2.1.3. HRİSTİYAN ÇEVREYE AİT METİNLER
Uygurlar arasında Burkancılık ve Maniheizm'den başka Hristiyanlığın Nesturi kolu da göze çarpar. Turfan çevresinde İncil'den Uygurca'ya çevrilmiş bazı parçalar bulunmuştur. "Aziz Georg'un çektiği ölüm acılarını anlatan bir parça Le Coq tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca Yedisu bölgesinde bulunan ve 13-14. yüzyıllardan kalan bazı mezar taşlarında da Süryanî yazılı Türkçe satırlar yer almaktadır (Tezcan 1978: 305).
2.1.4. MÜSLÜMAN ÇEVREYE AİT METİNLER
13. yüzyıldan itibaren Hoço ve civarında Müslümanlığın yayılmaya başladığını biliyoruz. İşte bu Müslüman Uygurlardan da bazı şiirler kalmıştır. Reşid Rahmeti Arat'ça Eski Türk Şiiri 'nde neşredilen bu şiirler, şekil bakımından Manici ve Burkancı şiirlerden daha mazbuttur. Bir kısmında mısra başı kafiyesi bulunmaktadır. Kıt'aların benzer yapıdaki mısralarla birbirlerine bağlanması, mısra sonlarındaki ahenk unsurları ve bilhassa 4 + 4 veya 4 + 3'lük hece vezinleriyle bu şiirler, Divânü Lûgati't-Türk'teki şiirlere paralel bir görünüş arz ederler. Konularının ahlâkî ve beşerî olması dolayısıyla da Manici ve Burkancı Uygurların dinî konulu şiirlerinden farklıdırlar (Arat 1965: 245-267). Bu şiirlerden ikisi aşağıda verilmiştir.
264 Ahmet B. ERCİLASUN
Ağıt
Aklar bulıt örlep kükirep Alkuka mu kar yagurur? Ak bir saçlıg karı anam Açıyu mu yaşların akıdur?
Ak bulutlar çıkıp gürleyip
Her yana mı kar yağdırır?
Ak saçlı ihtiyar anam
Acıyla mı yaşını akıtır?
Karalar bulut örlep kükirep Kar mu yagmur ol yagurur? Karı yaşlıg ol anam Kayguda mu yaşın akıdur?
Kara bulutlar çıkıp gürleyip
Kar mı yağmur mu yağdırır?
Kocamış yaşlı anam
Kaygıda mı yaşını akıtır?
Yazkı bulut yaşlap kükürep Yagmurlar mu olyagudur? Yaşı kiçig alganlarım Yaşların mu akıdur?
Yaz bulutu çakıp gürleyip
Yağmurlar mı yağdırır?
Yaşı küçük aldıklarım
Yaşlarını mı akıtır?
Küzki bulıt kükürep örlep
Köp mü yagmur ol yagıdur?
Köŋül taşım iki kiçig
Köz yaşların mu ol akıdur? (Arat 1965: 248)
TÜRK DİLİ TARİHİ 265
Güz bulutu gürleyip çıkıp Çok mu yağmur yağdırır? Gönüldaşım iki küçük Göz yaşlarını mı akıtır?
Ayrılış
Adaylarım kaçma kulun Atam kayda ter mü erki? Amrak togmış ini kelin Agam kayda ter mü erki?
Yavrularım, kaçak kulun,
Babam nerede der mi ki?
Sevgili doğmuş, kardeş, gelin
Ağam nerede der mi ki?
Belde turgan biş on oglan Begim kayda ter mü erki? Bezeklikte kızlar kırkın Berter mü köŋülin erki?
Belde duran elli yiğit
Beyim nerede der mi ki?
Haremde kızlar, cariyeler
Gönlünü paralar mı ki?
Katta turgan kaç ol oglan
Kayda begim ter mü erki?
Kaguşgulug künni küsep
Kaygu erki? (Arat 1965:252)
Katımda duran yiğitler
Nerede beyim der mi ki?
Kavuşma gününü özleyip
Kaygı (geçer) der mi ki?
266' Ahmet B. ERCİLASUN
2.2. UYGUR METİNLERİNİN BULUNMASI VE ÜZERLERİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR
Yıl 1890. Doğu Türkistan'ın Kuça şehri. Türkistanlı iki Türk köylüsü, üzerinde yazılar bulunan bir kayın ağacı kabuğunu Kuça'daki İngiliz subaylarından Bower'e satarlar. Bu küçük kabuk üzerindeki yazılar Sanskritçedir ve milâdın 4. asrına aittir. Japonya'da 609 senesine ait küçük bir yaprak istisna edilirse en eski metinleri bin yıllarına kadar gidebilen Sanskritçeyi birden bire 600 yıl geriye götüren bu keşif, şarkiyatçıları fevkalâde heyecanlandırmıştı. İki yıl sonra Fransız seyyahı Dutreuil de Rhin, Hotan şehrinde, bu defa milâdın 2. asrına ait bir yazma eser bulur. 1897 yılında Paris'teki Müsteşrikler Kongresinde, 2. asra ait Haroştu yazısıyla yazılmış, bu eski Hint dilli yazma tanıtılınca, şarkiyatçılar ve Hint-Avrupa dillerinin köklerini arayan Avrupalı bilginler gözlerini Doğu Türkistan'a çevirirler (Arat 1987: 508).
Bu iki tesadüf; Doğu Türkistan'da binlerce san'at eserinin, tablonun, heykelin, yazma ve basma kitabın bulunmasına yol açar. Birbirinden farklı 17 dil ve 24 alfabe ile yazılmış binlerce yaprak, 15-20 yıl gibi kısa bir zamanda ilim dünyasının önüne yığılıverir (Ligeti II 1970: 41). Lâvlar altında kalmış Pompei gibi, çöl kumları altında kalmış şehir harabeleri, dağlardaki mağaralar içine inşa edilmiş manastırlar, manastırlardaki gizli duvarlar ardında bulunan kütüphaneler, bin yıldan beri el değmemiş sandıklar içinde tomar tomar kitaplar... İşte bunlar arasında Uygur Türkçesi ile yazılmış binlerce varaklık yüzlerce eser de vardır.
Doğu Türkistan'a yapılan ilk seferler Finlilere ve Ruslara aittir. 1898 yılında bir yandan Otto Donner başkanlığındaki Fin heyeti, bir yandan da Klementz başkanlığındaki Rus heyeti Doğu Türkistan'da araştırmalar yapmışlardır (Arat 1987:509).
Daha sonra Macar asıllı İngiliz araştırıcısı Aurel Stein Doğu Türkistan çöllerine daldı. Stein 1900 yılının 29 Mayısında çıktığı ve Yarkent, Hotan gibi şehirleri dolaştığı bu ilk seferinden bir yıl sonra 12 sandıkla döndü. Sandıklar el yazmaları ve antika eserlerle doluydu (Ligeti II 1970: 27). Hamburg Müsteşrikler Kongresinde Stein, bu seyahatiyle ilgili raporunu ilim âlemine sununca Almanlar hemen harekete geçtiler. Albert Grünwedel başkanlığındaki Alman heyeti 1902 Kasımı ile 1903 Martı arasındaki ilk Turfan seferinden 46 küçük sandıkla döndü. Almanların bu ilk seferi kısa sürmüştü ve daha çok bir keşif mahiyetindeydi. Yine de birçok kıymetli eserle dönmüşlerdi. 1904 yılında, bu defa Albert August von Le Coq'un başkanlığında ikinci bir sefer düzenlediler. 1905 yılında Grünwedel de bu heyete katıldı. Von Le Coq 1906'da, Grünwedel 1907 Haziranında geri döndü. Bu seferde pek çok Uy-
TÜRK DİLİ TARİHİ 267
gur yazması ele geçirilmişti (Ligeti II 1970: 40-41). Burkan mehdisi Maitreya hakkındaki Maytrisimit adlı büyük eser de bu seferde bulunanlar arasındaydı (Ş.Tekin 1976: 27).
1906-1907 yıllan, Doğu Türkistan'daki araştırmaların en yoğun ve Uygurca eserler bakımından en verimli devresidir. Bu yıllarda Doğu Türkistan'ın kumlarla çevrili vahalarında birbirinden ayrı üç heyet dolaşmakta, şehir harabelerini ve Budist mabetlerini didik didik etmekteydi. Alman heyeti daha dönmeden 1906 yılında Stein ikinci seferine çıkmıştı. Aynı yılın 15 Haziranında yola çıkan Paul Pelliot başkanlığındaki Fransız heyeti 1 Eylülde Kâşgar'a varmış ve oradan Kuça yolu üzerindeki Tumşuk harabelerine dalmıştı.
Daha 1879'da Kont Szechenyi başkanlığındaki bir Macar jeoloji heyeti Kansu bölgesinde araştırmalarda bulunurken Tun Huang'daki Bin Buda mağaralarına rastlamıştı. Heyetteki profesörlerden Loczy, Stein'e bu mağaraların varlığından ve hayranlıkla seyrettiği Budist tablolardan bahsetmişti. Daha sonra Pŋevalski de aynı mağaraları görmüş ve ilim âlemine duyurmuştu. İşte Stein ikinci Doğu Türkistan seferine bu mağaraları görmek arzusuyla çıkmıştı. Tun Huang, Çin'in Kansu eyaletinde idi ve 15 kilometre ötesinde de Bin Buda mağaraları vardı. Türkistanlıların Ming Öy dedikleri dağlara o-yulmuş altlı üstlü beş yüzü aşkın mağara. Ve bu mağaralar içine oyularak inşa edilmiş manastırlar. Stein 1907 Martında Bin Buda mağaralarına gelmiş ve mağaralardan birinde duvarla örülü bir hazine bulunduğunu duymuştu. Manastırların koruyucusu Vang adlı Çinli bir dav-şı (Taoist rahip) idi. Vang dav-şı Stein'e önce eski bir el yazması vermiş, fakat sonra duvarın aralıklarını tamamen sıvayarak gizli kütüphaneyi iyice saklamıştı. Stein bin bir türlü dil dökerek Çinli rahibi sonunda ikna etti. Örülü duvar açıldı ve esrarlı kütüphaneye girildi. 1907 Mayısının sonlarıydı. Çinli rahibin elinde tuttuğu yağ kandilinin loş ışığında Stein'in gözleri hayretle açıldı. Gayrimuntazam bir şekilde yerden tavana kadar dizilmiş el yazmaları bütün odayı doldurmuştu. Odanın içinde kıpırdayacak yer bile kalmamıştı. Stein ne büyük bir hazineyle karşılaştığını eserleri incelemeye başlayınca anladı. Köktürkçe, Uygurca, Soğdakça, Toharca, Tibetçe binlerce parça. Üstelik, yırtılmamış, parçalanmamış ve yıpranmamış. Acaba bunları ülkesine götürebilecek miydi? Vang dav-şı buna bir türlü yanaşmıyordu. Hattâ bir gün mağarayı yeniden duvarla örmüş ve kaybolmuştu. Sonra tekrar gelmiş ve Stein'e istediği eserleri götürebilme müsaadesini vermişti. Nihayet Stein eserlerden ancak bir kısmını, 24 sandığa doldurarak ülkesine götürebildi (Ligeti II 1970: 99-104). Sekiz Yükmek, Irk Bitig, Huastuanift gibi önemli Uygur eserleri ve "Anı Teg Orunlarta" ile Pratya-Şiri'nin manzumeleri de dahil olmak üzere pek çok Uygur şiiri Stein'in Bin Buda mağaralarında bulduğu eserler arasındadır.
268 Ahmet B. ERCİLASUN
Bu sıralarda Turfan civarında dolaşmakta olan Pelliot da keşfi haber almıştı. Fransız heyetinin başkanı olan Paul Pelliot, Çin ve Doğu Türkistan dillerinin en büyük mütehassısı idi. Başka araştırıcılar uzun incelemelerden sonra, hattâ ülkelerine dönüp de ilgili mütehassıslara incelettikten sonra buldukları eserlerin mahiyetini anlayabilirken Pelliot daha ilk bakışta eserin ne olduğunu anlıyordu. Hangi dilde, hangi alfabe ile yazılmış olursa olsun ve hangi çağa ait bulunursa bulunsun bütün yazmalar, Pelliot'ya sırlarını hemen oracıkta döküveriyorlardı. İşte bu büyük âlim de Stein'den sonra 1908'in 3 Mayısında Tun Huang'a geldi. Vang dav-şı ile uzun müzakerelerden sonra Pelliot paha biçilmez değerde eserlerle Paris'e dönmüştü. Bu eserler arasında meşhur Edgü Ögli Tigin ile Ayıg Ögli Tigin (Prens Kalyanamkara ve Papamkara) hikâyesi de vardı. Başından ve sonundan eksik olan bu eserin bir yaprağı da Stein tarafından Londra'ya götürülmüştü. Yalnız Pelliot'nun incelediği yazma sayısı 15 bin civarındaydı. O, derin bilgisinin verdiği yetkiyle bunların mühimlerini ayırmış ve Paris'e götürmüştü. Ancak arkada yine mühim bir hazine kalmıştı. Stein ve Pelliot'dan sonra Japonlar da Tun Huang'a Kont Otani başkanlığında bir heyet gönderdiler. Kont Otani de topladığı bir takım yazmaları Kyoto'ya götürdü. Daha sonra Pekin hükümeti durumu öğrendi ve bütün yazmaların Pekin'e getirilmesi talimatını verdi. Fakat yazmaların pek çoğu yollarda kaybolmuş, bulanın elinde kalmıştı. Bunların bir kısmını da Vang dav-şı kendine ayırmış, Stein'in üçüncü seferinde ona satmıştı (Ligeti II 1970: 37, 104-106).
Tun Huang M.Ö. 111 yılında Hun akınlarına karşı yapılmış müstahkem mevkilerden biriydi. Bin Buda mağaraları ise Budist hacıların bağışlarıyla 5.-11. yüzyıllar arasında dağlara oyulmuş Budist manastırlarıydı. Yol üzerinde bulunmadıkları için iyi korunmuşlardı. 11. yüzyıldaki Tangut istilâsı sırasında Budist rahipler kıymetli yazmaları manastırlardan birine taşımışlar ve kapısını duvarla ördükleri bir odaya gizlemişlerdi (Ligeti II 1970: 100-101). İşte 900 yıl kadar sonra Stein'in açtırmaya muvaffak olduğu oda burası idi ve her biri en az bin yıl öncesine ait olan muhtelif dil ve yazılarda binlerce yazma ile doluydu. Bunlar arasında Uygurca olanlar da mühim bir yekûn tutmaktadır ve pek çoğu hâlâ işlenmemiştir.
1909-1911 yılları arasında Rus bilginlerinden Malov da Doğu Türkistan'a gider. Malov, Kansu'da Sarı Uygurlar arasında dolaşırken 1910 yılının 3 Mayısında Şaçou şehrine yakın Wun-fı-gu köyü etrafındaki Buda mağaralarında yapılan ayine katılır. Bir Buda heykelinin altında "tertipsiz, lüzumsuz ve faydasız" kâğıt parçaları bulur. Bu tertipsiz parçalar, Uygurcaya çevrilmiş dev eserlerden biri olan Altun Yaruk'a aitti. Aynı yılın Ekim ve Aralık aylarında Malov, Altun Yaruk'un diğer parçalarını da bulur ve Rusya'ya götürür. Bu nüsha 1687 yılında istinsah edilmiş oldukça geç bir nüshadır. Eserin di-
TÜRK DİLİ TARİHİ 269
ğer nüshalarından bazı parçalar, Almanlar'ın Turfan seferinde bulunup Berlin'e götürülür (Çağatay 1978: 345-350)
1913-1914 yıllarında Doğu Türkistan'da yine birkaç ilmî heyet dolaşmaktadır. A. von Le Coq başkanlığındaki Alman heyeti 1913 başında Turfan'a gitmişti. Bu sıralarda hem Avrupa'da siyasî durum gerginleşmiş, hem de Doğu Türkistan'da karışıklıklar başlamıştı. Ruslar'dan binbir güçlükle müsaade alan Alman heyeti 1913 yazında Kuça'da araştırmalar yaparken Doğu Türkistan'da isyanlar başlamıştı. Türkler istiklâl istiyordu. Le Coq bütün isyan ve karışıklık haberlerine rağmen büyük bir sükûnetle kazılarına devam ediyordu. Fakat artık kazılarda çalıştıracak işçi bulamaz olmuştu. Nihayet 156 sandıkla Kâşgar'a geldi. Neredeyse Birinci Dünya Savaşı patlamak üzereydi. Eğer von Le Coq, bir hafta daha gecikmiş olsaydı bu sandıkları Rus sınırından Almanya'ya geçiremiyecekti (Ligeti II 1970: 41-44).
1913 Haziranında üçüncü seferine çıkan Stein'in de başına bir sürü işler gelmişti. Bu defa yine bütün Tarım havzasını önce güneyden doğuya, sonra kuzeye ve batıya giderek dolaşan bu gözü pek araştırıcı bir ara, ürken atının ayaklan altında ezilmiş, haftalarca yatmış, fakat sonra hiçbir şey olmamış gibi yine araştırmalarına devam etmişti. Stein bu son seferinden 1914'te 182 sandıkla dönmüştü. Bunlar arasında Tun Huang mağaralarından arta kalan beş sandık da vardı (Ligeti II 1970: 30-36).
1914'ten sonra artık Doğu Türkistan seferi yapılamaz oldu. Birinci Dünya Savaşı batılı âlimlerin elini kolunu bağlamıştı. Çin'de de ihtilâl meydana gelmiş, yeni hükümet yabancı araştırıcılara ve Çin'deki eserlerin yurt dışına çıkarılmasına müsaade etmez olmuştu. Ancak 1927-1929 arasında İsveçli Sven Hedin, sevimli şahsiyeti ve cana yakın davranışlarıyla Çin'de dolaşabilmiş, topladığı eser ve malzemeleri Stockholm'e getirebilmişti. 1914'ten sonra Çinliler de Doğu Türkistan'da bulunan birçok eseri Pekin'e taşımışlardır (Ligeti II 1970: 44-47).
Doğu Türkistan'daki keşif ve araştırmalara Japonlar da ilgisiz kalmamışlardı. Onların ilgisinin önemli sebeplerinden biri de kendi dinleri olan Burkancılığın tarihiyle ilgili çok önemli eserlerin bölgede bulunmasıydı. 1902-1904 arasında Kont Otani başkanlığında; 1908-1909 ile 1910-1914 arasında Taçibana başkanlığında bölgede adaştırmalar yapan Japon heyetleri buldukları pek çok eseri Kyoto'ya götürmüşlerdi. Özellikle Tun huang ma-ğaralarındaki eserlerin keşfinden sonraki ikinci Japon sefer heyeti, Stein ve Pelliot'dan sonra buradaki birçok eseri Japonya'ya taşımışlardı (Ligeti II 1970: 38; Özönder2002: 471).
Doğu Türkistan'a yapılan ilmî sefer ve seyahatler dışında başka yollarla da yurt dışına çıkan Uygur yazmaları vardır. Berlin'de öğrenim gören Doğu
270
Türkistanlı bir öğrenci 1930'lann başlarında ülkesinden eski bir yazmayı Berlin'e getirir. Yazmayı inceleyen Arat, eserin Küentso'nun (Hüen-tsang'ın) biyografisine ait olduğunu anlar. Eserin satın alınması için Türkiye'ye müracaat edilirse de bir sonuç alınamaz ve yazma Paris Millî Kütüphanesine satılır (Arat 1987: 512). İstanbul Üniversitesi Kütüphanesine Yıldız Sarayından gelen yazmalar arasındaki birkaç Uygurca hukuk belgesi de 1940'larda Osman N. Tuna'nın haber vermesiyle Reşid R. Arat tarafından keşfedilmiştir. Belgelerin Yıldız Sarayına ne zaman ve ne şekilde geldiği belli değildir.(/Arat 1979: 1 8)
Uygur metinleriyle ilgili ilk neşriyat Rusya'da ve Almanya'da başladı. İlk Turfan seferleri sonunda St. Petersburg'a ve Berlin'e getirilen metinler hemen tasnif ediliyor ve neşir işine girişiliyordu. Klementz'in 1898 Turfan seferinden getirdiği metinleri Radloff 1899'da neşretti. Çinceye ve Budizme hâkim olan F.W.K. Müller'in 1908'de başlattığı Uigurica adlı bir seri, dört cilt tuttu ve dördüncü cildi 1931'de Gabain tarafından tamamlandı. Radloff da 1909 yılında St. Petersburg'da bir seri başlattı: Alttürkische Studien (Eski Türkçe Çalışmaları). 1912'ye kadar devam eden bu seri altı kitaptan meydana gelmiştir. Turfan seferlerine bizzat katılan ve Alman heyetine başkanlık eden A. von Le Coq'un 1911'de başlattığı Türkische Manichaica aus Chotscho (Hoço'dan Türkçe Mani Metinleri) adlı seri, maniheist Uygur metinlerini içine alır. Üç ciltlik seri, 1922'ye kadar sürer. Stein'in Bin Buda mağaralarında bulduğu Köktürk harfli Uygur metinleri ve bunlar arasındaki Irk Bitig Vilhelm Thomsen tarafından 1912'de JRAS'da yayımlanır. Fransız heyetinin başında Tun Huang'a giden ve Bin Buda mağaralarında Prens Kalyanamkara ve Papamkara hikâyesinin Uygurcasını da bulan Paul Pelliot bu eseri 1914'te neşreder. Malov'un Sarı Uygurlar arasında bulduğu Altun Yaruk (Suvarnaprabhâsa) da 1913-1916 yıllarında Radloff ve Malov tarafından neşredilir. 1915'te Tôru Haneda Japonya'da Sekiz Yükmek'i yayımlar.
Birinci Dünya Savaşı ve Çin'deki iktidar değişikliği, batılı ilim adamlarına 1914'ten sonra Doğu Türkistan'ın bütün kapılarını kapamıştı. Alman bilginleri savaştan sonra bütün güçlerini Turfan seferlerinde elde edilen malzemenin neşrine verdiler. Önceleri Alman dil bilimi üzerinde çalışan Willy Bang daha sonra Türkolojiye yönelmiş, Uygur metinlerinin neşrinde bir "ekol" meydana getirmiş ve sonradan Uygurcanın en büyük mütehassıslarından biri olacak olan öğrencilerinden Annemarie von Gabain ile birlikte Türkische Turfantexte (Türkçe Turfan Metinleri) serisini başlatmıştı. Uygur-
TÜRK DİLİ TARİHİ 271
ca metin neşirlerinin en önemli serisi olan Türkische Turfantexte'nin ilk beş kitabı 1929-1931 yılları arasında Bang ve Gabain tarafından çıkarılmış ve yine 1931'de beş cildin analitik indeksi neşredilmiştir. Beşinci ciltten sonra bu ekibe, sonradan Uygur ve Karahanlı Türkçelerinin en büyük mütehassısı olan Kazan doğumlu büyük Türk dilcisi Reşid Rahmeti Arat da katılır. Serinin altıncı kitabı bu üçlü tarafından hazırlanır ve 1934'te neşredilir. İşte bu altıncı kitapta Uygurca metinlerin en iyi işlenmişi olan Sekiz Yükmek yer almıştır. Serinin yedinci kitabı sadece R.R.Arat tarafından 1936'da yayımlanır. İkinci Dünya Savaşından sonra Gabain seriyi tek başına devam ettirir. 1954'te sekizinci ve 1959'da onuncu cilt çıkarılır. 1958'de neşredilen dokuzuncu cilt Gabain ve W. Winter'ce birlikte hazırlanmıştır.
1908-1938 arasındaki 30 yıl, Uygur metinlerinin neşri bakımından altın yıllardır. Yukarıda zikrettiğimiz diziler ve büyük eser neşirleri yanında Radloff, A. von Le Coq, Bang, Gabain ve Arat daha pek çok Uygurca parçayı küçük kitapçıklar ve ilmî makaleler hâlinde yayımlarlar. Manicilerin tövbe duası olan Huastuanift, 1909'da Radloff, 1911'de A. von Le Coq, 1923'te Bang tarafından yayımlanır. Radloff 1928'de Uygurca hukuk vesikalarını neşreder. Bang ve Reşid Rahmeti Uygur harfli Oğuz Kağan Destanını ilk defa olarak 1932'de yayımlarlar. 1930'ların başında bir Uygur öğrencinin Berlin'e getirdiği, daha sonra Paris Millî Kütüphanesine satılan Uygurca Küentso (Hüen-tsang) biyografisinin bazı bölümlerini Gabain 1935 ve 1938'de neşreder. Bu arada Uygurca metinlere ait ilk sözlük 1934'te Ahmet Caferoğlu tarafından İstanbul'da yayımlanır.
İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Avrupa'daki, bilhassa Almanya'daki bu verimli çalışma durur. Savaş yalnız çalışmaların durmasına yol açmaz, bazı metinlerin kaybına da sebep olur. Doğu Türkistan'ın ücra manastırlarında, örülü duvarlar arkasında bin yıl muhafaza edilen Uygur metinlerinin bazıları harpte kaybolur. Savaş sırasında eski maden ocaklarında saklanan Uygur metinlerinin savaştan sonra tekrar Berlin'e getirilmesi ve tasnif edilmesi uzun yıllar alır.
Avrupa'daki durgunluk yıllarında Türkiye'de canlı bir telif ve tercüme faaliyeti görülür. Bang ve R. Rahmeti'nin Oğuz Kağan Destanı 1936'da Türkçeye kazandırılır. Manichaica dizisinin birinci cildi Fuat Köserâif tarafından Türkçe Mani Elyazıları adıyla yine 1936'da neşredilir. 1939'da Hüseyin Namık Orkun, Stein tarafından bulunan Köktürk harfli el yazmalarını ve bunlar arasındaki Irk Bitig'i Eski Türk Yazıtları II içinde neşreder. Aynı yıl Prens Kalyanamkara ve Papamkara hikâyesinin Pelliot neşrini bazı görüşlerini de ilâve ederek tercüme eder. A. von Le Coq'un Huastuaniffı 1941'de, Uigurica IV-A'daki Çaştani Bey Hikâyesi 1945'te ve Uigurica IV-B, C,
272 Ahmet B. ERCİLASUN
D'deki Uygurca Üç Hikâye 1946'da S. Himran tarafından Türkçe'ye çevrilir. "Aç Pars" hikâyesinin de içinde bulunduğu Altun Yaruktan İki Parça 1945'te Saadet Çağatay tarafından işlenir.
Uygur ve Köktürk metinlerinin ilk grameri Alttürkische Grammatik 1941'de Gabain tarafından çıkarılır.
1950-1970 yılları, Uygurca neşriyat bakımından pek canlı olmamakla beraber yine de önemli yayınların gerçekleştirildiği yıllardır. 1951'de Küentso biyografisi' nin Pekin'deki parçalan Çinliler tarafından, 1957'de Maytrısimit'in Berlin'deki yazmaları Gabain ve H. Scheel tarafından tıpkıbasım olarak neşredilir. Şinasi Tekin 1960'ta Erzurum'da Kuanşi İm Pusar'ı (Ses İşiten İlâh) neşreder. 1965 yılı, Uygur şiirinin toplu olarak tanınması bakımından en önemli yıldır. Reşid Rahmeti Arat'ın uzun yıllara dayanan titiz çalışmaları Eski Türk Şiiri adı altında bu yıl neşredilir. Böylece İslâmlık'tan önceki Türk şiiri hakkında derli toplu ve işlenmiş malzeme edebiyat tarihçilerine ilk defa sunulmuş olur. 1966 ve 1968 yıllarında iki doktora tezi dikkati çeker. A.Thomas Arlotto'nun Harvard Üniversitesi'nde yazdığı Küentso biyografisiyle ilgili tez ve Peter Zieme'nin Berlin'de yazdığı Mani metinlerine ait gramer. Ahmet Caferoğlu eski sözlüğü iki misli genişleterek Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü adıyla 1968'de tekrar neşreder.
1970, "Uygurca yayınların yeniden canlanış" yılıdır. Şinasi Tekin'in New York'ta Abidarim Koşavardi Şastr adlı Uygur metnini tıpkıbasım olarak neşretmesinden sonra Georg Hazai ve Peter Zieme ile Uygur metinleri neşri, Türkische Turfantexte yıllarındaki canlılığa kavuştu. Berliner Turfantexte adlı yeni dizinin birinci cildi Hazai ve Zieme tarafından 1971'de, ikincisi Klaus Röhrborn tarafından yine 1971'de, üçüncüsü Semih Tezcan tarafından 1974'te, beşincisi Peter Zieme tarafından 1975'te, yedinci ve sekizincisi Georg Kara ve Peter Zieme tarafından 1976 ve 1977'de, dokuzuncusu Şinasi Tekin tarafından 1980'de, on üçüncü ve yirmincisi Peter Zieme tarafından 1985 ve 2000 yıllarında, yirmi birincisi ise 2001 yılında yayımlandı. Peter Zieme tarafından devam ettirilmekte olan Berliner Turfantexte dizisi sadece Uygurca metinleri içine almaz. Turfan'da bulunmuş başka dillerdeki metinler de bu dizide yayımlanmaktadır. Biz burada sadece Uygurcayla ilgili olanlarını verdik. Yine 1971'de Edgü Ögli Tigin ile Ayıg Ögli Tigin hikâyesinin Paris'te mükemmel bir neşrini görüyoruz: James Russel Hamilton, transliterasyon, transkripsiyon, tercüme, notlar, sözlük ve mükemmel bir tıpkıbasımı içine alan bu fevkalâde neşriyle bu tür yayınlar için örnek alınacak bir eser ortaya koymuştur. Berliner Turfantexte dizisini başlatan Hazai, 1972 yılında da, 1908-1938 arasındaki ilk neşriyatın yeni baskılarına (reprint) girişti. Bu yeni baskılarla, Albert August von Le Coq, Friedrich
TÜRK DİLİ TARİHİ 273
Wilhelm Karl Müller, Vilhelm Thomsen, Willy Bang-Kaup, Annemarie von Gabain ve G.R. Rachmati (Arat) gibi Uygurca'nın öncü naşir ve âlimleri tekrar hayat bulmuşlar ve Manichaica, Uigurica, Türkische Turfantexte gibi unutulmaz diziler yeniden canlanmışlardır. Semih Tezcan'ın Küentso biyografisinin X. bölümünü işleyen doçentlik tezi (1975) ile Şinasi Tekin'in 1976'da Ankara'da basılan Maytrısimit'i aynı canlılığı devam ettiren çalışmalardır.
1970'li yıllar Uygurca'nın sözlüğü bakımından da çok verimli olmuştur. Ahmet Caferoğlu'nun ilk deneme olan sözlüğünden sonra 1969'da Leningrad'da bir heyet tarafından yayımlanan Drevnetyurkskiy Slovar (Eski Türkçenin Sözlüğü) ile 1972'de Oxford'da Sir Gerard Clauson tarafından yayımlanan An Etymological dictionary of pre-thirteenth-century Turkish (13. Asır Öncesi Türkçesinin Etimolojik Sözlüğü), Uygur metinleri ile birlikte Köktürk ve Karahanlı metinlerini de ihtiva eden sözlüklerdir. "Tarihî Uygur Türkçesi devresine ait bütün metinlerin sistematik bir şekilde" taranmasıyla hazırlanan mükemmel bir Uygur Sözlüğü, 1977 yılında Wiesbaden'de Klaus Röhrborn tarafından fasiküller halinde çıkarılmaya başlanmıştır: Uigurisches Wörterbuch. Her kelimeyi transkripsiyonu (okunuşu) ile ve muhtelif yazılardaki transliterasyonu (yazı çevrimi) ile veren, kelimeler üzerindeki etimoloji denemelerini de sıralayan ve bir kelimenin muhtelif manalarını ayrı ayrı gösteren Uigurisches Wörterbuch tamamlandığı zaman Uygurca'nın en büyük ve mükemmel sözlüğü olmaya namzettir.
1970'lerde başlayan canlılık 1980'den sonra da devam eder. HSIN Tözin Okıdtaçı Nom adlı abidarma Şinasi Tekin tarafından 1980'de, Abidarim Koşavarti Şastir'in bir bölümü Masahiro Şögayto tarafından 1988'de yayımlanır. Aynı abidarmanın bir başka bölümü de Sema Barutçu Özönder tarafından Üç îtigsizler adıyla 1998'de neşredilir. Öte yandan Küentso biyografisi (Hüen-tsang) çalışmaları da devam eder. Kogi Kudara ve Peter Zieme 1984'te altıncı bölümü, Mehmet Ölmez 1991'de beşinci bölümü, Klaus Röhrborn 1991'de yedinci bölümü, 1996'da sekizinci bölümü neşrederler. L. Yu. Tuguşeva biyografinin Peterburg'da bulunan bütün parçalarını 1991'de Moskova'da yayımlar. Uygurca'nın en hacimli eserlerinden biri olan Altun Yanık üzerindeki çalışmalar 1990'larda hızlanmıştır. Şinasi Tekin'in K. Röhrborn ve P. Schultz ile birlikte 1971'de yayımladığı 9. ve 10. bölümlerden sonra yine Şinasi Tekin 1987'de 2. bölümü yayımlamıştı. Roger Finch de 1993'te eserin 16. ve 17. bölümlerini neşreder. Ceval Kaya ise 1994'teki büyük çalışmasında bütün metnin trankripsiyonunu ve dizinini verir. Altun Yaruk üzerindeki kapsamlı bir çalışma da Peter Zieme tarafından Berliner Turfantexte dizisinin 18. ve 20. kitabı olarak 1996 ve 2000'de yayımlanmıştır. Uygur Türkçesinin bir başka büyük eseri olan Maytrısimit üzerindeki çalışmalar, Turfan civarında bulunan ve Berlin'de muhafaza edi-
274 Ahmet B. ERCİLASUN
len Sengim ve Murtuk nüshaları üzerinde yapılmaktaydı. Şinasi Tekin Berliner Turfantexte dizisinin dokuzuncu kitabı olarak 1980'de bu eseri yazı çevrimi (transliterasyon) ve Almanca tercümesiyle yeniden yayımlamıştı. 1959'da Doğu Türkistan'da Maytrısimit'in yeni bir nüshası, Hami nüshası bulundu ve bu nüsha 1980'de Geng Şi-min tarafından tanıtıldı. Geng Simin'in H. J. Klimkeit ile birlikte Hami nüshası üzerindeki kapsamlı çalışmaları 1988'de Wiesbaden'de yayımlandı. Aynı yıl Dolkun Kamberi tarafından Maytrısimit ve Kutadgu Bilig'i bir sahne eseri olarak değerlendiren doktora çalışması yapıldı. İlk defa toplu olarak Radloff un 1928'de yayımladığı Uygur hukuk belgeleri üzerinde daha sonra Reşid Rahmeti Arat 1964'te Eski Türk Hukuk Vesikaları adıyla geniş bir inceleme yapmıştı. 1975'te yayımlanan Larry Clark'in doktora tezi ise (Introduction to the Uighur Civil Documents of East Turkestan -13th-14th cc.~, Bloomington) konuyu kapsamlı bir şekilde ele almıştı. Özkan İzgi de Uygurların Siyasî ve Kültürel Tarihi (Ankara 1987) adlı eserinde Uygur hukuk belgelerini değerlendirmekteydi. Nihayet 1993'te Osaka'da Nobuo Yamada'nın Sammlung uigurischer Kontrakte adlı üç ciltlik dev eseri çıktı. Bu çalışmada 121 belgenin tıpkıbasımları, metinleri, Japonca ve Almanca tercümeleri, metinlerde geçen kelimelerin sözlüğü ve çeşitli dizinler yer almaktadır.
Yukarıda zikrettiğimiz bu canlı neşriyata paralel olarak canlı bir tenkit faaliyeti de devam etmektedir. Türk Uyguristlerinden Şinasi Tekin, Semih Tezcan ve Osman F. Sertkaya ile Almanyalı bilgin Gerhard Doerfer'in Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten (TDAY-Belleten), Türk Kültürü (TK) ve Türkiyat Mecmuası'nda (TM) çıkan muhtelif tenkitleri bu faaliyetin canlı örnekleridir. Yurt dışında Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft (ZDMG), Ural-Altaische Jahrbücher (UAJb), Acta Orientalia Hungaricae (AOH), Altorientalische Forschungen, Türklük Bilgisi Araştır-maları-Journal of Turkish Studies (JTS), Central Asiatic Journal (CAJ) gibi ilmî dergilerde hem Uygurca metinler ve araştırmalar yayımlanmakta, hem de tanıtma ve eleştiri yazıları yer almaktadır. 1991'de çıkmaya başlayan Türk Dilleri Araştırmaları dergisinde de Mehmet Ölmez Uygurca yayınları tanıtmakta ve eleştirmektedir.
Uygur metinleri bir yandan ilmî olarak neşredilirken, bir yandan da Uygur edebiyatı ve şiiri üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Albert von Le Coq'un Manichaica dizisinin ikinci ve üçüncü kitabı ile (1919, 1922) Bang-Gabain'in Türkische Turfantexte dizisinin üçüncü kitabında (1930) Mani ilâhîleri bir arada yayımlanmıştı. Fundamenta'nm ikinci cildinde (1964) Gabain'in İslâmlıktan önceki Türk edebiyatını umumî olarak değerlendiren yazısından sonra Reşid Rahmeti Arat'ın Eski Türk Şiiri (1965), konunun önemini ve hacmini bütün teferruatıyla ortaya koymuştur. Bu yayından sonra konuyu tartışan en önemli araştırma Şinasi Tekin'e aittir. Yazar, Türk Kültü-
TÜRK DİLİ TARİHİ 275
rü Araştırmaları (II/1-2 1965, Ankara, 1969) dergisindeki Uygur Edebiyatının Meseleleri (Şekiller - Vezinler) adlı incelemesinde Uygur metinlerini edebî bakımdan "tarif ve "tavsîf etmeye çalışmış ve bu edebiyattaki konu, vezin, kafiye gibi meseleleri örnekleriyle ele almıştır. L. Yu. Tuguşeva da 1970, 1973 yıllarında çıkan makalelerinde eski Uygur şiirinin meseleleri üzerinde durur. Semih Tezcan'ın Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe adlı kitapta (Ankara, 1978) yer alan "En Eski Türk Dili ve Yazını" başlıklı makalesi, devrin eserlerini konularına göre sınıflandıran ve başlıca eserler hakkında umumî bilgiler veren, geniş bibliyografik malûmatla takviye edilmiş önemli bir çalışmadır. Peter Zieme'nin I. Milletler Arası Türkoloji Kongresinde okunan ve 1979'da yayımlanan "Eski Uygurların Burkancılıkla İlgili Alliterasyonlu Koşukları Üzerine" adlı makalesi, Uygur şiirinde aliterasyon ve kafiye meselelerini derinliğine tartışan değerli bir çalışmadır. Nihayet Ahmet B. Ercilasun'un Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi'ndeki (1981) "İslâmiyet Öncesi Türk Edebiyatı" maddesi ile Büyük Türk Klasikleri'nin birinci cildindeki (1985) "Uygur Edebiyatı" bölümü, konuyu topluca ele alan ve bazı eserleri edebî yönden değerlendiren çalışmalardır. Burkancı Uygur şiiri konusundaki en önemli yayın da 1985'te Peter Zieme tarafından yapıldı: Buddhistische Stabreimdichtungen der Uiguren. 60 Burkancı manzumeyi içine alan bu eser Berliner Turfantexte 'nin on üçüncü kitabı olarak çıkmıştır. 1986'da Türk Dili dergisinin "Türk Şiiri Özel Sayısı I (Eski Türk Şiiri)" adlı sayısında Talât Tekin ile Osman Fikri Sertkaya'nın, birincisi örnekleriyle konuyu edebî yönden ele alan, ikincisi Eski Türk Şiiri'nin kaynaklarını toplu olarak değerlendiren araştırmaları neşredilir. 1991 Haziranında Konya'da yapılan IV. Türk-Sovyet Kollokyumu'nun konusu "Başlangıcından XIV. Asrın Sonuna Kadar Türk Şiiri"dir; kollokyumda Uygur dönemini Maniheist ve Buddhist Çevrelerde Türk Şiiri adlı bildirisiyle Sema Barutçu değerlendirmiştir. Aynı yıl Peter Zieme, daha önce yayımladığı Burkancı şiirleri bu defa şekil ve muhteva yönünden ele alıp işleyen ve eski Türk şiiri için artık temel müracaat kaynaklarından biri hâline gelen eserini neşretti: Die Ştabreimtexte der Uiguren von Turfan und Dunhuang (Budapeşte 1991). Bir diğer müracaat kaynağı 1996'da Szeged'de Gerhard Doerfer tarafından yayımlandı: Formen der alteren Türkischen Lyrik.
Bütün bu çalışmalara ve canlılığa rağmen Uygurca'ya ait neşriyat henüz tamamlanmış değildir. Bugüne kadar işlenmeyen, hatta hiç neşredilmemiş bulunan Uygur metinleri neşredilip işlendikçe Uygur dönemi dili ve edebiyatı hakkındaki bilgimiz de artacak, hattâ belki de bazı bilgi ve görüşlerimiz değişecektir.
Dostları ilə paylaş: |