SORUŞTURMA EVRAKI İNCELENDİ:
1.BÖLÜM
SORUŞTURMANIN BAŞLAMASI
“Batı Çalışma Grubu” soruşturması sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve kamuoyunda “28 Şubat süreci” olarak adlandırılan dönemin mağduru olduğunu bildiren şikayetçilerce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının CMK’nın 250. maddesiyle görevli Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğine verilen dilekçeler üzerine başlamıştır. Türkiye’nin değişik yerlerine bulunan Cumhuriyet Başsavcılıklarına verilen şikayet dilekçeleri de yetkisizlik kararları verilmek suretiyle Başsavcı Vekilliğimize gönderilmiştir. Yetkisizlik kararı verilmek suretiyle gönderilen soruşturma dosyaları ve farklı soruşturma numaraları üzerinden yürütülen tüm soruşturmalar birleştirme kararları ile 2011/206 sayılı soruşturma dosyasında toplanmış ve soruşturma bu dosya üzerinden yürütülmüştür. Yasa değişikliği nedeniyle soruşturmaya TMK’nın 10. maddesiyle görevli Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğince devam edilmiştir.
Soruşturmanın kamuoyunda duyulmasından sonra sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler tarafından soruşturmaya katkı sağlayacağı değerlendirilen bazı bilgi ve belgeler sunulmuştur. Sunulan bu belgeler kapsamında soruşturma genişletilmiştir.
Soruşturmanın başladığı tarihten itibaren soruşturma konusu yapılan dönemde mağdur olduğunu ifade eden şikayetçilerce verilen şikayet dilekçeleri, dilekçe eklerinde sunulan bilgi ve belgeler, kamu kurum ve kuruluşlarınca gönderilen deliller halende dosyaya girmeye devam etmektedir.
Soruşturma kapsamında Cumhurbaşkanlığı, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu, MGK Genel Sekreterliği, MİT Müsteşarlığı ve YÖK Başkanlığı başta olmak üzere ilgili tüm kurumlara yazılar yazılmış, soruşturma konusu edilen dönemle ilgili yazışmalar, toplantı tutanakları, raporlar ile tüm bilgi ve belgelerin gönderilmesi istenmiştir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, kamuoyunda Ergenekon ve Balyoz adıyla bilinen soruşturmaları kapsamında yapılan aramalarda elde edilen tüm bilgi ve belgeler ile Batı Çalışma Grubu ile ilgili olabileceği değerlendirilen tüm bilgi ve belgeler ile müşteki Tamer Tatar’ın İstanbul CMK’nun 250. maddesiyle görevli Cumhuriyet Başsavcı vekilliğine teslim ettiği ve kendisine kargo yoluyla tanımadığı bir kişi tarafından gönderildiğini iddia ettiği ıslak imzalı belgeler ile Genelkurmay Başkanlığı antetli CD soruşturma dosyasına gönderilmiştir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca gönderilen ıslak imzalı belgeler ile iddianame içeriğinde “Genelkurmay antetli CD” olarak geçecek olan CD’nin incelenmesinden; Genelkurmay Başkanlığında “Batı Çalışma Grubu” adıyla bir yapılanmanın kurulduğu tespit edilmiştir.
Soruşturma sırasında elde edilen deliller çerçevesinde soruşturma genişletilmiş, Batı Çalışma Grubu ile koordineli çalışan tüm gerçek ve tüzel kişiler, sivil toplum örgütleri, medya grupları, gazeteciler, resmi ve özel kurumlar mercek altına alınmıştır. Toplanan deliller çerçevesinde Batı Çalışma Grubu ile irtibatı bulunan askeri personel ile resmi devlet görevlileri soruşturmaya dahil edilmiştir. Bu kapsamda Batı Çalışma Grubu temel belgelerinde açık irtibatı tespit edilen YÖK Başkanlığında görevli şahıslar soruşturmaya dahil edilmiştir.
Soruşturma konusu yapılan dönemin üzerinden geçen sürenin uzunluğu, kamu arşivlerinde bulunan belgelerin bir kısmının yasa gereği, bir kısmının yasal imha edilmemesi gerekirken kasten veya ihmal suretiyle imha edilmiş olması, bazı kamu kurumlarının personelini koruma anlayışıyla soruşturma konusu edilen dönemle ilgili belgelerin gönderilmesinde beklenen özeni göstermemesi nedeniyle Batı Çalışma Grubu emrinde çalışmış, amaç ve hedefleri doğrultusunda faaliyet icra edenlerin tespitinde zorluklar yaşanmıştır.
Soruşturmanın başından beri “delilden şüpheliye ulaşma” ilkesi doğrultusunda soruşturmayı yürüten savcılığımız, soruşturma sırasında elde ettiği deliller ışığında soruşturmayı genişletmiştir. Halende çok farklı alanlardan Batı Çalışma Grubu ile irtibatlı olabilecek şahıslarla ilgili araştırmalarımız devam etmektedir. Dönemin mali ve ekonomik analizinin yapılabilmesi için MASAK’tan çalışma yapması istenmiştir.
Kamuoyunda “28 Şubat süreci” olarak adlandırılan soruşturma konusu dönemde; Batı Çalışma Grubu ile irtibatlı pek çok şahsın olduğuna ilişkin ihbarlar ve anlatımlar olmakla birlikte “delilden sanığa ulaşma ilkesi” kapsamında yürütülen soruşturma kapsamında suç tarihinde Batı Çalışma Grubu’nu kuran, kurulmasına müsadee eden, bu grup içinde çalışan, bu grubun emir ve direktifleri doğrultısanda faaliyette bulanan asker şüpheliler ile bu şüphelilerle kesin irtibatı tespit edilen YÖK personeli hakkında kamu davası açılmıştır.
Sonuç olarak; soruşturma kapsamında Batı Çalışma Grubu ile fiili ve hukuki irtibatı tespit edilip, delillerle ortaya konan asker veya sivil şahıslar hakkında iddianame düzenlenmeye devam edilecektir. Hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı ilkeleri uyarınca soruşturma kapsamında tutuklu şüphelilerin bulunması nedeniyle ana yapılanması tüm yönleriyle tespit edilen Batı Çalışma Grubu ve bu grupla irtibatı tespit edilen şüpheliler hakkında kamu davası açılması gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.
28 Şubat – BÇG Ana soruşturma dosyası 2011/206’da şüpheli sıfatıyla ifadesi alınanlardan soruşturması tamamlananlar tefrik edilerek 2013/307 soruşturmaya kaydedilmiş ve iddianame bu soruşturma üzerinden açılmıştır. 28 Şubat–BÇG Ana soruşturma dosyası halen Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimizin 2011/206 sırasında devam etmektedir.
2.BÖLÜM
28 ŞUBAT 1997 ÖNCESİ SOSYAL VE SİYASİ GELİŞMELER
TMK 10. Madde ile görevli Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimizce literatürde “28 Şubat süreci” olarak isimlendirilerek ülkeyi derinden etkileyen birçok sosyal ve siyasi gelişmelerin yaşandığı bir dönüm noktası olarak değerlendirilen iddianameye konu olan bu döneme ilişkin yazılan eserlerin incelenmesi sonucunda tüm kaynakların sentezi niteliğindeki akademik bir çalışma olan Prof. Dr. Erkan Yüksel’in 2004 yılında yayınlanan Medya Güvenlik Kurulu, 28 Şubat sürecinde Medya, MGK ve Siyaset Bağlantısı isimli eserinden alıntılar yapılmıştır. Yazarların kendi ifadelerinden aynen alıntılanan aşağıdaki bölümde iddianamenin ilerleyen bölümlerinde yapılacak hukuki değerlendirmelerin anlaşılmasına katkı sağlayacağı düşüncesiyle 28 Şubat sürecinde yaşanılanların ülke aydınının zihninde ve toplumda oluşturduğu kanaat ortaya konmaya çalışılmıştır.
2.1. Seçim Sonuçları
27 Mart 1994 tarihinde yapılan mahalli idareler seçim sonuçlarına göre;
Partilerin almış olduğu oy oranları aşağıda belirtilmiş olup;
Doğruyol Partisi %21.53
Anavatan Partisi %21.07
Refah Partisi %19.10
Sosyal Demokrat Halkçı Parti %13,41
Demokratik Sol Parti %8.70
Milliyetçi Harekat Partisi %7.95
Cumhuriyet Halk Partisi %4.61
Büyük Birlik Partisi %1.34 oy alarak,
Belediyelerde ise Refah Partisinin bu seçimlerde;
- 15 Büyükşehir Belediye Başkanlığından “Ankara, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, Kayseri, Konya” olmak üzere 6 Büyükşehir Belediye Başkanlığını,
- 76 İl Belediye Başkanlığından “Adıyaman, Amasya, Batman, Bayburt, Bingöl, Bitlis, Çorum, Elazığ, Karaman, Kocaeli, Malatya, Muş, Sakarya, Siirt, Sivas, Şanlıurfa, Tokat ve Van” olmak üzere 18 İl Belediye Başkanlığını,
- 840 İlçe Belediye Başkanlığından, 95 İlçe Belediye Başkanlığını kazandığı,
24.12.1995 tarihinde yapılan 20. Dönem milletvekili genel seçim sonuçlarına göre;
Refah Partisi : % 21.38
Anavatan Partisi : % 19.65
Doğru Yol Partisi : % 19.18
Demokratik Sol Parti : % 14.64
Cumhuriyet Halk Partisi : % 10.71
Milliyetçi arHareket Partisi : % 8.18 oy alarak,
Bu oy dağılımına göre Türkiye genelinde partilerin;
Refah Partisi : 158
Doğruyol Partisi : 135
Anavatan Partisi : 132
Demokratik Sol Parti : 76
Cumhuriyet Halk Partisi : 49 milletvekili kazandığı tespit edilmiştir.
2.2. Refah Partisinin Yükselişi ve Anayol Hükümeti Dönemi.
Türk siyasi hayatında soğuk savaşın son yıllarında “sol tehlike” ye karşı milliyetçiliğin ve dinin kullanılmaya başlanması 12 Eylül sonrası bürokrasi kadrolarında Türk-İslam sentezinin belirginleşmesine, Kürt milliyetçiliğini savunuyor görülen terör örgütü PKK’ya karşı da “din kardeşliği” öğesinin ön planda yer tutmasına zemin hazırlamıştır. Merkez sağ ve sol partilerin birbiri ile çatışmaları sonucu seçmenlerin beklentisine yanıt vermekten uzaklaşmaları üzerine seçmeni her geçen gün artan ekonomik sorunlar karşısında siyasal tercihlerinde yeni arayışlara itmiştir. Bir arayış içindeki seçmenin sesine 1990’lı yıllarda Refah Partisi yanıt vermiştir. Önce yerel yönetimleri kazanan RP, bir alternatif olarak geniş halk kitlelerini kucaklayan söylemi ve “Adil Düzen” vaadi ile 24 Aralık 1995 Genel Seçimlerinin galibi olmuştur. Dini argüman ve taleplerle hareket eden RP’nin yaptığı oy patlaması; buna karşın RP karşıtı söylemlerle hareket eden DYP’nin diğer siyasi partilerle birlikte oy kaybı, 28 Şubat sürecinin başlangıcını oluşturur. (Erkan Yüksel, Medya Güvenlik Kurulu, 28 Şubat sürecinde Medya, MGK ve Siyaset Bağlantısı, Anadolu Üniversitesi Yayınları, No:1551, Eskişehir, 2004, s.5-6)
Türkiye’nin 1990 yıllarındaki siyasi hayatına merkez sağ ve sol görüşlerin temsilcileri sayılan Doğruyol Partisi (DYP) ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) koalisyonu ile girilir. Turgut Özal’dan boşalan Cumhurbaşkanlığı görevine, dönemin DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel seçilmiş ve ondan boşalan DYP Genel Başkanlığına da Tansu Çiller gelmiştir. SHP, Şubat 1995’te Cumhuriyet Halk Partisi ile birleşmiş, Genel Başkan Erdal İnönü’nün görevden ayrılma kararının ardından partinin liderliğine önce Murat Karayalçın, ardından da Hikmet Çetin getirilir. Eylül’de toplanan CHP Genel Kurulun’da ise bu kez Deniz Baykal partisinin liderliğini üstlenir. Koalisyon ortağı Çiller ile bir araya gelen Baykal İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’in görevden alınmaması üzerine, 20 Eylül günü bir açıklama yaparak, “koalisyonunun hukuken değilse bile fiilen bittiğini” ve “mevcut tablo içinde yapılacak şeyin Türkiye’yi seçime götürmek olduğunu” ilan eder. Bu haber 21 Eylül 1995 tarihli Hürriyet Gazetesinde de yer bulur. Türkiye DYP-CHP Hükümeti ile erken seçime gittiği dönemde yerel yönetimler de RP’nin büyük bir üstünlüğü söz konusudur. Kamuoyu araştırmaları da genel seçimde RP’nin birinci parti çıkacağını göstermektedir. Merkez sağın liderliği için birçok akçalı problemlerde boğuşan DYP ve ANAP yarışmaktadır.(Yüksel, s.6)
Kritik seçim olarak gösterilen 24 Aralık 1995 genel seçimleri sonunda sandıklar açıldığında RP, oyların %21.4’ünü alarak 158 milletvekili, DYP %19,6 ile 135 milletvekili, ANAP %19.6 ile 132 milletvekili, DSP %14.6 ile 76 milletvekili ve CHP% 10.7 il3 49 milletvekili çıkarmıştır. Cumhurbaşkanı’ndan hükümet kurma görevini birinci parti olan RP’nin lideri Necmettin Erbakan alır. Ancak tek başına iktidar olmaya yetmeyen Meclisteki sandalye sayısı, onu koalisyon hükümeti kurmak üzere diğer parti liderleriyle görüşmelere iter. Erbakan yaptığı görüşmeler sonucunda görevi iade etmek zorunda kalır. Ardından hükümet kurma görevini DYP lideri Çiller alır. Sermaye çevreleri ve medya, o günlerde sol destekli DYP ve ANAP’ın kuracağı ANAYOL formülü üzerinde baskılarını artırır. Ancak ANAP lideri Mesut Yılmaz bu koalisyon önerisine karşı çıkar ve Çiller’in iade ettiği görevi Mesut Yılmaz alır. İlk görüşmelerinde umduğunu bulamayan Yılmaz, her ne şart altında olursa olsun iktidarda olmak arzusundaki RP ile koalisyon kurmak üzere oldukça yakınlaşır. İddialara göre ANAREFAH Hükümeti için ön protokol hazırlanır ve hatta bakanlıklar bile paylaşılır. Ramazan Bayramı tatilinde Erbakan’ın Yılmaz’la kuracağı hükümete yönelik “Nişan yaptık, düğün bayram sonrası” diye açıklama da bulunduğu sırada Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman, TBMM Başkanı Mustafa Kalemli üzerinden devreye girerek bu koalisyonu bıçak gibi keserler. (Yüksel, s.9-12)
Silahlı Kuvvetler, siyasi partiler alanına böylece ilk ciddi ve ürkütücü müdahalesini yaptı. Nitekim bu durum Mesut Yılmaz’ın kulislerde, ‘Ordu’nun temennisi Anayol’du’ sözleriyle doğrulandı. Ordunun siyasi partiler sistemi üzerindeki gölgesi, bir gölge olmaktan çıkmış, fiili bir varlığa dönmüştür ve bu geri çevrilemez bir durumu ifade etmektedir. Siyaset oyunu uzunca bir süre silahların gölgesinde oynanacaktır. Nitekim askerin sivil replikleri her geçen gün çoğalıyor ve seslerini iyice yükseltiyorlar. (Ali Bayramoğlu, 28 Şubat Bir Müdahalenin Güncesi, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.54-55)
Yukarıda yapılan değerlendirmeyi teyit eder mahiyette dönemin Türkiye Büyük Milleti Meclisi Mustafa Kalemli’nin anılarını yazdığı kitabında bu dönemde yaşadıklarını aşağıdaki şekilde ifade etmiştir.
“1995 seçimleri yapılmış ve üçüncü partiyiz. En çok milletvekiline sahip olan RP'nin, hükümeti tek başına kuramayacağı görülüyor. Bir koalisyon olacak. Kamuoyu beklemede gergin... ANAP olarak mutlaka hükümette bulunmak istiyor. Bunun yollarını arıyoruz. Önce TBMM başkanlığı seçimi yapılıyor ve ben seçimi kazanarak TBMM'nin on dokuzuncu başkanı seçiliyorum. Bu seçim partiye ve bilhassa Mesut Bey'e büyük moral veriyor. Seçimin bize başbakanlığı getireceğini beni Meclis başkanı odasına hep birlikte götürürlerken kulağıma eğilerek söylemekten de kendini alamıyor. Ben de aynı düşüncede olduğumu söylüyorum. Mesut Yılmaz. RP lideri Necmettin Erbakan'la koalisyon pazarlıklarına başlıyor. Bu konuşmalarda hayli mesafe alınıyor. Hatta Erbakan bayram sırasında Antalya'dan bir demeç veriyor. ‘Nişanı yaptık, düğün bayram sonrası’ diye. Bayramdan bir iki gün önce akşamüzeri Meclis'te Başkanlık odasında çalışırken Özel kalem müdürüm Ünal Yener telaşla odaya girip. ‘Efendim. Alpaslan Türkeş Bey geldiler: çok heyecanlı, acele görüşmek istiyorlar’ diyor. Ben de biraz merak içinde. ‘Hemen buyursunlar’ diyorum... Hakikaten rahmetli Türkeş büyük bir heyecan içinde bana şunları söylüyor: ‘Sayın Başkan, şimdi önemli bir yerden geliyorum, bana neresi olduğunu lütfen sormayın. Ama size bir mesaj iletmek istiyorum. Eğer RP-ANAP koalisyonu kurulursa, bu memlekette hiç de hoş olmayan olaylar cereyan edebilir. Lütfen Meclis Başkanı olarak ne yapabilecekseniz yapın’ Aynı heyecan içinde, lafı fazla uzatmadan ve belki de kahvesini bile içmeden müsaade isteyip ayrılıyor. Doğrusu hiç beklemediğim bu olay karşısında bir müddet hareketsiz kaldım. Sonra da Türkeş bu mesajı, bana getirmekle koalisyon pazarlıklarını yürüten Mesut Yılmaz’a iletmek mi istedi diye düşünerek. Mesut Yılmaz'ı telefonla aradım. Kendisine yukarıdaki sahneyi, konuşulanları aktardım. ‘Bunları bilmeniz gerektiğini düşünüyorum’ diye de ekledim. Telefonda uzun süren bir sessizlik oldu. (Bu geçen süre içinde ne düşündü bilemem ama o sırada yanında bulunan bir eski sayın bakandan (Fahrettin Kurt) bu anı teyit ettim ve bana şunu söyledi: 'Telefonda dondu kaldı’… Bayramın birinci günü Gülhane Askeri Tıp Akademisine, terörle mücadelede yaralanmış, sakat kalmış er ve subayları ziyarete gittim. Ziyaretin tam ortasında bir subay, akademi komutanı rahmetli Tümgeneral Prof. Dr. Fahrettin Alpaslan Paşa'ya gelerek bizim ve basının da duyabileceği şekilde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı Paşamın benimle görüşmek istediğini söyledi. Önemli bir şey olduğunu tahmin etmekle beraber, ziyaretin sonunda kendilerini arayacağımı ifadeyle, hadiseyi büyütmemeye gayret ettim. Biraz sonra komutanın odasından Karadayı Paşa’yı bağladıklarında, paşa o her zamanki nazik üslubu içinde ama çok kararlı bir ifadeyle şöyle dedi: ‘Sayın başkan, bu RP-ANAP koalisyonu kurulursa hiç hoşa gitmeyen hadiseler olur. Meclis Başkanı olarak lütfen üstünüze düşen görevi yapınız...’ Anladım ki akşamki gelişmelerden kendisinin gayet tabi haberi yok ama belki bu arada başka bir şey oldu düşüncesiyle cevaben, ‘Sayın paşam, ben üstüme düşeni yaparım, lütfen siz de kendi üstünüze düşen görevi yapın’ dedim. Bunu söylerken de o zaman DYP Kilis milletvekili olan Genelkurmay eski Başkanı Doğan Güreş'i belki asker olarak Tansu Hanım’a gönderirler düşüncesiyle hareket ettim. Biraz sonra eve geldiğimde Karadayı Paşa tekrar aradı ve ‘Sayın başkan, ben üstüme düşeni bizzat yerine getirdim, şu anda Ankara'dan ayrılıp tatil için Bursa'ya gidiyorum. Bundan sonrası size kaldı’ deyip telefonda iyi bayram dileklerini ifade etti ve konuşmayı noktaladı” (Mustafa Kalemli, Kalemli’nin Kaleminden, Doğan Kitapçılık, İstanbul,2002, sh,.88-90)
Mustafa Kalemli’nin ‘siz de üzerinize düşeni yapın’ ifadesiyle kastettiğini Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı bizzat gerçekleştirmiştir. DYP lideri Çiller’i Uludağ’da bayramın ikinci günü ziyaret etmesinin ardından ANAREFAH koalisyonunun anlaşmazlıkla sonuçlandığı açıklanmış ve ANAYOL koalisyonu için yakınlaşma başlamıştır. (Hakan Akpınar, 28 Şubat ‘Postmodern” Darbenin Öyküsü, Ümit Yayıncılık, Ankara)
Seçimden sonra ilk hükümet denemesi medyanın, iş adamlarının ve komutanların desteklediği RP’siz bir hükümet modeli olan ANAYOL koalisyonu ile gerçekleşir. 12 Mart 1996 tarihindeki güven oylamasında 207 ret ve 80 çekimser oya karşı 257 kabul oyu alarak göreve başlar. ANAYOL Hükümeti’nde ilk kriz bürokrat atamalarıyla başlar. Öte yandan Çiller ile ilgili yolsuzluk iddialarını ortaya atarak Meclis’te Çiller’i köşeye sıkıştırmaya çalışan RP, bir diğer yandan da güven oylaması sonuçları için hukuksal inceleme başlatır. Anayasa Mahkemesi, RP’nin “çekimser oylarında ret oylarıyla birlikte sayılması” önerisini değerlendirmeye alır. Bu arada RP, Çiller hakkında 12 ayrı dosya hazırlamıştır. 10 Mayıs tarihli Hürriyet Gazetesinin haberine göre bu dosyalardan TOFAŞ önergesi ANAP’ın da desteğiyle kabul edilir. (Cüneyt Arcayürek, Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler: 9, 28 Şubat’a İlk Adım, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2003)
Anayasa Mahkemesinin 14 Mayıs 1996 günlü kararı ile ANAYOL Hükümeti tartışmalı hale gelir. Mahkemenin gerekçeli kararı açıklanana kadar Cumhurbaşkanı ve Başbakan Yılmaz güven oylamasına gerek olmadığını söylerken, diğer partiler şart olduğunu ifade ederek tartışmaya katılırlar. RP, hükümeti düşürmek için gensoru önergesi verir. (28 Mayıs 1996 tarihli Hürriyet Gazetesi) RP’nin hükümeti düşürme girişimi DYP ve CHP’nin de desteğiyle Meclis gündemine alınır. Hükümet “zam dışında hiçbir icraat yapmaya fırsat bulamadan daha üçüncü ayında kişisel çekişmelerin kurbanı olmuştur. (6 Haziran 1996 tarihli Hürriyet Gazetesi)
2.3. Refahyol Hükümeti Dönemi
28 Şubat süreciyle ilgili yazılan eserlerde sürecin aktörü olarak değerlendirilen askeri bürokrasinin siyasal alanla yakın ilgisi hükümetin gerçekleştirdiği siyasal faaliyetleri yakından takip etmesi, tepki vermesi ve kamuoyu oluşturması sonucu toplum zihninde oluşan izlenimler yazarların kalemlerine aşağıdaki şekilde yansımıştır.
8 Temmuz 1996 tarihinde 265 ret oyuna karşılık 278 kabul oyuyla güvenoyu alan REFAHYOL Hükümeti göreve başlamıştır. RP’liler ilk kez 23 Temmuz günü komutanlarla yüz yüze gelirler. (Akpınar’dan aktaran Yüksel, s.25) Genelkurmay Başkanlığı’nda verilen iç ve dış güvenlik konularındaki kapsamlı brifingde, RP’nin siyasal görüşüne taban tabana zıt konular gündeme getirilerek, Atatürkçü, laik ve demokratik düzenin ortadan kaldırılmasına ilişkin bölücü ve aşırı dinci faaliyetlerle ilgili endişeler dile getirilir. Akpınar’a göre, Genelkurmay Karargâhı, Refahlı bir hükümeti içine sindirememektedir ve İslamcı bir Başbakan’ın başkanlığındaki hükümetten fazlasıyla tedirgindir. Ordudaki atama ve terfileri görüşmek üzere 1 Ağustos 1996 günü başlayan ve 4 Ağustos’ta sona eren Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında "irticai faaliyetlerde bulunduğu" gerekçesiyle 13 subay ve astsubayın ordudan ihracına Erbakan'ın da imzası ile karar verilir. Şura'da ayrıca öğrenildiğine göre aşırı sağ ve aşırı sol eğilimli ve PKK gibi örgütlerle ilişkisi bulunan toplam 13 subay ile 16 astsubayın ordu ile ilişkisi kesilmiştir. (Akpınar’dan aktaran Yüksel, s.26; Hürriyet, 5 Ağustos 1996; Sabah, 5 Ağustos 1996).
Başbakan'ın 10 gün süren İran, Singapur, Pakistan, Malezya ve Endonezya’yı kapsayan Türkiye’nin bozuk dengelerini düzeltme amaçlı tartışmalı yurtdışı gezisinden sonra toplanan MGK’nın gündeminde elbette ki, Erbakan'ın "denge düzeltme" gezisi vardır. 27 Ağustos’ta yapılan toplantıda Erbakan'ın gezi sürecindeki tartışma yaratan açıklamalarına yanıtı, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) raporları verir (Hürriyet, 5 Eylül 1996; Akpınar’dan aktaran Yüksel, s.28) Bunlar arasında en dikkat çekeni, İran'ın PKK'ya verdiği desteği kanıtlayan teyp bandı ve belgelerdir. Toplantıda Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Erkaya ilk kez irtica konusunu şu sözlerle gündeme getirir. "Burada hep terörü konuşuyoruz; ancak bir süredir aşırı dinci akımlar tırmanıyor ve ben bir yıldır bu konunun burada ele alındığına tanık olmadım... Televizyonlarda rejim değişikliği tartışılıyor. Bu durumda ne yapacağız? İrtica bir tehdit mi, değil mi? Bunu gündeme alalım. Tartışalım. Uygun görürseniz hükümete tavsiye kararı alalım" Cumhurbaşkanı Demirel ise irtica konusunun MGK gündemine alınması önerisini değerlendireceği yanıtını verir. Komutanların bu konudaki duyarlılığını bilen Demirel'in hesabı, irtica krizi derinleşmeden hükümetin parlamento içi dinamiklerle düşürülebileceği yönündedir. (İba’dan aktaran Yüksel, s.29)
Hükümetin kurulmasını izleyen ilk günlerden başlayarak Erbakan'ın yapacağı icraatlara yönelik açıklamaları ve kaynak yaratmak için önerdiği formüller medyada tartışılırken, diğer yandan da "darbe" söylentileri gündemdeki yerini alır. Donat'a (1999) göre, Erbakan'ın "hükümet olmaya hazırlıklıymış" dedirtmek çabası ile ortaya attığı "kaynak yaratma formülleri" işe yaramaz. Hükümetin kamuoyundaki imajı, gelişen olaylar çerçevesinde gün be gün yıkılır. Diğer yandan devletin iç ve dış politikalarındaki yerleşik tez ve görüşleriyle çatışmaya başlayan RP'ye sürekli uyarılar yapılır. Ordunun, Cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine olan sarsılmaz bağlılığı, her fırsatta dile getirilir. (Akpınar ve Donat’tan aktaran Yüksel, s.29)
Genelkurmay Başkanlığı'nın 30 Ağustos davetine katılan Erbakan sıkıntılı anlar yaşar. Davette gazetecilerle yaptığı söyleşide Erbakan'ı eleştiren Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, İran Devrimi'nden sonra Türkiye'ye kaçan bir İranlı kuvvet komutanının devrimle ilgili anılarını anlatarak, "isim ve adres söylemeden Türkiye'deki durumu" değerlendirir. Karadayı, "İran'da generaller Humeyni hareketinin irticanın kendisi olduğunu fark ettiklerinde iş işten geçmişti" diye konuşur. Karadayı'nın Sabah Gazetesi Ankara temsilcisi Fatih Çekirge'ye anlattıkları ertesi gün (1 Eylül 1996), "Genelkurmay Başkanı ilk kez konuştu" üst başlığı ve "Karadayı'dan Humeyni dersi" manşetiyle yayınlanır. (Arcayürek’ten aktaran Yüksel, s.31). Bu olayın üzerinden çok geçmeden 27 Eylül günü ise Afganistan’da köktendinci Taliban’ın yönetimi ele geçirdiği haberleri üzerine Genelkurmay Başkanı Karadayı, İstanbul'da Hava Harp Okulu'nun yeni eğitim yılı töreninde "Afgan olayından alınacak önemli dersler var. Duracak, bekleyecek zaman değil, partiler ne yapıyor?" açıklamasını yapar. (Akpınar ve Arcayürek’ten aktaran Yüksel, s.33)
Daha bir yılını bile doldurmayan Meclis'in yeni yasama dönemine başladığı 1 Ekim günü partilerin milletvekili sayıları aynı değildir. RP'nin milletvekili sayısı bir artarak 159 olmuştur. Ancak DYP'nin milletvekili sayısı 135'ten 121'e, ANAP'ın 132'den 120'ye, DSP'nin 76'dan 73'e gerilemiş, CHP ise 49 olan milletvekili sayısını korumuştur. Yasama yılı açılış töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Demirel'in "Cumhuriyet'in temel nitelikleri değiştirilemez" sözlerini yalnızca RP'li milletvekillerinin alkışlamaması dikkati çeker. Açılış töreni tam anlamıyla laiklik gösterisine dönüşür. (Arcayürek’ten aktaran Yüksel, s.35) Aynı gün Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın "ordudan atılan subaylara mahkeme hakkı tanınması" girişimine sert tepki gösteren açıklaması da gündemdeki yerini alır. (Yüksel, s.35)
Yeni yasama yılına hızlı başlamak niyetindeki Erbakan, Mısır, Libya ve Nijerya'yı kapsayan ikinci bir dış gezinin hazırlıklarına Meclis açılmadan başlar. Erbakan gezide, Libya lideri Kaddafi'den bu ülkede iş yapan Türk müteahhitlerin milyonlarca dolarlık birikmiş alacaklarının ödenmesini istemeyi planlamaktadır. Ancak gezi planı, hükümetin DYP kanadında çatlağa neden olur. İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, Libya'nın PKK'ya destek verdiğini belirterek, gezi kararnamesini kesinlikle imzalamayacağını açıklar (Akpınar ve Arcayürek’ten aktaran Yüksel, s.35-36). Bu arada Ekim ayının ilk günü İstanbul'daki Hava Harp Okulu'nun açılışında ilk ders laikliğe ayrılır ve duvara da Atatürk'ün "İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz" sözleri asılır. Hava Yüksek Mimar Kıdemli Albay Dr. Turgut Enginoğlu "Laikliğe dokunulmaya kalkıldı mı devrimler devrilir, ülke bütünlüğü dağılır. Ne çağdaşlaşma kalır, ne ilerleme. Atatürk, laikliği son derece önemli buluyordu ve O'na göre laik olmak, adam olmaktı" diye konuşur (Hürriyet, 2 Ekim 1996). Diğer yandan resmi görüşmeler için Mısır'dan istenen randevu talebine ancak beş gün sonra olumlu yanıt gelir. Gezi sabahı ziyaretin üç saat ertelendiğine ilişkin haber alınır. Mısır Hükümeti, kendisinin terörist ilan ettiği Müslüman Kardeşler Örgütü'nden övgüyle söz eden Erbakan'a tepkilidir (Akpınar ve Arcayürek’ten aktaran Yüksel, s.36). Daha gezinin başında, Mısır'da yapılan karşılama töreninde Türk bayrağı göndere çekilmez ve diplomatik skandallar ve "dış politikada itibar erozyonu" tartışmaların başlıca konusu olur. (Yüksel, s.36)
Mesut Yılmaz ise gezinin başladığı 2 Ekim 1996 günü, Meclis’teki grup toplantısında ‘Bir darbe hareketinin oluşturulmasına ilişkin bazı kadroların çalışma içinde olduklarına dair sezgilerim, hatta bilgilerim var’ diye açıklamada bulunur (Sabah, 3 Ekim 1996). Her yerde darbe söylentileri konuşulmaktadır. (Solak’tan aktaran Yüksel, s.36). RP Grup Başkanvekili Salih Kapusuz darbe söylentilerine yanıt verir. Kapusuz, "Açık söylüyorum, kimse darbe yapamaz. Kimse gayri hukuki yollara sapamaz. Medya kah demokratik, kah militarist görünüyor. Türkiye'de hükümet boşluğu yoktur, istikrar vardır. RP'nin başarmasından korkuyorlar" diye konuşur. (Arcayürek’ten aktaran Yüksel, s.36).
Erbakan'ın Mısır'dan sonraki durağı olan Libya'da Kaddafi ile yaptığı görüşme ise skandalların en büyüğüne sahne olur. Uygulanan hava ambargosu nedeniyle Libya'ya Tunus üzerinden karayolu ile gidecek olan Erbakan'ı Tunus hükümeti karşılamaz. Erbakan'ın Tunuslu rejim muhalifi Gannuşi'yi Türkiye'ye davet etmesine ülke yönetimi kızgındır. Erbakan, laik hükümetlerce yönetilen Müslüman ülkelerde itibar görmemektedir (Akpınar’dan aktaran Yüksel, s. 37). Libya gezisi, Akpınar'a göre, 28 Şubat sürecinde önemli bir mihenk taşıdır. Yerleşik devlet bürokrasisinin muhalefetine karşın gerçekleştirilen bir gezidir. Libya Büyükelçisi'nin üç kez gönderdiği, "bu ülkeye siyasi bir gezi yapmanın sakıncalı olduğunu" belirten kripto tanınmamıştır. (Yüksel, s.37) Hükümet ortağı Çiller ise "Erbakan'ın Libya'ya gitmesi hataydı" diyen Genelkurmay Başkanı Karadavı ile "sürpriz bir görüşme" yapar. (Hürriyet, 9 Ekim 1996; Arcayürek’ten aktaran Yüksel, s.39). "Siz merak etmeyin Paşam, laiklik konusunda en az sizin kadar hassasız. Anti-laik hiçbir gelişmeye izin vermeyiz" diyen Çiller, daha sonra kamuoyuna da "Kimse orduyu tahrik etmesin... Hiç birinin aklında böyle bir şey yok" diye ortamı yatıştırmaya yönelik açıklamalarda bulunur. (Akel’den aktaran Yüksel, s. 40). Arcayürek'in ifade ettiğine göre RP ile koalisyon kurmadan önce ABD'ye "ben gidersem şeriatçılar gelir" diyen Çiller, artık "koalisyondan çekilirsem darbe olur" mesajı vermektedir. (Yüksel, s. 40)
İstanbul’un Sultanbeyli İlçesinin RP’li Belediye Başkanı’na rağmen, İstanbul Batı Garnizonu Komutanı Doğu Silahçıoğlu, İlçe meydanına Atatürk heykeli diktirerek, heykelin bulunduğu caddeye Atatürk Bulvarı adını vermesi askerler ile hükümetin karşılıklı açıklamalarına sebep olur. (İba’dan aktaran Yüksel, s. 43) 3 Kasım günü patlak veren Susurluk skandalı ülke gündemini derinden sarsar, devlet, mafya ve siyaset üçgeninde derin devletin tartışılmasına sebep olur. ( Akpınar’dan aktaran Yüksel, s.44) 9-10 Aralık günleri arasında toplanan YAŞ'nın gündeminde ise, radikal İslamcı eğilimlere sahip ya da irticacı örgütlerle ilişkisi olan 58 subay ve astsubayın, ayrıca disiplinsizlik suçuyla da 11 personelin TSK'dan ihracı vardır. Erbakan ilk günkü toplantıya katılmasa da, ikinci gün, alınan kararı imzalamak üzere önünde bulur. (Hürriyet, 11 Aralık 1996) Hürriyet Gazetesinin haberine göre YAŞ toplantısında "toplam 69 kişinin atılması, son yıllardaki en büyük temizlik" olarak nitelenir. Toplantıda Erbakan'a verilen brifingde, dış ve iç tehdit kapsamında irticanın PKK'dan daha öncelikli bir tehlike olduğu ifade edilir. Genelkurmay Başkanı Karadayı, direnir gibi görülen Erbakan'a "Bu kişiler ordu komutanlarından değil, tarikat ve örgüt liderlerinden emir almaktadırlar" açıklamasını yapar. (Akpınar’dan aktaran Yüksel, s. 48)
12 Aralık günü Bakanlar Kurulu toplantısına MGK'dan gelen dosyalar sunulur. Doğu Anadolu'da uygulanan politikaları eleştiren, Kürt nüfusunun önlenemez biçimde artığına, bunun ileride vahim sonuçlara yol açabileceğine ve silah kaçakçılığının ardında bazı politikacıların olduğuna dikkat çekilen raporda, "milletvekillerinin Meclis dışındaki eylemlerindeki suçlar için dokunulmazlıklarının kaldırılması" tavsiye edilir. Raporun içeriğine kimi bakanlar tepki gösterir. Bunun üzerine Erbakan'ın emriyle sessizce toplanan dosyalar, "müsterih olunması" tavsiyesiyle MGK'ya iade edilir. Ancak olayın medyaya yansıması üzerine Erbakan daha sonra, "MGK'mız ne yaparsa mükemmelini yapar" açıklamasında bulunur. (Akpınar’dan aktaran Yüksel, s. 49) 13 Aralık günü Sabah Gazetesinde "Ordu rahatsız" haberi yayınlanır. "Askeri çevrelere" dayanarak verilen haberde, "şeriatçı subayların atılmasına İslamcı basın ve bazı Refahlıların tepkisi orduda öfkeyle karşılandı" diye yazar. İzleyen günlerde de RP'nin, Genelkurmay'ın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması ve YAŞ kararlarının yargı denetimine açılması yönündeki yasa değişikliği önerileri tartışmaların odağını oluşturur (Sabah, 17 Aralık 1996; Yüksel, s. 49) Bu arada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın yemeğine katılan Kara Kuvvetleri Komutanı Hikmet Koksal, irticai faaliyetlerden yakınarak "DYP'nin RP'den farkı olmadığı" görüşünü dile getirir (Arcayürek’ten aktaran Yüksel, s.50).
Komutanların, hükümeti istemediklerine ilişkin önemli bir açıklama, Hürriyet Gazetesi'nde 20 Aralık 1996 günü gazetenin yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün kaleminden yayınlanır. "Üst düzey komutanlardan biri", "Askerler huzursuz. Silahlı Kuvvetler bir darbe hazırlığı içinde mi?" sorusuna "Bu defa işi Silahsız Kuvvetler halletsin" yanıtını vermektedir. Artık askerler, hükümetin demokratik kitle örgütlerinin baskısıyla demokratik yollardan gitmesini isteklerini sesli bir biçimde dile getirmektedir. (Yüksel, s.51) Askerlerin çağrısına silahsız kuvvetlerin yanıtı izleyen günlerde gelir. 22 Aralık günü Cumhurbaşkanı Demirel, "gündemdeki sıcak konularla ilgili olarak" liderleri Köşk'e davet eder. (Arcayürek’ten aktaran Yüksel, s.52) Susurluk Skandalı ile ilgili gelişmelerin gündeme geldiği toplantı beş saat sürer ama "somut bir sonuç" çıkmaz. (Hürriyet, 23 Aralık 1996) İzleyen günlerde de skandalla ilgili gelişme ve iddialar yine gündemin en önemli konusudur. 30 Aralık günü gazeteler (Sabah, Hürriyet) zirvenin zabıtlarını manşetten yayınlar. Milli Gazete (10 Ocak 1997) daha sonra zabıtların "bu işi Erbakan'ın çözeceği gerçeğini ortaya çıkardığını" yazar. Dört gün sonra gerçekleştirilen MGK toplantısında ise ilk kez "laiklik" sözcüğüne yer verilen bir basın açıklaması yapılır. MGK Genel Sekreterliği'nce Anadolu Ajansı'na verilen açıklamada toplantıda görüşülen konular ile ilgili olarak şöyle denir; “Toplantıda, ülke genelindeki güvenlik ve asayiş durumu ile bunu etkileyen iç ve dış gelişmeler gözden geçirilmiş ve değerlendirilmiş, bu değerlendirmeler ışığında Anayasa ile belirlenmiş demokratik, laik, hukuk devleti esasları çerçevesinde ülkemizin iç ve dış güvenliğinin sağlanması ve idamesi konusunda alınan tedbirlerin kesintisiz olarak sürdürülmesi kararlaştırılmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mevcut bütün meselelerini çözecek güçte olduğu vurgulanmıştır”. (Yüksel, s.52)
Her ne kadar Aralık ayındaki toplantıda komutanlar irtica konusunun gündeme alınmasını bekleseler de konunun gündeme gelmemesi üzerine kendi aralarında toplanarak bir durum değerlendirmesinde bulunurlar. Somut bir eylem planı üzerinde anlaşan komutanlar, bu planı harekete geçirmek üzere, İba'nın iddiasına göre, Batı Çalışma Grubu'nun (BÇG) kurulmasına karar verirler. Ancak BÇG'nin kesin kuruluş tarihi tartışmalıdır. Emekli Korgeneral Nevzat Bölügiray'ın aktardığına göre BÇG, 28 Şubat Kararlan sonrasında bu kararlara dayanılarak kurulmuştur. İba ise komutanların 28 Şubat toplantısına BÇG'nin hazırladığı raporlarla girdiklerini ileri sürer. İba'ya göre BÇG adını, çağdaşlığın simgesi olan "Batı" sözcüğünden almıştır. Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın emri ile kurulan ve başında bir Tümgeneral'in bulunduğu BÇG bünyesinde inceleme, araştırma ve değerlendirme birimleri oluşturulmuştur. Bu birimler arasında hukuk ve psikolojik harekât gibi birimlerinin de bulunduğu Bölügiray tarafından belirtilir. İstihbarat faaliyetleri çerçevesinde hazırlanan raporlar komutanların bilgisine sunulmuş ve komutanlar bu raporlarla MGK toplantılarına ve brifinglere katılmışlardır. İrtica ile savaşında TSK'nın aldığı önemler zincirinin en önemli halkasını oluşturan BÇG'nin hedefi, Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasına göre "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel nitelikleri olan ve Anayasa'da yerini bulan Atatürk ilke ve inkılâplarıyla, sosyal hukuk devletine karşı her türlü faaliyeti takip ve kontrol etmek, brifinglerle kamuoyunu bilgilendirmek" diye tanımlanmaktadır. Ancak bu kurumun darbe hazırlığı içinde bulunduğu, demokrasi ve hukuk dışı bir kurum olduğu gibi eleştiriler daha sonra gündemde yerini almıştır. (İba ve Bölügiray’dan aktaran Yüksel, s.52-53)
Genelkurmay Başkanlığı, "ilk kez", 17 Ocak günü Cumhurbaşkanı'nı davet ederek kendisine irtica tehdidini konu alan bir brifing sunar. Bu brifingin bir başka ilk olma özelliği daha vardır. Sunulan rapor; İba'nın başka bir kaynaktan daha doğrulanamayan iddiasına göre BÇG'nin hazırladığı ilk rapordur. Fatih Çekirge’nin bir askeri yetkiliye dayanarak aktardığına göre ise BÇG'nın hazırladığı bir dizi rapor ve bilgi Genelkurmay Başkanlığında değerlendirildikten sonra brifinglere ilk olarak "20 Mart günü İzmir'de Ege'li sanayici ve işadamlarına verilen brifingle" başlanmış verilen brifingin BÇG tarafından yürütüldüğü de açıklanmıştır. 17 Ocak tarihli Brifingde, RP'nin iktidarı ile gündeme gelen aşırı dinci akımlar, şeriatçı kadrolaşma ve silahlanma konularına dikkatler çekilir. Türban yasağının okullarda ve resmi dairelerde kaldırılması, Taksim meydanına cami yapılması gibi tartışmalar da gündemin diğer başlıklarıdır. Öte yandan Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak daha sonra; emekli olduktan sonra, yaptığı bir açıklamada 28 Şubat sürecinin başlangıç tarihini de bu brifing olduğunu ifade eder. Brifingde komutanlar Demirel'e, "İrticai faaliyetler bölücülükle eşit ve birinci derecede öncelikli iç tehdit haline gelmiştir. Genelkurmay tehdit önceliklerinde bu değişikliğe göre gerekli iç düzenlemelerini başlatacaktır". (İba, Cevizoğlu ve Çekirge’den aktaran Yüksel, s.55)
Bir askeri tatbikat nedeniyle 23 Ocak'ta Gölcük'te bir araya gelen komutanlar, durum değerlendirmesi yaparak hükümeti "yasal ortamlar içinde" uyarma kararı alırlar. Genelkurmay Başkanı Karadayı ve kuvvet komutanlarının da bulunduğu iki oramiral, 12 generalin katıldığı "zirve" üç gün sürer. (Hürriyet, 25 Ocak 1997) Gölcük'teki toplantı daha sonra Özkasnak'ın ifade ettiği biçimde 28 Şubat Kararları'nın "çıkış noktası", "orjini" ya da "merkezi" sayılır. Toplantının ardından ertesi gün Genelkurmay Başkanlığı, TÜSİAD'ın "Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri" başlıklı, sistemin yeniden yapılandırılması için radikal önerileri içeren, Genelkurmay Başkanlığı'nın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması ve MGK'nın kaldırılmasının önerilerinin bulunduğu raporuna karşı sert bir tepki gösterir. (İba ve Cevizoğlu’ndan aktaran Yüksel, s.56) İlk kez Ağustos ayında gerçekleştirilen MGK toplantısında irtica gündeme getirilir. MGK'nın ocak ayı toplantısında ise bir kez daha irtica konusu dile getirilir. Erkaya bu kez şöyle konuşur: (İba ve Bölügiray’dan aktaran Yüksel, s.57) "Bir partinin temsilcileri açıkça şeriat devletini savunmaktadırlar. Bunun bugün yönetimde olan bir partinin temsilcileri tarafından yapılmasını laik cumhuriyet açısından fevkalade tehlikeli buluyorum... Eğer ülkeyi yönetenler irticayı bir tehlike olarak görmezlerse... Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları sabah akşam dini siyasete alet eder ve şeriat devletini tartışırlarsa... Laik Cumhuriyet, temellerinden sarsılmaya başlar." Oramiral, "Aşırı dinci akımlar bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline gelmiştir. PKK tehdidi ikinci plana düşmüştür" beyanında bulunarak konunun MGK gündemine alınması önerisini tekrar eder. Diğer komutanların da bu yönde görüş bildirmesi üzerine Demirel, konunun şubat
ayındaki toplantısında gündeme alınmasına şu sözlerle karar verir: (Ergin’den aktaran Yüksel, s.58) 1997; Hürriyet, 23 Ağustos 1997) "Bu kurula gelen herkesin iki şapkası vardır, askerlerin de... Birincisi komutan şapkası, ikincisi ise MGK üyesi şapkası, komutanların ikinci şapkalarını taşıyarak irtica konusundaki görüşlerini bu forumda anlatmaları anayasal bir haklarıdır. Ancak kimsenin bu aşamada hazır olduğunu zannetmiyorum. Bu konuda kapsamlı bir hazırlık yapılması gerekir. Önümüzdeki ay konuyu tartışalım"
Gelişmelerden endişe duyan Yalım Erez'in darbe konusunda Çiller'i uyardığı gün takvimler 1 Şubat'ı göstermektedir. Marmaris'teki ağaç dikme töreni sonrasında Çiller ile bir araya gelen Erez, "İhtilali boz. İhtilal olursa bundan en çok zararı gören ülke, ordu ve sen olursun" diye konuşur. Çiller ise arkadaşını sakinleştirmeye çalışarak, "Merak etme. Ben Amerika ile konuştum. Endişeye gerek yok. Bu devirde ihtilal olmaz" yanıtını verir. (Ergin’den aktaran Yüksel, s.58; Hürriyet, 23 Ağustos 1997) Susurluk kazasının yarattığı tartışma ortamının bir uzantısı olarak, Cumhuriyet tarihinde ve dünyada başka bir örneği bulunmayan "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi" Şubat ayının ilk günü başlar. (Hürriyet, 3 Şubat 1997) Geniş yankılar bulan, saat 21.00’da ışıkların bir dakika söndürülmesi biçimindeki eylem, toplumun ve siyasetin kirletilmesine, Atatürk devrimlerine ihanete ve şeriat özlemciliğine karşı bir tepki niteliği kazanır. Eyleme katılımın boyutu toplumun gelişmelerden duyduğu rahatsızlığın eyleme dönük önemli bir göstergesidir.
İran İslam Devrimi'nin lideri Ayetullah Humeyni'nin işgal altındaki Kudüs'ü anmak için başlattığı gelenek Türkiye'de Sincan'ın RP'li Belediye Başkanı Bekir Yıldız tarafından 30 Ocak günü sahneye konur. İddialara göre bu gelenek başlatılalı yıllar olmuştur ama görüntüleri ilk kez kamuoyuna yansımıştır. Başkent Ankara'nın Sincan İlçesi'nin meydanındaki Atatürk büstünün tam karşısına, Küdüs'teki Mescid'i Aksa çadırının bir benzeri kurularak içinde düzenlenen "Kudüs Gecesi"nin konuğu, İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Begheri'dir. Radikal İslamcı Hamas ve Hizbullah örgütlerinin destek verdiği gecede RP'li gençler, Filistinlilerin, İsrail askerlerine karşı başlattıkları "intifada" mücadelesini canlandırırlar. Oyun sloganlar ve tekbir sesleri ile devam eder. (Akpınar ve İba’dan aktaran Yüksel, s.59) Bu olayın oluşturduğu tartışmaların ardından Genelkurmay Başkanlığı'nda 3 Şubat günü kuvvet komutanlarının katıldığı toplantıyı, ertesi gün tankların Sincan'da yürümesi izler. Sabahın ilk saatlerinde Sincan'ın birkaç kilometre dışındaki Etimesgut Zırhlı Birlikler ve Tümen Komutanlığı'ndan hareket eden 15 tank ve 20 kariyer, tam teçhizatlı bir bölük piyade eşliğinde Sincan'dan geçerek 10 kilometre ilerideki Yenikent Akıncı Dördüncü Ana Jet Üssü'nün tatbikat alanına gider. İki tank ise "arızalandığı için" olayların yaşandığı Sincan Meydanı'nda akşam saatlerine kadar bekler. Akşam saatlerinde ise tanklar birliklerine geri döner. Ergin'e göre bu eylem, komutanların aldığı karar doğrultusunda Fırtına Harekâtı’nın "Başla Emri" için uygun bir hedef olmuştur. Tankların geçit yaptığı gün İçişleri Bakanı Meral Akşener, Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ı, "soruşturmanın selameti açısından" görevden alır (Hürriyet, 5 Şubat 1997). Yıldız, ertesi gün savcılığa giderek teslim olur. (Hürriyet, 6 Şubat 1997). (Ergin ve Akpınar’dan aktaran Yüksel, s. 61). Tankların meydanda bekletilmesi; Akpınar'a göre, rejim karşıtlarına karşı açık bir gözdağıdır. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, sonraki günlerde bu olaya açıklık getirerek, 21 Şubat günü Washington'da Türk-Amerikan Konseyi toplantısında "Demokrasiye balans yaptık" yorumunda bulunur. Daha sonra DYP Grup toplantısında konuşan Kilis Milletvekili ve Genelkurmay eski Başkanı Doğan Güreş de, "Tankların Sincan'daki Atatürk Anıtı'nın önünden geçmesi bir tesadüf değildir. Tankların geçişi, askerin rahatsızlığını gidermek için bir sübap işlevi görmüştür" diye yorumda bulunur. Darbe söylentilerinin gündemde yer almasıyla birlikte gazetelerde Demirel'in Erbakan'a gönderdiği Anayasa'nın temel ilkelerini ve devrim kanunların hatırlatan mektubu konuşulmaya başlanır. Demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri TBMM'ye giderek "hükümetin bir an önce işbaşından uzaklaştırılması ve siyasal atmosferin olağanlaştırılması" önerisinde bulunur. (Akpınar ve Akel’den aktaran Yüksel, s.63).
Cumhurbaşkanına verilen brifingin ardından, Genelkurmay Başkanlığı demokratik kitle örgütleri ile temasa geçmiştir. Üç General, Ankara Ticaret Odası Başkanı Ahmet Çavuşoğlıı’nun makamında, Atatürkçü Düşünce Derneği temsilcilerinin de yer aldığı salonda sendikacılarla bir toplantı yapar. Genelkurmay Başkanı, 6 Şubat günü Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı ziyaret eder. Görüşmede, "Meselenin TBMM zemininde ve sivil destekle çözümlenmesi üzerinde durulduğu" açıklanır (Akpınar’dan aktaran Yüksel, s.63). Sincan'daki gelişmelerden sonra ilk kez 14 Şubat günü bir araya gelen komutanlar, Sincan gösterisinin toplumda "kıpırdanma" yaratması bakımından olumlu bir gelişme olduğuna dikkati çekerler(İba’dan aktaran Yüksel, s. 64).
Sabah Gazetesi şubat ayında daha 10 gün öncesinden MGK toplantısını manşetine alır. Fatih Çekirge imzalı, "En kritik MGK" başlıklı haberde, Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın "çok önemli bir konuşma yapmasının beklendiği" yazar (Sabah, 18 Şubat 1997). Ertesi gün de gazete Erbakan'ın açıklamasını Mehmet Ali Birand'ın kaleminden manşet yapar. “Paşalara güvence" başlıklı haberde, Erbakan'ın 28 Şubat'taki toplantıda "partisinin rejime yönelik bir art niyeti olmadığını anlatacağı" yazılır. İzleyen günlerde de Sabah Gazetesi yazarları her gün bir başka siyasi parti lideri ile görüşür. Daha çok Fatih Çekirge ve Hasan Cemal'in yaptığı bu toplantılarda solda birlik arayışları, DYP ile ANAP arasında koalisyon tartışmaları gündeme gelir. Solda birleşmeye Ecevit, sağda birleşmeye Çiller karşı çıkar görülür. Çiller ve Demirel ile yapılan görüşme aynı sayfada yan yana yer bulur (24 Şubat 1997). "Çare demokraside" ortak başlığı atılan haberde, Demirel ve Çiller tarafından "rejime demokrasi dışı bir müdahalenin Türkiye'ye büyük zarar vereceğinin ifade edildiği" belirtilir. Son olarak gazetenin konuğu Başbakan Erbakan olur. 27 Şubat günü yayınlanan Erbakan görüşmesi "Hoca'nın rakamları" başlığıyla manşet yapılır. Sabah yazarları ile görüşen Erbakan'a göre Türkiye "baş döndürücü" bir yıl yaşamaktadır ve rakamlar da bunu göstermektedir. Rejim tartışmaları ve Erbakan'ın Türkiye'de "faşist laik düzen var" sözleri gazetenin diğer başlıkları arasındadır. 24 Şubat 1997 günü Hürriyet Gazetesinde yayınlanan Demirel'in gazetenin temsilcileri ile yaptığı röportajda ‘sokakta, bu hükümet olmasın, kim olursa olsun deniyorsa, darbe tartışılıyorsa, bu bir hiddetin eseridir’ sözlerine yer verilir. Röportajda her kesime mesajlar veren Demirel, Erbakan'a ‘Meclis'te ettiğin yemini tut’ demekte ve ‘şeriat istiyorum diyenlere’ de ‘namaz kılıp orucunu tutamıyor musun? Bu ülkede 65 bin camide beş vakit ezan okunmuyor mu? Her sene 1500 yeni cami yapılmıyor mu? 85 bin cami din adamının maaşını devlet karşılamıyor mu? Sen cumhuriyete teşekkür borçlusun’ karşılığını vermektedir. ‘Silahlı Kuvvetler bir siyasi parti değildir ve bir sivil idarenin emrindedir’ diye konuşan Demirel, darbe tartışmalarına da değinerek şunları söylemektedir: "Darbe tartışmasıyla Türkiye'ye iyilik yapmıyoruz. Bakınız, darbe aslında TCK'nın 146'ncı maddesine göre cezaya mucip bir olaydır. Türkiye'nin artık gideceği tek yol var: Demokrasi" (Yüksel, s. 66-67).
28 Şubat 1997 günü gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu toplantısına gelindiğinde, gündemde ülke için "birinci tehdit" olarak nitelenen irtica konusu vardır. Devletin zirvesinde konu ilk kez Ağustos ve ardından Ocak ayında yapılan toplantılarda Oramiral Erkaya tarafından dile getirilmiş ve MGK gündemine alınması isteminde bulunulmuşsa da Cumhurbaşkanı Demirel, konuyu Şubat ayının gündemine almak "zorunda" kalmıştır (Bölügiray’dan aktaran Yüksel, s. 69). Toplantı gündemindeki Türkiye’deki radikal dinci akımların rejime tesirleri maddesi en önemli konudur. (Donat’tan aktaran Yüksel, s.71). İba’ya göre toplantıya askerler, BÇG’nin hazırladığı bilgi, belge ve raporlarla; Erbakan ise MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’a hazırlattığı bir raporla gelir (İba’dan aktaran Yüksel, s.71).
28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısında alınan kararlar ve bu kararların uygulanması ile ilgili süreç ülkeyi derinden etkilemiştir. MGK kararlarının alınması ve uygulanmasıyla ilgili siyasi iktidarın gösterdiği direniş Genelkurmay bünyesinde Anayasa ve yasalara aykırı olarak kurulan Batı Çalışma Grubu üst yapılanmasının daha etkin olabilmek için teşkilatlanmasına ve askeri bürokrasi içinde yasadışı bir oluşum olarak askeri bürokrasiyi etkisi altına almasına yol açmıştır. Öncelikle askeri bürokrasi en uç noktasına kadar kontrol altına alınmış, kendine özgü bir teşkilatlanma ile ülkenin siyasi iktidarını değişik baskı araçları ile yönlendirmiş ve nihayetinde hükümet çalışamaz hale gelmiş ve istifa etmiştir. Buna ilişkin bilgi ve belgeler, bir sonraki bölümde açıklanacaktır.
Dostları ilə paylaş: |