Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main
Frankfurt 29.10.2007
Aramızdan fiziki olarak ebediyen ayrılan Değerli Kürt Aydını
Mehmed Uzun’un anısı için Esaret altındaki halkların kaderi biri birlerine pek benzer. Ezenlerin onları, daima bir “hiç” olduklarına inandırma çabaları, belki de esaretin en ağır sosyal ve psikolojik yükü olduğu kadar, ortak yanıdır da. Onlara göre, ezilenlerin kaynağından fışkıran bütün değerlerin hiçbir anlam ifade etmemesidir. Eğer ki, “uygarlıktan” söz edilecekse, o da ezilenlerin toprağına sömürgecilerin ayak basmasıyla başlamış sayılmalıdır. Bir İngiliz, bir Fransız, ya da bir Hollanda vs. batılı sömürge sistemlerinin, bu inkârcı zihniyeti yaymada kısmen de olsa başarılı olduklarını küçümsememek gerekir. Ekonomik, askeri, teknolojik, avantajlar sayesinde, sosyal, kültürel “üstünlükleri” sömürge halklarına “benimsetildiği” sürece, “sömürge efendisi” unvanlarını koruyabilmişlerdir; sömürge ülkelere “uygarlık” taşıdıklarını iddia edebilmişlerdir. Sömürge egemenliklerinin çıkmaza girdiği noktada ise, kendi iç kamuoyunun baskısını da hesaba katarak, sorunun bir takım ödünler temelinde diyalog yoluyla çözümüne bir kapı aralamayı da, ihmal etmemişlerdir.
Türk sömürgeciliğini onlardan ayıran özellik, esaret altına alınan halklara şu iki seçenekten başka hiçbir çıkar yol bırakılmamasıdır: Ya benliği adım adım yok edilerek dayatılmış kayıtsız koşulsuz kölelik, ya da soykırım. Bunun nedenini, Türk egemenlerinin esaret altına aldıkları halklardan her bakımdan geri olmalarında; esaret altına aldıkları halklara benimsete bilecek hiçbir çekici özelliklerinin bulunmamasında aramak gerekir. Hile ve entrikanın, sahtekârlığın, kaba kuvvetin, en kabasından başka hiçbir üstünlüklerinin bulunmamasıdır. Feodal imparatorluğun kenar bölgelerindeki halkların ağır kayıplarla da olsa, bağımsızlıklarına kavuşmaları mümkünken, merkezi yönetimin kontrol sahasında bulunan halklar (Ermeniler, Süryaniler, kısmen Helenler) soykırımdan kurtulamamışlardır. Bu koşullar altında Kürt halkının konumu dramatik bir istisnadır.
Kürler, Türk egemenliğince ölmeden mezara konulan bir halk olma özelliğini taşımaları bakımından problemleri, dünyanın hiçbir sömürge ülkesinin problemine benzememektedir. 1915ten 1923e kadar Anadolu bir halklar mezarlığına çevrilirken, Kürdün omuzlarına basa basa iktidar koltuğuna yerleşen soykırımcı elit, iktidarın Kürt konseptini ilan etmekte gecikmedi. 1927de de Kürt halkı için temsili bir mezar kazdırtarak, üzerini betonla örttüren ve baş taşına da, “Muhayyel Kürdistan burada meftundur”yazdırtan egemenlik, henüz hayatta olan bir halkın ölümünü ilan etmiştir. Bu bakımdan Kürt halkının, Türk egemenliği altındaki bu güne kadarki hayatını, işkencenin “kabir azabı” olarak tanımlanan biçimine benzetmek, herhalde bir abartı olamaz. Kürt halkı 100 yıldır bir soykırımın boy hedefi durumundadır. Korkutulması, yıldırılması, demoralize ve travmatize edilebilmesi için ona, akla gelebilecek insanlığa aykırı ne varsa, o reva görülmüştür.
İşte Mehmed Uzun, mensubu olduğu halkının bu halini en iyi anlayan, ona yaşam adına bahşedilen kabir azabına isyan eden en onurlu Kürt aydınlarından bir tanesidir. Mehmed Uzun büyüklüğünü, Kürt halkının diline vurulmuş kanlı kelepçeyi kırma şerefine sahip olmasında aramak gerekir. “Kürtçe diye bir dil yoktur!” diye avazlarının çıktığı kadar bağıran soykırımcı zorbaların bu yalanını, ayyuka çıkarmasında aramak gerekir. Mehmed’in büyüklüğünü, işe, diri diri gömülmek istenen bir halkın dilini öldürmek kastıyla başlayan asimlatörlerin, karşısına, Kürt dilinin tüm zenginlikleriyle varlığını kanıtlama becerisini göstermek için çıkmasında, bunun için ödenmesi gereken her türlü bedeli ödemeye hazır olmasında aramak gerekir.
Onu, Kürt edebiyatının çağdaş öncüsü olarak en güzel tanımlayan, değerli ustası, manevi babası Yaşar Kemal olmuştur: “Mehmed bir halkın gözbebeği olacaktır. Buna inanıyorum. Mehmed modern Kürt romanını yaratmış bir ustadır. Roman ne demektir, bir uygarlık demektir. Bizim Kürtçe'nin romanını Mehmed yarattı… Mehmed Uzun'un romanlarını okuduğumda çok şaşırdım. Bir dilin ilk romanı böyle ustalıkla, zengin bir dille gelişmiş bir roman dili yaratılarak nasıl yazılmış diye… Betimlemeleri, yani tasvirleri, göze batmadan insanın haberi bile olmadan destanların dili gibi örülmüştür. Betimlemelerinde yeni doğa anlatım biçimlerine ulaşmıştır. Doğası büyük destanların anlatıldığı kadar yalın ve zengindir. Mezopotamya'nın yaşayan en eski dili olan zengin Kürt dilinde böyle romanlar bir halk için mutluluktur.” Hiç abartısız Mehmed Uzun ve onun ölümsüz eserleri, sadece Kürt halkı için değil, barışın ve dostluğun, insan onuruna layık özgür bir yaşamın özlemini çeken bütün halklar için bir mutluluktur.
Ne yazık ki, ben, Mehmed Uzun’la sadece bir kez görüşebilme imkânı buldum. Onu, 2000 yılında Paris’te tanıdığımda, eserlerinden sadece “Narçiçekleri” adlı denemesini okumuştum. Ne kadar da benziyordu Yaşar Kemal’in bu objektif tanımlamasına. O güzelim anlatım tarzının yanı sıra gerçeklere sımsıkı bağlı kalması okuru için aynı zamanda moral kaynağı haline geliyordu. Mehmed, bu denemesinde soykırım kurbanı halkların dili, vicdanı olma yeteneğini ortaya koyuyordu. Onun bu insani yaklaşım tarzından ve usta yeteneğinden duyduğum sevinci kendisinden gizlemem olanaksızdı. Ama o, alçak gönüllü, mütevazı tavrından hiç ödün vermedi. Tadına doyum olmayan anlatım tarzıyla Kürtçe olarak kaleme aldığı “Yitik Bir Aşkın Gölgesinde“ adlı romanından uzunca anlattı. Böylesine değerli bir Kürt aydınını tanımak ne güzel bir şanstı.
Gün çok çabuk geçti Mehmed’le CRDA’nın (Diyaspora Ermeni Araştırmaları Merkezi) organize ettiği Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslardan yazarların Parisli okurlara buluşması akşamına o yazar, bense okur olarak beraber katıldık. Çok kısa sürdü beraberliğimiz. Bu kısa buluşma geride, uğrunda mücadele edilmesi gereken idealler için sarsılmaz dostluk bağları bıraktı.
Kendisine, Almanya’nın Frankfurt kentinde henüz yeni kurulmuş olan derneğimizden (Soykırım Karşıtları Derneği) söz ettiğimde, en cömert dayanışmasını sergiledi. O dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1915 soykırımını tanıması için yürüttüğümüz imza kampanyasını derhal imzaladı ve böyle bir derneğe nasıl üye olabileceğini sordu. Kendisine verdiğim tüzüğe ve üyelik formuna bir göz attıktan sora, derhal doldurup imzaladığı üye formunu bana uzattı.
Mehmed Uzun, inkâr edilen soykırımların tanınması ve bir daha yeni soykırımların yaşanmaması için insanlığın soykırım suçlarına karşı duyarlı kılınması mücadelemizde bize hem destek, hem de moral kaynağı oldu.
Mehmed’in ölümü Kürt halkı için olduğu kadar, insanlık için de yeri doldurulmaz bir kayıptır. Soykırım Karşıtları Derneği adına, değerli Uzun Ailesi fertlerinin, Kürt halkının acılarını paylaşıyor, tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Soykırım Karşıtları Derneği Adına: Ali Ertem