SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Çevresel problemler, canlı yaşamı için çok büyük tehditler oluşturan temel sorunların başında gelmektedir. Bu problemler canlıların hayatlarını etkileyebileceği gibi, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi global ölçekte de olabilir. Günümüzde canlı yaşamı için en önemli çevresel problem olarak görülen küresel ısınma ve iklim değişikliğinin ana sebebi, enerji ihtiyacının karşılanabilmesi amacıyla fosil yakıtlı kaynakların yoğun bir şekilde kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Kömür, petrol ve doğal gaz gibi yakıtların, giderek artma trendinde olması atmosfer içerisinde bulunan doğal sera gazlarının yoğunluğunu artırmaktadır. Bu durum ise, küresel ısınma ve buna bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği olayının temel sebebi olarak görülmektedir.
Çevre bir taraftan insan ihtiyaçlarının karşılanması için kaynak niteliği taşırken, diğer taraftan da mal ve hizmet tüketimi sonucunda ortaya çıkan atıkların depolanması için bir yutak niteliği de taşımaktadır. İnsan yaşamı çeşitli dengeler üzerine kurulmuştur. Bunların arasında en önemlisi insanın çevreyle oluşturduğu doğal dengedir. Doğa ise bir sistemler bütünüdür. Bu sistemler arasındaki ilişkiler çoğunlukla kişiler tarafından fark edilemeyecek kadar uzun ilişki halkalarıyla birbirine bağlı ve uzun süreli olabilmektedir. Doğal denge sistemlere dışarıdan gelebilecek etkiler sonucu doğal dengeyi oluşturan zincirin halkalarında meydana gelen kopmalar zincirin tamamını etkileyerek bu dengenin bozulmasına neden olmakta ve böylece çevre sorunları ortaya çıkmaktadır. Burada göz önünde bulundurulması gereken temel nokta, çevrenin bu absorbe yeteneğinin de sınırlı olduğudur. Çevrenin sahip olduğu bu taşıma kapasitesinin aşılması çevresel sorunların çıkmasına sebep olur. Bu bağlamda toplam sera gazı emisyonu içinde %80’in üzerinde bir paya sahip olan karbondioksit gazının doğal konsantrasyonun artması, doğal dengenin bozulması anlamına gelmektedir. Bu durum paralelinde, karbondioksit ve diğer sera gazlarının atmosfer içerisindeki paylarının önüne geçilmesi de, küresel ısınma ve iklim değişikliği için çok önemli bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
IPCC (2013) 5AR raporunda, Antropogenik CO2 emisyonları 1990 yılında göre %60 artış gösterdiği, CO2 emisyonlarının toplam sera gazı içindeki payının %80’in üzerinde olduğu, son yüzyılda yerkürenin 0.74°C ısındığı, %95 ihtimalle küresel ısınmanın nedeni seragazı artışı olduğu, küresel ısınmayı 2°C altında tutabilmek için CO2 emisyonu artışının yaklaşık 800 GtC sınırını aşmaması gerektiği, şimdiye kadar 550 GtC salınmış olan karbon emisyonlarınının 250 GtC kadar salınabileceği ve bundan sonra dünyanın yaşanmaz bir hal alçağı vurgulanmıştır.
Sera gazları konsantrasyonundaki bu artışların ciddi tehditler oluşturmaya başlamasının anlaşılması ve bu sorunun küresel çabalarla çözümlenebileceğinin anlaşılmasıyla birlikte, global ölçekli işbirlikleri oluşturmaya ve organizasyonlar düzenlemeye başlanmıştır. Bu süreç içerisinde Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde 1992 yılının Haziran ayında Rio de Janerio’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda imzaya açılan “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” (İDÇS) ve 1997 yılının Aralık ayında Japonya’da düzenlenen “Üçüncü Taraflar Konferansı” sonucunda oluşturulan “Kyoto Protokolü” (KP) ayrı bir önem taşımaktadır.
