T.C. DANIŞTAY 10. DAİRE E. 1984/2319, K. 1985/1643, T. 16.10.1985
Davacı köylerin, iki köyün sınırları içindeki otlaklarda yayla kurmaları ve hayvan otlatmaları, bu arazilerin bir kısmının orman içerisinde kalması ve ayrıca bu bölgede daha önce çeşitli huzur bozucu olayların yaşandığı gerekçesi ile kaymakamlıkça yasaklanmıştır.
Dava ve temyiz dosyasının incelenmesinden, iki köy ile davacı köyler arasındaki otlakiyede çeşitli huzur bozucu olayların çıktığının bildirilmesi üzerine Kaymakamlıkça bu arazinin bir kısmının orman alanı içinde kaldığı buraların orman alanı olarak yararlanılması gerektiği görüşüyle ve asayişide korumak amacıyla dava konusu işlemin tesis edil diği anlaşılmaktadır.
İdare Mahkemesi; davacı köylerin mülkiyetinde bulunan 1021 m2 lik yerin kullanımının idarece engellenmediği, uyuşmazlık konusu yerde davacı köylerin tapuya kayıtlı yayla veya meraların bulunmadığı, uyuşmaz lık konusu yerin orman alanı olduğu, bu yerlere 6831 sayılı Yasanın 20 ve 21.maddeleri uyarınca orman idaresince herhangi bir otlatma izni verilmediği bu arazi üzerinde önceki yıllarda çatışmalar çıktığı, bu nedenle de 5442 sayılı Yasanın 32.maddesi (Ç) bendi uyarınca tesis edi len işlemin mevzuata uygun bulunduğu gerekçesiyle açılan davayı reddet miştir.
5442 sayılı İl İdaresi kanununun 32 nci maddesi (Ç) bendi "İlçe sınır ları içinde huzur ve güvenliğin kişi dokunulmazlığının tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi kaymakamın ödev ve görevlerindendir." hükmünü taşımaktadır.
Bu madde hükmünden anlaşılacağı gibi mülki idare amirlerine ilçe sınır ları içinde esenliğin sağlanması için gerekli güvenlik önlemleri almak ve bazı yasaklamalar koymak yetkisi verilmiştir. Ancak bu yetki sınır sız ve süresiz değildir. Eğer ilçe sınırları içinde herhangi bir yasak lamayı gerektiren durum varsa, bu durumun giderilmesi için gerekli önlemler ve süre belirtilerek işlem tesis edilmesi gerekmektedir. Aksi bir davranış yasanın düzenleniş amacına ters düşer.
Ayrıca, uyuşmazlık konusu arazinin niteliği, orman olup olmadığı ve mülkiyet durumu açıklığa kavuşmamıştır. Bu konular ancak yargı yerlerince verilecek kararlar ile tesbit ve sürekli korunabilir.
SONUÇ : Açıklanan gerekçelerle İdare Mahkemesi kararında isabet bulunmadığında anılan Mahkeme kararının bozulmasına işin esasına inilerek, Kaymakamlık işleminde yasa ile idareye verilen yetki aşılmış olduğundan kaymakamlık kararının iptaline karar verildi.
T.C. DANIŞTAY 8. DAİRE E. 1999/1889, K. 2001/1289, T. 28.3.2001 Maden Kanununa göre alınmış ruhsatlarla faaliyet gösteren taşocağı işletmelerinin yakınında bulunan yerleşim bölgesinde yaşayan vatandaşların, taşocaklarının yaptığı gürültü ve sarsıntılardan şikayetçi olmaları üzerine yapılan araştırmalar sonucu düzenlenen raporlarda, yörede bulunan taşocağı işletmelerinin çevreye doğaya ve bölgede yaşayan insanlara zarar verdikleri ve mevzuata aykırı hareket ettiklerinin saptanması üzerine, İzmir Valiliğince Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına başvurularak bölgedeki ruhsatlar iptal edilmiştir.
DAVA : İstemin Özeti : İzmir İli, Bornova İlçesi, Işıkkent, Belkahve, Naldöken, Şeytanderesi mevkiilerinde Maden Yasasına göre verilmiş ruhsatlara istinaden faaliyet gösteren işletmelerin ruhsatlarının iptali ve yeni ruhsat verilmemesi yolundaki İzmir Valiliği başvurusunun, cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, çevre ve insan sağlığına olumsuz etkileri olan ve gayri sıhhi müessese ruhsatı bulunmayan maden sahalarındaki faaliyetin devamının sakıncalı olduğu gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal eden İzmir 1. İdare Mahkemesinin 16.6.1998 gün ve 407 sayılı kararını onayan Dairemizin 21.12.1998 gün ve 4479 sayılı kararının; iptal edilen ruhsatların yerleşim yerlerine uzaklığı ve çevresel etkileri yönünden çok farklı olduğu, bu durumun ayrı ayrı incelenip kararın buna göre verilmesi gerekirken tüm ruhsatların iptaline karar verildiği, çimento fabrikalarını diğer sektörlerden ayıran en önemli özelliğin hammadde kaynaklarına yakın olması zorunluluğu olduğu, ruhsatların iptalinin aynı zamanda fabrikanın durması anlamına geleceği, Maden Yasasına göre verilen ruhsatların yine bu yasaya göre iptal edilmesi gerektiği, aksi halde ruhsat güvencesi kalmayacağı öne sürülerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 54. maddesi uyarınca düzeltilmesi istemidir.
Savunmanın Özeti : Yanıt verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi İsmail Saklı'nın Düşüncesi: Kararın düzeltilmesi isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Radiye Tiryaki'nin Düşüncesi: Davalı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve müdahiller tarafından dava konusu işlemi iptal eden İzmir 1. İdare Mahkemesi kararını onayan Danıştay sekizinci Dairesi kararının düzeltilmesi istenilmektedir.
Bulundukları arzın mülkiyetine tabi olmayan madenler Anayasanın 168. maddesiyle devletin hüküm ve tasarrufu altına alınmıştır. Aranması ve işletilmesi hakkı Devlete ait olan ve belirli bir süre için özel kanunun açık iznine bağlı olarak gerçek ve tüzel kişilere devredilebilecek madenlerin, kanunda öngörülen usul ve esaslara göre Devletin gözetim ve Denetimi altında işletilmesi Anayasal bir haktır. Anayasa emrine uygun olarak özel ve tüzel kişilerin uyması gereken bütün kuralları ve kurallara uymayanlara uygulanacak yaptırımlar Maden Kanunu ile düzenlenmiş olup, Maden Kanununun 4 maddesinde, memleket kara sularından itibaren ufken 500 metre mesafede maden arama, ön işletme ve işletme ruhsatı verilmez hükmü yer almıştır.
Dosyanın incelenmesinden, İzmir İli Bornova İlçesi sınırları içinde Maden Kanununa göre alınmış ruhsatlarla faaliyet gösteren taşocağı işletmelerinin yakınında bulunan yerleşim bölgesinde yaşayan vatandaşların, taşocaklarının yaptığı gürültü ve sarsıntılardan şikayetçi olmaları üzerine yapılan araştırmalar sonucu düzenlenen raporlarda, yörede bulunan taşocağı işletmelerinin çevreye doğaya ve bölgede yaşayan insanlara zarar verdikleri ve mevzuata aykırı hareket ettiklerinin saptanması üzerine, İzmir Valiliğince Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına başvurularak bölgedeki ruhsatların iptali ve yeni ruhsat verilmemesi isteminde bulunulduğu, bu istemin yanıt verilmemek suretiyle reddedildiği anlaşılmıştır.
Olayda, sözü edilen bölgede faaliyette bulunan ve davacı idarece ruhsatının iptali istemiyle davalı idareye başvurulan işletmelerden olan ... nin yeri, konumu, faaliyet alanı ve fiilen yaptığı işlere ilişkin saptamalar yapıldıktan sonra, gürültü ve hava kirliliği açısından çevreye ve insan sağlığına zarar verip vermediğinin,bölgenin topoğrafik yapısını olumsuz yönde bozup bozmadığının ve ruhsat alanı dışında faaliyette bulunup bulunmadığının tesbiti bakımından idare mahkemesince mahallinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden ve Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim elemanlarınca düzenlenen raporda, işletmede anılan sakıncalar için önlemler alındığı belirtildikten sonra sonuç olarak, adı geçen şirketin ruhsat kapsamı dışında faaliyetinin bulunmadığı yapılan faaliyetlerin çevre, doğa ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin alınan önlemlerle asgari düzeye indirilmiş olduğu, ancak sürekliliğin sağlanabilmesi için periyodik olarak kontrol ve denetimlerin yapılması gerektiği bu haliyle kapatılmalarının daha büyük olumsuzluklara neden olabileceği belirtilmiştir.
Bu durumda konunun uzmanlarınca hazırlanmış rapora rağmen, İdare Mahkemesince, uzmanlık alanı dışında olan bir konuda, olası bir risk faktörü varsayımı ile sonuca varılarak işlemin iptal edilmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Ayrıca, uzun yıllardan beri yasal çerçeve içerisinde faaliyet gösteren bu işletmelerde binlerce işçi çalıştırılmakta, ülke ekonomisinin önemli sektörlerinden birisi olan inşaat sektörünün ana girdisi olan çimento, kireç mıcır ve saire üreterek ülke ekonomisine küçümsenmeyecek miktarda artı değer sağlanmaktadır. Böylesine yararlı işletmeleri yasa ve yönetmeliklerle belirlenen ölçüler içerisinde gerekli tedbirleri aldırarak çalıştırmak varken, herhangi bir bilimsel ölçü ve kiritere dayanmaksızın kapatma yoluna gidilmeksinde kamu yararı olmadığı tartışılamıyacak kadar açık bir gerçektir.
Öte yandan, İzmir Büyükşehir belediyesince izin verilemeyen ocaklar, sonradan Belediye mücavir alanına giren ve bu nedenle belediyeden izin alınması gereken ocaklardır. Sözü geçen bölgedeki ocakların çoğunluğu Maden kanununa göre verilmiş ruhsatlarla faaliyetlerini sürdürmekte olup, bunların ayrıca belediyeden izin alma zorunlulukları bulunmamaktadır. Bu nedenle bölgedeki işletmelerin bazı ocaklarına Belediyece izin verilmemesi nedeniyle işletmenin tamamen kapatılması yoluna gidilmeside yasal dayanaktan yoksundur.
Açıklanan nedenlerle karar düzeltme isteminin kabulü ile idare mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince duruşma için önceden belirlenen 28.3.2001 gününde davacı vekili Av. ... ile davalı Bakanlığı temsilen Av. ... ve davalı idare yanında davaya katılanlar ... vekili Av. ..., ... Derneği Başkanı ..., ... Derneği Başkanı ...'nın sav ve savunmaları ile Danıştay Savcısının düşüncesi dinlendikten sonra işin gereği görüşüldü :
KARAR : Kararın düzeltilmesi istemine ilişkin dilekçede öne sürülen düzeltme nedenleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 54. maddesine uygun bulunduğundan, düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 21.12.1998 gün ve ve E:1998/4969, K:1998/4479 sayılı kararı ortadan kaldırılarak işin esası yeniden incelendi.
Uyuşmazlık, İzmir İli, Bornova İlçesi, Işıkkent, Belkahve, Naldöken, Şeytanderesi mevkiilerinde Maden Yasasına göre verilmiş ruhsatlara istinaden faaliyet gösteren işletmelerin ruhsatlarının iptali ve yeni ruhsat verilmemesi yolundaki İzmir Valiliği başvurusunun yanıt verilmeyerek reddine ilişkin işlemin iptali istemine ilişkindir.
3213 sayılı Maden Yasasının 7. maddesinde, memleket kara sınırlarından itibaren ufken 500 metre mesafede maden arama, ön işletme ve işletme ruhsatı verilemeyeceği, belediye imar sahaları ve mücavir alanlar içindeki maden arama, ön işletme ve işletme faaliyetlerinin belediyeden izin alınması ile yapılacağı, ruhsat alındıktan sonra belediye imar sınırları içine alınan maden sahalarının bu hükümden müstesna olduğu kurala bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, İzmir İli, Bornova İlçesi sınırları içerisinde Maden Yasasına göre alınmış ruhsatlarla faaliyet gösteren taşocağı işletmelerinin yakınında bulunan yerleşim bölgesinde yaşayan vatandaşlar ile yine işletmelere yakın sanayi sitesi esnafının, taşocaklarındaki patlamaların yaptığı gürültü ve sarsıntılardan şikayetçi olmaları üzerine yapılan incelemeler sonucu düzenlenen raporlarda, yörede bulunan bu işletmelerin çevreye, doğaya ve bölgede yaşayanlara zarar verdikleri ve yürürlükteki mevzuata aykırı faaliyet gösterdiklerinin saptanması üzerine Özel İdareye izafeten İzmir Valiliğince davalı Bakanlığa başvurularak, yöre halkının mağduriyetleri yanında, büyük alanları kapsar şekilde verilen bu ruhsatların amaçları dışında kullanılmasının, halen yürürlükte olan Taşocakları Tüzüğü hükümleri çerçevesinde İl Özel İdare Müdürlüklerinin mevcut olan ruhsat verme yetkilerinin yasal açıdan olmasa da fiilen ellerinden alınmasına ve bu nedenle de öz gelir kaynaklarını oluşturan rüsum girdilerinde düşüş olmasına sebebiyet verdiklerinden, Maden Yasasına göre verilen ruhsatların iptali isteminde bulunulduğu, bu istemin yanıt verilmeyerek reddedildiği anlaşılmaktadır.
İdare mahkemesince, iptali istenilen ruhsat sahalarıyla ilgili olarak görüntü ve hava kirliliği açısından çevreye ve insan sağlığına zarar verip vermediğinin, bölgenin topoğrafik yapısını olumsuz yönde bozup bozmadığının, maden ruhsatı kapsamı dışında faaliyette bulunulup bulunulmadığının saptanabilmesi amacıyla, yerinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda özetle, ...'nin IR-959, IR-2974, IR-2720, IR-3014 sayılı ruhsatlarla faaliyetlerini sürdürdüğü, IR-959 ve IR-2720 sayılı sahalar üzerinde açılmış bir ocak bulunduğu, ancak belediye encümeni kararı ile faaliyet durdurulduğundan ocakta faaliyet gözlenemediği, ocağın en yakın yerleşim alanı Naldöken Köyüne 1 Km, Evka-3 konut alanına en az 2 Km uzaklıkta olduğu, IR-2720, IR-2974, IR-3014 sayılı ruhsatların tarihinin bu sahaların imar sınırları içine alınışından sonra olduğu, bu nedenle bu faaliyetler için belediyeden izin alınmasının zorunlu olduğu belirtilerek sonuç olarak, ...'ne ait ruhsatlı sahalarda ruhsat kapsamı dışında faaliyet yapılmadığı, yapılan faaliyetlerin çevre, insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin (toz, gürültü, taş fırlatma ve titreşim) alınan önlemlerle asgari düzeye indirildiği, ancak sürekliliğin sağlanabilmesinin kontrol ve denetimlerin periyodik olarak uzman ve yetkili kişilerce yapılmasına bağlı olduğu, 3213 sayılı Maden Yasasınca maden ruhsatlarının verilmesi ve iptal edilmesi hakkının Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bırakıldığı, aynı Yasanın 7. maddesi gereğince IR-959 sayılı ruhsatlı sahası dışında kalan sahalarda faaliyetini sürdürülebilmesi için belediyeden izin almasının gerekli olduğu, ocağın bu hali ile kapatılmasının can güvenliği ve görüntü kirliliği açısından daha büyük olumsuzluklara neden olacağı, bu nedenle yerleşim bölgelerinde bulunan bu gibi taşocaklarının hazırlanacak rehabilitasyon projelerine uygun olarak üretimlerini sürdürmeleri, üretim sona erdiğinde rehabilitasyon projelerini uygulayarak arkalarında görüntü ve emniyet açısından olumsuzluk bırakmamaları yönünde görüş belirtilmiştir.
Ülke ekonomisi için artı değer yaratan, yapılan ihracatla döviz girdisi sağlayan ve pek çok kişiye iş olanağı açan bu tür işletmelerin kapatılması için çevre ve insan sağlığına zarar verdiğinin kesin olarak saptanmış olması gerekir.
Oysa, olayda, konunun uzmanlarınca hazırlanan raporda, çevre ve insan sağlığına olumsuz etkileri alınacak önlemlerle giderilebilecek düzeyde olduğu belirtildiğinden, uyuşmazlığa konu maden sahalarına ilişkin ruhsatların, kamu yararı dengesi gözetilmeksizin, idarenin denetim yetkisinin yok sayılarak, olabilecek risk varsayımından hareketle iptali yoluna gidilmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Öte yandan, bu tür işyerlerinden gayri sıhhi müessese ruhsatına tabi olanların ruhsatsız faaliyetlerinin ilgili makamlarca denetlenmesi gerekli ise de, gayri sıhhi müessese ruhsatı olmamasının maden ruhsatlarının iptal edilmesine gerekçe olamayacağı da açıktır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, İzmir 1. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına ve dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine 28.3.2001 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Azlık Oyu
Kararın düzeltilmesi istemine ilişkin dilekçede öne sürülen nedenler 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesinde yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, düzeltme isteminin reddi gerektiği oyu ile çoğunluk kararına katılmıyoruz.
T.C. DANIŞTAY 5. DAİRE E. 2013/7949 T. 15.11.2013
• YÜZ TANIMA SİSTEMİ ( ile Toplanan Verilerin İleride Başka Bir Şekilde Kullanılamayacağına Dair Bir Güvencenin Mevcut Olmaması Gözönüne Alındığında Temel Haklar ve Anayasal İlkelerle Bağdaşmayan Dava Konusu İşlemde Hukuka Uyarlık Olmadığı )
• ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ ( Personelden Kişisel Veri Alınması Kapsamında Olan Yüz Tanıma Sistemi ile Mesai Takibi Uygulamasının Kamusal Alanda da Olsa Özel Hayatın Gizliliği İlkesi Kapsamında Bulunduğu )
• İDARİ İŞLEMİN İPTALİ İSTEMİ ( Yüz Tanıma Sistemi ile Mesai Takibi Uygulamasının Sınırlarını Usul ve Esaslarını Gösteren Bir Yasal Dayanağın Bulunmaması Gözönünde Bulundurulduğunda İşlemde Hukuka Uyarlık Bulunmadığı ) 657/m.99
ÖZET : Dava, Tokat Devlet Hastanesinde görev yapan personelin yüz tanıma sistemi ile mesai takiplerinin yapılması amacıyla başlatılan uygulamanın kaldırılması yönünde davacı Sendika Tokat Şubesince yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Olayda, personelden kişisel veri alınması kapsamında olan "yüz tanıma sistemi" ile mesai takibi uygulamasının, kamusal alanda da olsa "özel hayatın gizliliği" ilkesi kapsamında bulunduğunun anlaşılması karşısında; uygulamanın sınırlarını usul ve esaslarını gösteren bir yasal dayanağının bulunmaması, toplanan verilerin ileride başka bir şekilde kullanılamayacağına dair bir güvencenin mevcut olmaması gözönüne alındığında, temel haklar ve Anayasal ilkelerle bağdaşmayan dava konusu işlemde hukuka uyarlık yoktur.
İstemin Özeti : Tokat İdare Mahkemesince verilen 28.12.2012 tarihli ve E:2012/193, K:2012/913 sayılı kararın temyizen incelenerek bozulması ve yürütmenin durdurulması istenilmektedir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Jale Kalay
Düşüncesi : Mesaiye devamı kontrol amacıyla kurum personelinden yüz tanıma uygulaması, niteliği itibariyle kişisel veri alınması olduğundan, kamusal alanda da olsa "özel hayatın gizliliği" ilkesi kapsamında bulunmaktadır. TC Anayasası'nın 20.maddesinin 3. fıkrasında yer alan düzenlemeye uygun olarak kişisel verilerin korunmasına ilişkin yasaldüzenleme halihazırda bulunmadığından, mesai takibinin yüz tanıma yöntemiyle yapılmasında, uygulamanın sınırlarını, usul ve esaslarını gösteren bir yasal dayanağının bulunmaması, toplanan verilerin ileride başka bir şekilde kullanılamayacağına dair bir güvencenin mevcut olmaması gözönüne alındığında, temel haklar ve Anayasal ilkelerle bağdaşmayan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin kabulü gerektiği düşünülmüştür.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince işin gereği düşünüldü:
KARAR : Dava, Tokat Devlet Hastanesinde görev yapan personelin yüz tanıma sistemi ile mesai takiplerinin yapılması amacıyla başlatılan uygulamanın kaldırılması yönünde davacı Sendika Tokat Şubesince yapılan başvurunun reddine ilişkin 04.11.2011 tarih ve 12013 sayılı Tokat Devlet Hastanesi Baştabipliği işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
Tokat İdare Mahkemesince verilen 28.12.2012 tarihli ve E:2012/193, K:2012/913 sayılı kararla, Tokat Devlet Hastanesinde uygulanan dava konusu mesai takip sisteminin, personelin fotoğrafını çekip öncesinde sistemde kayıtlı fotoğrafı ile eşleştirme yaparak tanımak suretiyle çalıştığı, üçüncü şahıslarca bu bilginin görülemediği, personelin retina kaydı veya parmak izi kaydı gibi polisiye amaçlı kullanılabilecek verilerinin alınmadığı anlaşıldığından yapılan uygulamanın meşru ve amaca uygun olduğu, sadece mesai giriş ve çıkışıyla sınırlı olması dikkate alındığında sağlıklı bir mesai takibi yapılabilmesi amacıyla kurulan sistemde hukuka aykırılık bulunmadığı; anılan uygulamanın kaldırılması yönünde yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
Anayasanın "Temel Hak ve Hürriyetlerin Niteliği" başlıklı 12. maddesinde; "Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." hükmüne. "Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması" başlıklı değişik 13. maddesinde, "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." hükmüne, "Özel Hayatın Gizliliği" başlıklı değişik 20. maddesinde ise, "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar. Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir." hükmüne yer verilmiştir.
Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinin "Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması" başlıklı 8. maddesinde, herkesin özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin "Mahremiyet Hakkı" başlıklı 17. maddesinde de, hiç kimsenin özel ve aile yaşamına, konutuna veya haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı olarak müdahale edilemeyeceği; onuru veya itibarının hukuka aykırı saldırılara maruz bırakılamayacağına, herkesin bu tür saldırılara veya müdahalelere karşı hukuk tarafından korunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 99 ve devam eden maddelerinde Devlet memurlarının çalışma saatleri ile günlük çalışma saatlerinin başlama ve bitme saatlerinin tespitine yönelik düzenlemelere yer verilmiş olmakla birlikte, kamu görevlilerinin mesaiye devam durumlarının kontrolü konusunda ayrıntılı bir yasal düzenleme mevzuatımızda bulunmamaktadır. İdarelerce, gelişen teknolojinin kamu hizmetlerinin etkin ve verimli yürütülmesini kolaylaştırıcı etki sağlaması amacıyla, kamu kesiminde kullanılmaya başlamasını doğal karşılamak gerekir. Ancak; teknolojinin kullanılarak kişisel verilerin kayıt altına alınması uygulamasının yukarıda belirtilen hükümlere uygun olması gerektiği kuşkusuzdur.
Personelin yüz tanıma sistemi ile mesai kontrolünün yapılması durumunun, temel hak ve hürriyetler içerisinde sayılan özel hayatın gizliliği ilkesi kapsamında kişisel bilgi veya kişisel verilerin alınması kavramları içinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Mesai kontrol sisteminin şekli ve içeriği dikkate alındığında, sözü edilen uygulama ile kurumca amaçlanan kamu yararı arasında orantılılık bulunmadığından bu uygulama, anayasal ilke olan ölçülülük ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Anayasanın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği, değişik 20/3 maddesinde de, kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceğinin belirtildiği, ancak konuyla ilgili bu aşamada yasal birdüzenlemenin yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Olayda, personelden kişisel veri alınması kapsamında olan "yüz tanıma sistemi" ile mesai takibi uygulamasının, kamusal alanda da olsa "özel hayatın gizliliği" ilkesi kapsamında bulunduğunun anlaşılması karşısında; uygulamanın sınırlarını usul ve esaslarını gösteren bir yasal dayanağının bulunmaması, toplanan verilerin ileride başka bir şekilde kullanılamayacağına dair bir güvencenin mevcut olmaması gözönüne alındığında, yukarıda belirtilen temel haklar ve Anayasal ilkelerle bağdaşmayan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı anlaşılmıştır.
SONUÇ : Uyuşmazlığın niteliğine ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenlere göre 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 6352 sayılı Yasayla değişik 27. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmiş olması nedeniyle, anılan Yasanın 52. maddesinin ve 1. fıkrasına 4001 sayılı Yasanın 22. maddesiyle eklenen cümle uyarınca dava konusu işlemin Tokat İdare Mahkemesince verilen 28.12.2012 tarihli ve E:2012/193, K:2012/913 sayılı kararının yürütülmesinin durdurulmasına, 15.11.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
ULUSOY VE DİĞERLERİ / TÜRKİYE DAVASI
34797/03
STRAZBURG
3 MAYIS 2007
Teatre Jiyane nü adlı tiyatro topluluğu kürtçe bir piyes olan Komara Dİnan Sermola adlı bir oyunu sahnelemek istemektedirler. Oyun daha once Ankara tiyatro festivalinde de sahnelenmiştir. Ankara valiliği bahsi geçen oyunun oynanmasının kamu düzeni açısından tehlikeli olacağı gerekçesi ile izin talebini reddetmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan ve (34797/03) başvuru no'lu davanın nedeni bu ülke vatandaşlarıKemal Ulusoy, Murat Batğı, Haci Tel, Ali Köroğlu, İbrahim Özgür Öztoprak, Kazım Ekinci, Feyyaz Duman, Alişan Önlü, Güllü Özalp, Birsen Elban, Samye Tunç ve Minife Yıldızhan'ın (Başvuranlar) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne 17 Eylül 2003 tarihinde Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi'nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.
Başvuranlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Ankara Barosu avukatlarından L. Kanat tarafından temsil edilmektedirlar.
OLAYLAR
I. DAVANIN UNSURLARI
Başvuranlar sırasıyla 1968, 1969, 1971, 1975, 1977, 1969, 1982, 1971, 1972, 1985, 1974 ve 1975 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedirler.
Başvuranlar ‘Teatra Jiyana nü' (Yeni Yaşam Tiyatrosu) tiyatro topluluğunda oyunculuk yapmaktadırlar. Olayların meydana geldiği dönemde, adıgeçen tiyatro topluluğu Kürtçe bir piyes olan ‘Komara Dinan Sermola' (Deliler Cumhuriyeti) adlı bir oyunu sahnelemekteydi. Başvuranlara göre hiçbir siyasi mesaj içermeyen oyun, deliler arasında geçen olayları konu etmekteydi. Ayrıca adıgeçen oyun Ankara Tiyatro Festivali'nde de sahnelenmişti.
Ankara Yenimahalle Belediyesi 29 Kasım 1999 tarihinde, Kemal Ulusoy'un talebi üzerine oyunun 4-5 Aralık 1999 tarihleri arasında belediyenin tiyatro sahnesinde oynanmasına müsade etmişti.
Kemal Ulusoy 30 Kasım 1999 tarihinde, yürürlükteki mevzuat uyarınca Yenimahalle Belediyesi tarafından oyunun sahnelenmesine izin verildiği hususunda Ankara Valiliğini bilgilendirmiştir.
Ankara Valiliği 3 Aralık 1999 tarihli bir mektupla izin talebinin reddedildiği hususunda Kemal Ulusoy'a tebligatta bulunmuştur. Valilik talebin reddine gerekçe olarak, 2911 sayılı kanunun 17. maddesi, 3713 sayılı kanunun 8. maddesi, 5442 sayılı kanunun 11. maddesi ve 2559 sayılı kanunun ek birinci maddesini göstermiştir.
Başvuranlar 14 Aralık 1999 tarihinde, Ankara Valiliğince verilen kararın iptali için Ankara İdare Mahkemesi'ne başvurmuştur. AİHS'nin 9, 10, 11, 14 ve 17. maddelerine atıfta bulunan başvuranlar sözkonusu kararın keyfi ve yasal temelden yoksun olduğunu iddia etmişlerdir.
Valilik 6 Ocak 2000 tarihli layihasında, oyuncuların adli sicil kayıtlarınıve PKK yanlısı faaliyetleri nedeniyle takibata uğramış olmalarını gözönünde bulundurarak sözkonusu piyesin oynanmasının kamu düzeni açısından sakıncalı olduğunu savunmuştur. Bu nedenle Valilik, oyunun sahneye konulmasından maksadın bir sanat eseri icra etmek olmayıp yasadışı PKK örgütüne sempatizan kazandırmak olduğunu belirtmiştir.
İdare mahkemesi kamu düzeni gereklerine istinaden başvuranların taleplerini 20 Eylül 2000 tarihinde reddetmiştir.
Başvuranlar bunun üzerine ilk derece mahkemesinin kararını temyize götürmüşlerdir.
Danıştay 20 Eylül 2000 tarihli kararın infazının ertelenmesi talebini reddetmiştir.
Danıştay önünde yapılan yargılamada raportör hakim, Türk Hukuku'nda bir sanat eserinin temsilini önceden yasaklanabilmesini mümkün kılan ya da tiyatro oyunlarında Türkçe'den başka bir dil kullanılmasını yasaklayan bir kural olmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin kararının bozulmasını talep etmiştir.
Buna karşın Danıştay, 20 Eylül 2000 tarihli kararın, yasalara ve yargılama usullerine uygun bir biçimde alındığıgerekçesiyle sözkonusu kararı oy çokluğuyla onamıştır. Yargıçlardan ikisi, sözkonusu oyunun daha evvel 24 Kasım 1999 tarihinde oynandığını gerekçe göstererek oy çokluğuyla alınan onama kararına muhalefet etmişlerdir.
Danıştay'ın bu kararı 8 Temmuz 2003 tarihinde başvuranlara tebliğ edilmiştir.
HUKUK AÇISINDAN
I. KABULEDİLEBİLİRLİĞE DAİR
Başvuranlar AİHS'nin 9, 10, 11, 14 ve 17. maddelerinin ihlal edildiğini öne sürmektedirler.
Hükümet altı ay kuralına riayet edilmediği itirazında bulunmaktadır. Hükümet'e göre başvurunun, Danıştay'ın itirazı hükme bağladığı 14 Aralık 2000 tarihinden itibaren altı ay içinde yapılması gerekmekteydi.
Bu sava itiraz eden başvuranlar, Hükümet tarafından dile getirilen tarihte Danıştay'ın yalnızca 20 Eylül 2000 tarihli kararın infazının ertelenmesi yönündeki taleplerine ilişkin bir ret kararı verdiğini ifade etmektedirler.
AİHM, Danıştay'ın 27 Ocak 2003 tarihinde başvuranların temyiz talebini esastan inceleyerek ilk derece mahkemesinin kararını onadığı hususunda başvuranlarla hemfikirdir. Sözkonusu kararın başvuranlara 8 Temmuz 2003 tarihinde tebliğ edildiği ve başvuranların 17 Eylül 2003 tarihinde başvuruda bulundukları göz önüne alındığında başvurunun süresi içinde yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla sözkonusu itirazıreddetmek yerinde olacaktır.
Tarafların argümanlarını göz önünde bulunduran AİHM, sözkonusu şikayetin hukuka ve olaylara ilişkin olarak başvurunun tetkikinin bu aşamasında çözümü mümkün olmayan ciddi sorular gündeme getirmesi cihetiyle esastan incelenmesi gerektiği kanaatine varmaktadır. Bu itibarla başvuru AİHS'nin 35 § 3 maddesi bakımından dayanaktan yoksun ilan edilemez. Başkaca herhangi bir kabuledilemezlik gerekçesi tespit edilememiştir.
II. AİHS'NİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuranlar, belediye sahnesinde bir tiyatro eseri oynamalarına engel olunmasının AİHS'nin 10. maddesiyle güvence altına alınan haklarına yönelik bir engel teşkil ettiğini savunmaktadırlar.
A. Müdahalenin varlığı hakkında
AİHM, AİHS'nin 10. maddesinin ‘herkese' ifade özgürlüğü hakkı tanıdığına dikkat çekmektedir. Bu maddede ayrıca sözkonusu hakkın kullanılması noktasında güdülen hedefin niteliğine ya da gerçek veya hükmi şahsiyetlerin oynadıkları role göre bir ayrım yapılmamaktadır (bkz., mutatis mutandis, Casado Coca - İspanya, 24 Şubat 1994 tarihli karar, § 35). İfade özgürlüğü yalnızca verilen haberlerin muhtevasına ilişkin olmayıp aynı zamanda yayım araçlarına da ilişkindir. Zira yayım araçlarına getirilebilecek her tür kısıtlama haber alma ve verme hakkını da ilgilendirir (bkz., mutatis mutandis, Autronic AG - İsviçre, 22 Mayıs 1990 tarihli karar, § 47).
AİHM, bir tiyatro topluluğunun bir piyesi oynamasına ilişkin getirilen sınırlamanın, bu topluluğun üyelerinin -hal i hazırda başvuranlar- ifade özgürlüğü haklarına yönelik bir müdahale teşkil ettiği kanaatindedir (başvuranların mağdur sıfatına ve müdahaleye ilişkin olarak bkz., mutatis mutandis, Otto-Preminger-Enstitü - Avusturya, 20 Eylül 1994 tarihli karar, § 40 ve § 43, ve Bowman - Birleşik Krallık, 19 Şubat 1998 tarihli karar, § 33). Bu hususta taraflar arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır.
B. Müdahalenin gerekçesi
Bu türden bir müdahale ‘yasayla öngörülmediği', 10 § 2 maddesinde belirtilen meşru hedefleri ya da hedeflerden birini gütmediği veya ‘demokratik bir toplumda zorunlu' nitelikte olmadığı takdirde AİHS'nin 10. maddesine aykırıdır.
1. ‘Yasayla öngörülen'
AİHM ‘yasayla öngörülen' ifadesinin AİHS'nin 10 § 2 maddesi anlamında, öncelikle suçlanan tedbirin iç hukukta bir dayanağı olmasını gerektirdiğini, ayrıca sözkonusu yasanın niteliğine de ilişkin olduğunu, ilgilinin kendisi açısından ortaya çıkabilecek sonuçları ve hukukun üstünlüğü ilkesiyle uyumunu önceden değerlendirebilmesi için yasanın ilgili kişi açısından erişilebilir olması gerektiğini hatırlatmaktadır (Çetin ve diğerleri - Türkiye, no: 40153/98 ve 40160, § 43).
Mevcut davada ilk koşulun gerçekleştiği hususunda bir ihtilaf yoktur. Netice itibariyle suçlanan kararın kanuni dayanağı, 2911 sayılı kanunun 17. maddesi, 3713 sayılı kanunun 8. maddesi, 5442 sayılı kanunun 11. maddesi ve 2559 sayılı kanunun ek birinci maddesidir.
Bu itibarla sözkonusu normların aynı zamanda erişilebilirlik ve öngörülebilirlik şartınıyerine getirip getirmediklerini tespit etmek gerekecektir. Kanunların erişilebilirliği hususunda bir sorun bulunmamaktadır.
Ancak bu normların öngörülebilirliğine ilişkin olarak taraflar ihtilaf içindedirler. Başvuranlar atıfta bulunulan hükümlerin son derece belirsiz hukuk normları olduğu ve bu nedenle sözkonusu normların sonuçları itibarıyla öngörülebilirlik gereklerine cevap vermediği kanaatindedirler. Bu normların öngörülebilir olduğunu belirten Hükümet ise sözkonusu oyunun Kürtçe olduğu için yasaklanmadığı izahatınıvermektedir. Hükümet, Türk Hukuku'nda bu türden bir yasak olmadığını ifade etmektedir.
Bununla birlikte, müdahalenin gerekliliğine ilişkin vardığı sonucu ( Bkz.//AİHM'nin kararı başlıklıbölümün son iki paragrafı) göz önünde bulunduran AİHM, bu soru hakkında bir hükme varmayı gereksiz bulmuştur.
2. Meşru hedef
Hükümet tartışmalı yasaklamanın, kamu düzeninin ve ulusal güvenliğin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi gibi başvuranların itiraz ettiği meşru hedefler güttüğünü savunmaktadır.
AİHM burada, bir tiyatro oyunun Ankara Belediyesi tiyatro sahnesinde sahnelenmesinden önce meydana gelmiş bir yasaklamanın sözkonusu olduğunu gözlemlemektedir. Terörle mücadelenin hassas niteliğini ve şiddeti artırmaya yönelik eylemler karşısında yetkili makamların dikkat göstermesi zorunluluğunu göz önünde bulunduran AİHM tartışmalı tedbirin, kamu düzeninin korunması ve suçun önlenmesi olmak üzere AİHS'nin 10 § 2 maddesiyle uyumlu iki hedef i gözettiği ilkesinden hareket edecektir.
3. ‘Demokratik bir toplumda zorunlu olan'
Bundan sonra tartışmalıtedbirin sözkonusu hedeflere ulaşmak için ‘demokratik bir toplumda zorunlu' olup olmadığını tespit etmek gerekecektir.
a) Tarafların savları
AİHM'nin bu yöndeki içtihadına atıfta bulunan Hükümet, Ankara Valiliği'nin kararının, güdülen meşru hedeflerle orantılı olması sebebiyle ‘zorlayıcı toplumsal bir ihtiyaca' cevap verdiğini savunmaktadır. Hükümet ayrıca burada mutlak bir yasaklamanın sözkonusu olmadığını ve başvuranların gerekli işlemleri yaptıktan sonra adıgeçen piyesi oynayabileceklerini kaydetmektedir.
Hükümet'in savlarına karşı çıkan başvuranlar Ankara Valiliği'nin kararının ifade özgürlüğüne yönelik ihlalin ağırlığını meşru kılar nitelikte olmadığını ileri sürmektedirler.
b) AİHM'nin takdiri
i. Genel ilkeler
AİHM öncelikle bu alandaki içtihadından çıkan temel ilkeleri esas almaktadır (bkz., diğerleri arasında, Castells - İspanya, 23 Nisan 1992 tarihli karar, § 46, ve Müller ve diğerleri - İsviçre, 24 Mayıs 1988 tarihli karar, § 33).
Ayrıca dava bir tiyatro oyununun temsiline karşı alınmış tedbirlere ilişkin olduğundan sanatsal özgürlük bakımından da ele alınmalıdır. Bu hususta AİHM, 10. maddenin kültürel, siyasi ve sosyal olmak üzere her türlü haber ve bilgi alışverişinin açıkça yapılabilmesine imkan tanıyan sanatsal ifade özgürlüğünü de kapsadığını -özellikle haber ve fikir alıp verme özgürlüğü bakımından- hatırlatmaktadır (bkz., mutatis mutandis, Müller ve diğerleri, adıgeçen, § 27). Bir sanat eserini yaratan, yorumlayan, yayımlayan ya da sergileyenler demokratik bir toplumda vazgeçilmez olan fikir ve görüş alışverişine katkıda bulunurlar. Devlet'in bu kimselerin ifade özgürlüğüne haksız yere müdahale etmeme yükümlülüğü de buradan kaynaklanmaktadır (ibidem, § 33).
Elbette, santçı ve sanatçının eserini tanıtan kimseler AİHS'nin 10 § 2 maddesinde düzenlenen sınırlama olasılığından masun değildirler. Bu özgürlüğü kullanan her kimse aynı zamanda sözkonusu paragrafta kullanılan ifadeyle ‘görev ve sorumluluklar' da yüklenir. Bu görev ve sorumlulukların kapsamı ilgilinin durumuna ve kulanılan yönteme bağlıdır (bkz., mutatis mutandis, Handyside - Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, § 49). AİHM, suçlanan yasağın demokratik bir toplumda zorunlu olup olmadığını incelerken bu hususu da gözönünde bulunduracaktır.
AİHM son olarak AİHS'nin 10. maddesinin her türlü sınırlamayı yasaklamadığını hatırlatmaktadır. Bununla birlikte bu türden sınırlamalar son derece titiz incele gerektiren büyük tehlikeler arz etmektedirler (Observer ve Guardian - Birleşik Krallık, 26 Kasım 1991 tarihli karar, § 60).
ii. AİHM'nin kararı
Mevcut davada AİHM, Ankara Valiliği'nin başvuranlar tarafından ‘Komara Dinan Sermola' adlı piyesi Ankara Belediye sahnesinde oynayabilmek için talep edilen izni reddettiğini tespit etmektedir. Valilik sözkonusu talebin reddine ilişkin hiçbir açıklamada bulunmaksızın yasa hükümlerine atıfta bulunmakla yetinmiştir. Valilik, idare mahkemesi önünde, oyuncuların adli sicillerine ve PKK yanlısı faaliyetleri nedeniyle haklarında takibat yapılmış olmasına istinaden sözkonusu piyesin sahnelenmesinin kamu düzenini bozmaya elverişli olduğunu ileri sürmüştür.
İdare mahkemesi ise, adıgeçen oyunun halkı nefrete ve etnik ayrımcılığa sevkeder nitelikte olması sebebiyle bu reddin yasal olduğuna kanaat getirmiştir.
AİHM, ifade özgürlüğünün kullanılması noktasında getirilen sınırlamanın ‘zorunluluğunun' ikna edici bir biçimde ortaya konulup konulmadığını tespit etmek için yetkili makamlar tarafından ileri sürülen ve ulusal yargıçlar tarafından kabul edilen gerekçeyi inceleyecektir.
Bu hususta ‘Teatra Jiyana nü' tiyatro topluluğu üyelerinin adli sicillerinin kamu düzeni açısından bir tehdit teşkil ettiği iddiasına ilişkin olarak Hükümet, adıgeçen topluluğun ‘Komara Dinan Sermola' adlıoyunu daha önce 24 Kasım 1999 tarihinde Ankara Tiyatro Festivali'nde oynadığıhususuna itiraz etmemektedir. Ayrıca Hükümet bu oyunun oynanmasının kamu düzenine zarar verdiğini de iddia etmemiştir.
Öte taraftan, şayet adıgeçen oyun kamu düzenini bozucu nitelikte idiyse Hükümet'in bu hususta -en azından- bir delil başlangıcı sunması gerekirdi. Ancak açıkça görüldüğü üzere durum böyle değildir.
Kürtçe'nin kullanılmasına ilişkin olarak ise AİHM, Hükümet'in oyunun Kürtçe olduğu gerekçesiyle yasaklanmadığı ve Türk Hukuku'nda böylesi bir yasak olmadığı yönündeki beyanını kaydetmektedir. Hükümet ayrıca, adıgeçen tiyatro topluluğunun sözkonusu piyesi Kürtçe oynama imkanını her zaman bulabileceğini ileri sürmektedir.
Başvuranlara göre, bir yandan sözkonusu oyunda Kürtçe kullanılmasının yasak olmadığı ileri sürülürken diğer yandan bu dilin kullanımı sonucunda kamu düzeninin görebileceği muhtemel zarar arasında bağlantı kurulması çelişki arz etmektedir.
AİHM'ye göre, ret kararının oyuncuların adli sicillerinin kamu düzeni açısından tehdit teşkil ettiği gerekçesiyle verildiği kabul edilse dahi idare mahkemesi tarafından benimsenen kararın gerekçesi, oyunda Kürtçe'nin kullanılmasının kamu düzeninin görebileceği muhtemel zararı artırıcı bir nitelik taşıdığı izlenimi vermektedir. AİHM bu hususta Danıştay raportör hakiminin, Türk Hukuku'nda bir sanat eserinin temsilinin önceden yasaklanmasını mümkün kılan ve tiyatro oyunlarında Türkçe'den başka bir dil kullanılmasını yasaklayan bir kanun maddesinin olmadığı gerekçesiyle bu kararın bozulmasını talep ettiğine dikkat çekmektedir. Ancak bu argüman ulusal mahkemelerce benimsenmemiştir.
Sonuç olarak AİHM, mevcut davada görüleceği üzere Türk Hukuku'nun önceden konulan sınırlamalar alanında yetkili makamların takdir yetkisinin kapsamını ve uygulama biçimini yeterince açık bir şekilde tanımlamadığı ve bu türden sınırlamaların muhtemel suistimali karşısında uygun koruma sunmadığı kanaatine varmaktadır. Ayrıca başvuranlar tarafından sahneye konulan oyunun şiddet ve demokrasinin reddedilmesi gibi düşüncelere sözcülük ettiği ya da yasaklanmasını haklı kılacak nitelikte potansiyel olumsuz bir etkiye sahip olduğu tespit edilememiştir (bkz., mutatis mutandis, Stankov ve İlinden Birleşik Makedon Örgütü - Bulgaristan, no: 29221/95, § 100).
Bu değerlendirmelerin ışığında AİHM Ankara Valiliği'nin 2911 sayılı kanunun 17. maddesi, 3713 sayılıkanunun 8. maddesi, 5442 sayılıkanunun 11. maddesi ve 2559 sayılıkanunun ek 1. maddesi temelinde verdiği ret kararı neticesinde meydana gelen müdahalenin ‘demokratik bir toplumda zorunlu' olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna varmaktadır.
Bu itibarla AİHS'nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |