İKİ Bilal Aybakan
HÂRÂBAT
F HÂRÂBAT
Tekke ve hankah anlamında
kullanılan bir tasavvuf terimi
(bk. HANKAH; TEKKE).
L J
HARABAT
Zîyâ Paşa'nın
(ö. 1880)
klasik Türk, Fars ve Arap şiiri için düzenlediği antoloji.
Ziyâ Paşa. yıllar boyunca seçip topladığı İslâmî edebiyatın üç büyük diliyle yazılmış şiirleri kendisine bütün ikbal kapılarının kapandığı, üzüntü ve hastalıkları ile bir köşeye çekilmiş bulunduğu bir zamanda düzene sokarak üç cilt halinde yayımlamıştır (İstanbul 1291-1292}. Eserin başına ayrıca edebî görüşlerini belirten mesnevi şeklinde 795 beyitlik bir manzum mukaddime ilâve etmiştir.
Bu geniş kapsamlı antolojide metinler nazım şekillerine göre tertip edildiğinden I. cilt sadece kasidelere ayrılmıştır. Burada yirmi iki şairin Türkçe, otuz sekiz şairin Farsça, otuz yedi şairin Arapça kasideleri bulunmaktadır. Eserde şiirlerine yer verilen şairler mahlaslarına göre al-
Harâbât'ın ic kapağı
68
fabetik olarak sıralanmıştır. Bir şairin birden fazla kasidesi alınmışsa birkaç istisna hariç bunların kafiyelerine göre tertip edilmesi yoluna gidilmiştir. Arap şairlerinden bir kısmı isimleri, bir kısmı da kün-yeleriyle şöhret bulduğundan bunların sıralanmasında bazan kaçınılmaz tertipsizliklere düşülmüştür. I. ciltte Ziyâ Paşa'nın kendisiyle beraber Hakkı, Nevres ve Kâzım Paşa'dan başka çağdaşı diğer Türk şairlerinden örnek vermeyişi dikkat çekmektedir. II. cilt, kaside ve mesnevi dışında kalan çeşitli nazım türlerindeki şiirlerden oluşmaktadır. Türkçe ve Farsça şiirler "terkîbât. tercîât, tesdîsât, tah-mîsât, kıtaat, rubâiyyât, gazeliyyât, eb-yât" olmak üzere sıralanmış. Arapça şiirler de "mukattaât. gazeliyyât, ebyât" başlıkları altında toplanmıştır. Burada 393'ü Türkçe, 374'ü Farsça, 34S'i Arapça toplam 1112 şiir seçilmiş bulunmaktadır. Arapça şiirlerdeki istisnalar dışında bu ciltte de şair adına göre alfabetik sıralamaya uyulmuştur. Bu kısımda Ziyâ Paşa'nın kendilerinden örnekler aldığı çağdaşı şairler Şeyhülislâm Arif Hikmet, Cevdet Paşa, Hersekli Arif Hikmet. Yenişehirli Avni Bey, Leskofçalı Galib, Kâzım Paşa, Mahmud Nedim Paşa. Yûsuf Kâmil Paşa ve Osman Nevres Efendi'dir. Nâmık Kemal'den ise sadece heveskârlık çağında yazdığı üç beyitle bir gazele yer verilmiştir. Antolojinin III. cildi, yine mahlaslara göre bir tertiple mesnevilerden yapılmış seçmeleri ihtiva etmektedir. Bu ciltte on yedisi Türkçe, otuz altısı Farsça olmak üzere toplam elli üç eserden örnekler bulunmaktadır.
Harabat çift sütuna dizilmiş, büyük ebattaki toplam 1227 sayfalık hacmi ve Türk, Fars, Arap edebiyatlarından bir araya getirdiği seçkin örneklerle Tanzimat'tan sonraki yılların en geniş kapsamlı antolojisidir. Ziyâ Paşa, yerine getirdiği bu hizmetle isminin ebedîleşeceğine ve eserinin şiir heveslilerine yol göstereceğine inanır. Hârâbat'in en önemli yönünü, bir bakıma edebiyat tarihi mahiyetini taşıyan, küçük bir eser kabul edilebilecek kadar uzun mukaddimesi teşkil eder. Bu mukaddime şiir sanatı ve Türk edebiyatı hakkında devrine göre çok önemli ve dikkate değer görüşler taşımaktadır. Dokuz bölüme ayrılan mukaddimede tevhid, mü-nâcât ve na'ttan sonra "Sebeb-i Tertîb-i Hârâbat" bölümünde Ziyâ Paşa eserini hazırlamaktaki gayesini, kendisinin şiire nasıl başlayıp bu yolda nasıl yetiştiğini, antolojisinde nasıl bir usul takip ettiğini ve eserine neden Hârâbat adını verdi-
ğini anlatır. "Meşrut u Ahvâl-i Şâiri" bölümünde şiir ve şairlik hakkındaki düşüncelerini belirttikten sonra, "Ahvâl-i Eş'âr-ı TürkT ve "Ahvâl-i Şuarâ-yı Rûm" bölümlerinde Osmanlı şiirinin zaman içinde geçirdiği merhaleler ve gelişme safhalarına dair görüşleriyle edebî zümreler ve zihniyetleri temsil eden çeşitli şairler hakkındaki tesbit ve değerlendirmelerini ortaya koyar. Osmanlı Türkçesi ve edebiyatının Çağatay Türkçesi ile olan münasebetine işaret etmesi yanında Çağatay edebiyatından şiir örneklerine yer vermesi Harâbât'm ayrıca dikkat çeken bir tarafıdır. Ziyâ Paşa, divan şiirindeki tekâmülü anlatırken Ahmed Paşa, Necâ-tî Bey. Zatî, Bakî, Fuzûlî. Nâbî, Nefî, Şeyhülislâm Yahya, Şeyhülislâm Bahâî Meh-med Efendi, Nedîm, Şeyh Galib, Râgıb Paşa ve Keçecizâde İzzet Molla'ya kadar uzanan çizgi üzerindeki şairleri överek yüceltir. Ayrıca divan şiirinin edebî dil. nazım tekniği, geçirdiği tekâmül devreleri ve edebî zümreler bakımından özet şeklinde bir tarihçesini yapar. Ziyâ Paşa'nın buradaki görüş ve değerlendirmeleri kendinden sonraki müellifler tarafından uzun süre tekrarlanagelmiştir.
Ziyâ Paşa, 1860Tardan sonra Türk şiirinde kendini gösteren yenileşme hareketinden mukaddimede hiç bahsetmediği gibi antoloji kısmında bununla ilgili örneklere de yer vermemiştir. Bu sebeple Harâbât'm gayesi eski şiirin diriltilmesi olarak görülmüş ve Nâmık Kemal tarafından hem mukaddimesi hem de seçip aldığı örnekler yönünden şiddetle tenkide uğramıştır. Nâmık Kemal, Tahnb-î Hârâbat (1291/1874) ve Ta'kîb (1293/ 1876) adlı iki risâlesiyle esere ardarda hücum eder (bu iki risalenin yazılış safhaları hakkında geniş bilgi için bk. Akün, Nâmık Kemal'in Mektubtart, tür.yer.). Büsbütün haksız olmamakla beraber yeni nesilden şairlerin şiirlerinden ve kendi eserlerinden çocukluk çağında yazıp değer vermediğini belirttiği bir gazel dışında hiçbir örneğe yer verilmemesi gibi hissî sebeplerle yazılan, tesir ve yankıları günümüze kadar gelmiş olan bu tenkitlerin büyük ölçüde sübjektif nitelikte olduğu göz ardı edilemez. Ziyâ Paşa, Nâmık Kemal'in bu suçlamalarına yetmiş dört beyitlik bir manzume ile cevap vermişse de bu manzume yayımlanmamıştır (Bil-gegil, Ziya Paşa, s. 204-205).
"Hârâbat Mukaddimesi" ile Ziyâ Paşa'-nin bundan altı yıl önce yazdığı "Şiir ve İnşâ" adlı makalesini (Hürriyet, nr. 11, 20 Cemâziyelevvel 1285) mukayese eden
Ahmed Hamdi Tanpınar. mukaddimeyi acele ile yazılmış sakat bir eser olarak görür, içindeki hükümlerin mühim bir kısmını da yanlış bulur ve bunu, Tanzimat'la birlikte başlayan yeni şiir cereyanı karşısında eskinin diriltilmesi gayreti şeklinde yorumlar. Buna karşılık M. Kaya Bil-gegil. Hârâbat Karşısında Nâmık Kemâl (İstanbul 1972) adlı kapsamlı araştırması ile, Nâmık Kemal'in Harâbât'a yönelttiği tenkitleri inceleyerek haklı olduğu taraflar yanında çok haksız ve hatalı bulduğu yönleri tesbit etmiş, esasen son demlerini yaşayan divan edebiyatını yıkma amacı ile yazdığı yazılarda, bu edebiyata kuvvetli bir vukufu olduğu sanılan Nâmık Kemal'in bu alandaki bilgi yetersizliklerini ve düştüğü yanlışları göstermiştir. Bilgegil'in tesbitlerinden hareketle. Ziya Paşa'nın mukaddimede ileri sürdüğü devrine göre önemli ve dikkate değer fikirler üzerinde Nâmık Kemal'in lâyıkıyla durmadan tenkitlerde bulunduğu söylenebilir.
Harabat mukaddimesi, "Kitâbhâne-i Ebüzziyâ" serisi içinde Mukaddime-i Ha-râbât adı altında müstakil olarak basılmıştır (İstanbul 1311). Yeni harflerle yapılan yayınında ise pek çok okuma hatası bulunmaktadır (Göçgün, s. 53-105). Ziya Paşa hakkındaki eserlerin yanı sıra çeşitli antolojilerde de mukaddimeden yeni harflerle verilmiş bazı kısımlar yer almaktadır. Çaylak Tevfık. Harâbât'ta mevcut Osmanlı şairlerine ait şiirlerden seçtiği beyitleri kafiye sırasına göre düzenleyerek Tahrîc-i Harabat adıyla bir antoloji oluşturmuştur (İstanbul 1300).
BİBLİYOGRAFYA :
Ziya Paşa. Hârâbat, MU, İstanbul 1291-92; Nâmık Kemal, Tahrîb-i Hârâbat, İstanbul 1303; a.mlf.. Ta'klb, İstanbul 1303; Ahmet Hamdi Tanpınar. XIX. Astr Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1949), İstanbul 1985. s. 336-341; Kocatürk Türk Edebiyatı Tarihi, s. 644-647; Nâmık Kemal'in Husûsî Mektuptan {haz. Fev2iye Abdullah Tansel), Ankara 1967-86, bk. İndeks; M. Kaya Bilgegİl, Ziya Paşa üzerinde Bir Araştırma, Erzurum 1970, s. 202-205, 501; a.mlf.. Hârâbat Karşısında Nâmık Kemâl, İstanbul 1972, s. 125-174; Ömer Faruk Akün, Nâmtk Kemal'in Mektublart, İstanbul 1972, tür.yer.; a.mlf.. "Nâmık Kemâl", İA, IX, 69; Önder Göçgün, Ziya Paşa'nın Hayatı, Eserleri, Edebi Şahsiyeti ue Bütün Şiirleri, Ankara 1987, s. 33-41, 53-105; Tev-fik Fikret. "Musâhabe-i Edebiyye: Harâbâf-tan Bir Sahife", SF. sy. 395(1314), s. 67 (aynı makale: Teufik Fikret: Dil ue Edebiyat Yazılan [haz. İsmail Parlatırl, Ankara 1993. s. 84-92); Abdullah Uçman. "Hârâbat", 7DEA.IV, 100-101.
İA! Cemal Kurnaz
HÂRÂBATI BABA TEKKESİ ~"
Rumeli'de Bektaşîliğin en Önemli merkezlerinden
biri olan tekke.
J
Günümüzde Makedonya sınırlan içinde kalan tekke, Kalkandelen'in (Tfetovo) güneybatısındaki Tekke mahallesinde bulunmaktadır. Kaynakların büyük bir kısmında Harabati Baba Tekkesi (Slav dillerindeki kaynaklarda Arabati Baba Teki-ja), bazılarında ise Sersem Ali Baba Tekkesi adlarıyla zikredilen tekkenin ilk banisi kabul edilen Sersem Ali Baba ile ikinci banisi Harâbâtî Baba hakkında yeterli bilgi yoktur.
Tekke, muhtemelen Dimetoka Bektaşî Âsitânesi'nde yetişip 958'de (1551) Kal-kandelen'e gelen Sersem Ali Baba tarafından kurulmuştur. Sersem Ali Baba'nın Kanunî Sultan Süleyman'ın veziri veya hanımı Mâh-ı Devrân Suİtan'ın kardeşi olduğu, sultanın ısrarına rağmen görevinden ayrıldığı, çeşitli tekkeleri dolaştığı, en sonunda Kaikandelen'den Necef e gidip orada vefat ettiği rivayet edilmektedir. Sadettin Nüzhet Ergun'un, 9S8'de (1551} Hacı Bektaş Tekkesi babası olup 977'de{1569) muhtemelen Kalkandelen'-de vefat ettiğini söylediği Sersem Ali Baba bu zat olmalıdır.
Harabati Baba Tekkesi Mescidi ile Hârâbatı Baba türbesi-Ka I kan d el en / Makedonya
HARÂBÂTÎ BABA TEKKESİ
Kaynaklarda tekkenin ikinci banisi olarak gösterilen Harâbâtî Baba (ö 1194/ 1780), rivayete göre dört arkadaşı ile birlikte Bektaşîliği yaymak için Rumeli'ye gitmiş. Kalkandelen'de iken yanan bir kandil görmüş, bunun Sersem Ali Baba'nın ruhu olduğunu söyleyerek buraya onun için bir türbe yaptırmıştır.
Tekkenin kuruluşu hakkında başka görüşler de bulunmaktadır. Hasluck, Sersem Ali Baba'nın kabrinin Muharrib (Muharrem) Baba tarafından keşfedildiğini ve onun tavsiyesiyle 1248'de (1832) Rızâ Paşa tarafından yaptırıldığını söyler. Krum Tomovski ve Galaba Palikruâeva gibi araştırmacılar tekkenin 1799'da yaptırıldığı görüşündedir. Ekrem Hakkı Ayverdi ise, XVI. yüzyılın sonlarına doğru yaptırılmış olan tekkenin Harâbâtî Baba döneminde Receb Paşa tarafından genişletildiğini söyler. Nitekim Bektaşî şairlerinden Tü-râbî'nin (ö. 1285/1868-69), "Receb Paşa ister gönülden yardım / Dergâhında Sersem Ali Baba'ya" mısralanndan tekkeyi ziyaret ederek yardımda bulunduğu anlaşılmaktadır. Halk arasında Recep Paşa'nın bu yardımıyla ilgili çeşitli menkıbeler anlatılır. Harâbâtî Baba'dan sonra on bir şeyhin görev yaptığı tekkenin 1230 (1815) tarihli vakfiyesi Kalkandelen Arşi-vi'ndedir (Arhiv na Gradot Tetovo).
Harâbâtî Baba Tekkesi çeşitli yapılardan oluşan bir tarikat külliyesidir. 26.700 m2'-lik bir alana kurulan külliye, 3 m. yüksekliğinde mazgallı duvarlarla çevrilidir. Moloz taş duvarların kuşattığı avlunun dört tarafına birer kapı yerleştirilmiştir. Diğer Bektaşî tekkelerinin birçoğu gibi şehir merkezine uzak bir yerde kurulmuş olan Harâbâtî Baba Tekkesi'nin aynı tarikata ait yapılardaki mimari geleneği sürdürdüğü görülmektedir. Avlunun kuzeybatı tarafında mescid, semahane ve iki türbe yer alır. Türbelerden, on iki köşeli gövde üzerine on iki dilimli kubbe ile örtülü olanı Sersem Ali Baba'ya aittir. Ancak Sersem Ali Baba'nın Necef'te vefat etmiş olduğu doğru ise bu yapı bir makam-türbe olmalıdır. Türbenin önündeki hazîrede Receb Paşa ile tekkenin şeyh ve dervişlerine ait on bir mezar bulunmaktadır. Ha-zîrenin doğusundaki ahşap direklere oturan sofa içinde mevcut açık türbe Harâbâtî Baba'ya aittir. Dikdörtgen planlı mes-cidle ahşap direklere oturan son cemaat yeri arasındaki irtibat, ana eksen üzerinde açılan bir kapı ile sağlanmıştır. Son restorasyonlarda mescidin duvar köşeleri kesme taş, diğer bölümleri ise moloz taştan yapılmıştır. Ahşap ve profilli ke-
69
merlere sahip olan mescidin örtü sistemi kirpi saçaklı, kırma çatıdan meydana gelmektedir. Duvar, kubbe ve mihrap bölümlerinde alçı, tavan silmesinde kalem işi süslemeler vardır. Ahşap minber kaba bir işçilik arzetmektedir. Harim gün ışığını güneyde iki, batıda üç ve son cemaat yerinde iki olmak üzere yedi pencereden sağlar. Mescidle bağlantısı olan semahanenin sadece doğu duvarı ayakta kalabilmiş olduğundan diğer kalıntılar semahanenin planı hakkında bir Fikir vermemektedir.
Tekkenin diğer birimleri mihman evi, şadırvan-çardak, dervişhâne, aşevi, harem, çeşme, samanlık ve ahırdan oluşmaktadır. Kiremitli kırma bir çatının örttüğü geniş saçakların altında yer alan iki katlı mihman evinin alt katında iki oda, kiler ve mutfak birimleri, üst katında üç oda bulunmaktadır. Şadırvan, geniş ahşap saçakların teşkil ettiği gölgelik altında ahşap direkler üzerine açık bir sofa biçiminde düzenlenmiştir. Şadırvanın batı tarafında fıskiyeli sekizgen bir havuz mevcuttur. Havuzun çevresinde dolanan sedirin arka kısımları tamamen açık olup buraya bir şadırvan mahiyeti kazandırmaktadır. Şadırvana bitişik sedir ağacından yapılmış ahşap oyma kafesli bir kapı vasıtasıyla çardak bölümüne geçilmektedir. Kapının üzerinde ahşap oymalı altın yaldız kaplama bir âyet (el-Hicr 15/ 46), şadırvan kapısında da. "Yâ müfetti-ha'1-ebvâb, İftah lenâ hayre'l-bâb" ibaresi yer almaktadır. Her iki kısmın tavan bölümleri ahşap oyma göbek süslemelidir. Tekke kapısının kuzey kısmında bulunan dervişhânenin zemin katı moloz taş, üst katı ise kerpiçtendir. Dervişhâneye para-
70
lel olarak dikdörtgen planlı aşevi, külliye içinde fonksiyonunu günümüzde de sürdürmeyi başaran yegâne yapıdır. Mescidle türbeler arasında küçük bir kapı ile geçilen iki katlı harem dairesi, tekkenin tahribe uğramamış yapılarından biridir. Zemin katı moloz taş. üst katı kerpiçten olup mor boya ile boyanmış, duvar köşelikleri ise ahşapla kaplıdır. Zemin katta bir. üst katta ise iki oda vardır. Çatı altındaki silmede bordur içinde kalem işi duvar süslemeleri ve Bektaşî sembolü olan bir aslan figürü yer almaktadır. Yapının üstü oluklu kiremitlerle Örtülüdür. Mescidle şadırvanın arasında ve bahçenin tam ortasında İki çeşme bulunmaktadır. Kitabelerinden. Büyük Çeşme adı verilen çeşmenin 1205te (1791). diğerinin 1260'-ta (1844) yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tekke avlusunun doğusunda bulunan ve orijinal hali bilinmeyen yapı son yıllarda kat İlâve edilerek motele dönüştürülmüştür. Avlunun güney tarafındaki ahırın resto-
rasyonu son yıllarda tamamlanmış olup günümüzde kışlık restoran olarak kullanılmaktadır. Tekkenin eski fotoğraflarında, avlunun güney tarafındaki duvarın yanında buğday ambarları ve samanlığın yakınında iki katlı bir yapı daha görülür.
1912'de tekkenin kütüphanesinde 216 adet yazma eserin mevcut olduğu kaydedilmektedir. Bu eserler günümüzde muhtemelen Üsküp'teki Narodna i Univerzi-tetska Biblioteka Kliment Ohridski adlı kütüphanenin Doğu dilleri yazmaları bölümüyle Üsküp îsâ Bey Kütüphanesinde bulunmaktadır.
Tekkenin kalem işi süslemeleri Kalkan-delen Alaca Camii'nin (Paşa Camii) duvar süslemeleriyle benzerlik göstermektedir. Her iki külliyede de Mala Reka (Makedonya) köyünden gelen Torbeş (Makedon diliyle konuşan müslüman-Türk] asıllı ustaların çalıştığı bilinmektedir. Mescid ve harem dairesinin iç duvar yüzeyleriyle Harâbâtî Baba Türbesi yanındaki sofa kısmının duvar yüzeyleri manzara resimleri, geometrik şekiller ve bitki motifleriyle süslenmiştir. Harem dairesinin dış duvarında aslan figürü görülür. Mihman evi, harem dairesi ve şadırvanın tavanları ahşap oyma işçiliğinin en güzel örnekleriyle süslenmiştir. Bitki motiflerinin hâkim olduğu alçı süslemeler ise sadece mescidin kubbesiyle tavan silmelerinde ve mihrapta bulunmaktadır.
Kalkandelen ve çevresinde Bektaşîliğin yayılmasında büyük etkisi olan tekke, bölgede önemli bir dinî merkez olarak faaliyet göstermiştir. Hatta gayri müsiim Makedon halkının dinî ve millî bayramlarını tekke külliyesi içerisinde kutladıkları bilinmektedir. Kaynaklardan, tekkenin Kalkandelen'den başka İstanbul, Tiran, Elbasan ve Selanik'te zengin vakıfları olduğu anlaşılmaktadır.
Balkan Harbi'ne kadar (i 9121 faaliyetlerini sürdüren, ancak bu tarihten sonra harabeye dönerek büyük bir kısmı yıkılan Harâbâtî Baba Tekkesi, 1967'de Kal-kandelen'deki bir tekstil fabrikası tarafından restore edilip turistik amaçla hizmete açılmıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
F. W. Hasluck, Bektaşîlik Tedkikien (tre. Râ-gıb Hulusi], İstanbul 1928, s. 28, 73, 81-82; Sa-deddin Nüzhet [Ergun]. Bektaşi Şairleri, İstanbul 1930. s. 337-340, 376-386; Zdravkovic. tz-bor Gradeza Proucaüanje Spomenika Islamske Arhİtekture u Jugostauiji, Beograd 1964, s. 96-103; Galaba Paiikruseva - Krum Tomovski, "Les tekkes en Macedoine aux XVIII et XIX siecle", Attı del Secondo Congresso Internazİ-onale diArte Turcka: 26-29Septembre, Verte-zta 1963, Napoli 1965, s. 203-211; Nadi Bilme-noğlu. Kalkandeien: Dün ve Bugün, İstanbul 1975, tür.yer.; "Kako je Nastalo Arabati Baba Tece u Tetovu", Legenda (ed Teteks), Tetovo 1981, tür. yer.; Ayverdi, Avrupa 'da Osmanlı Mimarî Eserlerilll, s. 78-80; A. Popovic. Les ordres mysti-quesdans l'lslam, Paris 1986,5.70,71; a.mlf., Les demiches baikaniques hier et aujourd'hut, istanbul 1994, s. 105, 106; Dzemal Cehajic, Der-viSki Redovi u Jugostovenskim Zemljama, Sa -rajevo 1986, s. 156, 158, 166, 167, 169, 171-178, 184; 0. Siper. "Die Tekke des Harabati Baba in Tetovo", Ars Turcica: Akten des VI. Inter-nationalen Kongresses für Türkische Kunst, München Î979(ed. K. Kreiserj.München 1987, s. 308-311; S. Tbmic. "Skoplje, Tetovo, Gosti-var, Mavrovo, Galicnik", Bratstuo, XVII, Novi Sad 1923, s. 220; D. Gadzanov. "Mohamedani-Pravoslavni i Sektanti v Makedonija", Make-donski Pregled, 1/4, Skoplje 1925, s. 62; Nime-tullah Hafız, "Yugoslavya'da Bektaşî Tekkeleri", Çevren, IV/11, Priştine 1976, s. 57-66; İrfan Morina. "Kosova Salnamesindeki Kalkandeien Kazası-1894". a.e., V/16 (1977), s. 73-85; Aydın Oy. "Kalkandeien'de Harabatı Baba Tekkesi", a.e., Vlll/4 (1980), s. 18-29; Mehmet İb-rahimi, "Kalkandelendeki Harabati Baba (Sersem Ali Baba) Bektaşî Tekkesi", Millî Kültür, sy. 49, Ankara 1985, s. 54-59; a.mlf.. "Arabati Baba Teke (Sersem Ali Baba)", el-Hiiâl, 11/6, Skopje 1988, s. 12; 11/7 (1988), s. 12; Jasna Sa-mic, "Ko su BektaĞije", Kültüre Istoka-Caso-pis za Filozofiju, KnjÜeunost İ ümetnost Isto-ka, IV/11, Beograd 1987, s. 56-57;a.mIf.. "Bek-taSije i Njihova Tradicija", a.e., İV/13 (1987), s. 54-57; Muhammed Aruci. "Bektasiite vo Makedonija-Arabati Baba Tekija", el-Hİİâl, sy. 17, Skopje 1990, s. 11; sy. 18(1990), s. 12; sy. 19 (1990), s. 12; sy. 20 (1990], s. 12; a.mlf.. "Pokret Bektasija u Makedoniji", Mart 1989'-da Belgrad'daki Sırp İlimler ve Sanatlar Akade-misî'nde sunulan tebliğ (İSAM Dokümantasyon Merkezi), s. 14-25; Murat Küçük. "Makedonya'da Hacı Bektaş Velî Mührü: Harâbâtî Baba Tekkesi", Cem, sy. 61, İstanbul 1996, s. 28-35.
Iffl Muhammed Aruçi
el-HARAC
(bk. KİTÂBÜ1-HARÂC).
L J
HARAÇ
Toprak vergisi.
I. FIKHÎ HÜKMÜ II. TARİHÇE
J
Arapça hare kökünden gelen ve sözlük anlamı "topraktan çıkan şey" olan harâc kelimesinin Arapça'ya Akkadca veya Ârâ-mîce'den yahut Süryânîce aracılığıyla Grekçe'den geçtiğine dair farklı görüşler vardır. Talmutta "baş vergisi". Pehlevî-ce'de "vergi" (özellikle araziden alınan) ve Ârâmîce'de yine "vergi" anlamlarına gelen söylenişleri birbirine yakın kelimelere rastlanmaktadır. İslâm fütuhatından önce Arapça'da yer aldığı bilinen kelimeye toprak, bina. hayvan, köle gibi kaynakların ürün, kira. ücret türü getirileri ve devlet gelirleri olmak üzere birbiriyle alâkalı çeşitli anlamlar yüklenmiştir. Genel olarak tebaanın mal varlığından alınan vergileri ifade eden harâc zaman içinde özellikle toprak vergisi için kutlanılmıştır.
Haraç kelimesi Kur'an'da "caize" veya "mükâfat" karşılığında ve bazı müfessir-lere göre daha geniş bir kapsamla "vergi" anlamında kullanılıyorsa da "toprak vergisi" olarak hiç geçmemektedir. Mü'-minûn sûresinde, "Yoksa sen onlardan bir ücret mi (hare) istiyorsun? Rabbinin ecri (harâc) daha iyidir" (23/72} mealindeki âyette hare ile birlikte ve aynı anlamda kullanılmıştır. Âlimlerin çoğunluğuna göre burada "karşılık, ecir, ücret, menfaat" demek olan hare ve harâc kelimeleriyle verginin kastedildiğini söyleyenler ve ayrıca her iki kelimeyi de harâc şeklinde okuyanlar vardır. Hare (farklı kıraatlere göre harâc) kelimesi Kehf sûresinde de yine çoğunluğun anladığı mânada yer almıştır (18/94); ancak burada kendisine hare teklif edilen Zülkarneyn'in siyasî kudreti göz önüne alınırsa bunun ilgili âyetler içinde vergi anlamına en yakın kelime olduğu ileri sürülebilir. Bakara sûresinde çekimli fiil halinde "topraktan mahsul çıkarma, üretme" mânasında hare kökü geçmektedir (2/267). Hare ve harâc kelimelerini birbirinden ayıran Asmaî'ye göre hare bir defaya mahsus olarak alınan cu'lü (bk.cuÂLE), harâc ise devamlı gelirleri ifade etmek için kullanılır. Ebû Ubeyde ve Leys'e göre ikisi de aynı anlama gelirken Ebû Amr b. Alâ, harcın teberru veya sadaka şeklinde verilen, haracın ise edası zorunlu kabul edilen şey olduğu görüşündedir (İbnü'1-Cev-
zî, V, 191). Ebû Amr'dan gelen bir başka rivayete göre de hare şahsa, harâc toprağa tahakkuk eder (Mâverdî, s. 146).
Hare ve harâc kelimeleri hadislerde de yukarıdakilere ek olarak "vergi, pazar vergisi, baş vergisi" ve "mahsul" ya da "hâsıla" anlamlarında kullanılmıştır (Buhârî, "BÜyÛc", 39, 95, "Hars", 10, 14,"Hums", 13, "İcâre", 18, 19, "Menâkıbü'l-enşâr", 26; Müslim, "Müsâkât", 62; İbn Mâce. "Zekât". 2, "Ruhun", 11; Ebû Dâvûd, "Bü-yûc", 30, 38, 71;Tirmizî, "Büyûe", 48, 53, "Ahkâm", 42; Nesâî, "Büyü1", 15, "Ey-mân", 45). Aynı kökten gelen ihrâc mas-darı "vergi vermek, tediye etmek" demektir {et-Muuatta', "Zekât", 10, 11, 28; Buhârî, "Menâkıbü'l-enşâr", 26; Müslim, "Zekât", 17-19; Nesâî, "Şıyâm", 67; "Zekât", 1). Bu terimin, yabancıların Medine'ye getirdikleri ticari mallardan alınan gümrük vergisi yahut pazar resmi anlamında kullanıldığına da rastlanmaktadır (İbn Mâce, "Ticâret", 40;Tirmizî, "Büyû°\ 15). Bununla birlikte çeşitli hadislerde Hz. Peygamber'in vergi tahsildarı Alâ b. Had-ramrnin Bahreyn-Hecer'deki müslüman-ların topraklarından öşür, gayri müslim-lerinkinden haraç tahsil ettiği bildirilmektedir (İbn Mâce, "Zekât", 22). Kudâmeb. Ca'fer'in rivayetine göre Resûl-i Ekrem 8. yılda (630) Alâ b. Hadramî'yi Bahreyn'e göndererek yöre halkını İslâm'a davet etmiş ve Münzir b. Sâvâ"nın liderliğindeki pek çok kişi müslüman olmuştu. İslâm'ı reddeden Salih ile (?), halkı adına hububat ve hurma mahsulünün yarısı karşılığında mukâseme antlaşması yapılmış, ayrıca bulûğa eren her erkek çocuk için 1 dinar cizye konulmuştu {el-Harâc, s. 278). Bu uygulama. Hayber Antlaşmasfndan farklı bir durumun varlığını göstermesi açısından önemlidir. Haraç ile eş anlamlı olarak kaynaklarda zaman zaman cizye-tü'l-arz ve ücretü'1-arz tabirlerinin de geçtiği görülür.
Fıkıh ve kamu maliyesi literatüründe haraç kelimesinin biri genel (vergi ya da devlet gelirleri), diğeri özel (toprak vergisi ) olmak üzere iki teknik anlamı vardır. Mutlak olarak ve öşür veya cizye terimlerinin zıttı düşünülerek kullanıldığında üretken arazilerden alınan nakdî yahut aynî toprak vergisini ifade eder. Mâverdî ve Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın tarifine göre haraç toprağa tahakkuk ettirilen edası zorunlu haklardır. "Cizyetü'1-arz, cizye ale'l-arz" ve "harâcü'r-re's, harâc ale'r-re's" terkiplerinde olduğu gibi haraç ve cizye kelimelerinin birbirinin yerine ve mutlak vergi mânasında kullanıldıkları da görül-
71
HARAÇ
mektedir; ancak terkip dışında kullanıldıkları zaman cizye ile baş vergisi, haraç ile de arazi vergisi kastedilir. Haraç dışındaki vergiler toprağa değil ürüne veya kişilere yüklenmektedir. Haraç kelimesi mukâseme ile birlikte geçtiğinde (el-ha-râc ve'I-mukâseme) alan hesabıyla tesbit edilen toprak vergisi "harâc-ı vazîfe" anlamına gelmektedir.
J. Wellhausen, bu iki kelimenin mutlak vergi anlamında kullanılışına bakarak gayri müslimlerden alınagelen cizye ile haraç arasındaki ayırımın İlk defa 121 (739) yılında Emevî Valisi Nasr b. Seyyar tarafından Horasan'da gerçekleştirilen vergi reformu ile ortaya çıktığını ve bu tarihten itibaren baş vergisine cizye, toprak vergisine de haraç denildiğini ileri sürmektedir. Bu iki vergideki anlam farklılaşmasının başlangıcı konusunda birbiriyle çelişkili olarak C. H. Becker106-l07 (724-725) yıllarını, A. Grohman II. (VIII.) yüzyılın ortalarını, H. Lammens de Süfyâ-nîler devrini (661-684} veya kısa bir süre sonrasını vermektedir. Ayrıca Wellhausen, İslâm hukukçularının zaman içerisinde ihtiyaç sebebiyle ortaya çıkan vergi sisteminin köklerini ilk döneme kadar götürerek kutsallaştırdıklarını iddia etmektedir. Onun bu görüşleri C. H. Becker. L. Caetani. H. I. Bell gibi şarkiyatçılar tarafından da desteklenmiştir. D. C. Dennett ise kendi nazariyesini çürüten bütün delilleri reddetmek veya görmezlikten gelmekle suçladığı VVelIhausen'ı metot bakımından hatalı ve onun İslâm tarihçile-riyle fakihlerin haraçla cizye arasında ayırıma gitmedikleri görüşünü de dayanaksız bulmaktadır. Çünkü İslâm âlimleri bu terimleri özel anlamlarının dışında kullandıkları zaman genellikle "harâc ale'r-ruûs" ve "cizye ale'l-arz" şeklinde kayıtlandırarak yanlış anlaşılmalarını önlemek istemişlerdir. Ayrıca Wellhausen'ın verdiği tarihin doğruluğu halinde, o dönemde bunu bilebilecek yaşta olan haraç otoritesi Ebû Yûsuf'un eserinde bu hususa işaret etmesi gerekirdi. Yine Dennet, Sevâd (Irak) arazisinde fetihten itibaren başlatılan harâc-ı muvazzaf uygulamasının Abbasî halifeleri Ebû Ca'fer el-Man-sûr ile (754-775) oğlu Mehdî-Billâh (775-785) zamanında kaldırılarak harâc-ı mu-kâsemeye geçilmiş olmasına karşılık bu yeni sistemi Ömer'e nisbetle kutsallaştırma gayreti içine girilmediğini belirterek VVellhausen'ın iddiasını yalanlamaktadır {el-Cizye ue'l-İslâm, s. 39-40). Hz. Ömer ile Hz. Ali'nin, müslüman olan zim-mîlerden cizyeyi kaldırmakla birlikte ha-
Dostları ilə paylaş: |