Kyoto Protokolü’nü önemli kılan nedenlerden biri, taraflara sera gazı azaltımı ile belli tarihler çerçevesinde ve belli oranlar dâhilinde yükümlülükler getirmesidir. Kyoto Protokolü’nü önemli kılan bir diğer neden ise, hukuki bir niteliği olan bu belgenin sera gazı azaltımına yönelik taraflara bir anlamda esneklik sağlayan üç yeni mekanizmayı devreye sokmasıdır. Kyoto Protokolü Esneklik Mekanizma’ları olarak adlandırılan bu mekanizmalar, sera gazı azaltımına yönelik ülkelerin kendi sınırları dışında ortak faaliyetler yürütmesine olanak tanımaktadır. Ancak tarafların bu mekanizmalardan yararlanabilmesi için, bazı şartları yerine getirmesi gerekmektedir.
Dünya karbon emisyonunun % 40’tan fazlasını gerçekleştiren Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri sera gazları emisyonlarını azaltmak için önemli anlaşma ve müzakereler yapmaktadır. Bu ülkelerin saldıkları sera gazlarının ekonomik boyutu milyar dolara ulaştığından dolayı birçok bilimin konusu olmaya başlamıştır.
Bu bağlamda, çalışmanın birinci bölümü, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin var olduğu bilimsel araştırmalara dayanılarak sunulmuştur. Sera gazlarındaki artışın, fosil yakıtlardan kaynaklandığı ve sanayi devriminden sonra artmaya başladığı tartışılmıştır. Sera gazı emisyonlarının ekonomik belirleyicileri detaylı bir şekilde verilmiştir. Ayrıca iklim değişikliği ile ilgili uluslararası belge ve antlaşmaların önemlileri ele alınmış ve kronolojik bir sıra ile yapılan bu antlaşmalar analiz edilmiştir.
Çalışmanın ikinci bölümünde, sera gazı azaltımında kullanılan ekonomi politikaları verilmiştir. Enerji dönüşümü, enerji verimliliği, karbon yakalama ve depolama sistemi ve karbon vergisi konuları incelenmiştir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve doğal gaz gibi daha temiz enerji kaynaklarına geçilmesi sera gazı emisyonlarını azaltacağı düşünülmektedir. Ayrıca sera gazı emisyonlarında azaltmak için kullanılan araçlar da analize dahil edilmiştir. AB ETS anlatılarak kullanılacak araçların etkinliği vurgulanmıştır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde, sera gazı emisyonlarının ekonomik büyüme, enerji tüketimi ve dış ticaret etkisi önce teorik çerçeve sonra ilgili litereatür özeti verilerek incelenmiştir.
Çalışmanın son bölümünde ise, seragazı emisyonlarının makroekonomik değişkenlerle olan ilişkisi OECD ülkeleri için, 1971-2011 dönemi yıllık verileri kullanılarak, yatay kesit bağımlılığın varlığı, Berusch-Pagan (1980) CDLM1, Pesaran (2004) CDLM2, Pesaran (2004) CD ve Pesaran ve Yamagata (2008) CDLMadj testiyle incelenmiş ve ülkeler arasında yatay kesit bağımlılığının olduğu görülmüştür. Bu durumu dikkate alan ikinci kuşak birim kök testlerinden Pesaran (2006a) tarafından geliştirilen ve Pesaran (2007) çalışmasında yenilenen, kesit açısından genişletilmiş ADF ve yine Pesaran (2007) tarafından geliştirilen CIPS panel birim kök testleri kullanılmıştır. Serilerin durağanlığı; CADF ve CIPS panel birim kök testleriyle sınanmış ve serilerin düzey değerlerinde birim kökün olduğu görülmüştür. Seriler arasında eşbütünleşme ilişkisinin varlığı; Westerlund (2008) tarafından önerilen Durbin Hausman testiyle incelenmiş ve seriler arasında eşbütünleşme ilişkisinin var olduğu belirlenmiştir. Son aşamada ise eşbütünleşik olan modelin uzun dönem eşbütünleşme katsayıları Pesaran (2006b) tarafından geliştirilmiş olan Ortak İlişkili Etkiler - CCE modeline dayalı tahmin yöntemiyle tahmin edilmiştir.
