayan, hiç tanınmayan, aralarında komşuluk, iş ve benzeri bir hukuk bulunmayan kimseler anlaşılır. Bu doğrudur fakat noksandır.
Dinimizde yakın deyince, mahrem anlaşılır. Mahrem, kendisiyle sürekli evlenme yasağı olan kimse demektir.
Bunların dışında olan herkesle, ayrı bir edep dairesinde muhatap olunur. Bu edepler insan fıtratının en boş ve dengesiz anına göre tedbir olarak konmuş ölçülerdir. Bunlara dikkat eden kimse tehlikeye düşmez, birçok sıkıntıdan kurtulur, rahat eder, ayrıca sevap alır.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse, yanında mahremi olmayan bir kadınla tek başına bulunmasın; çünkü onların üçüncüsü şeytandır.”46
Hadis-i şerif, bir mümin için kendisiyle evlenebileceği bir kadınla baş başa kalmayı yasaklıyor. Yanlarında, kadının veya erkeğin mahremlerinden üçüncü bir şahıs bulununca, bu beraberlik haram olmaz. Aynı şekilde, mahrem olmadığı halde akıllı, güvenilir bir veya birkaç şahsın yanlarında bulunması, baş başa kalmayı haram olmaktan çıkarır.47
Bir mümin erkek bir zaruret ve ihtiyaç yokken, yabancı kadınlarla içli dışlı olmaktan sakınmalıdır. Ancak çok yaşlı ihtiyarlarla tek başına bulunmak, mahremlerde olduğu gibi câizdir. Amca kızı, hala kızı, teyze kızı, baldız ve yenge de nâmahremdir. Onlarla bir zaruret yokken tek başına kalmak, yolculuk yapmak, tokalaşmak câiz değildir.48
Siz de mi Görmüyorsunuz?
Müminlerin annesi Hz. Peygamber'in [sallallâhu aleyhi ve sellem] zevcesi Ümmü Seleme [radıyallâhu anha] anlatıyor:
"Bir gün gözleri âmâ olan İbn Ümmü Mektûm Resûl-i Ekrem'in huzuruna girmek için müsaade istedi. Ben ve diğer zevcesi Meymûne orada bulunuyorduk. Resûl-i Ekrem [sallallâhu aleyhi ve sellem] bize,
"Çekilin ve saklanın" buyurdu. Biz de,
"Ey Allah'ın Resûlü! O, âmâ ve iki gözü de görmez, niçin çekilelim?" dediğimizde, Resûl-i Ekrem [sallallâhu aleyhi ve sellem],
"O görmüyorsa siz de mi görmüyorsunuz?"49 buyurdu.50
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

1 Anne ve Baba Hakları Evlâtlık Görevleri, Hasan Çalışkan, Nesil Yayınları, sf.113.

2 Beyhaki.

3S. M. Saki Erol, Aile Toplumun Direğidir, Semerkand Dergisi, Ekim, 1999.

4 Aile Saadeti, M.Saki Erol, Semerkand Yayınları, sf.15.

5 Evlilik ve Aile, Hüseyin Okur, Semerkand Yayınları, sf.9.

6 Zariyat/49.

7 Nisa/1.

8 Bakara/221.

9 Nur/30-31.

10 S. M. Saki Erol, Aile Toplumun Direğidir, Semerkand Dergisi, Ekim, 1999.

11Ebû Davud, Nikâh, 4; Nesâî, Nikâh, 11; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 20/219.

12 Nûr 24/32.

13 Hâkim, el-Müstedrek, 2/161; Taberânî. el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 7647.

14 Evlilik ve Aile, Hüseyin Okur, Semerkand Yayınları, sf.11-12.

15 Buhârî, Ahkâm, 1; Nikâh, 81, 90; Müslim, İmâret 20 (nr. 1829); Tirmizî, Cihâd, 27 (nr. 1705); Ebû Davud, İmâret, 1 (nr. 2928).

16 Buhârî, Cenâiz, 37, Nafakât, 1, Feraiz, 6; Müslim, Vesâyâ, 5; Ebû Davud, Vesâyâ, 2; Tirmizî, Vesâyâ, 1; Nesâî, Vesâyâ, 3.

17 Gazâlî, İhyâ, 41; Zebîdî, İthafü's-Sâde, 6/67.

18 Ahmed, Müsned, 6/157; Bezzâr, Müsned, nr. 3260, Heysemî, ez-Zevâid, 3/291; Hatîb Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, nr.1580.

19 Taberânî, el-Evsat, nr.102; Nuaym, Hilye, 6/335; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr.16600; Heysemî, ez-Zevâid, nr. 6239.

20 Ebû Davud, Edeb, 121; Tirmizî, Birr, 13.

21 Delil ve Örnekleriyle Temel Aile İlmihali, Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları.

22 Hucurât 49/13.

23 Bakara 2/187.

24 Nisâ 4/34.

25 Abdürrezzâk, Musannef, 5/168; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 5/249; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 9/157.

26 Hucurât 49/13.

27 Fıkhın Aydınlığında İbadet Ve Hayat, Dr. Kemal Yıldız, Semerkand Yayınları, sf.367-370.

28 Nahl 16/78.

29 Buhârî, Kader, 3,4.

30 Furkân 25/74.

31Tahrîm 66/6.

32Nesâi, Istiâze, 21.

33Ebû Davud, Edeb, 16; Beyhakî, ŞuabûUmin, nr. 9438.

34Evlilik ve Aile, Hüseyin Okur, Semerkand Yayınları, sf.81-85.

35İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, 12/119-121; Konevî, Enîsû'l-Fukâhâ, s. 127-128.

36Türkçe'deki kullanım için bk. Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s.733.

37 Fıkhın Aydınlığında İbadet Ve Hayat, Dr. Kemal Yıldız, Semerkand Yayınları, sf.370.

38 İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, 12/119-121; Konevî, Enîsû'l-Fukâhâ, s. 127-128.

39 Fıkhın Aydınlığında İbadet Ve Hayat, Dr. Kemal Yıldız, Semerkand Yayınları, sf.372-374..

40 Nûr 24/27. 28.

41Ebû Davud. Edeb. 127.

42Ebû Musa el-Eş'arî (r.a) hicretin 42. yılında altmış üç yaşında Kûfe'de, bir rivayete göre Mekke'de vefat etmiştir.

43 Fıkhın Aydınlığında İbadet Ve Hayat, Dr. Kemal Yıldız, Semerkand Yayınları, sf.374-377..

44 Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, C.3,sf.100.

45Ahmed, Müsned, 6/63, 190; Kurtubî, el-Câmi, 12/154.

46Tirmizî, Fiten, 7; Ahmed, Müsned, 3/339; İbn Hibbân, Sahîh, nr. 5586; Ebû Ya‘lâ, Müsned, nr. 143.

47İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 9/530; Nevevî Şerhu Müslim, 14/379; Kâdı İyâz, İkmâlü’l-Mü‘lim, 7/61-62.

48Delil ve Örnekleriyle Temel Aile İlmihali, Dr. Dilaver Selvi, Semerkand Yayınları.

49 Ebû Davud, Libâs, 34; Timnizî, Edeb, 29 (nr. 2778).

50Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, C.3, sf.102.

Yüklə 104,37 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin