Kabuledilebilirlik
AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, başvurunun başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir.
-
Esas
-
Başvuranların 3713 sayılı kanunun 6/1 maddesine dayalı mahkûmiyet ve cezaları
-
Tarafların görüşleri
Hükümet, başvuranların ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin 10. maddenin 2. paragrafı kapsamında haklı bir müdahale olduğunu savunmuştur. Özellikle L.E.’nin sözkonusu makalede yansıtılış biçimine vurgu yapmışlar ve isminin makalede açıkça anılmasının terör örgütlerine hedef gösterme olduğunu ifade etmişlerdir. Hükümet, makale içeriğinin bölgede şiddete ve nefret cinayetlerine yol açabileceğini savunmuştur.
-
AİHM’nin değerlendirmesi
AİHM, başvuranların mahkûmiyet ve cezalarının 10/1 madde ile korunan ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale teşkil ettiğine dair taraflar arasında ihtilaf olmadığını kaydeder. Aynı zamanda bu müdahalenin hukuki olduğu ve 10/2 maddede belirtilen suç işlenmesinin önlenmesi gibi meşru bir amaca hizmet ettiği de tartışma konusu değildir. Bu davada tartışma konusu olan müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığıdır.
AİHM, 10. maddeye ilişkin kararlarında ortaya koyduğu temel ilkeleri hatırlatır (bkz. özellikle Şener – Türkiye, no. 26680/95; İbrahim Aksoy – Türkiye, no. 28635/95, 30171/96 ve 34535/97; Lingens – Avusturya, A Serisi no. 103; Fressoz and Roire – Fransa [BD], no. 29183/95; Sürek – Türkiye (no. 1) [BD], no. 26682/95 ve Kuliś – Polonya, no. 15601/02). Somut davayı da bu ilkeler ışığında inceleyecektir.
AİHM, dava konusu müdahaleyi, makalenin içeriği ve yayınlanmış olduğu dönemin koşulları dahil olmak üzere davanın tamamı ışığında incelemelidir. Özellikle tartışma konusu müdahalenin “ulaşılması hedeflenen amaç ile orantılı” ve ulusal makamların bunu haklı çıkarmak için gösterdiği gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığıdır. Mahkeme ayrıca ele aldığı davaların zeminini, özellikle de terörle mücadele ile bağlantılı sorunları dikkate alır (bkz. Üstün – Türkiye, no. 37685/02).
Ancak hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlette basının vazgeçilmez rolü unutulmamalıdır. Suç işlenmesinin önlenmesi ve asayiş ve üçüncü şahısların itibarının korunması gibi amaçlarla konulmuş bazı sınırların aşılmaması gerekse de siyaset ve halkı ilgilendiren diğer konularda bilgi ve fikir aktarmak basının görevidir. Basının özgürlüğü siyasi liderlerinin fikir ve tavırlarını öğrenmeleri ve haklarında bir kanaat oluşturmalarında halka sunulmuş en iyi araçlardan biridir (bkz. Castells – İspanya, A Serisi no. 236). Basın özgürlüğü aynı zamanda bir dereceye kadar abartı ve hatta tahrike izin verir (bkz. Prager and Oberschlick – Avusturya, A Serisi no. 313).
AİHM ayrıca düzenlenmiş olsun ya da olmasın, röportaj ve şahısların beyanlarına dayanan haberlerin basının “halkın gözcüsü” olma görevini yerine getirmesinde en önemli yol olduğunu hatırlatır. Başka bir şahsın sözlerinin yayılmasına yardımcı olduğu için bir gazetecinin cezalandırılması basının halkı ilgilendiren konuların tartışılmasına katkısına ciddi şekilde engel olacaktır ve bunu yapmak için çok geçerli nedenler bulunmuyorsa bu yola başvurulmamalıdır (bkz. örneğin Kuliś – Polonya, yukarıda anılan). Gazetecilerden başkalarını rencide ya da tahrik edebilecek ya da itibarını zedeleyebilecek beyanlara resmen ve sistematik olarak mesafeli durmaları yönünde genel bir koşul getirilmesi, basının güncel olaylar, görüşler ve fikirler hakkında bilgi verme rolüyle bağdaşmamaktadır (bkz. örneğin Thoma – Lüksemburg, no. 38432/97).
Somut dava koşullarına dönülecek olursa AİHM, dava konusu yazının Veli Büyükşahin adlı politikacının Türkiye’nin güneydoğusunda yaşanan kaybolma olayları hakkındaki sözleri ile ilgili olduğunu kaydeder. Makalede Büyükşahin, devleti sözkonusu kaybolma olaylarının sorumlularının bulunması için yeterince çaba sarf etmemekle eleştirmiştir. Aynı zamanda birtakım ciddi iddialar ortaya atmıştır. İlk olarak Albay L.E.’yi bir HADEP üyesini tehdit etmekle suçlamış, ikinci olarak da L.E.’nin başka iki HADEP üyesinin kaybolmasındaki muhtemel sorumluluğunu ima etmiştir. AİHM, DGM’nin sözkonusu yazının Albay L.E.’yi terör örgütlerine hedef göstermek amacıyla yazıldığı ve başvuranların bu yazının yayınlanmasından sorumlu oldukları kanaatine varmış olduğunu gözlemler.
AİHM, sözkonusu makaleyi incelemiştir. İlk olarak Türkiye’nin güneydoğusundaki kaybolma olaylarının şüphesiz halkı ilgilendiren bir konu olduğu kanısındadır. Ancak AİHM, Büyükşahin’in sözlerinin güvenlik güçlerinin, özellikle de Albay L.E.’nin görevlerini kötüye kullandığı iddiasını içerdiği ve bu ifadelerin, doğru değilse hakaret niteliğinde ve ilgilileri halkın gözünde küçük düşürebilecek sözler olduğunu kaydeder. Bu bağlamda AİHM, kamu görevlilerini, görevlerini yerine getirmelerini etkilemek ve halkın kendilerine ve makamlarına olan güvenini sarsmak için bilinçli olarak yapılan kırıcı, hakaret içeren ve küçük düşürücü saldırılardan korumanın zorunlu olabileceğini hatırlatır (bkz. Nikula – Finlandiya, no. 31611/96). Ne var ki AİHM, başvuranlar hakkındaki davanın konusunun hakaret değil Terörle Mücadele Yasası’na muhalefet olması nedeniyle bu hususun bu başvurunun konusu olmadığını kaydeder (bkz. Falakaoğlu ve Saygılı – Türkiye, no. 11461/03).
AİHM, ulusal mahkeme kararlarında belirtilen gerekçeleri incelemiş ve bunları aşağıda belirtilen nedenlerden dolayı başvuranların ifade özgürlüğü haklarına müdahaleyi haklı çıkaracak kadar gerekli görmemiştir. İlk olarak AİHM, başvuranların mahkûm edilmesine yol açan gerekçelerde Albay L.E.’ye getirilen suçlamaların niteliğine dayanılmadığı veya herhangi bir özel önem atfedilmediğinin DGM kararından anlaşıldığını kaydeder (bkz. mutatis mutandis, Halis – Türkiye, no. 30007/96). İkinci olarak terörle mücadelede Albay L.E.’nin adı ve rolünün kamuoyu tarafından bilinip bilinmediği ve isminin ifşası nedeniyle gerçek bir tehlike ile karşı karşıya kalıp kalmadığı hususu dikkate alınmamıştır. Bu şekilde DGM, konumu itibariyle en azından kendi bölgesinde iyi tanınmış olabilecek bir albayın kimliğinin gizlenmesi ile isminin kamu yararına ifşa edilmesi arasında bir yarar muhasebesi yapamamıştır. Bu bağlamda AİHM, hakaret içeren bazı kısımlar haricinde makalenin, bir bütün olarak ele alındığında bir kamu görevlisine karşı şiddete teşvik ettiği ve dolayısıyla Albay L.E.’yi önemli bir fiziksel şiddet tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığı şeklinde yorumlanamayacağını kaydeder (bkz. Koç ve Tambaş – Türkiye, no. 50934/99). AİHM’ye göre alınan tedbirin gerekliliğinin değerlendirilmesindeki temel unsurlar bunlardır.
Dava koşullarını bir bütün olarak göz önünde bulunduran AİHM, ulusal makamların takdir yetkisini de dikkate almakla birlikte, başvuranların ifade özgürlüğüne yapılan şikâyet konusu müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olduğunu göstermeye yetecek gerekçeye dayanmadığını tekrarlar. Bu tespit AİHM’nin başvuranların ceza hukukuna göre tayin edilen mahkûmiyet ve cezalarının hedeflenen amaçla orantılı olup olmadığının belirlenmesi için incelemeyi sürdürmesini gereksiz kılmaktadır.
Buna göre AİHS’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.
-
5680 sayılı kanunun 2/1 maddesi uyarınca gazetenin geçici olarak kapatılması
Dava olayları, tarafların görüşleri ve yukarıda belirtilen 10. maddenin ihlalinin tespiti dikkate alındığında AİHM somut başvuruda dile getirilen temel hukuki sorunun incelenmiş olduğu kanaatindedir. Bu nedenle başvuranların 10. maddeye dayalı, kalan şikâyetine dair ayrı bir hüküm verilmesine gerek görmemektedir (bkz. örneğin Eser Ceylan – Türkiye, no. 14166/02; K.Ö. – Türkiye, no. 71795/01; Mehmet ve Suna Yiğit – Türkiye, no. 52658/99 ve Uzun – Türkiye, no. 37410/97).
-
AİHS’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar davalarının bağımsız ve tarafsız bir mahkemede görülmemesinden şikâyetçi olmuştur. Bu bağlamda DGM’lerin yapısı ve DGM hakimlerinin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na bağlı olmalarından şikâyetçi olmuştur. Başvuranlar ek olarak Yargıtay’ın kararını gerekçelendirmemesinden ve duruşma yapmamasından şikâyetçi olmuşlardır.
AİHM, daha önce benzer şikâyetleri inceleyip reddettiğini hatırlatır (bkz. diğerlerinin yanı sıra Maçin – Türkiye (no. 2), no. 38282/02; Falakaoğlu – Türkiye, no. 77365/01 ve Emire Eren Keskin – Türkiye, no. 49564/99). AİHM somut davada daha önceki tespitlerinden ayrılmasını gerektirecek özel bir koşul görmemektedir. Dolayısıyla başvurunun bu bölümü, AİHS’nin 35/3 maddesi bağlamında açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle AİHS’nin 35/4 maddesi uyarınca reddedilmelidir.
-
AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
AİHS’nin 41. maddesine göre:
“Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”
-
Tazminat
Başvuranlar toplamda 2,496 Euro maddi tazminat talep etmiştir. Bu miktar gazetenin 3 gün süreyle kapatılmasından doğan zararlar ve başvuranlar tarafından ödenen para cezalarını (sırasıyla 664 ve 332 Euro) içermektedir. Başvuranlar ek olarak 10,000 Euro manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
Hükümet miktarlara itiraz etmiştir.
AİHM, gazetenin geçici olarak kapatılmasına ilişkin olarak uğrandığı iddia edilen zararları, belge ibraz edilmemiş olması nedeniyle spekülatif ve dayanaksız olarak değerlendirerek reddeder. Ancak tespit edilen ihlal ve başvuranların ödemek zorunda kaldıkları para cezaları arasında bir illiyet bağı olduğunu tespit etmiştir. Bu nedenle başvuranlar tarafından talep edilen miktarın tamamının ödenmesine karar verir.
Ek olarak AİHM, başvuranların dava koşullarında belli bir miktar sıkıntı ve endişe yaşadıklarının kabul edilebileceği kanaatindedir. AİHS’nin 41. maddesinin gerektirdiği hakkaniyet temelinde bir değerlendirmeyle başvuranlara ortak bir miktar olarak 3,000 Euro ödenmesine hükmeder.
-
Yargılama masraf ve giderleri
Başvuranlar AİHM önündeki masraf ve harcamalar için 3,000 Euro ödenmesini talep etmişler, Hükümet miktara itiraz etmiştir.
Başvuranlar yaptıkları masraf ve harcamaları AİHM İç Tüzüğü’nün 60. maddesinin gerektirdiği şekilde kanıtlayamamış olmaları nedeniyle bu başlık altında ödeme yapılmamasına hükmeder.
-
Gecikme faizi
AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı orana üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar vermiştir.
BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE,
-
Başvuranların ifade özgürlüğüne müdahale edildiği iddiasına ilişkin şikâyetin kabuledilebilir, başvurunun kalan kısmının ise kabuledilemez olduğuna;
-
Başvuranların mahkûmiyetleri ve cezalarına ilişkin olarak AİHS’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine;
-
Başvuranların AİHS’nin 10. maddesine dayalı şikâyetlerinin kalan kısmının ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığına;
-
(a) Sorumlu Devlet’in başvuranlara, AİHS’nin 44/2 maddesi uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan kur üzerinden yeni Türk Lirası’na çevrilerek:
(i) Saygılı’ya 664 Euro (altı yüz altmış dört Euro), Falakaoğlu’na 332 Euro (üç yüz otuz iki Euro) maddi tazminat;
(ii) ortaklaşa 3,000 Euro (üç bin Euro) manevi tazminat;
(iii) bu miktarlara uygulanabilecek her tür vergiyi ödemesine;
(b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten ödemenin yapılmasına kadar geçen süre için Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın gecikme faizi olarak uygulanmasına;
-
Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları uyarınca 21 Ekim 2008 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.
—— • ——
TERZİOĞLU VE DİĞERLERİ/Türkiye*
Başvuru No. 16858/05, 23953/05, 34841/05, 37166/05, 19638/06 ve 17654/07
Strazburg
16 Aralık 2008
İKİNCİ DAİRE
USULİ İŞLEMLER
Davanın nedeni, Türk vatandaşları Necdet Terzioğlu, Fatma Terzioğlu, Şencan Kanan, Sezai Kerci, Ömer Tuncer, Mehmet Karadağ, İsmail Özcan ve Halil Özcan’ın (“başvuranlar”), 23 Temmuz 2003 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Sözleşme’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptığı başvurudur (başvuru no. 16858/05, 23953/05, 34841/05, 37166/05, 19638/06 ve 17654/07).
OLAYLAR
I. DAVA OLAYLARI
Başvuranlar, sırasıyla 1924, 1932, 1940, 1949, 1946, 1944, 1937 ve 1934 doğumludur ve Türkiye’nin farklı şehirlerinde yaşamaktadır.
Başvuranlar, çeşitli tarihlerde Türkiye’nin, Çanakkale, Şarköy, İzmir, Mudanya ve Seferihisar gibi farklı şehirlerinde deniz kıyısındaki arsaları ve taşınmazları miras yoluyla edinmişler ya da satın almışlardır. Başvuranların bir kısmı, arsaları üzerine evler inşa etmiş ya da ticari işletmeler kurmuşlardır.
Hazine, farklı tarihlerde, yetkili birinci derece mahkemelerinden, başvuranların mülklerinin, kıyı şeridinde yer alıp almadığını karara bağlamalarını istemiştir. Mahkemelerce atanan bir grup bilirkişi, arsaları ve üzerlerinde bulunan binaları incelemiş ve kıyı şeridinde yer aldıklarına karar vermiştir.
Hazine, bilirkişi raporlarında varılan sonucu müteakiben ilgili mahkemeler önünde davalar açmış ve kıyı şeridinde bulundukları gerekçesiyle başvuranların arsalarına ve mülklerine ilişkin tapularının iptalini talep etmiştir.
Birinci derece mahkemeleri, çeşitli tarihlerde, Hazine’nin talebini onaylamıştır. 23953/05, 37166/05, 19638/06 ve 17654/07 no’lu başvurularda, başvuranların tapularını tamamen iptal ederken, diğer iki başvurudaki tapuları kısmen iptal etmiştir. Mahkemeler,
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
kararlarında, iç hukuka göre (1990 tarihli Kıyı Kanunu) kıyıların özel mülkiyete tabi olamayacağı ve bu nedenle, başvuranların hüsnüniyetle (bona fides) hareket etmiş ya da arsaların üzerine bina inşa etmiş olmalarını gerekçe olarak gösteremeyecekleri sonucuna varmıştır.
Başvuranların, söz konusu kararlara itirazı, Yargıtay tarafından reddedilmiştir. Başvuranların bazılarının, kararın düzeltilmesi yönündeki talepleri de reddedilmiştir.
23953/05 no’lu başvuruda başvuran, söz konusu arsa üzerindeki dört dükkanın mülkiyetini kaybettiği ve bu dükkanların yıkıldığı gerekçesi ile Şarköy Asliye Hukuk Mahkemesi önünde tazminat davası açmıştır. 28 Ekim 2003’te Şarköy Asliye Hukuk Mahkemesi, devletin söz konusu mülk tapusunun iptalinden (inter alia) kaynaklanan zarar için sorumlu olmadığı gerekçesi ile başvuranın açtığı davayı reddetmiştir. Başvuran itiraz etmiştir. Yargıtay, 24 Eylül 2004 tarihli kararı ile söz konusu kararı onaylamıştır. Başvuranın, kararın düzeltilmesi yönündeki talebi, 17 Mart 2005’te Yargıtay tarafından reddedilmiştir.
Altı başvurana ilişkin detaylar, aşağıdaki çizelgede görülmektedir:
Başvuru numarası ve tarihi
|
Başvuranların isimleri
|
Mahkeme adı ve karar tarihi
|
Yargıtay nihai karar tarihi
|
Yargıtay nihai kararının tebliğ tarihi
|
16858/05
(15.4.2005)
|
Necdet Terzioğlu
Selma Fatma Terzioğlu
|
26.12.2003
(Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesi)
|
15.9.2004
|
20.10.2004
|
23953/05
(6.6.2005)
|
Şencan Kanan
|
28.10.2003
(Şarköy Asliye Hukuk Mahkemesi)
|
17.3.2005
|
19.4.2005
|
34841/05
(2.9.2005)
|
Sezai Kerci
|
28.10.2004
(İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi)
|
16.6.2005
|
8.7.2005
|
37166/05
(30.9.2005)
|
Ömer Tuncer
|
4.7.2005
(Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesi)
|
13.6.2005
|
23.6.2005
|
19638/06
(29.4.2006)
|
Mehmet Karadağ
|
25.3.2004
(Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesi)
|
16.11.2005
|
31.1.2006
|
17654/07
(10.4.2007)
|
İsmail Özcan
Halil Özcan
|
3.6.2003
(Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesi)
|
26.12.2005
|
16.10.2006
|
HUKUK
AİHM, benzer olmaları nedeniyle başvuruları birleştirmeyi uygun görmüştür.
I. 1 NO’LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar, yetkili makamların 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesini ihlal edecek şekilde kendilerini, tazminat ödemeden mülklerinden mahrum bıraktıklarından şikayetçi olmuştur.
A. Kabuledilebilirlik
1. Altı ay kuralının gözetilmesi
Hükümet, 16858/05, 23953/05 ve 17654/07 no’lu başvuruların, AİHS’nin 35/1 maddesinde öngörülen altı aylık süreye uyulmaması nedeniyle reddedilmesi gerektiğini kaydetmiştir. Yargıtay kararları, 7 Ekim 2004, 27 Mayıs 2002 ve 16 Ekim 2006’da ilgili katipliklere geri gönderilmiştir.
Başvuranlar, Hükümet’in iddialarına itiraz etmiştir.
AİHM, 16858/05 no’lu başvuruda, ilk derece mahkemesi kararına ilişkin hakimin imzaladığı resmi bir yazı bulunduğunu ve katipliğin, kararın başvuranlara 20 Ekim 2004’te tebliğ edildiğini kaydettiğini gözlemler. Başvuranlar, başvurularını 15 Nisan 2005’te yapmışlardır. Dolayısıyla, AİHM söz konusu başvurunun, altı aylık süre içerisinde yapıldığı sonucuna varmaktadır.
AİHM, 23953/05 no’lu başvuruda, tapu iptaline ilişkin kararın, katipliğe 27 Mayıs 2002’de geri gönderildiğini gözlemler. Ancak başvuran, mülkiyetine ilişkin tapunun iptalini müteakiben mülkiyet kaybı ve kendisine ait dört dükkanın yıkılması nedeniyle tazminat davası açmıştır. İlgili takibat, Yargıtay’ın başvuranın, kararın düzeltilmesine ilişkin talebini reddettiği 17 Mart 2005’te sona ermiştir. AİHM, Hükümet’in benzer bir itirazının, N.A. ve Diğerleri/Türkiye davasında AİHM tarafından reddedilmiş olduğunu hatırlatır ((karar), no. 37451/97, 14 Ekim 2004). AİHM, mevcut davada farklı bir sonuca varmak için gerekçe görmemektedir.
AİHM, 17654/07 no’lu başvuruda, Yargıtay kararının 19 Ocak 2006’da birinci derece mahkemesi katipliğine gönderildiğini gözlemler. Bununla birlikte, Hükümet tarafından AİHM’ye sunulan kararda, başvuranların yasal temsilcisinin, 16 Ekim 2006’da bir nüshasını aldığı kaydedilmiştir. Müteakiben, 10 Nisan 2007’de başvuruyu AİHM’ye sunmuştur. Kararın başvuranlara, kararın üzerinde kaydedilen tarihten farklı bir tarihte tebliğ edildiğini gösteren bir bildiri mevcut olmadığı için AİHM, başvurunun altı aylık süre içerisinde yapılmış olduğu sonucuna varmıştır (bkz. Kutluk ve Diğerleri/Türkiye, no. 1318/04, 21. paragraf, 3 Haziran 2008).
AİHM, yukarıda kaydedilenler ışığında, Hükümet’in altı ay kuralına ilişkin ön itirazını reddeder.
2. İç hukuk yollarının tüketilmesi
Hükümet, başvuranların yerel hukukta mevcut olan idari ve medeni hukuk yollarını gerektiği gibi tüketmemeleri nedeniyle iç hukuk yollarını tüketmediklerini kaydetmiştir.
Başvuranlar, Hükümet’in iddialarına itiraz etmiştir.
AİHM, önceki davalarda Hükümet’in benzer ön itirazlarını incelemiş ve reddetmiş olduğunu yineler (bkz., Abacı/Türkiye, no. 33431/02, paragraflar 11-18, 7 Ekim 2008; Asfuroğlu ve Diğerleri/Türkiye, no. 36166/02, 36249/02, 36263/02, 36272/02, 36277/02, 36319/02, 36339/02 ve 38616/02, 15. paragraf, 27 Mart 2007; Turgut ve Diğerleri/Türkiye, no. 1411/03, 80. paragraf, 8 Temmuz 2008). AİHM, mevcut davada vardığı sonuçtan farklı bir sonuca varmak için gerekçe görmemektedir. Dolayısıyla, Hükümet’in iç hukuk yollarının tüketilmemesine ilişkin ön itirazını reddeder.
AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru taşımadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru, kabuledilebilir niteliktedir.
B. Esas
Hükümet, Anayasa’ya göre, kıyı şeridinin devlete ait olduğunu ve özel mülkiyet haline getirilemeyeceğini ileri sürmektedir. Tapuların, kanuna aykırı şekilde başvuranlar adına kaydedildiğini ve yasadışı işlemin, ulusal mahkemelerce düzeltildiğini ileri sürmüştür.
Başvuranlar, Hükümet’in iddialarına itiraz etmiştir.
AİHM, birçok kere benzer davaları incelemiş ve hüsnüniyetle alınan ancak daha sonra tazminat ödenmeksizin devlet mülkiyetine geçen tapuların iptali hususunda 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir (bkz. Abacı; N.A. ve Diğerleri/Türkiye, no. 37451/97, AİHM 2005-X; Doğrusöz ve Aslan, paragraflar 26-32; ve Aslan ve Özsoy/Türkiye, no. 35973/02 ve 5317/02, 21. paragraf, 30 Ocak 2007). AİHM, mevcut davada vardığı sonuçtan farklı bir sonuca varmak için gerekçe görmemektedir.
Dolayısıyla, 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varır.
II. AİHS’NİN 6/1 VE 14. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar, AİHS’nin 6/1 maddesi uyarınca ayrıca yerel mahkeme kararının haksız, önyargılı, yeterince gerekçelendirilmemiş ve hem yerel hem uluslararası hukuk hükümlerine aykırı olduğu konusunda şikayetçi olmuşlardır. 37166/05 numaralı başvuruda, başvuran, ayrıca, 14. madde uyarınca, Türkiye kıyı şeridinin başka yerlerinde bulunan çok sayıda diğer taşınmazın tapularının iptal edilmediğini iddia etmiştir.
Hükümet bu iddialara karşı çıkmıştır.
Kendisine sunulan delilleri inceleyen AİHM söz konusu hükümlerin ihlal edildiğine dair bir husus tespit etmemiştir. Başvurunun bu kısmının, AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragrafları uyarınca, açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve reddedilmesi gerektiği kararını vermiştir.
III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
Sözleşme’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder.”
AİHM, 19638/06 numaralı başvuruda, başvuranın adil tatmin taleplerinin bir kısmının on günlük bir gecikme ile yapıldığını, ayrıca başvuranın ek belgeler sunmak üzere sürenin bir ay daha uzatılmasını talep ettiğini kaydetmiştir. Daire Başkanı, Mahkeme İç Tüzüğü’nün 60/3 maddesi uyarınca, AİHM’nin değerlendirmesi için bu ön görüşleri dava dosyasına dahil etmeye; ancak, başvuranın süre uzatma talebini reddetmeye karar vermiştir. Buna göre, daha sonra sunulan belgeler dava dosyasına dahil edilmemiştir.
Dostları ilə paylaş: |