Yapılan analiz sonucunda; Kanada, Danimarka, Almanya, İtalya, Meksika, İspanya, İsveç ve ABD için tüm değişkenlerde sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı çıkmıştır. Enerji tüketimi, Fransa hariç (anlamsız) diğer ülkelerde anlamlı ve pozitiftir. Bu sonuç beklentilerimizle ve literatürdeki Acaravci ve Ozturk (2010); Bella vd., (2010); Marrero (2010) çalışmalarla uyumludur.
Ekonomik büyüme olarak aldığımız kişi başı GSYİH, Avustralya, Finlandiya, Japonya ve Meksika dışındaki tüm ülkelerde anlamlı çıkmıştır. Avusturya, Belçika, Fransa ve Yunanistanda ise negatif sonuçlara ulaşılmıştır. Bu sonuçlar Jaunky’in (2011: 1238) çalışmasındaki sonuçlarla örtüşmektedir. Diğer 15 ülkede ekonomik büyümenin karbon emisyonu üzerindeki etkisipozitif ve istatistiksel olarak anlamlıdır. Elde edilen bu sonuç literatürdeki Jaunky, (2011); Adom vd. (2012); Ahmed ve Long (2012); Öztürk ve Acaravci (2012) çalışmalarla uyumludur.
İhracat’ın çevre kirliliği üzerindeki etkileri; Avusturya, Kanada, Fransa, Meksika ve İsveç’te beklentilerimize uygun olarak pozitif ve istatistiki anlamlı bulunmuştur. Danimarka, Almanya, İsrail, İtalya, Japonya, Norveç, İspanya, İngiltere ve ABD’de ihracatın karbon emisyonunu artırıcı yönde bir etkisinin olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumun, söz konusu ülkelerin gelişmiş olmalarından ve üretimlerinde temiz enerji kaynakları kullanımına ağırlık veriyor olamalarından kaynaklanmış olabileceği değerlendirilmiştir.
24 ülkenin 11’inde ithaların çevre kirliliğini azaltıcı yönde etkisinin olduğu görülmüştür. Bu durum beklentilerimizle iktisat teorisiyle uyumludur. Kanada, Şili, Fransa, Meksika, İsveç ve ABD’de ithalatın karbon emisyonunu artırıcı etkilerinin olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Bunun nedeninin söz konusu ülkelerce ithal edilen ürün çeşitlerinden kaynaklanmış olabileceği değerlendirilmiştir.
AB15 ülkelerinin kişi başı geliri ile karbon emisyonları arasıdaki ilişkinin pozitif çıkması, bu ülkelerin karbon emisyonlarını 1990 yılının %8 altına düşürme hedeflerini tutturmaklarından kaynaklanabileceği düşünülmüştür. Ayrıca AB15 ülkelerinde GSYİH’nin karbon emisyonlarından daha hızlı arttığı da bu ilişkiyi desteklemektedir.
Fransa ve Belçika gibi bazı gelişmiş ülkelerin ekonomik büyüme ile karbon emisyonları arasındaki ilişkinin negatif çıkmasının sebebi bu ülkelerin belli bir zenginliğe ulaştıklarında, çevre konusunda hassasiyet gösterip sera gazı emisyonlarını azaltabilme başarısı göstermiş şeklinde yorumlanmıştır.
Türkiye’de ekonomik büyüme ve enerji tüketiminin karbon emisyonu üzerindeki etkisi pozitif ve istatistiksel olarak anlamlı bulunurken, ithalatın ise etkisi negatif ve anlamlı çıkmıştır. Bu sonuçlar beklentilerimize ve literatüre uymaktadır. Ekonomik büyümede ve enerji tüketiminde meydana gelen bir birimlik artış çevre kirliliğini sırasıyla 0.6 ve 1.04 birim arttırmaktadır. Türkiye’de enerji tüketimi, çevre kirliliğine neden olan en önemli makroekonomik değişkendir.
Yunistan’da ekonomik büyüme ile karbon emisyonları arasında negatif yönlü ilişki çıkmasının; bu ülkede son dönemde yaşanan ekonomik krizlerin ve bu ülkenin datalarında bilinçli olarak yaptığı tahrifatlara (Göçer, 2013b) bağlı olarak datalarının güvenilir olamamasının etkili olduğu değerlendirilmektedir.
24 OECD ülkesi için Kuznets Hipotezi sınamasında kurduğumuz model, son zamanlarda yapılan; Başar ve Temurlenk (2007), Akbostancı vd. (2009), Narayan and Narayan (2010), Arı ve Zeren (2011), Çınar (2011), Jaunky (2011) ve Xuemei vd. (2011) çalışmalar gibi EKC hipotezini doğrulamamaktadır.
Çalışmamızda yatay kesit bağımlılığının var olması ve Swamy homojenlik testinde OECD ülkelerin heterojen çıkması“Kirlilik Sığınağı Hipotezi”ni (Pollution Haven Hypothesis) desteklemektedir. Yatay kesit bağımlılığının doğrulandığı modelimizde; ülkelerden birine gelen şoklar, diğer ülkeleri de etkilemektedir. Bu nedenle, bu ülkelerdeki karar vericiler ekonomi politikalarını belirlerken, diğer ülkelerin uyguladıkları politikaları ve bu ülkelerin CO, GDP, EC, OPEX veya OPIM değişkenlerini etkileyen şokları da göz önünde bulundurmalıdırlar.
Yaptığımız analizdeki tahminlerde karbondioksit emisyonunu arttıran en önemli değişkenlerin enerji tüketimi olduğu ve enerji tüketiminin de en çok fosil yakıtlardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Fransa hariç tüm ülkelerde anlamlı bir etkiye sahip olan enerji tüketimi diğer değişkenlerden çok daha fazla karbon emisyonlarına sebep olmaktadır. Enerji-yoğun sektörler ve rekabete duyarlı kesimler tarafından hükümet üzerine yapılan baskıların siyasi anlamda sonuç vermesiyle, enerji tüketimi her geçen gün daha çok artmaktadır.
Bu çalışmada; sera gazı emisyonlarının azaltılmasında hem politika hem de araçların birlikte ele alınması, değişkenler bazında modele yeni değişkenler olarak ihracat (OPEX) ve ithalat (OPIM) ilave edilmesi, karar vericiler açısından her ülke için ayrı ayrı panel sonuçlarının hesaplanması ve birbirleriyle karşılaştırma olanaklarının sağlanması, yapılan analizde panel veri kullanılması, yatay kesit bağımlılığı testinin yapılması, tahmincilerin ikinci kuşak testlerle yapılması literatüre bir katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Ülkelerde sera gazı emisyonlarını azaltmak/durdurmak için; ikinci bölümde ayrıntılı olarak ele alınan politika ve araçların, bütün ülkeler tarafından benimsenmesi ve kullanılması gerekmektedir. Sera gazı azaltımında kullanılan politikalar olarak enerji dönüşümü, enerji verimliliği, karbon yakalama ve depolama ve karbon yutaklarının hükümetler tarafından benimsenmesi gerekmektedir. Avrupa Birliği tarafından kullanılan esneklik mekanizmaları geliştirilerek tüm dünyada kullanılır hale getirilmesi önem arz etmektedir. Ayrıca hükümetlerin çevreye duyarlı mekanizmalara teşvik vermesi ve çevreyi kirleten araçlara vergi koyarak daha çevreci bir anlayış benimsenmesi önem arz etmektedir.
Küresel ısınmaya neden olan karbondioksit emisyonunu önlemek için Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü’nde ele alınan çevre politikalarına göre; uluslararası bir çevresel işbirliğinin yapılması, tüm dünyada uygulanabilecek homojen bir karbon verisinin uygulanması ve toplanan karbon vergisi gelirleriyle temiz teknoloji gelişimi için teşvikler sağlanmalıdır. Sonuç olarak bu üç parça aynı anda gerçekleştirildiğinde birbirini tamamlamakta ve küresel ısınmanın önüne geçilebilecek etkin bir politika oluşturmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |