Terzi Baba Dîvânı Necdet ardıç


Ey goncai bağ’ı safa, ey virdi handanım yetiş



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə4/12
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#70117
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12

Ey goncai bağ’ı safa, ey virdi handanım yetiş.

Lütfün senin derde deva, ey derde dermanım yetiş.

Dolmuş gözüm göynüm senin aşkınla, ey nazlı güzel.

Sensiz cihanı neylerim, ey munisi canım yetiş.
İçtim gözünden bir kadeh, aşkın şarabın mest olup.
Ayılmazam ta haşre dek, ey mesti çeşmanım yetiş.,

 

Ey tuti’i sükker deher, nutkun verir bu cisme can.



Kurb’an yolunda başı can, ey mah’ı tabanım yetiş.
Nûr’ı Cemâlin şem’ine pervane veş yandı gönül,
Aşkından ayırma beni, ey şem’i tabanım yetiş.

 

Dil bülbülü feryad eder, ağlar durur şamu seher.



Bekler ol canandan haber, ey can’u cananım yetiş.
Ey goncai bağı emel, ey hüsnü anı bi bedel.

Ey Hâzminin leylâsı gel, sultanı habanım yetiş.

33

Kitabımızın “Görülen Kerametler” bölümünde daha başka bilgiler vardır. Hazmi Babamın kabri, Mustafa Sâfî efendi ile birlikte Kasımpaşa Feriköy Helvacı bacı kabristanındadır. 1882 - 1960 yılları arasında yaşamış. Mustafa Sâfî Hazretleri ise, 1925 yılında vefat etmiştir. Hazmi Babamın ve mürşide annemin hiç çocukları olmamış.



Nusret Babamın, babası kol ağası İsmail efendi, annesi ise Şahinde hanım imiş. Terzi Babam anlatmaya devam ederek, Rahmiye Annemin bildirdiğine göre, kol ağası İsmail efendi küçük çocuk yaşlarında Bulgaristanın Kızanlık bölgesinden ailesi ile birlikte oradaki düzenlerinin bozulmasıyla yola çıkarlar hava soğuk ve karlıdır, küçük kafile yerlerinden acele olarak büyük bir telâşla ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bu zorlu yolculuğun bir yerinde küçük İsmaili kaybederler ve bir daha bulamazlar.

Bu arada küçük İsmail de o kargaşa arasında yolda yalnız başına karlar içinde kaybolmuş ne yapacağını bilmez korku içerisinde ve ümitsiz bir halde iken, arkadan gelen Türkiye’ye doğru yola çıkmış olan başka bir küçük kafile, karlar içerisinde korkudan ne yapacağını bilmez ağlar bir durumda olan küçük İsmaili yolda bulurlar ve onu da yanlarına alarak hızla yollarına devam ederler, ancak bir daha İsmailin ailesini bulamazlar. Böylece küçük İsmail o ailenin bir çocuğu olmuş olarak yanlarında kalır.

Bu aile Türkiye ye gelince evvelâ belirli bir müddet Tekirdağında iskân olurlar daha sonra da İstanbula gidip Kasımpaşaya yerleşirler. Tekirdağında oturdukları sırada bir çok ailelerle tanışırlar, bunlardan biri de Aydoğdu Mahallesi Şabanoğlu bayırında oturan “Küçük Ahmet” lâkab-ı ile tanınan ve hanımı Emine hanım olan ailenin de büyükleri ile tanışırlar.

Daha sonraları küçük İsmaili Kasımpaşada Nalıncı yokuşunda Şahinde hanımla evlenmiş kol ağası İsmail efendi olarak görüyoruz. Onların bu evliliklerinden 1903 senesinde

Nûsret isminde bir erkek evlâtları ve (1917) senesinde Fatma Nafize isminde bir de kız çocukları dünyaya gelir.

Nûsret (18) yaşlarında iken annesi Şahinde hanım onun hakkında güzel bir rû’ya görür.


34

(Bu rû’ya kitabımızın ileriki, ilgili sayfalarında belirtilmiştir.)

Bunun üzerine İsmail efendi genç Nûsret-i yanına alarak yine Kasımpaşa’da ki, Uşşâki dergâhına giderler ve orada Postnişin olarak oturan Mustafa Sâfî efendiye derviş olarak, “size bir Uşşâki gülü getirdim,” diyerek teslim eder genç Nûsretin böylece bâtın-î yolculuğu başlamıştır.

Daha sonra kol ağası İsmail efendi ailesi ile birlikte, yine Kasımpaşa’da, Hacı Ferhat Mahallesi Karanlık Çeşme çıkmazında aldıkları eve taşınırlar.

Bu arada genç Nûsret, deniz yollarında göreve başlayarak denizci olmuş ve gemilerle seferlere çıkarak hayatını böylece sürdürür hale gelmiştir.

Devir savaş yılları olduğu için herkesler gibi onlar da oldukça sıkıntı içindedirler. Nusret efendi (25) yaşlarına geldiğinde ailesi onu evlendirmek ister ve daha evvelce Tekirdağında ikâmet ederek tanışmış oldukları Küçük Ahmet efendinin de (4) çocuğundan ikincisi Rahmiye hanım isimli kız çocuklarıdır. İsmail efendinin ailesi Küçük Ahmet efendi’den kızları Rahmiye hanımı, oğullan Nusret efendiye eş olarak isterler ve talepleri kabul edilir. Böylece Rahmiye hanımın hayatında da yeni bir sayfa açılmış olur.

Bu mütevazi aileye gelin olarak giden Rahmiye hanımla Nusret efendi çok uyumlu ve saadetli bir hayat sürmeğe başlarlar, bu beraberliklerinden (1928) senesinde Nûriye isimli bir kız çocuğu ve (1930) yılında da Recâi isimli bir erkek evlâtları dünyaya gelir.

Nûriye hanım (1950) senesinde Ali bey ile evlenir. Recâi bey ise (1962) senesinde Nimet Hanım ile evlenirler. Nûriye hanımın Betûl ve Gönül isminde iki kızları, Recâi beyin ise, Armağan ve Murat isimlerinde iki oğulları olmuştur.

Nûriye hanım ve eşi Ali bey bir trafik kazası neticesinde (1986) yılında birlikte vefat etmişler, Recâi bey ise (2001) yılında rahatsızlanarak vefat etmiştir. Şu anda her ikisininde evlâtları ve torunları hayatta’-dırlar.         

Bu arada Nusret efendinin kız kardeşi FatmaNafize hanım (ki Terzi Baba’mın halası olacaktır) ise,

35
Kasımpaşada komşularından olan mühendis Muammer beyle evlenmişler, mühendis Muammer efendi bir kalp krizi neticesinde (1977) senesinde vefat etmiştir.

Nafize hanım ise ondan sonra epey bir zaman daha yaşayarak (2000) yılında vefat etmiştir, kendilerinin Nilüfer isminde bir kızları vardır.

Biz yine özet olarak Nûsret efendiye dönelim. Dünya ve ahiret işlerini birlikte götürmeğe çalışan Nûsret efendi bu arada Hakk’a yürüyen Mustafa Sâfî efendi, hilâfetini ve emanetlerini damadı olan Hazmî efendiye devretmiş, tekke ve zaviyelerin kapanması ile Uşşâki dergâhı da faaliyetlerine son vermek zorunda kalmıştır.

Hazmi efendi zamanında dergâh, bilindiği gibi Fatih Keçeciler Caddesinde bulunan Mahmud Bedrettin dergâhına nakledilmiştir.

Hazmi efendi Babam, çok alim, fadıl ve arif bir zat idi. Diye Terzi Babam devam etmeltedir.

Böylece Nûsret efendinin istikameti de diğer dervişler gibi, Fatih Keçeciler Caddesi olmağa başlamıştır.

Seneler geçmekte Nûsret efendi de her gün biraz daha olgunlaşmaktadır, nihayet derslerini bitiren Nûsret efendi, bunun sevinci ile, “Erler demine destur alalım” diye başlayan ilâhisini yazmıştır. Bu ilâhi Televizyon ve Radyolarda eksik ve birazda değiştirilerek okunmaktadır, aslı ise şöyledir.

  

Erler demine

      


 Erler demine destur alalım.
       Pervaneye bak ibret alalım.

       Aşkın ateşine gel bir yanalım.

       Dost, dost diyerek arşa varalım.

Dost, dost, dost, dost.

Devrane uyup seyran edelim.

Eyvah, vah, vah, vah demeden

ALLAH diyelim.

Lâ ilâhe illâllah, La ilâhe illâllah.

Lâ ilâhe illâllah, Hûû.
 36
Günler geceler durmaz geçiyor.

Sermayen olan ömrün bitiyor.

Bülbüllere bak feryad ediyor.

Ey gonca açıl mevsim bitiyor.


Dost, dost, dost, dost.

Devrane uyup seyran edelim.

Eyvah, vah, vah, vah demeden

ALLAH diyelim.

Lâ ilâhe illâllah, La ilâhe illâllah.

Lâ ilâhe illâllah, Hûû.

 

Aşıksan eğer gel birleşelim.



Şeyhin izine yüzler sürelim.

Ta fecre kadar zikreyleyelim.

Feryad edelim efgan edelim.

 

Dost, dost, dost, dost.



Devrane uyup seyran edelim.

Eyvah, vah, vah, vah demeden

ALLAH diyelim.

Lâ ilâhe illâllah, La ilâhe illâllah.

Lâ ilâhe illâllah, Hûû.

 

Ey yolcu biraz gel dinle beni.



Kervan yürüyor sen kalma geri.

Nûsret denilen derya gezeri.

Hatmetti bu gün seyru seferi.

 

Dost, dost, dost, dost.



Devrane uyup seyran edelim.

  Eyvah, vah, vah, vah demeden

ALLAH diyelim.

Lâ ilâhe illâllah, lâ ilâhe illâllah.

Lâ ilâhe illâllah, Hûû.

37

Diyerek bu ilâhi son bulmaktadır.


Nihayet dünyadaki günlerini Hacc dönüşünden kısa bir süre sonra sona erdirerek tamamlayan Hazmi Tura efendi Hz. (1960) senesinde Hakk’a yürüyerek yerini ve emanetlerini Nusret Efendiye bırakmıştır.

Kendisi hakkında kitabımızın görülen kerametler bölümünde ayrıca izahat ve bilgiler gelecektir.


Böylece Nûsret Efendinin Halifelik dönemi baş-lamıştır.


Rahmiye hanımın guatr rahatsızlığı olduğu için, doktorların deniz havası olan bir yerde yaşamaları gerektiğini bildirmeleri üzerine, (1950) senesinde Nûsret Efendi ailesi ile birlikte, boğazda Küçük Bebek semti, İbriktar sokak No 4’ te aldıkları eve Kasım-paşa’dan nakli mekân ederek oraya yerleşmişlerdir.

Böylece Nûsret Efendi Hilâfet görevini bu Dergâh evde (1979) yılına kadar sürdürmüştür.

Bu tarihte Hakk’a yürümesiyle Hilâfetini ve emanetlerini Necdet Efendiye devretmiştir.

Böylece göreve başlayan Necdet Efendi, Rahmiye annemin vefatına, (1981) yılına kadar sohbetlerine burada devam etmiş, daha sonra sohbetlere Fındıkzade semtindeki Mesrure hanımın evinde devam edilmiştir. Bu hususta kitabımızın sohbetleri ve yerleri bölülümünde daha fazla izahat olacaktır.

Nusret Babam ve Rahmiye annem, vasiyetleri gereği, Pendik, Soğanlık, Dolayoba, Yayalar köyü kabristanlığına defnedilmişlerdir.

Nûsret Babamın kitapları:



1. Divan.

2. Vecizeler.

3. Tasvvufta aşk ve gönül.

4. Esmaül Hüsna.

5. Rah-ı aşk.

6. Mektuplar, ve diğer yazıları.

7. Ayrıca yayınlanmamış bir çok şiirleri de vardır.

Terzi Babam, Nusret Babamın, büyük Arif ve sonsuz Hakk muhabbetlisi zarif, kâmil bir zat olduğunu bizlere her zaman ifade eder, onu ve Rahmiye annemi rahmetle yadeder idi.

38

Rahmiye annemin ailesinin Tekirdağlı (4) çocuk sahibi Küçük Ahmet ailesi olduğunu belirtmiştik.



Bu ailenin en büyük çocuğu Emin Efendi, onun küçüğü Rahmiye Hanım, onun küçüğü Sadık Efendi, ve en küçükleri ise, Mehmet Efendi idi, diye devam eden Efendi Babam;

Emin Efendinin (yani büyük amcamın) 2 erkek, 1 kız;


Rahmiye hanımın (yani halamın, yani annemin) 1 kız, 1 erkek;

Sadık Efendinin (yani Babamın) 3 erkek;

Mehmet Efendinin (yani küçük amcamın) ise, 1 kız, 2 erkek evlâtları olmuştur.

Onların da torunları vardır, diye ilâve ederek bizlere bildirmiştir.

 

Küçük Ahmet ailesinin (3) üncü çocuğu olan Sadık Efendinin Ahmet, Necdet, Cevdet, isimli üç çocuğundan (ortancası) olan kendisini (Necdet beyi) Nusret Efendi, yerine bırakarak Hilâfetini ve emanetlerini, (ki “Tac-ı şerif, Cübbe, Kemer, bazı evraklar ve duvar halısı Yasin-i Şerif”tir,) ona tevdi etmiştir.



Bu vesile ile de o kanaldan gelen Hilâfet Tekirdağına gelmiştir. Bu hususlarda daha geniş bilgiler ileriki sayfalarda gelecektir. Böylece Terzi Babam Nusret Babam ile hem zahir hem de bâtın bağı olduğunu bizlere bildirmiştir. Not: Bu bilgiler“Terzi Baba”(1) kitabından alınmıştır.

Bu özet bilgilerden sonra Nusret Baba’mın şiirlerinden örnekler vermeğe çalışalım.

 

 

Nusret Tura Uşşâki Hazretlerinin bir fotoğrafının arkasındaki kendi el yazısı ile yazılan ve Terzi Babama gönderilen yazısının  temize çekilmiş hâli



 

Bîkesim ben sandı âlem, halbuki ben herkesim


Mihverim âlemlere, Hem de muhîti âlemim

Kâ’be’ye dikkatle baksa hacılar, zatımı görür

39

Didede olmazsa fer, her bir nefeste öldürür,

Kime yazmıştım bu beyti, kimlere oldu nasip

Haydi Necdet gayret eyle bekliyor zira Habib....


Nusret Tura Uşşâki

1965

Kelimeler :


    
Bîkes     : Kimsesiz.                    Dide       : Göz.

Mihver : Eksen, merkez.            Fer         : Parlaklık,

Aydınlık



Muhit    : Etrafını çeviren.           Habib    : Seven, sevgili,

dost.


Biz uşşâkîleriz

Neş-e paşı Hazret-i Mustafayız.


Muhibbân-ı Âliyyel Murtazayız.

Ehli Beyt-e biz mir’ât-ı safayız.

Biz Uşşâkileriz berk-i Hüdayız.
Hu hu hu hu Allah.

Hay hay hay hay Allah.


Hakk güneşi tariklerin başıdır.

Gönlümüzde son yol aşkın yoludur.

Kervanımız âşıklarla doludur.

Biz Uşşakîleriz bahrı safayız.

 

Hu hu hu hu Allah.



Hay hay hay hay Allah.
Levlâke, levlâk lema halektül eflâk.

Hayran bize ins-ü melek ve eflâk.

Hakk’tan gayra yoktur asla inhimak.

Biz Uşşakîleriz Nûr-u Hüdayız.

40
Hu hu hu hu Allah.

Hay hay hay hay Allah.


Hep dertliyiz fekat aynı devayız.

Âlem bize gıpta etse sezayız.

Aşk denilen cevhere müptelâyız.

Biz Uşşakîleriz sırrı cihanız.


Hu hu hu hu Allah.

Hay hay hay hay Allah.

  

Zaman olur başımız hep sücutta.



Ne ten kaldı ne can kaldı vücutta.

Huzurdayız Arş üstünde huzurda.

Biz Uşşakîleriz Nûr-u Hüdayız.
Hu hu hu hu Allah.

Hay hay hay hay Allah.




Ey Âdemoğlu
Ey Âdem oğlu nerden gelirsin,

Geçmekte ömrün her dem erirsin,

İdrak edersen sen bir emirsin,

Durmaz gidersin kemâle doğru.


Sahilde bir gün sabah edersen,

Gafil görünme mihrabdasın sen,

Dağlar denizler tekbir okurken,

Tut şeyhin elinden git Hakk’a doğru.


Yokluktur evvel şartı kemâlin,

Elbet gizler dilber cemâlin,

Bir gün tadarsın zevlin visâlin,

Sanma gidersin hevaya doğru.


41
Kendin mi mahzun yarin mi bilmem,

Kalbin okur Hû, ey Nûr-u dîdem,

Âlem kemâken devrinde herdem,

Çık arşa bir an bak ferşe doğru.
Dalma derinden bahrı sıfata,

Düşsen mukabil mir’ât-ı zâta,

Hakk gör bakarken şah-ü gedayı,

Gönlün açılsın mevlâya doğru.


Her nokta cevval, her zerre raksân,

Her katre-i can, aşk ile handân,

Cennet mi bilmem her bağ ve bostân,

Meydan senindir, devrane doğru.


İdrâki noksan olduysa ferdin,

Kemâle seyrini bilmezse ferdin,

Koşup yürürler peşinde dehrin,

Elbet giderler hayale doğru.


İnsân isen gel mâşûku seyret,

Fânî vücûdu bâkîye devret,

Mahbub-u hakk’sın ilminde zevket,

Yorulma gitme celâle doğru.


Coştum giyindim meydâne geldim,

Uşşâkî dilden seyrâne geldim,

Ey dertli etfâl dermâne geldim,

Merd ol soyun gel, ummâna doğru.


Ey veçhi bâkî maşuku canan,

Bak cismi Fânî hasretle nâlân,

Âdemle Havva gurbette giryan,

Elbet giderler visâle doğru.

42

Mânen büyüksün yoktur sana eş,



Gönülde neler var boş durma eş,

Ufku ezelden doğan bir güneş,

Gider mi acep zevâle doğru.
Ölmezden evvel ölmek gerekmiş,

Cânana cânı vermek gerekmiş,

Uşşâk içinde Nusret bilinmiş,

Çevir yüzünü cemâle doğru.



Fahri âlem Efendimize

Bu gün gönlüm kaynıyor, sebeb bilmem ne hikmet.

Misafiriz âlemde, ev sahibim Muhammed. (s.a.v.)
Seher vakti Nûsret’in senden şefaat bekler,

Ümmete vermek için, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


Mahbesin içindeyim, saatin dördündeyim,

Ağlar seni beklerim, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


Kula secde yok derler, sana dahi olmazmış,

Kırk yıl secdem sadır, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


Bilmez âlem bu sırrı,bir Hakk O’nda sen varsın,

Gören O görülen sen, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


Dışı sana benzeyen, içi Hakk’tır şüphesiz.

Birden gayrı ne vardır, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


Kâinatın mi’râc-ı veliler de son bulur,

Veli sende yok olur, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


Seni görmeyen bir göz, sana yanmayan bir dil,

Varsa eğer şaşarım, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


43

Seninle bitti firkat, sende bulundu vuslat,

Sana feda bin Nûsret, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)
Senin isminle dahi titremeyen bir gönül,

Varsa eğer şaşarım, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


Senden baktım âleme, yine Allah’ı gördüm,

Hakk gözüyle de seni, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


Bir şehre vardı yolum, kalpten nûr ile doldum,

Her vârımla sen oldum, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


Arşa bastı ayağım, kıble oldu durağım,

Sende kayboldu Nûsret, ya Hazret-i Muhammed. (s.a.v.)


Not = Yukarıda ki şiirin (8) inci satırında ki “kırk yıl secdem sanadır” ifadesi okuyanlara ters gelmesin, çünkü bu sözler değişik mertebeden, Hakikat-i Muham-mediyye ye göre söylenmiştir, zuhuru Muhamme-diyye ye göre değildir. Hz. Rasûlüllah’ın bâtını na ve hakikatine göre, sûret ve zâhirine göre değildir.

O nun bâtını “Hakk” zâhiri ise “halk”’tır, ifade edilen secde bâtınına’dır. Bâtını ise “Hakk” olduğundan en ganiş mânâda hakk’ ın zuhur mahalli olan Hz. Muhammed (s.a.v.) min şahsında yapılan secde dileği doğrudan Hakk’a olmaktadır.

Kâ’be ye dönerek secde eden bütün Müslümanlar, tabii ki onun taş yapısına değil, özünde bulunan hakk’ın tecellisinedir.

Meleklerin Âdem’e secde etmeleri onun toprak kalıbına değil, özünde bulunan Hakk’ın varlığınadır.

Bu sahada söz çoktur yeri olmadığı için bu kadar izahı yeterli bulalım ve Hz. Rasûlümüzü gerçek mertebeleriyle idrak edip anlamaya gayret edelim.

Beni kaldır

Bahar içre baharım ben, heyulâyı cihanım ben,

Aşk derdine devayım ben, beni kaldır gör Allah-ı.
44

Zaman içre zamanım ben, mekân içre mekânım ben,

Vücûd içinde cânım ben, beni kaldır gör Allah-ı.
Gözünde nokta-i nûrum, özünde inleyen rûhum,

Günün her vakti sarhoşum, beni kaldır gör Allah-ı.


Cehennem de yanan da ben, cennetinde gezen de ben,

Hakk ile Hakk olan da ben, beni kaldır gör Allah-ı.


Gönülde Mustafa’yım ben, gözünde Murtaza’yım ben,

Bebek te Nûsrata’yım ben, beni kaldır gör Allah-ı.


Göklerinde tek nûrum ben, gönüllerde huzurum ben,

Anla serapa rûhum ben, beni kaldır gör Allah-ı.


Asıl adım Muhammed’dir, dünya mülkünde Nûsret’tir,

Cismim âleme rahmettir, beni kaldır gör Allah-ı.


Kâinatta bir taneyim, seher vakti üryaneyim,

Dost elinde şehzadeyim, beni kaldır gör Allah-ı.


Senin ağzından ben dedim, onun ağzıyla sen dedim,

Sen ben yokuz, hep O dedim, bizi kaldır gör Allah-ı.

Beytullah’ta habib oldum, İstanbul’da fakir oldum,

Nûsret’te pür safa oldum, bizi kaldır gör Allah-ı.

Göklerinde uçan da ben, arz üstünde gezen de ben,

Denizlerde yüzen de ben’ bizi kaldır gör Allah-ı.


Rabbimle oldum pür safa, ayrı düştüm çektim cefa,

Gafillere verdim salâ, seni kaldır gör Allah-ı.


Tek seda oldu son sözüm, hû dedim feth oldu özüm,

Beni dinle a iki gözüm, bizi kaldır gör Allah-ı.


45

Gitti

Aşkın beni rüsvay’ı cihan eyledi gitti,

İlmin ise dânâyı cihan eyledi gitti,

(Sensin) dediğim benliğimi, anladığın an,

Rûhum kâfesî tenden, uçup hûû dedi gitti.

Bekler dururum sağ ve solu yel gibi geçti,

Ömrüm oluyor bir sene ki; altmış-ı geçti,

Sussam duramam, sözlerimi anlayanım yok,

Gönlüm, kalemim, leyl’ü nehar, inledi gitti.

Lütfun beni Kârûn-u cihân eyledi gitti,

Gafil gezenin ömrü bitip ağladı gitti,

Kimden kime izah edeyim, vasl-ı, firak-ı,

Nûsret vareden Rabb’ı na Allah dedi gitti.

Toprak diye gam çekmiş olan toprağa gitti,

Taş, taş dedi ahar kimisi, taş yedi gitti,

Terk eyledi beni bahtım, gelmez sanıyordum,

Çok hızlı gelip bir yanağım, öptü de gitti.

Dûzeh diye korkmakta olan yandı da gitti,

Cennet diye kokmakta olan, cennete gitti,

Sen Nûsret’e sor âlemi icmâl ediversin,

Hakk ehli olan, Hakk olarak, bildi ve gitti.
46

Bahar

Kış geçti bahar geldi yine coştu tabiat,

Her yer kokuyor mis gibi, bu ne kudret,

Ezhar ile evzak nerede gizleniyordu,

Hem gizleneni hem kokanı bulsana Nûsret.
Dem bu demdir

Âlemi eflâkı gezdim indim arza ey garip,

Boynumu büktüm ve diz çöktüm olunca andelip,

Bağ’ı hüsnün de gül oldum, her devir Mevlâ deyip,

Postla âlûde iken ben, dostu buldum ey necip,

Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu demdir,

dem bu dem.

Biz hümayı vahdetiz, amma cihanda bendeyiz,

Şems’i zâtım arza düşmüş’şe ne gam, hep hûû deriz,

Bir habib’e bir habib olmak için ahh eyleriz,

Vuslat eyyamın da firkat namesin arzeyleriz.

Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu demdir,

dem bu dem.

Nerde kaldın, kırk yıl âgâh olmadın sen ey güzel,

Tabl-ı Ahmed inliyor, beş kerre günde ey gönül,

Ayb-ı arı terk edip, ifşaya geldim, ey gönül,

Nefhalar zinde kılarken, mürde-i gel ey gönül,

Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu demdir,

dem bu dem.

47
Zât-ı Hakk’ı kendi zâtında ara, bul evvelâ,

Sonra benler, hep sen olmuş olur, kulak ver ey şeha,

Gönlümüz şems oldu, sende gir ve şems ol mehlika,

Gerçi sûrette harabatız, harabız sâkiya,

Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu demdir,

dem bu dem.

Her kulundan Hakk zuhur eyler, bunu bil hürrem ol,

Hakk deyince gönlü sızlar Nûsretin, gel hakk’ı bul,

Zât-ı Hakk’ı bulmak istersen, gönülde sen yok ol,

Nerde ağyar görmedim ben, sen de ben ol yâri bul,

Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu demdir,

dem bu dem.

Yâri bulduk, yâre uyduk, şimdi olduk yarla yar,

Kimi tasdik kimi inkâr eder amma, bizde yâr,

Perde-i ağyâr-ı yırt ki; zâhir olsun dilde yâr,

Aşkla yaktım perde-i ağyâr-ı, kaldı şimdi yar,

Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu demdir,

dem bu dem.

Ben senmiyim?

Ben Hakk’a âşık olmuşum,

Dâim onun hayranıyım,

Dost bağına zînet gerek,

Al koncanın bülbülüyüm.

Bilmem ne hâl oldu bana,

Ben senmiyim, sen benmisin?.

Yine Hakk’tan geldim bu gün,

Hakk’a gider râhım benim,

Dünya sarayında benim,

Hünkârın aşk mecnunuyum.
48

Bilmem ne hâl oldu bana,

Ben senmiyim, sen benmisin?.

Küfrüm îmân oldu bugün,

Cismim cânân oldu benim,

Eski halim noldu benim.

Bilmem ne hâl oldu bana,

Ben senmiyim, sen benmisin?.

Kâfi oldun her vücûda,

Varım verdim sen mevcûda,

Nazar kıldım bu vücûda.

Bilmem ne hâl oldu bana,

Ben senmiyim, sen benmisin?.

Çün aklım oldu benim kül,

Dost dahil oldu sağ ve sol,

Anın için hayran gönül.

Bilmem ne hâl oldu bana,

Ben senmiyim, sen benmisin?.

Bu dil aşktan usanmadı,

Bir lâhza ayrı kalmadı,

Dünya ya rağbet kalmadı.

Bilmem ne hâl oldu bana,

Ben senmiyim, sen benmisin?.

Mekân gözden oldu nihan,

Her yerler de odu nihan,

Dost gözünün dürbünüyüm.

Bilmem ne hâl oldu bana,

Ben senmiyim, sen benmisin?.

49

Cemâl göründü

Mürşit gözünden lâyezal göründü,

Bî misal bî nikâp cemâl göründü.
Perdeler gözümden bir bir açıldı,

Gönüller bir oldu nûrlar saçıldı.

Ayıldım kendimi onu aradım,

Ne ben var ne o var şimdi anladım.


Rucû u ilâllah desek bu işe,

Vuslat deyiniz siz bu gidişe.


Âlem de göemedim hiç böyle makam,

Cihanı vereyim ben orda kalam.


Lüzum yok dediler her taraf birdir,

Mekân’ü lâmekân hepsi senin’dir.



Nerede’dir yârin yolu?..
Bir âlemden bir âleme, devren geldim bu âleme.

Hasret kaldım ol Âdeme, nerede’dir yârin yolu.


Gece gündüz demedim ben, yola düştüm giderim ben.

Ararım her sabah erken, nerede’dir yârin yolu.


Ben bir garip biçareyim, bağrı yanık âvareyim.

Aşk od’una pervaneyim, nerede’dir yârin yolu.


Gökte sordum meleklere, ay yıldıza feleklere.

Acırım ben emeklere, nerede’dir yârin yolu.


50
Tâ sübha dek Mevlâ derim, bazen yâ hû yâ Hakk.derim

Eyvâh demem Allah derim, nerede’dir yârin yolu.


Nerde kokan gülleri, nerede öten bülbülleri.

Bulabilsem Erenleri, nerede’dir yârin yolu.


Dolaşırım solu sağı, aşarım ben taşı dağı.

Nerede vuslat durağı, nerede’dir yârin yolu.


Gurap değil bir garibim, hakla zengin bir fakirim.

Öksüz yetim bir hakîrim, nerede’dir yârin yolu.


Dosttan haber verin bana, sende gel benimle ara.

Bakmayın pek öte yana, nerede’dir yârin yolu.


Göz yaşımla söndüreyim, cehennemi yok edeyim,

Soran varsa söyliyeyim, nerede’dir yârin yolu.


Müjde müjde buldum yari, hilâfım yoktur vallahi.

Gözümden bakar billâhi, bize varır yarin yolu.


Cennetlerden cennet beğen, hurilerden huri beğen.

Bütün bunlardan vaz geçen, bize varır yarin yolu.


Sabahları konyadayım, ikindiyin uşşaktayım.

Her gece Beytullahta’yım, bize varır yarin yolu.


Ahımla âlem kül olur, nefhamla yaprak gül olur,

Âşık bir gün mâşuk olur, bizde biter yarin yolu.


Nusreti bul vuslata er, gönlüne gir kâ’be’ye er.

Sözümden aldınsa haber, bizde biter yarin yolu.



Seherden evvel
Bir gün seherden evvel uyandım,

Aşkıyla Rabb’ın eflâke baktım,


51

Ses yok seda yok bir hayli daldım,

Gönlü Allah’ın önünde sandım.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber.
Ay ve yıldızlar kurtlarla kuşlar,

Escar ve esma, hepsi sarhoşlar,

Ebhar ve enhar, Arş üzre Rûhlar,

Huzuru Hakk’ta sübhan okurlar.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber.


Aşıkın gönlü şemsten münevver,

Aşıksan oldun Nûrlardan enver,

Gaflette kalma olma tenperver,

Servere ser ver ol sende server.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber.


Cahillik etme dalma sivaya,

Beş vakit boyun bük sen Mustafaya,

Sabret eresin bir gün sefaya,

Bab’ı sır açıktır merdi hüdaya.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber


Ezan sesiyle mü’min uyandı,

Aşık gönüller Nûrla boyandı,

Gözler coşunca yaşlar boşandı,

Uyan ey Âdem âlem uyandı.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber


Hamd Sûresiyle durdum namaza,

İhlâsla çıktım arzdan semaya,

Nûr Âyetiyle vardım Hüdaya,

Gönlüm dolunca indim selâya.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber

52

Âdem yatakta Nusret ayakta,



Ben bir mum oldum sahrı cihanda,

Yandı tutuştu gönlüm şu anda,

Buldum huzuru meydanı zâtta.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber.

Allah’u Ekber Allah’u Ekber

Gökten itildim
Gökten itildim bir kenara düştüm,

Mecnun gibi ben ahu zare düştüm,

Göz yaşlarımla niyaza düştüm,

Ey Allah’ım seni bulan nerdedir.


Aşkın ile gece gündüz ağlarım,

İçin için yanar yürek dağlarım,

Senin için dert üstü dert bağlarım,

Ey Allah’ım seni gören nerdedir.


Seni gözler seni arar dideler,

Senin için inler birçok sineler,

Bağda kırda yırtıldı elbiseler,

Ey Allah’ım senin izin nerdedir.


Gafil geçen ömrüm hep heba oldu,

Gece gündüz dünya bana dar oldu,

Aşık iken cümlemize yar oldu,

Ey Allah’ım kılavuzun nerdedir.

Gelecek mi acep vuslat demleri?

Görecek mi göz Hakk’a erenleri?

Peşimden gel yaşa şu hoş demleri,

Ey Allah’ım senden haber kimdedir.


Nusret yandı artık benlik kalmadı,

Ondan sonra kendin, ancak anladı,

53

Hep dost imiş âlem ağyar kalmadı,



Hâzır nâzır o dost Nusret nerdedir?.
Yandım derken Nûr olmuştu sözleri,

Öze vardı geçti diğer özleri,

Kamaştırdı vuslat bütün gözleri,

Aramayın Nusret her dem bizdedir.


Nehir bahre ulaşınca ses olmaz,

Kar üstüne kar yağarsa iz olmaz,

Âşık bir gün mâşuk olur şek olmaz,

Yar ile yar oldu Nusret bizdedir.



İki varlıktan
İki varlıktan biri mâşuk olur,

Diğeri elbet ona âşık olur.

Mahbubum dur Hakk’ın habibi benim,

Her tarafta onu arar gözlerim.

İçi mâşuk, dışı âşık, bir vücud,

Her taraf bir kıbledir etsek sücûd.

Kalksa vücûd kümbeti puthaneden,

Kim kalır kim gider meyhaneden.

Kâh erihnâ, kâh hümeyrâ, der Habib,

Bin selâmlar sana bizden ey tabib.

Hasta gönüle sıhhat istersem eğer,

Sonra ona yalvarırım taa seher.

Bir zehir ver beyaz olsun içeyim,

Gönlün etrafında tavaf edeyim.

Sen tohum ol bende toprak olayım,

Âlem içre bağ ve bostan kurayım.

Gönül coştu hayretimden ağladım,

Şefaat sırrını şimdi anladım.

Nûr doğarsa her taraf pür nûr olur,

Cife dahi nûr ile pür nûr olur.

Meğer bende canlı bir âlemmişim,

Ve yahut can âlemine ermişim.

54

Yâ Hümeyra git yetiş imdadıma,



Nusretin son gelmiyor feryadına.

Mürşidin gönlünde bir cümbüş olur,

Söyletirler çok söyleme suç olur.

Mürşit gözünden
Mürşit gözünden lâyezâl göründü,

Bî misal bî nikâp Cemâl göründü.

Perdeler gözümden bir bir açıldı,

Gönüller bir oldu Nûrlar saçıldı.

Ayıldım kendimi onu aradım,

Ne ben var ne o var şimdi anladım.

Rücûu ilâllah desek bu işe,

Vuslat deyiniz siz bu gidişe.

Âlemde görmedim hiç böyle makam,

Cihânı vereyim ben orda kalam.

Lüzum yok dediler her taraf birdir,

Mekân-ı lâmekân hepsi senindir.



Fidandım büyüdüm
Fidandım büyüdüm goncayla doldum,

Bahara yetiştim kızardım soldum.

Kokuma bir müddet dostlar üşürdüm,

Dikenim yaprağım arza düşürdüm.

Ben ve sen meğer kuru lâfımış,

Her vücûd Hakk’ın, maada yalanmış.

Dâima hazır ol ey an-ı vuslat,

Nâr-ı aşkınla, nûr oldu Nusret.


Not= Buradan sonraki şiirler ön sözde bahsettiğimiz (Nâzân Ergun) ablamızdan aldıklarımızdır. Kendisinin burada bir notu vardır. Şöyle ki; (Beyler-beyi 5 kasım 1967) “Efendi Babamızdan bize” diye ifade ettikleri kendileri hakkında yazılmış olan bu şiir ile başlamak istiyorum, zahmetleri için Allah (c.c.) razı olsun.

55

İştiyak


İştiyakın kalbgâhımı sardı,

Birdenbire aşk-ı şevkim arttı,

Dilhanemi deldi, geçti yaktı,

Mâsivalar yandı, ömrüm arttı.


Gecem gündüz oldu Nûr doğunca,

Aklım kaçtı, gönlüm aşk dolunca,

Her can Mevlâ oldu (ben) yok olunca,

Gölge kalırmı, şems doğunca?.


Ne dağ, tepe kaldı, ne ben ve ne sen,

O zuhur edince kalır mı, sen ben?,,

Rüzgâr esmeyince, olur mu, esen?,,

Neş’e-i zât-î de yok olunca sen.

Ten cânın, cân ise ALLAH’ın Nûru,

Anla cümle âlem, Hakk’ın zuhuru,

Sağımda solumda Ahmet’le Nâzân,

Nusret o zaman buldu sürûru.

Şimdi, aynı şiirler içerisinde bulunan Nusret Efendi Babamın aşıkane yazılmış küçük bir sohbetini de sizlere aktarayım.

Bismillâhirrahmânirrahiym:

Ey kardeşim: Nerededir bu dertlilerin devası, âşıkların sefası, hastaların şifası, gönüllerin ziyası, meyhane ibtilâsı olan âhır zaman velileri?..

Bulun ve bana gösterin; hepimiz nûrundan,ilim ve irfanından istifade edelim. Diyojen feneri yakmış, güpegündüz, (insân arıyorum) demiş. Ben de “beni olduğum gibi gören, bir göz sahibi” arıyorum. Kalbimin Allah, Allah diye çarptığını duyan bir kulak sahibi arıyorum.

Zât güneşinin (huzmeleri - ışıklarını) taş gibi kalplere aks ettiren ve onları eriten bir (pertavsız – büyüteç) arıyorum.

56
Ben içi dışına çevrilmiş de her tarafı gönül olmuş bir vücûd, bir nûr deryası arıyorum.

Ben herkesin aklının varabileceği en yüksek bir mevkî’i bile ayağı altında bulunduran, Hakk’ın kelâmını orada duyan ve âlemi seyr eden bir idrak sahibi arıyorum.

Ben Arş üstünde namaz kılanları arıyorum.

Ben vücûdları coşturan, (caz) havalarını değil; gönülleri coşturan, hâlden hâle sürükleyen, harfsiz, sessiz, konuşmalarıyla gönülleri coşturan bir ehli hâl arıyorum.

Ben cihân büyüklüğünde bir duvar saati gibiyim, söz yelkovanım gâh ileri gider, gâh geri kalır. Âyârlayacak bir el arıyorum.

Bir akıl hastahanesinde hastaları bir sıraya dizmişler. Doktor birer, birer herkese derdini soruyor, cevaplarını alıyor. Sıra bir hastaya gelmiş. (Ben Hakk aşıkıyım. Bana bir ilâç verin, veyâ bir tavsiyede bulunun,) demiş. O zaman sıra bekleyen hastalardan biri:

Gel azîzim; senin ilâcın bendedir. Bu doktorlar “aşk” hastalığına devâ bulamazlar. Eline kâğıt kalem al, söylediğim “aşk” mâcununu yaz, öğren, ona devam et demiş.

(Gönül havanında gözyaşı, sabır kökü, Ârif sözü tohumu, hep beraber karıştırılıp, tevhid tokmağı ile dövülecek, seherden bir saat kadar evvel uyanıp bunları teenni ve tefekkür kaşığı ile her sabah birer kaşık ye, namazını kıl yat. Birebirdir. Biiznillâhi Teâlâ bir şeyin kalmaz) demiş.

Bir akıl hastası dedikleri kişi, doktora sormuş: - Cânânım aklımı, fikrimi, Rûhumu aldı, sohbet ediyor.!.. “Sen de git, namaz kıl, oruç tut,” diyor bana. Ne yapayım?.

Onun dediğini yap, sonra da aklının, fikrinin, Rûhunun peşine takıl onların sohbetine devam et.

Esâsen kitaplarımı incelerseniz görürsünüz ki;

Birkaç zaman “sathi – yüzeysel” fikirler beyan etsem de derhal hareket noktam olan aslıma – özüme yâni hepinizin de aslınıza – özünüze, avdet ederim – dönerim. Sizi de farkında olmadan gönül âleminize götürürüm ki, en küçük ve en büyük maddenin de “yaradılışından – zuhurundan”

57

maksat bu yolu bularak öz insâna, mânâ-yı Âdem’e ve oradan Hakk’a ulaşmaktır ve ulaştırmaktır. Kitaplarımızın inceliği burada dır.



Nitekim Kûr’ân-ı Keriym’in de inceliği hikâyeler arasında ibretler, cehennem korkuları, cennet vaadları ve nihayet vuslat müjdeleridir. (Sohbet burada bitmekte)

Defter-i Uşşak
Defter-i uşşak-a kayd ettim seni ey tac-ı ser,

Ben ki, yandım sen de yan artık bu aşka ey püser.


Çaktı şimşek bir de gördüm almış etrafım uşşak,

Neyleyim ben bunları, hem hepsi olmuş bir başak.


Vahdet-i yardan nasip almak dilerler şüphesiz,

Karşıma aldım da şükür ettim Hüdâ’ya hande rîz.


Gâh hikâye, gâh teselli, geh ibadet, geh zikir,

Söylenen bir söz idi, amma ki, Allah’dan emir.


Sîne-i büryanıma soktum çıkardım cümlesin,

Cümlesi ikrara geldi, Hamdü lirabb-il âlemiyn.


Yakmak istersen eğer sen canları, gel âteş ol,

Bilmek istersen eğer Allah-ı, kendin Ârif ol.


Görmek istersen cemâl-i pâk-î, sen gel bir göz ol,

İstiyorsan sen görünmek ism’ü cismin Nusret ol.


Nusret’in gönlünde kal, birkaç zaman, etme firar,

Sonra çıkmak istemessen, bil o bir dar ül’karar.


İstiridye midesinde kumları mercan eder,

Nusretin gönlünde kalsan, canlara canân eder.


Aşk şarabın bir kadeh iç, zerrelerde şems’i gör,

Damlayı bir, bahr-ı bîpâyân anla, aslı gör.

58

İsm’ü cismi, aklı, fikri, terk edip Mevlâ’yı gör.



Terk’i terk etmiş olursan, âlemi sende gör.
Şimdi artık günlerin bayram, leyâlin leyle-i Kadr,

Bin selâm et Mustafa’ya, fakr ile ettin fahr.



Yâ Muhammed Mustafa
Dûzeh-i hicrinde buldum nûrunu, vaslında hem,

Bak gözüme dinle benden yâ Muhammed Mustafa.


Tut elimden at zemini esfel’e, ister isen,

Senle olmaktır muradım, yâ Muhammed Mustafa.


Ben vücûd’u ariyette kalmak arzu eylemem,

Cânımı al aslıma ver, yâ Muhammed Mustafa.


Asl-ı neslim, haşr-ı neşrim, gerçi hep zâtında dır,

Asrımızda bir garibim, yâ Muhammed Mustafa.


Kanlı yaşlar döktüğüm, kırk yıl, senin içündür benim,

Yakma hicran ellerinde, yâ Muhammed Mustafa.


Cümle yaranla geldim, boynumuz büktük sana,

Vechinin meftunu olduk, yâ Muhammed Mustafa.


Sen harimi ismetinde, hâki pay et bizleri,

Razıyız ammâ ki, lütfet, yâ Muhammed Mustafa.


Cümle âlem bahr-i zâtında senin, can vermeği,

Canlara minnet bilirler, yâ Muhammed Mustafa.


El ele verdik huzuru izzetinde biz bu gün,

Gamzenin meftunu olduk, yâ Habib-i Kibriya.


Vuslat-ı Nusret’te bulduk, biz aşık kullarız,

Neşemizden eyleme dûr, yâ Muhammed Mustafa

59

İrtihal eylediğin şehri Medine sandılar,



Nusretin gönlünde haysın, yâ Muhammed Mustafa.
Bu şiir, Refi-i Cevat Ulunay’a yazılmıştır.
Bu muhterem zât Mevlânâ Hz. nin (21) inci göbek torunlarından bir çelebi idi Efendi Babamı çok sever sık sık ziyaretine gelirdi ve Milliyet gazetesinde de köşe yazarı idi. Başlığı (OKUYUCULARIMLA) idi orada Efendi Babamın cumartesi günleri köşesinde makalelerini yayınlardı.

Bende onları toplar biriktirir dosya haline getirirdim. Marmara Ünüversitesi İlâhiyat fakültesi Profesörlerinden sayın Mahmud Erol Kılıç kardeşimizin çabalarıyla bizde bulunan bu makaleler (Şubat 1995) te “İnsân yayınları” tarafından (Rah-ı Aşk) ismiyle ve diğer bütün kitaplarıda yeniden basıldı ve yayınlandı, tekrar kendilerine teşekkür ederiz.


Ulunay’a
Neş’eyi Pîr-i Celâlettin’ime uydum bu gün,

Ağzımın her köşesinden fışkırır enhar-ı aşk,


Bil nazargâh-ı Celil-i Kibriyâdır gönlümüz,

İstemem ifşa-i râz, ama dedirtir emr-i aşk.


Aşk-ı buldum, aşka uydum, aşk ile oldum enis,

Sûretâ derler, zavallı inliyor, nâlân-ı aşk.


Bir günüm bir güne uymaz, nefhamız aşkla dolar,

Baktığım her yerde gördüğün, (ben ol et) isbat-ı aşk.


Yerde gökte olmayan sırlar, gönülde toplanır,

Sinemizde ney çalarken, hep güler, Mevlây-ı aşk.


Fariğ ve âzâde oldu, âşıkân kavgadan,

Sende mi? Didemde mi, sinemde mi, fermân-ı aşk?.

60

Yerde gökte âşikârdır, cân içinde gizlidir,



Girdiği dilde bulunmaz, masivay-i gayr-ı aşk.
Hangi bir kalbte duyarsan, ismi pâki neş’elen,

Bir takazay-ı hüdâ’dır. İstiyor irfan-ı aşk.


İsm-i zât-ı, aşk ile, her an gönlümüz (lebbeyk) der,

Anladınsa ebsem ol zira, bu da esrar-ı aşk.


Evvelîm der, âhirîm der, sözüne yoktur karar,

Bende söyler, sende dinler, çok uzûn masal-ı aşk.


Bir tarftan “Lenterânî” der iken Mûsaya Hakk,

Bir tarftan“Menreânî” dedirir Sultan-ı aşk.


Kimseyi sırrımdan agâh, istemezdim Ulunay,

“Hubb’u Mevlânayıma” dır, söyletir ankay-ı aşk.


Bir fakir’u aciz ve kemter, sınıfının tuhfesi,

Mesneviden katredir. Arz eyliyor deryay-ı aşk.


Saat üç olmuş yâ Nusret, namaz kıl yat uyu,

Dem gelir, devrân geçer “Dânâ gönüldür” zât-ı aşk.


Cümle zerrât-ı vücûdumda doğar, aşk nefhası,

Yekzebân olsun dü âlem, yektir Allah, tektir aşk.




Bülbül-ü râ’nâ

Bülbül-ü râ’nâyı sev amma hümay-ı aşka bak,

Cümle ezhâr-ı sev amma, gel gül’i ra’nâya bak,

Ey fakir insân, bu âleme geldin neyledin?.

Cümle eşyayı muhit olmuş dîl-i dânâya bak..

Biriz mânâda canânım, sûrette ayrıldık biz,

Libas-ı aşkı ben giydim, libas-ı hüsnü sen giy..
61

Kıblegâh-ı cümle âlemdir, bunu bilmez cehil,

Vâkıf-ı esrâr-ı Hakk’tır, anlamaz echel cehil,

Sen dîl-i dânâyı buldun, anladınsa ebsem ol,

Îyd-i ekber ol gün oldu, sonra olma muzmahil..

Biriz mânâda canânım, sûrette ayrıldık biz,

Libas-ı aşkı ben giydim, libas-ı hüsnü sen giy..

Ol dîl-i dânâ da, mestur etti kendin, zât-ı Hakk,

Âdem’in gönlünde (kenz-i mahfiyim) ben dedi Hakk,

Taht-ı gâh etti dîl-i dânâ’yı, oradan coştu Hakk,

Tâc-ı Kerremnâ’yı giydirdi, temâşa kıldı Hakk..

Biriz mânâda canânım, sûrette ayrıldık biz,

Libas-ı aşkı ben giydim, libas-ı hüsnü sen giy..

Hakk ile geldik cihâne, sonra olduk cümle halk,

(Lâm-ı) istidat-ı kaldır, cümle âlem oldu Hakk,

Gel dîl-i dânâ’ya râm ol dediler; bu dad-ı Hakk,

Levh-i Mahfuzun kitabın, kim okursa, oldu Hakk..

Biriz mânâda canânım, sûrette ayrıldık biz,

Libas-ı aşkı ben giydim, libas-ı hüsnü sen giy..

Hakk olan bildi kendin, âleme mir’at dedi,

Neş’ey-i mahbubiyyetle baktı, (ya Ahmed) dedi,

Mustafa ayinesinden baktı, taaşşuk eyledi,

Kendi kendinden temaşâ ettide, nâz eyledi..

Biriz mânâda canânım, sûrette ayrıldık biz,

Libas-ı aşkı ben giydim, libas-ı hüsnü sen giy..

Bilmedi iblis-i lâin, kim ol dil-i dânâda’dır,

Cahil-ü nadân-ı bil, amma ki, canân ordadır,

Kendi bildi, kendi örttü, vechini bil perdedir,

Şükrü çok kıl, ârif-i billâh isen sendedir..

Biriz mânâda canânım, sûrette ayrıldık biz,

Libas-ı aşkı ben giydim, libas-ı hüsnü sen giy..
62
Lütf edip Fahri Rusül, açmakta vechinden nikâab,

Geh kapar nûr’u Hüdayı, hem görünmez âfitab,

Ey fakir Nusret, bu âlem içre geldin neyledin,

Bil ve setret ki, Cemâlin âleme vermekte tâb..

Biriz mânâda canânım, sûrette ayrıldık biz,

Libas-ı aşkı ben giydim, libas-ı hüsnü sen giy..



Müştaki cemâlinim

Müştaki cemâlinim ben, ya Rasûlüllah medet,

Bülbülü bağı hezarım ya Rasûlüllah medet

Senliği bulmaktı derdim, Hakk’a vasıl olmak için,

Her şeyi yağmaya verdim, sende kaybolmak için.
Senle hâzır, senle nâzır bir vücûdu fâniyem,

Sen beni halk eyledin, amma ki, senden zâhirem,

Bâtınımdan söyledim Âyatımı (ikrâ’) dedin,

Sinelerden fışkırır envâr-ı zâtın (bak?) dedin.


Nûr-u vâhittir cihan, tevhid-i zâttır maksadım,

Şeş cihâtı, dû cihânı, benden izhar eyledin,

Âlemi bende yarattın, nûr-u envarsın bana,

Sineme kurdun sarayın, sen habibullah’sın,


Sende oldum ben ayan, amma ki, sende mahfiyem,

Âlemin her zerresinden ben kemâl-i arz eylerem,

Sende mi’râc eylerim, amma ki, (sen ben ol) derim,

Vechi pâkinle Âyanım, cümle sıfatımla benim.


Çeşm-i Hakbimle ayan, cümle sıfatımla benem,

Çokluğa bakmam, seni senden temaşa eylerem,

Vâhidim gerçi, Habibinden seni zikreylerem,

Nusrat’ım âlem içinde, sırrı yektayım.


63
Efendim

Nûr idim gök yüzünde; arza indim,

Topraktan elbise giydim Efendim.

Yine nûrum, Nusret ismin dediler,

Nurdan ayrılmadım cânım Efendim.

Hüvel evvel, Hüvel âhır dediler,

Hem zâhiriz, hem bâtınız Efendim.

Huzurunda secde ettim kul oldum,

Yok olduktan sonra “O yuz” Efendim.

Özden konuştuklarım, Kûr’ân’ın türkçesi,

Dinleyene “Habîb” derler Efendim.

Suretimiz ergeç fenâ bulacak,

Zâtımız zât deryasıdır Efendim.

Söyleyen dinleyen gerçi başkadır,

Hem kulak, hem ağız, O dur Efendim.

Evvel kulak, sonra göz ol ve bekle,

Bir gün sende, çok söylersin Efendim.

Hep kitab-ı Hakk’tır, gördüğün eşya,

Okumayı öğrensen a Efendim.

Her şey dile gelmiş, haber getirir,

Cibrîl-i nerde ararsın Efendim.

Hep görünen,dost yüzüdür bil tanı,

Sen kimmişsin anladınmı? Efendim.

Gören zât-ı görünen cümle sıfat,

Göz perdeniz açıldımı? Efendim.

Anladınsa yanlış konuşma sakın,

Biraz daha dinle; sabret Efendim.

Varlık ile zât anlaşılmaz derler,

Gönlüme dal soyunupta Efendim.

Ne sen varsın, ne ben varım, âlem’de,

Biz feneriz, nûr onundur Efendim.

O “kün” dedi, biz var olduk dünya da,

Biz yok iken, O var idi Efendim.

“Lâ” bizim ismimiz oldu, O illâ,

Varlığımız O nunla’dır Efendim.


64

Doğan ölen cesede var denirmi?

Hem ayıptır, hem günahtır Efendim.

Ağzımız çeşmesinden sütler akar,

Ne bakarsın, bir bardak iç Efendim.

Aradığın; didemizden nûr saçar,

Sağa sola ne bakarsın? Efendim.

Hem Allah var, hem Habib-i bu demde,

Şaşkın, şaşkın pek düşünme Efendim.

Varlığı terk et, sende “Hu” olasın,

Sonra diril de, Habib ol Efendim.

Gerçi can vermektir, Hüsnü pahası,

Sen de bir can ver, bin can al Efendim.

Ebedîlik zevkin, tattık tadalı,

Ödünç elbiseden geçtik Efendim.

An’ı daim sırrına, mazhar olan,

Doğup ölmek nedir, bilmez Efendim.

Haydin Allah deyip, tenden geçelim,

Can bahrinde birleşelim Efendim.

Onu tasdik; seni inkâr edersen,

Hoşnut olur Mevlâm senden Efendim.

Bilâl ezan okurken, susmak gerek,

Güller soldu, bülbül sustu Efendim.

Kulak ibret almaz ise sözümden,

Kurşun akıt tıka onu Efendim.

Ayna gibi temiz olmayan gönül,

Şeytanların yuvasıdır Efendim.

Feryadımın cümlesi sizler içindir,

Sizler niçin gülersiniz? Efendim.

Gece gündüz yardan ayrı değilim,

Âhh ve zârıma bakmayın Efendim.

Ağlamaktan göz yaşlarım kurudu,

Yârim bundan hoşlanıyor Efendim.

Yüzüm güler bazen kalbim kan ağlar,

Gözlerimden öper yârim Efendim.

Seher vakti yalvarırım ağlarım ,

Benim ile O da ağlar Efendim.

65

Allah için ağlamayan gözlere,



Göz deyemem budak derim Efendim.

Bizim halimize akıllar ermez,

Aklın çok ilerisindeyiz Efendim.

Bir takaza taşıyla kalbim kırar,

Her parçasından da bakar Efendim.

Kâh olur secdeye, dümdüz yatırır,

Elde bıçak keser doğrar Efendim.

Kendi keser, kendi sarar yaramı,

Sonra geçmiş olsun der ve güler Efendim.

Canımı istese derhal veririm,

Bilirim ki; bin can verir Efendim.

Gevezeyiz belki de çok fakiriz,

Âhır zaman velisiyiz Efendim.

Huzurunda bülbül gibi öterken,

Tokat atar ve susturur Efendim.

Neşter ile sînem de yara açar,

Merhem sürer iyi eder Efendim.

Ondan gelen her şey benim makbulum,

Boynuma sarılır öper Efendim.

Bir O vardı sonra halketti beni,

Aşıkımsın dedi canım Efendim.

Bizim için bu âlemi donattı,

“Arûs” gecemizdir, bu dem Efendim.

Kâ’be tavafı zâhide farzdır,

Kâ’be bizi tavaf eyler Efendim.

(63) yıl ömrüm yel gibi geçti,

Ezel ebed onunlayım Efendim.

Ömrümüzün her günü bir bahardır,

Gülüm solmaz ben bülbülüm Efendim.

Akıl pervanemiz aşka yanarken,

İçim dışım nûr olmuştur Efendim.

Ne nusretler geldi geçti cihandan,

Habibinin habibiyim Efendim.

Bu nasıl söz? Der iseniz, susarım,

Özenmemiz bile kâfi Efendim.

66
Nusret göçüp gitse cihandan ne gam,

Yârim daim ve bâkidir Efendim.

Zaman geldi saka oldum su verdim,

İçen içti sen nerdesin Efendim.

Zaman oldu süt dağıttım millete,

Bîgâneler hiç içmedi Efendim.

Baldan şerbet yaptım, parasız sattım,

Az sarfoldu coğu kaldı Efendim.

Şarap dedim kapış, kapış aldılar,

İçmek nasip etmedik Efendim.

Her yolcuya sordum yolundan memnun,

Kaplumbağa gibidirler Efendim.

Aşık olun sırtıma binin dedim,

Velî olmaktan korktular Efendim.

“Gönlüme gir, cennete sokam,” dedim,

Toprakları eşelerler Efendim.

Hakk yolunda kılavuzum diyorum,

Çemen bize kâfi diyor Efendim.

Azrâil-e “al bunları” diyorum,

Eyvah deyüp ağlıyorlar Efendim.

Rabb-i ni anmayan; ağız değildir,

Çöp küfesi 0lmuştur o Efendim.

Kulağında küpe olsun sözlerim,

İyi dinle iyi anla Efendim.

Her seherde bizim gibi ağlayın,

Gözünüzden perde kalksın Efendim.

Bir gün sende ağız olup söylersin,

Emir bekle, sabır eyle Efendim.

Salli alâ seyyidinâ Muhammed,

Cihân senin zikrindedir Efendim.

Kendi sevdi kendi halketti bizi,

Âşık iken mâşuk oldu Efendim.

Biz de geçtik âşıkların önüne,

Sûr öttürüp, koşuyoruz Efendim.

Sona kalanlara yazık olacak,

Kıyamete çok az kaldı Efendim.

67

Kimi sever, kimi de, çok sevilir,



Hangi sınıfdanım? Bilmem Efendim.

Âlemlere rahmet bir Peygamber’in,

Ümmetiyiz, bendesiyiz Efendim.

“Men reânî fekat reel Hakk” diyor,

Bizi gören O nu görür Efendim.

“Ondan başka varlık yoktur” diyoruz,

Nasıl olur göremezler Efendim.

Dertliye derman olmaktır işimiz,

Dertsize de der veririz Efendim.

Rabb’im yoktan var ederken herkezi,

Biz de vârı yok ederiz Efendim.

Fenâ elbisesin yırtıp atarız,

Bâkî ile tek kalırız Efendim.

Bilir iken Hakk’tan ayân nesne yok,

Kâh örteriz kâh açarız Efendim.

Kendim için fazla bir şey diyemem,

İmtihandan çok korkarım Efendim.

Sözlerimi anlayan, milyonda bir,

Allah razı olsun ondan Efendim.

Cümlenizden razı olsun Rabb’imiz,

Sen de ondan razı mısın? Efendim.

Halk içinde İmamlık pek büyüktür,

İmamların İmamıyız Efendim.

Acemler’den büyük sözler öğrendim,

Muhammediyyül meşrebiz Efendim.

“Büyük sözler söyleme” diyorlar bana,

Ehli dil başka söz bilmez Efendim.

Benden konuşanı bir bilselerdi,

Göz ve kulak olurlardı Efendim.

Adetimiz budur bizim ezelden,

Ya hiç, veya hep, oluruz Efendim.

Yetmiş bin perdeyi bir anda açtım,

Anladınızmı? Nusret-i Efendim.

Sevgilimden biraz daha bahsetsem,

Alev, alev yanarsınız Efendim.

68

Bundan sonra harf yok, ses yok, sözümde,



Gönüllerden konuşalım Efendim.

Herkes varlıkla iftihar ederken,

Yoklukta bulduk neş’eyi biz Efendim.
Buradan sonrası efendi babamın “Kara gün dostuyum” isimli Dîvanından aldığım bazı şiirleridir.

Yâ Rab! Bana seni buldur

Ya Rabb bana seni buldur, yahud bana beni bildir,

Gece gündüz duam odur, gelin Hû Allah diyelim.
Ben bir garip âvâreyim, dertle dolu biçareyim,

İçim dışım hep yâreyim, gelin Hû Allah diyelim.


Senden olmaz ise medet, benim her halim oldu bed,

Gözümden yaş dinmez ebed, gelin Hû Allah diyelim.


Yoktan varettin sen beni, oldur veya öldür beni.

Gayret ver ta görem seni, gelin Hû Allah diyelim.


Doğdum âşık oldum sana, yâ sende âşıksan bana,

Cenneti ver başka kula, gelin Hû Allah diyelim.


Güya ibadet eylerim, bende ne var hep senindir,

Gafletimden yirinirim, gelin Hû Allah diyelim.


Yerde misin, gökte misin? bende misin onda mısın?

Gönlümden gelirken sesin, gelin Hû Allah diyelim.


Kâinata sordum seni, aşkınla devreyler beni,

Ben oldukça Muhammed-î, gelin Hû Allah diyelim.


Eğer sinemi bir açsam, Yâr ve ağyarı uyarsam,

Cemâlini ayân kılsam, gelin Hû Allah diyelim.


69
Yalvarırsam tatlı şirktir, duâ etsem ikiliktir,

Dönsem dursam, tam birliktir, gelin Hû Allah diyelim.


Yandım durdum yıllar yılı, bir gün dedim şeyhe beli,

Esmiş idi seher yeli, gelin Hû Allah diyelim.


Vallahi âlem katredir, cennet, cehennem zerredir,

Her ne ki var hep sendedir, gelin Hû Allah diyelim.


Yetmiş bin perde var derler, birin görmedim ey erler,

Sen yok olsan zuhur eyler, gelin Hû Allah diyelim.


Nene lâzım gel yanalım, tâ be sabah yalvaralım,

Şeyhle bir olup kalalım, gelin Hû Allah diyelim.


Çok makamdan söz eyledim, hem söyledim hem özledim,

Âgâh isen hep özledim, gelin Hû Allah diyelim.


Bilen demez, deyen bilmez, neden acep yaşım dinmez,

Yağma ettim aklım ermez, gelin Hû Allah diyelim.


Çoktur adım hem sıfatım, işte budur son beyanım,

Ramazan tuhfe-i cânım, gelin Hû Allah diyelim.


Nidem Mevlâm nidem, bana gel kim, buldum diyem,

Arşa varsın âhım görem, gelin Hû Allah diyelim.


Âciz Nusret, miskin Nusret, her dem arar isen vuslat,

Yok ol âleme ibret, gelin Hû Allah diyelim.

70
Hazreti Mevlânâya

Merhabâ şâhım. Celâleddîn-i rumî. Merhabâ!

Şemsi aşkı ufku dilden, nûr saçan dost merhabâ.
Yattığın yer nemli toprak sanmasınlar gâfilân.

Nûr-ü vechinden alır nûr, âlem-ü kevnü mekân.


Aşıkanın sînesinde tahtıgâhın var senin,

Öyle bir gülşendesin ki; güllerin solmaz senin.


Baktığın yer kıbledir hep, bastığın yer tûtiyâ,

Yattığın yer Kâ’be-i, Hazret-î Muhammed Mustafa.


Bülbülüsün Hazreti Peygamberin, sen ey Habib!

Şimdi de aşk gülşeninde sen gül ol, ben andelip.


Ben seni övmekteyim, kırk yıl ki, vardır her seher,

Sense her an inleyen sûltân-ı aşk, ey tâc-ı ser.


Sen Habîb-i Kibriyâ’nın tercümân-ı aşkısın;

Gün bu gün, saat bu saat, gönlüm içre saklısın.


Sen mi öğrettin acep, Leylâ’ya nâz-ü işveyi?

Sen mi öğrettin acep, Mecnû-a aşkı sevmeyi?


Âlemin tattım bütün ezvakını, hiç sevmedim;

Altmışıncı yıl bu yıl, ben öyle zevke ermedim.


Aşkımı senden alıp, ahfadıma vakfeyledim;

İsmini her duyduğum ân, kendimî inkâr eyledim.


Âşıkın miftah-ı kalbi, ismi pâkindir senin;

Bir ibâdettir senin raksın, bu âlem peykerin.


Ben seni taklid ederken, şimdi oldum hem demin,

Yattığın yer Konya mı, sinem mi yoksa, makberin?

71

Kırmızı rengim sarardı, kalmadı didemde fer;



Sen sebep oldun benim bu halime ey arşâ per.
Kalb benim, mızrap senin, vur durmadan dinlenmeden;

İnleyim ben, dinle sen, bundan gerû ey canumen.


Yatsıdan sonra senindi, cümle meydân-ü cihân;

Üç saat evvel sabahtan da benim ey lâ mekân.


Dinliyor âvâzı tekbirin cihan olmuş kulak!

Sen bilirsin, dilde kimdir söyleten, ya sem-i Hakk.


Ciltlerin her mısraında sözlerin sandım bana;

Sen beni nankör mü sandın, inlerim her dem sana.


Bir elimde hazret-i Kûr’ân, önümde Pîr Hüsâm!

Bir elimde Mesnevî, olsun size yüzbin selâm.



Âdemim gerçi
Âdemim gerçi kovuldum, cennet-i didârdan;

Mahzar-ı gufran olup, vazgeçmişim feryattan.


Yağdı bâran-ı belâ, hep başıma tûfân gibi;

Tekne-i tevhid vücûdum, seyreder sûltân gibi.


Gerçi bir gün, nâr-ı Nemrud ile olmuştum heder;

Hep gülistan oldu etraf, çekmedim aslâ keder.


Tığ-ı tevhide uzattım gerdenim, kurb’an gibi;

Gökten indi bir ganem, Hakk’tan gelen ferman gibi.


Bir taraftan inledim, birkaç zaman canân için;

Bir taraftan ağladım, Yakûp gibi Yûsûf için.


Bir zaman Mûsâ gibi, düşman idim Fir’âvn ile;

Bir zaman Îsâ gibi, düştüm ihânet bendine.

72

Şimdi artık sinnimiz erdi kemâle şüphesiz;



Kalmadı cenk-ü cidâl, sulh-ü salâhtır gayemiz.
Mekteb-i irfân-a girdim, Rabb’i miz Ikra’ dedi;

Ey Ebû Cehil, senden artık Nusret İllâllah dedi.



Yakûp ili
Yakûp ilinin bâğına gülzarına geldim;

Hârdan geçerek, goncai sûltanıma geldim.

Gerçi severim küşe-i vahdette visâli,

Amma ki bu gün Kâ’be-i didarına geldim.



Ney desinler
Ney desinler, mey desinler, şey desinler, hep odur,

Nefyü isbat çevresinde devreden âlem Odur,

Bilseniz hiç farkı yoktur, işte sûltan ve geda,

Her libâsı kesret içre gizlenen cânân odur.



Aşk nâmesin
Aşk nâmesin evveli âh.. âhırı âh..dır,

Ey sahibi âh.. âh eyle ki, âh vuslata râhtır!

Aşıklara bin cilt okutan sevgili, âh..dır.

Âhınla gelen taht-ı dile nûr-i ilâhtır.



Bazen yanarım
Bazen yanarım âteşi aşkıyla Hüdânın,

Bazen dalarım tâ dibini bahri fenânın,

Bazen çıkarım zirvesine arş-ı bekânın,

Aldım satarım, sarrafıyım, can ve cihanın.

Kimden bu tahavvül nice bir râz-ı nihandır?

Nusret yine Nusret; görünen hep o cihandır.


73
Bazen okurum bülbülüyüm, bağ-ı sefânın,

Bazen kokarım bir gülüyüm, bahçe-i nâzın,

Bazen açarım perdesini, nâz ile niyâzın,

Bazen koşarım avcısıyım, tığ-i kazânın.

Kimden bu tahavvül nice bir râz-ı nihandır?

Nusret yine Nusret; görünen hep o cihandır.


Fatihte dergâh-ı pîr de öğle yemeği

Midemiz boş, sinemiz boş, senden ihsân isteriz,

Fahri fakrî’den giyindik şimdi ikrâm isteriz.
Âlem içre, bir güzel halkeyledim, “git bul” dedi,

“Ol dahi bir bende ister, git ona kul ol” dedi.


Çizmeler giydim çelikten, bir âsâ aldım, demir;

Aşka gelmiş bir esirim, nerdesin sen ya emir?..


Dürlü mihnetler çekip, geldim dayandım Fâtih’e,

Makberinde gizlenen ervah için el-fâtiha.


Dergeh-i Pîrim göründü, her taraf “koş koş” diyor,

“Çektiğin nisyân-ı at; zirâ ki her şey hoş” diyor.


Sofra-i Bedrettin etrafında uşşâk diz bediz,

“Nerde kaldın, sen fakiri bir saattir bekleriz”.


Derdi güya göz lîsân-ı, tek cevap oldu sükût,

Şems-i dinim sağ yanım da, kaldı mı bende vücûd?.


Sofranın nimetlerinden hangisin zikreyleyim?.

Midemiz dolmuş mu, ya boş mu, nasıl fark eyleyim?.


Gönlümüz deryası mürşit nefhasıyla çalkanır,

Düldül-ü aşka binen rûhum durur mu, şahlanır.

74

Farka geldim, şöyle baktım, hane Beytullah’tır,



Besmeleyle başlayanlarsa habibullahtır.
Sonradan takip edenler hep ibadullahtır,

Sofra nimetlerle dolmuştur ataullahtır.

Dört anasırdan tekevvün eyleyen elvana bak,

Ba’sü ba’delmevt denen şu sözdeki ezvaka bak.


İşte her bir lokmamızda türlü harman gizlenir,

Haşr-ü neşrin gayesinde sırrı Mi’râc gözlenir.


Hazret-i Bedrettine hizmet eden ey sofra sen!

Hangi aşıklara hem bezmi sefasın söyle sen.


Sen nesin bir tahta; lâkin bence bir meydansın;

Bunca ehlullahı görmektesin, mir’atsın.


Sanki temsil eyliyorsun, kâinatı bizlere,

Kim kimi it’am eder, daldım yine enginlere?.


Devri devrân, seyrü seyrân, sür’atin senden alır,

Sorsalar Nusret garibe, mestliğin nerden alır?.


Yâ ilâhel âlemîn, hayretteyim ahkâmına,

Sustu zevkimden lisânım, hazırım fermanına.




Düşünüp şöyle
Düşünüp şöyle dururken yapa yalnız yuvada,

Bütün âlemleri aldım karşıma tek sırada.


Kimisi “hû” diye zikrettiğinin farkında değil,

Kimi zikriyle tapar sûrete; maksat o değil.


Çalışıp her biri bir iş ile meşgul görünür,

Bütün ef’âli perişan ile, Hakk’tan görünür.

75

Dikilen bir ağacın dalları yükselmede hep,



Fakat insânlara baksak, gözü toprakta hep.
Azamet âleminin şerhidir hep arzı semâ,

Kalemi kudreti Hakk yazmada pür zevk ve sefâ.


Bu tafsil ile bilmek, okumak mes’eledir,

Fakat icmâlini kendinde bulup geçmelidir.


Ne ki halketti hüdâ, aslı olan hâke döner,

Ne ki ol nefhayı Hakk’tır, dolanır Hakk’a döner.


Kişi sıdk ile üstâdına kul olmuşsa eğer.

Ebediyyet, ezeliyyet, ahadiyyette gezer.


Yiyüp içmekle, tegafülle geçen ömrü atın,

Şu libası beşeriyyetle gezen şâha bakın.


Görünür zerre-i vâhidde de esrar-ı cemâl,

Okunur elbet o tek katrede arzuyu vîsâl.


Bütün envâr-ı temâşa yeridir, noktâ-i hâl,

Bu fenâ mülkte, bekâ bulmada erbab-ı kemâl.




Sabahın zevki

Sabahın zevkine canlar dayanmaz,

Öter can bülbülü aslâ usanmaz;

Eser bâdi saba canân ilinden,

Uyan ey gül “acep niçin uyanmaz”?
Bütün tesbihtedir, dağlar ağaçlar,

Huzurunda durur el pençe rûhlar,

Hüdâyı zülcelâlin lütfu çoktur,

Açıktır bab-ı ihsân ey emektar.

76

Alan aldı, giren girdi kazandı,



Güneş doğdu, vücûd gülü uyandı,

Niyâzın saati geçti dolandı,

Teessürden ufuk ala boyandı.
Bahar eyyamı geçti, sustu bülbül,

Boyun bükmüştü, eşten ayrılan gül,

Gül hazin, bülbül perişan, muzdarip,

İşte Nusret ibret olsun sana gül.


Efendi Babam hacca giderken

Günden güne efzûn oluyor âh-ı fîgânım,

Canânımın ardında koşup gitmede fîgânım,
Yandım tüterim kırk senedir, parlamadım âh,

Soldum gül idim, kâh olarak bülbüle hem râh,


Gittim gelirim, “gel” dedi mahbub-u cihan “gel”,

Gönlümde bir aksi seda var, “git ve hemen gel”,


Ol hâk-i ıtırnâke eriş, sonra selâm et,

Alnında durur didelerim, hâk ike pâk et,


Her kes su döker yolcusuna, yol alıyorken,

Biz yaş dökeriz gelmen için, bir görüversen,


Tayyare ile, âlemi eflâki dolaşsan,

Ref ref ile, düldüller ile, arşa ulaşsan,


Gönlümde yerin var, Allah, taşra çıkamassın,

Bir tek adım olsun atamaz, gaip olamasın,


Gittin bilirim ağlayarak, bir nice zahmet,

Yâ kalbine geldiyse eğer, Nûr-u Muhammed,

77

Avdet gerekir, tâ ki bu dem kalmaya hasret,



Çok özledi Nusret seni, gel kalbime hükmet.

Bir gün olur
Bir gün olur Nusret küpü kırılır,

Şarapları rüsvay olur, dökülür,

Birkaç gün sonra kıymeti bilinir,

Yüzündeki çamur izi silinir.

Bu yolculuk yüz yıl devam edemez,

Adetullah böyle câri, “kal” demez.


Melekülmevt pek yakında gele mi?

Bilmez oldum şu dem gündüz gece mi?

Yâre sordum diktim ona didemi,

“Küllü nefsün zaükatül nefs” dedi.

Bu yolculuk yüz yıl devam edemez,

Adetullah böyle câri, “kal” demez.


Nerde benim güler yüzüm sohbetim?

Nerde benim cilâlanmış gözlerim?

Nerde sana (Rahmî) diyen sözlerim?

Elbet seni orada da özlerim.

Bu yolculuk yüz yıl devam edemez,

Adetullah böyle câri, “kal” demez.


Sefer sonu bekler idin yolumu,

Güler yüzle uzatırdım kolumu,

Bilmem acep vaktim tamam oldu mu?

Benden sonra senin yüzün soldumu?

Bu yolculuk yüz yıl devam edemez,

Adetullah böyle câri, “kal” demez.


Her gün sana katı yürek gözüktüm,

Bazı gece senin çün çok yaş döktüm,

Anlamasın diye arkamı döndüm,

Beni niçin kırmaktasın ay yüzlüm.


78

Bu yolculuk yüz yıl devam edemez,

Adetullah böyle câri, “kal” demez.
Ben yatarken sen eylersin ah-ü vâh,

Sen yatarken beklerim ben tâ sabah,

Müezzin der iken “Hayyâlelfelâh”,

Sen bağışla isyanımız ey ilâh!

Bu yolculuk yüz yıl devam edemez,

Adetullah böyle câri, “kal” demez.



O yardır

Hem vallâhi o yardır, hem billâhi o yardır,

Gönlümden ve gözümden hep görünen o yardır,
Âlemleri vareden, kâinatı donatan,

Nusret diye nâm alan, hep vallâhi o yardır.


Tevrat demiş göndermiş, İncil demiş göndermiş,

Kûr’ân demiş son vermiş, hep vallâhi o yardır.


Kimisinde bom boştur, kimisiyle sarhoştur,

Bazen ise nâhoştur, hep vallâhi o yardır.


Habibine bürünmüş, Nusret deyince gülmüş,

Fakirlerle öğünmüş, hep vallâhi o yardır.


Kimisiyle ağlaşır, kimisiyle halleşir,

Kiminle helâlleşır, hep vallâhi o yardır.


Gönül gözüyle gören, her ayna da görünen,

Nusretten feryad eden, hep vallâhi o yardır.


Bin perde var derler, billâhi tek perde yok,

Birdir gören görünen, hep vallâhi o yardır.

79

Renklere aldanma sen, şekillere bakma sen,



Ârif ol da, öze bak, anlarsın ki, o yardır.
Güneş ay ve yıldızlar, ne varsa hep onun dur,

Satan alan çift amma, zevki süren o yardır.


Kat, kat urba giyerim, her kişide başkayım,

Uryan olduğum zaman, anlarsın ki, o yardır.


Anlamadınsa anla, sual sorma sen bana,

Susmak sırası geldi, meskût eden o yardır.


Nusret Efendi babamın şiirlerini de bu kadar örnekle

yeterli bulalım, kendisine Cenâb-ı Hakk’tan rahmet dileyerek feyzinden istifade etmeye çalışalım, Allah (c.c.) lühü hepsinden razı olsun. Amin.

80

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM





Burada da İnşeallah bizim şiirimsi yazılarımızı dağınık

yerlerde olanlarının bazılarını toplayıp, daha evvelce çıkan iki divanımızdan da alıntılar yaparak, yolumuza devam edeceğiz.
81

Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizin, bazı isimlerinden küçük bir şiir demeti.

Doğdu beş yüz yetmiş bir de on üç.

Alemlere müjdelendi bu güç.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin