1.1.2.2. EDEBİYAT, DİN, ASKERLİK, BAYTARLIK ALANLARINDAKİ METİNLER
Janos Eckmann Memlük sahası eserlerini dil özellikleri açısından üçe ayırır.
l.Asıl Memlük Kıpçakçası ile yazılmış olanlar: İrşâdül-Mülûk ves-Selâtîn, Gülistan Tercümesi, Baytaratül-Vâzıh, Münyetül-Guzât.
-
Karışık Oğuz-Kıpçakça ile yazılmış olanlar: a) Kıpçak unsurlarının
hâkim olduğu eserler: Baytaratü'l-Vâzıh (Paris nüshası), Kitâbü'1-Hayl, Hu
lâsa veya Kitâb fî İlmi'n-Nüşşâb (İstanbul nüshası), b) Osmanlı Türkçesi
unsurlarının hâkim olduğu eserler: Kitâb fı'1-Fıkh, Hulâsa (Paris nüshası),
Mukaddimet Ebu'1-Leys Semerkandî.
-
Osmanlı Türkçesi ile yazılmış olanlar: Kayıtbay, Muhammed bin
Kayıtbay ve Kansu Gavri'nin şiirleri (Eckmann 1996: 53-54; 68-69).
Üçüncü gruptakiler Memlük Kıpçakçasını ilgilendirmemektedir. Birinci ve ikinci gruba giren eserler aşağıda incelenecektir.
İrşâdü'l-Mülûk ve's-Selâtîn
1387'de İskenderiye'de meydana getirilen satır altı bir fıkıh kitabıdır. Eserin mütercimi veya müstensihi Berke Fakîh'tir. Toparlı Berke Fakîh'i müstensih olarak kabul etmektedir (Toparlı 1992: 27).
Berke Fakîh, Kutb'un Hüsrev ü Şîrîn'ini 1383'te istinsah eden kişidir. Bu eserin sonuna yazdığı 51 beyitlik bir manzumede kendinden bahsetmektedir. Buna göre Berke Fakîh Altun Buga'nın hizmetinde bulunmuş, onunla birlikte İskenderiye'ye gelmiş ve gazalara katılmış, sonra da onun arzusu üzerine Hüsrev ü Şîrîn'i istinsah etmiş, Kıpçak asıllı bir kişidir. Abdülkadir İnan Berke Fakîh'in manzumesini "Mısır'da yazılan ilk Kıpçakça metin" saymaktadır (İnan 1953: 64-65).
Berke Fakîh, İrşâdü'l-Mülûk'u, emîr-i kebîr Seyfî Baçman adına yazdığına göre sonradan onun hizmetine girdiği anlaşılıyor.
İrşâdü'l-Mülûk, İskenderiye'de saltanat naibi Seyfı Baçman'ın "İmâm-ı Âzam mezhebi üzerine ibadetlerde faydalı olacak" bir kitap istemesi üzerine
396 Ahmet B. ERCİLASUN
Berke Fakîh'çe tercüme veya istinsah edilmiştir. Eserde; kâfir olmayı gerektiren ve gerektirmeyen hâller, itikada ait meseleler, 50 farz-ı ayın, 11 farz-ı kifâye, temizlik, namaz, zekât, oruç, hac, ant içmek, hırsızlık, gazilik, kurban, cinayet vb. konular yer alır. Sonunda 49 fıkıh meselesi soruhı-cevaplı olarak verilmiştir (Toparlı 1992: 27-28).
İrşâdü'l-Mülûk'un tek nüshası, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesinde, Ayasofya bölümündedir. 498 varak olan eserde üstte bulunan Arapça satır siyah mürekkeple, altta bulunan Türkçe satır kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Türkçe kısımda çok az hareke kullanılmıştır (Toparlı 1992: 28-29).
Eserin ilmî neşri Recep Toparlı tarafından yapılmıştır: İrşâdü'l-Mülûk ve's-Selâtîn, TDK, Ankara 1992. Çalışmada eserin transkripsiyonlu metni ve sözlüğü verilmiş; gramer özellikleri ortaya konmuştur.
Gülistan Tercümesi
Sadî'nin 1258'de yazılmış Gülistan adlı eserinin Kıpçak Türkçesine tercümesidir. Asıl adı Kitâb Gülistân bi't-Türkî (Türkçe ile Gülistan Kitabı) olan eser Seyf-i Sarâyî tarafından tercüme edilmiş ve 1 Eylül 1391 tarihinde tercüme tamamlanmıştır. Eser tercümeden çok adaptasyon karakterindedir (Karamanlıoğlu 1989: XXIV). Eckmann da tercüme hakkında şunları söyler: "(Eser) kelimesi kelimesine bir tercüme değildir. Şairimiz, şiirleri oldukça serbest tercüme ederken sadece nesir hikâyelerin tercümesinde eserin aslını takip eder. Eserin bazı kısımları tercümede eksiktir veya farklı görünmektedir." (Eckmann 1996: 56).
Fuat Köprülü de "Gülistan tercümesi o kadar selis ve temiz bir lisanla yazılmıştır ki mütercimin edebî kudreti, cidden, her türlü itirazın fevkinde-dir." diyor (Köprülü 1928: 372).
Seyf-i Sarayî, Altın Ordu'nun başkenti olan Saray şehrindendir. Gülistan tercümesinin sonunda kendi şiir ve nazireleri de vardır. Nazireler, Muhabbetnâme şairi Harezmî, Mevlânâ İshak, Mevlânâ İmâd Mevlevî, Saraylı Ahmed Hoca, Abdülmecid, Tuğlu Hoca, Kadı Muhsin ve Azerbaycanlı şair Hasanoğlu'nun şiirlerine yazılmıştır (Köprülü 1928: 365). Bu şairlerden sadece Harezmî, Abdülmecid ve Hasanoğlu bilinmektedir. Seyf sayesinde muhtemelen Altın Ordu ve Memlük sahasına ait beş şairin daha adını öğreniyor ve birer şiirine sahip oluyoruz.
Eser, Mısır'da hâcibler hâcibi olan Emir Bathâs adına tercüme edilmiştir. Seyf-i Sarayî eseri niçin yazdığını şöyle anlatır:
"İlk yaz künleride bir kün bustân içinde güller arasında bir niçe zarîf âlimler bilen oturup inşâ ilminden bahs kılıp ebyât-ı garîb ve eş 'âr-ı acîb
TÜRK DİLİ TARİHİ 397
okudum ise ol âlimlerniŋ ulusı arûz ilminden bir müşkil beyiniŋ taktı'iŋ suvâl itti filhâl cevâbın işitip ayttı ay edîb-i garîb saya bir muvâfık nasîhatim bar kabûl kılsaŋ hayr bolgay ayttım buyuruŋ ayttı şeyh sa 'dî gülistânın türkî terceme kılsaŋ bir sâhib-devlet ir atına mısrâ' yâdgârıŋ cehânda kalsın dip ol azîznin mübârek nefesin kabûl itip ayttım inşâ'allâhu ta'âlâ." (Karamanlıoğlu 1989: 4-5). Buradaki "sahib-devlet er" Sultan Berkok'un hâcibler hâcibi (devlet bakanı) Bathâs es-Sudûnîdir (Eckmann 1996: 55).
Eserin tek yazması, Seyf-i Sarayî'nin elinden çıkmıştır ve Leiden (Hollanda) İlimler Akademisi Kütüphanesindedir.
Eser ilk defa Feridun Nafiz Uzluk tarafından 1954'te tıpkıbasım olarak yayımlandı: Gülistan Tercümesi, TDK, Ankara 1954. Bu yayında Uzluk'un önsözü de vardır.
Gülistan tercümesinin ilmî yayını ayrı ayrı A. Bodrogligeti ve Ali F. Karamanlıoğlu tarafından yapılmıştır. A. Bodrogligeti, A Fourteenth Century Turkic Translation of Sâ 'dî's Gülistân (Seyf-i Sarâyî's Gülistan bi't-Türkî), Budapest 1969.
Ali Fehmi Karamanlıoğlu, Gülistan Tercümesi (Kitâb Gülistan bi't-Türkî), İstanbul 1978. Eserin transkripsiyonlu metnini ve gramatikal dizinini içine alan bu çalışmanın 1989'daki TDK baskısına, eserin tıpkıbasımı ile Karamanlıoğlu'nun daha önce yazdığı "Seyf-i Sarâyî'nin Gülistân Tercümesinin Dil Hususiyetleri" (TM, XV, 1968) adlı makalesi eklenmiştir.
Hatib Usmanov ve Zeyneb Maksudova 1980'de eseri eski harflerle neşrettiler: Sayfes-Sarai. Gülistan bi't-Türki I-1I, Kazan 1980.
Gülistan tercümesi üzerinde Emir Necib'in de önemli bir çalışması 1975'te yayımlandı: Turkoyazıçnıy pamyatnik XIV veka "Gülistan" Seyfa Sarai i yego yazık I-II, Alma Ata 1975. Bu çalışmada eserin dil özellikleriyle söz varlığı değerlendirilmiştir.
Gülistan tercümesinin sonunda yer alan Seyf-i Sarayî'ye ait şiirler ve nazireler Bodrogligeti tarafından yayımlanmıştır: "A Collection of Turkish Poems from the 14th Century", AOH, XVI, Budapest 1963.
Baytaratü'l-Vâzih
14. yüzyılın sonlarında yazıldığı tahmin edilen atlar ve veterinerlikle ilgili bir kitaptır. Arapçadan tercüme edilmiştir. Eserin hangi Arapça kitaptan, kim tarafından ve ne zaman tercüme edildiği belli değildir. Mütercim, eserinin girişinde Tolu Beg'in emriyle tercümeyi yaptığını belirtir.
398 Ahmet B. ERCİLASUN
Eckmann burada adı geçen Tolu Beg'in "14 Nisan 1395'te Toktamış'ın sarayında kalan Memlük elçisi Tolu ile aynı kimse" olduğu fikrindedir (Eckmann 1996: 63). Abdülkadir İnan, 1405 yılındaki hadiseler sırasında adı geçen, Sultan Berkok'un hasekilerinden Tovlu bin Abdullah'ın da adını zikrediyor (İnan 1953: 67). Hangi Tolu Bey olursa olsun ikisinin de aynı dönemde yaşadıkları anlaşılıyor ve bu da eserin 1400'den az önce veya az sonra yazılmış olabileceğini gösteriyor.
Eserde atların faydalı ve zararlı hâlleri, sıfatları, donları, huylan ve at hastalıklarıyla tedavi yollan anlatılır (Özgür 1994: 4-5).
Eserin iki nüshası vardır. İstanbul nüshası Topkapı Sarayı Revan Köşkü Kütüphanesindedir. Kıpçak Türkçesiyle yazılmış olan nüsha budur. Yazma üzerinde David Nissman'ın doktora tezi bulunmaktadır: A Study of a Language and Orthography of the Mamlukes of Egypt Based on the Kitâb Baytarati'l-Wâdih, Columbia University 1969. Aynı yazma üzerinde Mehmet Emin Ağar yüksek lisans tezi yapmıştır: Baytaratü'l-Vâzıh (İnceleme-Metin-İndeks), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış yüksek lisans tezi 1986).
İkinci nüsha Paris'te Bibliotheque Nationale'de bulunmaktadır. "1430 yıllarında Kahire'de istinsah edilmiştir." Oğuzca unsurların yoğun olduğu gruba girer (Özgür 1994: 5). Yazma üzerinde Can Özgür yüksek lisans tezi yapmıştır: Baytaratü'l-Vâzıh (Metin-İndeks), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 1988. Bu yazma hakkında Kurtuluş Öztopçu'nun da çalışması vardır: "Memlûk Kıpçakçasıyla Yazılmış Bir Atçılık Risalesi: Kitâb Baytaratü'l-Vâzıh (Paris nüshası)", Türklük Bilgisi Araştırmaları 24/11.
Münyetü'l-Guzât
14. yüzyılın ikinci yarısında veya 15. yüzyılın başlarında Arapçadan Türkçeye çevrilmiş bir binicilik kitabıdır. Tercüme tarihi ve mütercimi bilinmemektedir. Eserin bilinen tek nüshası 1446-1447'de istinsah edildiğine göre bu tarihten önce tercüme edildiği kesindir.
Eserin Arapça aslı el-Furûsiyye fi-Remyi'1-Cihâd adını taşır. Halife Muktedi Billâh'ın (1315-1362) seyisi Muhammed bin Yakub tarafından yazılmıştır. Münyetü'l-Guzât, bu eserin üçüncü bölümünün tercümesidir (Eckmann 1996: 65).
Meçhul mütercim kitabı yazmasının sebebini şöyle anlatıyor:
"Bilgil kim bu risâle türk tili üzere tahrîr kılınmaklıga dâ 'î bu boldı kim teŋri fermânı birle mısr ilinde bir azîmüşşân melik zuhûrga kildi... hâsekîler hâsı Timür big... bizim katımuzda bir arabî silâhnâme bar turur anı türk
TÜRK DİLİ TARİHİ 399
tiliŋe çevürseŋ kim bu gâzî türkler andın intifâ alsalar saŋa takı sevâb bolsa tidi bu du 'âçı kul takı alâ re 'sî ve aynî tip buyruklarıŋa imtisâl kılıp ol arabî kitâbnı alıp mürâcaat kıldı takı bir müddet bigler tapugındın ili tigdükçe ol kitâbge meşgûl boldı elhamdü lillâh ve 'l-minne teŋri tevfîki birle ol kitâbnı türk tilinçe tercüme kılıp takı münyetü'l-guzât tiyü at birdi. " (Uğurlu 1987: 32-34).
Mütercimin bu sözlerinden, eserin "hasekiler hâsı Timur Big'in isteği üzerine yazıldığı anlaşılmaktadır.
Kitapta altı konu (fen) işlenmektedir: Ata binmek, süngü (mızrak) tutmak, kılıç kullanmak, kalkan tutmak, ok atmak, top vurmak (Uğurlu 1987: 34).
Münyetü'l-Guzât'm tek yazması İstanbul'da, Topkapı Sarayı, 3. Ahmed bölümündedir. Yazma, Gazi Altun Boğa adına 1446-47'de istinsah edilmiştir (Eckmann 1996: 66).
Eser üzerinde iki ilmî yayın vardır:
Mustafa Uğurlu, Münyetü'l-Guzât, Ankara 1987. Çalışmada transkripsiyonlu metin ve gramatikal dizin verilmiştir.
Kurtuluş Öztopçu, Munyatu 'l-Ghuzât, A 14th Century Mamluk-Kipchak Military Treatise, Harvard University 1989.
Kitâbü'1-Hayl
14. yüzyılın sonlarında veya 15. yüzyılın başlarında Farsçadan Türkçeye çevrilmiş bir atçılık ve veterinerlik kitabıdır. Bazı çalışmalarda Kitâb fî-Riyâzati'1-Hayl olarak adlandırılmıştır. Ne zaman ve kim tarafından tercüme edildiği belli değildir. Eser; atların özellikleri, at hastalıkları, tedavi usulleri ve at terbiyesi hakkındadır.
Eserin iki nüshası vardır. İstanbul nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümündedir. Yazma harekelidir; müstensihi Hüseyin bin Ahmed el-Erzurumîdir. Kıpçak unsurlarının ağır bastığı "karışık Oğuz-Kıpçak" Türkçesiyle yazılmış eserlerdendir. Paris nüshası Bibliotheque Nationale'de bulunmaktadır. Harekelidir. Oğuz unsurlarının ağır bastığı "karışık Oğuz-Kıpçak" Türkçesiyle yazılmış eserlerdendir.
İstanbul nüshası üzerinde Kurtuluş Öztopçu çalışmıştır: "A Fourteenth-Century Mamluk-Kipchak Treatise on Veterinary Sciences: Kitâb fî-Riyâzeti'1-Hayl", Türklük Bilgisi Araştırmaları 17, 1993. Çalışmada eserin transkripsiyonlu metni ve İngilizce tercümesi verilmiştir.
400 Ahmet B. ERCİLASUN
Paris yazmasını Can Özgür işlemiştir: Kitâbü'l-Hayl (Memlük Kıpçakçası ile Yazılmış İlk Türk At ve Atçılık Eserinin Paris Yazması), İstanbul 2003. Çalışmada dil incelemesi, tıpkıbasım, transkripsiyonlu metin, İstanbul nüshasındaki farklar, bugünkü Türkçeye aktarma ve gramatikal dizin bulunmaktadır.
Kitâb fi-İlmi'n-Nüşşâb (Hulâsa)
14. yüzyıl sonlarında Arapça eserlerden derlenerek Türkçeye çevrilmiş, okçulukla ilgili bir eserdir. Ne zaman ve kim tarafından tertip edildiği belli değildir. İlk okçu, eski okçuluk ustaları, okçuluğun esasları, ayakta ve otururken ok atma, ok atma hataları konularını ele alır (Eckmann 1996: 64).
Eserin iki nüshası vardır. Kıpçak unsurların ağır bastığı İstanbul nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümündedir. Oğuz unsurların ağır bastığı Paris nüshası Bibliotheque Nationale'dedir.
Paris nüshası Zajaczkowski tarafından yayımlanmıştır: "Mamelucko-turecka wersja arabskiego traktatu o lucznictwie z XIV w.", Rocznik Orientalistyczny XX (1956). Çalışmada transkripsiyonlu metin, tıpkıbasım, dil incelemesi ve sözlük vardır.
İstanbul nüshası Kurtuluş Öztopçu tarafından yayımlanmıştır: "A Mamluk-Kipchak Manual from the 14th Century: Kitâb fî ilmi'n-nüşşâb", Rocznik Orientalistyczny. 47/1. Bu çalışma 2002'de Kebikeç yayınları arasında da çıkmıştır.
Kitâb fi'1-fıkıh
Satır altı bir fıkıh tercümesidir. Zamanı, mütercimi ve müstensihi belli değildir. Tek nüshası İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya Bölümünde bulunan eser 266 varaktır. Üst satırdaki Arapça metin siyah, alt satırdaki Türkçe metin kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Türkçe kısımlar harekelidir (Toparlı 1992: 16).
Recep Toparlı, eserin şekil bilgisini incelemiştir: Kitâb fi 'l-Fıkh-Şekil Bilgisi Özellikleri-Örnek Metin, Erzurum 1993.
Kitâb fi'1-Fıkh bi-Lisâni't-Türkî
Müellifi ve telif tarihi bilinmeyen bir fetva kitabıdır. Fetva kitaplarından derlenmiştir. Sultan Tatar'ın hazinesinde bulunması, 1421'den önce yazıldığını gösterir; çünkü Sultan Tatar 1421'de ölmüştür. Eserin tek nüshası İstanbul Millet Kütüphanesi Feyzullah Efendi Bölümündedir; 429 varaktır (Toparh 1992: 16).
TÜRK DİLİ TARİHİ 401
Eser üzerinde Mehmet Emin Ağar doktora tezi yapmıştır: Kitâbu fi 7-fıkh bi-lisân-ı Türkî, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış doktora tezi 1989).
Kitâb Mukaddime-i Ebu'I-Leysi's-Semerkandî
Hanefî mezhebinin, 10. yüzyılda yaşamış ünlü fıkıh bilginlerinden Ebu'1-Leys Semerkandî'nin fıkıhla ilgili eserinin satır altı tercümesidir. Mütercimi ve yazılış tarihi belli değildir. 15. yüzyılda yazılmış olmalıdır.
Tek nüshası Kıpçak Türkü Esenbay bin Sudun tarafından, Memlük Sultam Kansu Gavri'nin kütüphanesi için istinsah edilmiştir (Eckmann 1996: 61). Hâlen İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya Bölümünde bulunan yazma, Oğuzcanın baskın olduğu karışık Oğuz-Kıpçak eserlerindendir.
Eser A. Zajaczkowski tarafından yayımlanmıştır: "Mamelucko-kipczacki preklad arabskiego traktatu Mukaddima Abû-1-Lait as-Samarkandî", Rocznik Orientalistyczny XX1II/1 (1959). Çalışmada transkripsiyonlu metin, dil incelemesi ve sözlük vardır.
Zajaczkowski, tıpkıbasımı ayrıca yayımlamıştır: Le traite arabe Mukaddima d'Abou-l-Lait as-Samarkandî en version mamelouk-kiptchak, Warszawa 1962.
Eser, Recep Toparlı tarafından da yayımlanmıştır: Kitâb-ı Mukaddime-i Ebu 1-Leysi 's-Semerkandî- Transkripsiyonlu metin-İndeks-Orijinal metin, Erzurum 1989.
Mukaddimetü'l-Gaznevîfî'l-İbâdât
Satır altı bir fıkıh tercümesidir. Tek nüshası İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Reisülküttab Efendi Bölümündedir. Eser üzerinde Jale Talân tarafından yüksek lisans tezi yapılmıştır: Mukaddimetü 'l-Gaznevî fi 'l-İbâdât, Ziyâü 'l-Mânevî, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü (yayımlanmamış yüksek lisans tezi 1987).
*
Kıpçak dönemi üzerinde yapılan genel gramer çalışmaları şunlardır:
Omeljan Pritsak, "Das Kiptschakische", PhTF (Fundamenta) I, Wiesbaden 1959. Bu makale Mehmet akalın tarafından Türkçeye çevrilmiştir: "Kıpçakça", Târîhî Türk Şiveleri, Ankara 1979.
402 Ahmet B. ERCİLASUN
Ali Fehmi Karamanlıoğlu, Kıpçak Türkçesi Grameri, TDK, Ankara 1994.
Arpad Berta, DeverbaleWortbildung im Mittelkiptschakisch-Türkischen, Wiesbaden 1996. "Orta Kıpçak Türkçesinde fiilden kelime yapımını ele alan karşılaştırmalı ve derinlemesine bir incelemedir.
1.2. HAREZM-KIPÇAK TÜRKÇESİNİN DİL ÖZELLİKLERİ
1.2.1. HAREZM TÜRKÇESİNİN DİL ÖZELLİKLERİ
Harezm Türkçesi Karahanlı Türkçesinin devamı olduğu için sadece Karahanlı Türkçesinden ayrılan ve yeni ortaya çıkan özellikleri gösterilecektir. Bu bölüm için Janos Eckmann'ın Fundamenta'da çıkan ve Mehmet Akalın tarafından Türkçeye çevrilen "Harezm Türkçesi" (Eckmann 1979: 189-220) adlı araştırmasından yararlanılmış; bazı örnekler de oradan alınmıştır.
TÜRK DİLİ TARİHİ 403
1.2.1.2. BİÇİM ÖZELLİKLERİ
1. Yükleme hâli eki artık +n/'dır: yolnı, kimni, cümleni (herkesi),
ülüşini, mikdârını, atamnı, sözüŋni. +g kalkmıştır; +n sadece 3. şahıs iyelik
eklerinden sonra +nl ile karışık olarak kullanılır: yolın, atasın.
-
Bilinen geçmiş zaman çokluk 1. şahıs eki değişmiş; -dlmlz'ın yerini -
dUk almıştır: alduk, keldük, kördük.
-
-(X)p turur ile kurulan geçmiş zaman kipi oluşmuştur: alıp turur men
(aldım, almışım), alıp turur sen, alıp turur, alıp turur miz, alıp turur siz, alıp
tururlar.
-
-(y)A turur ile kurulan şimdiki zaman kipi oluşmuştur: bara turur
men (gidiyorum), bara turur sen, bara turur, bara turur miz, bara turur siz,
bara tururlar.
-
-gU + iyelik ekleri + turur ile kurulan gelecek zaman kipi oluşmuş
tur: algum turur (alacağım), alguŋ turur, algusı turur, algumuz turur,
alguŋuz turur, olguları turur.
-
Şart kipi iyelik kökenli şahıs ekleriyle çekimlenmeye başlamıştır, al
sam, alsaŋ, alsa, alsak, alsaŋız, alsalar.
-
Teklik 1. şahıs emir eki -AyIn yanında, -Aylm, -gAyln, -gAylm bi
çimleri de ortaya çıkmıştır: ayayım, tilegeyin, yegeyim. g'li biçimler ünlüler
den sonra görülür.
-
Çokluk 1. şahıs emir eki -AlIŋ olmuştur: alalıŋ, köreliŋ. Ünlülerden
sonra ek, -gAlIŋ biçimindedir: oynagalıŋ, tilegeliŋ.
1.2.2. KIPÇAK TÜRKÇESİNİN DİL ÖZELLİKLERİ
Burada Kıpçak Türkçesi terimiyle, Kıpçak konuşma dili değil, Memlük sahasında yazılmış olan eserlerin dili kastedilmektedir. Kıpçak konuşma dili bu eserlere hemen hemen hiç yansımamıştır. Memlük Kıpçak eserleri kendi dönemlerinin ölçünlü diliyle yazılmışlardır. Ancak dönem, Karahanlı'dan Çağatay'a bir geçiş dönemidir. Dolayısıyla dil, Harezm-Kıpçak sahasındaki eserlerde istikrarlı bir bütünlük göstermez. Harezm eserleri arasında farklılıklar olduğu gibi Harezm sahası eserleriyle Memlük sahası eserlerinin dili arasında da bazı farklar vardır. Bu farkları Janos Eckmann sekiz maddede toplamıştır (Eckmann 1996: 53):
1. Memlük Kıpçak eserlerinde, birden fazla heceli kelimelerin sonunda bulunan ince ve kalın g'ler çoğunlukla erimiştir: sanku(güzel).
404 Ahmet B. ERCİLASUN
-
Teklik 3. şahıs iyelik ekinden sonraki yönelme hâli eki, Harezm
Türkçesinde -ngA, -ŋA iken Kıpçak Türkçesinde çoğunlukla -nA'dır:
agzına, yüzine.
-
Çıkma hâli eki Harezm Türkçesinde -dın iken Kıpçak Türkçesinde -
dAn biçimindedir: suwından, ay yüzliden.
-
Birinci şahıs zamirlerinin ilgi hâli Harezm türkçesinde meniŋ/menim,
biziŋ/bizim iken Kıpçak Türkçesinde sadece menim, bizim biçimlerindedir.
-
Fiil çekiminde çokluk birinci şahıs eki Harezm Türkçesinde genel
likle -mlz iken Kıpçak Türkçesinde biz'dir: alur biz.
-
Harezm Türkçesindeki ermez/ermes'e karşılık Kıpçak Türkçesinde
çoğunlukla degül (değil) kullanılır.
-
Harezm Türkçesinde nadir kullanılan -dUk Sıfat-fiil eki Kıpçak
Türkçesinde bolca kullanılır: boldukça, tedükümiz.
-
Soru edatı Harezm Türkçesinde mU iken Kıpçak Türkçesinde -
mI'dır.
2. ÇAĞATAY TÜRKÇESİ
Çağatay Türkçesi, Kuzey-Doğu Türkçesinin ikinci döneminin adıdır. 15. yüzyıl başlarında başlar, 20. yüzyıl başlarına kadar devam eder. Batı Türklüğünün sınırlarını çizen Karadeniz, Kafkas Dağları, Hazar Denizi ve Orta İran'ın kuzey ve doğusunda kalan ve Müslüman olan bütün Kuzey ve Doğu Türklüğü, 15. yüzyıl başlarından 20. yüzyıl başlarına dek aynı yazı dilini kullanmıştır; bu yazı dilinin Türkoloji literatüründeki adı Çağatay Türkçesidir. Belirttiğimiz sınırların doğusunda kalan; fakat aslen Oğuz olan Türkmenler de buna dahildir. Bunun tek istisnası Kırım Hanlığıdır. 1475'te Osmanlı idaresine girdikten bir süre sonra bu hanlıktaki Türklerin yazı dili Osmanlı Türkçesi olmuştur.
Çağatay Türkçesi, Çağatay Dili, Çağatayca terimleri çok tartışılmıştır. Armin Vambery'nin 1867'de Leipzig'de basılan Çagataische Sprachstudien eseri Çağatay teriminin başta Macaristan ve Almanya olmak üzere Batı literatürüne yerleşmesinde en önemli âmillerden biri olmuştur. Vambery, "Çağatay terimini sadece 12-19. yüzyılların Orta Asya İslâmî Türk Edebiyatının dili için değil, aynı zamanda kendi çağının yaşayan Orta Asya Türk şiveleri ve bilhassa Özbek şivesi için de" kullanmıştır (Eckmann 1988: X).
1928'de Aleksandr N. Samoyloviç, Orta Asya edebî Türk dilini dört devreye ayırır:
-
Karahanlı Türkçesi veya Kâşgar Türkçesi (11.-12. yüzyıllar);
-
Kıpçak-Oğuz Türkçesi (13-14. yüzyıllar);
TÜRK DİLİ TARİHİ 405
-
Çağatayca (15-19. yüzyıllar);
-
Özbekçe (20. yüzyıl) (Eckmann 1988: XI).
Görüldüğü gibi Samoyloviç, Çağatayca için bugün artık yaygınlaşmış bulunan görüşün temelini atmıştır.
Bu tasnife en büyük itiraz Fuat Köprülü'den gelmiştir. Köprülü 1945'te İslâm Ansiklopedisine yazdığı "Çağatay Edebiyatı" maddesinde "Barthold-Samoyloviç nazariyesi" adını verdiği (Köprülü 1945: 278) bu görüşe karşı kendi devirler taksimini verir ve Çağatay edebiyatını da bu devirlere göre inceler. Fuat Köprülü'nün Çağatay tanımı şöyledir: "Çağatayca, kelimenin en geniş manası ile, moğul istilâsından sonra Cengiz çocukları tarafından kurulan Çağatay, İlhanlı ve Altın-ordu imparatorluklarının medenî merkezlerinde XIII-XIV. asırlarda inkişaf eden ve Timurlular devrinde bilhassa XV. asırda klâsik bir mahiyet alarak, zengin bir edebiyat yaratan edebî Orta Asya lehçesidir." Köprülü Çağataycayı şu devirlere ayırır:
-
İlk Çağatay devri: 13. ve 14. yüzyıllarda, önce Türkistan, Horasan ve
İran sahalarında, Harezm'de ve sonra Altın Ordu'da gelişen edebî dil.
-
Klâsik Çağatay devrinin başlangıcı: 14. yüzyıl sonlarından başlayıp
15. yüzyılın ortalarına kadar "Timurlular devrinde Horasan ve
Mâverâünnehr'in Herat ve Semerkand gibi medenî ve siyasî merkezlerinde"
gelişen edebî dil.
-
Klâsik Çağatay devri: 15. yüzyılın ikinci yarısını içine alan ve Nevâyî
ile başlayan devir.
-
Klâsik devrin devamı: 16. yüzyılda Babur ve Şeybanîler devri.
-
Gerileme ve çökme devri: 17-19. yüzyıllar (Köprülü 1945: 270).
Aslında Köprülü ile Samoyloviç arasındaki fark bir isimlendirme farkıdır. Dikkat edilirse her ikisi de 13 ve 14. yüzyılları ayrı bir devir olarak kabul eder. Köprülü'nün farkı, bu devri Çağataycanın içinde mütalâa etmesidir. Fuat Köprülü'nün Barthold-Samoyloviç nazariyesine asıl şiddetli itirazı bu edebî dilin doğduğu muhitle ilgilidir. Barthold ve Samoyloviç edebî dilin önce Altın Ordu'da doğduğunu ve oradan Türkistan sahasına yayıldığını ifade ederler. Köprülü ise edebî dilin İlhanlı, Çağatay ve Harezm sahasında doğduğunu, bilâhare Altın Ordu sahasına intikal ettiğini ileri sürer; ilk devri Çağataycanın içinde mütalâa etmesinin sebebi de budur. Fuat Köprülü'ye göre İlhanlılar döneminde İran'ın batısında bile Orta Asya edebî lehçesi kullanılmıştır. "Vassâf tarihinde ve Râşid al-Dîn'in bazı eserlerinde tesadüf ettiğimiz şiir parçalan" bunu gösterir. Ayrıca 13. asırda Kazvinli İftihâreddin Muhammed'in Sinbâdnâme tercümesi de "Orta Asya edebî dili" ile yapılmıştır. 14. asırda Çağatay sülâlesine mensup Kâbil Şah'ın şairlikle şöhret
406 Ahmet B. ERCİLASUN
kazandığı da bilinmektedir. Çağatay hanlarının "Türkçe konuştukları, divanlarda Uygur alfabesi bilen bahşılar bulundurdukları, edebî Orta Asya dilini, resmî dil olarak kullandıkları" da bilinmektedir. 14. yüzyılın sonlarındaki Timur devrinde de "resmî dil ve edebî dil olarak Orta Asya edebî Türkçesinin kullanıldığı, Uygur alfabesi ile yazan bahşıların divan hizmetinde kullanıldığı ve yarlıklar gibi ehemmiyetli resmî vesikaların bunlar tarafından yazıldığı malûmdur". Timur "muntazam kronikler tanzim ettiriyordu. Bunlar bahşılar tarafından Uygur alfabesi ile ve Orta Asya edebî Türkçesi ile yazılıyordu. Hem manzum hem mensur ayrı nüshaları bulunan, hatta İranlı müellifler tarafından Farsçaya da tercüme edilen bu eserlereden hiçbiri bugün meydanda yoktur." 16. yüzyılda yazılmış Zübdetü'1-Âsâr müellifi Abdullah bin Muhammed, Timur devrindeki bu kroniğin "Târîh-i Hânî" adını taşıdığını ve Uygur bahşıları tarafından Uygur yazısı ve telâffuzu ile yazıldığını söyler. Ayrıca kaynaklar bu devrin bilginlerinden Safıyüddin Huttalânî'nin de "Türkçe bir Timur tarihi" yazdığını belirtirler (Köprülü 1945: 278-279).
Fuat Köprülü İlhanlı, Çağatay ve Timur saraylarında Türkçe kullanıldığını özellikle vurgular. Kaynaklarda zikredilen; fakat bugüne ulaşmayan bu eserler Köprülü'ye göre Altın Ordu'dan önce İlhanlı ve Çağatay sahalarında edebî dilin geliştiğini gösterir. Bizce burada önemli olan, terim ve coğrafî alan değil, edebî dilin devamlılığıdır. Köprülü bunu, kaynaklara olan vukufu, engin bilgi ve görüşüyle ortaya koymuştur.
Wilhelm Radloff da bu devamlılığı çok net olarak belirtir: "Çağatay dediğimiz dil, Uygurca temelinde gelişmiştir ve canlı dille alâkası yoktur. Babur'un ve onun en iyi araştırıcısı Vambery'nin bizi iknaya çalıştıkları gibi Doğu Türkçesi veya Çağatay dili, Orta Asya dili değildir. Bu tıpkı Osmanlı yazı dili gibi, sunî bir yazı dilidir, tarihî şartlar neticesinde meydana gelen bu dil, bugün çeşitli şivelerle konuşan Doğu Türklerinin edebî dilidir." (Özönder 1996: 8).
Radloff un edebî dil ile, konuşma dili ve ağızlar arasında normal olarak fark olabileceğini gözden kaçırması bir yana, vurguladığı iki husus önemlidir. Çağatayca, Uygurca temelinde (Radloff, Karahanlı dönemi için de Uygurca terimini kullanır) gelişmiştir ve Radloff un kendi dönemindeki Doğu Türklerinin ortak edebî dilidir. Vambery de "Çağataycayı par excellence, Orta Asya'nın umumî bir edebî dili" kabul eder (Caferoğlu 1984: 203).
19. yüzyılda Quatremere ve Pavet de Courteille gibi Fransız müsteşrikleri "turc oriental" (Doğu Türkçesi) terimini tercih etmişlerdir. Bu terim bugün Türkiye Türkolojisinde, Oğuz grubunu ifade eden "Batı Türkçesi" terimine karşı, 13. yüzyıldan bugüne kadar, Oğuz grubu dışındaki Türklerin edebî dili için kullanılmaktadır.
TÜRK DİLİ TARİHİ 407
Ahmet Caferoğlu 11. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar devam eden Karahanlı ve Harezm Türkçelerini "Müşterek Orta Asya Türkçesi" terimi altında ele alır. Ona göre Çağatayca bu devir üzerine kurulmuştur: "Kökünü, Yusuf Has Hacip tarafından işlendikten sonra, Nevâyî devrine kadar birkaç yüzyıl boyunca Orta Asya'nın edebî ve kültür dilini teşkil etmiş olan Müşterek Orta Asya Edebî Türkçesinden alan Çağatayca; XV-XVI. yüzyıllarda Semerkant ve Herat'ta kemâlini bularak edebî Özbekçenin ilk temel taşı rolünü oynamıştır (Caferoğlu 1984: 210-211).
Ahmet Caferoğlu 'nun terim olarak kullandığı "Müşterek Orta Asya (e-debî) Türkçesi" kavramı, "Orta Asya edebî dili" şeklinde Köprülü tarafından da kullanılır; fakat Köprülü bu kullanıma bir terim hüviyeti kazandır-mamıştır. Carl Brockelmann da ünlü gramerinde (1954) "İslâmî Orta Asya edebî dilleri" terimini kullanır ve bununla 11. yüzyıldaki Karahanlı döneminden 19. yüzyıla dek uzanan edebî dilleri kasteder. Hepsine birden verdiği genel ad ise "Osttürkische" (Doğu Türkçesi)'dir.
Sovyet Türkolojisinde Çağatay Türkçesi için starouzbekskiy "Eski Özbekçe" terimi kullanılır. Hatta Çağatay öncesi devirler de bazen Eski Özbekçe ile ifade edilir. A. M. Şerbak 1953'te Eski Özbek edebî dilini şu devirlere ayırmaktaydı:
-
İlk devir (10.-13. yüzyıllar);
-
İkinci devir (14.-17. yüzyıllar);
-
Üçüncü devir (17.-18. yüzyıllar)
Şerbak ancak ikinci devir için "Çağatayca" teriminin kullanılabileceğini, bu dilin aslında sunî bir dil olduğunu ifade eder. Ona göre üçüncü devirde mahallî unsurlar edebî dile girmeye başlamıştır (Eckmann 1988: XII).
Çağatay Türkçesi dediğimiz edebî dili kullananların kendileri aslında en doğru yolu bulmuşlardır. Kendinden öncekiler gibi Nevâyî de kendi dilini Türkçe ve Türk tili olarak adlandırır. Bazen de Arapça î ekiyle Türkî sözünü kullanır ki bu da "Türkçe" demektir. Mecâlisü'n-Nefâis'te, Muhâkemetü'l-Lugateyn'de ve diğer eserlerinde Türkçe, Türkî, türk tili terimlerini yüzlerce defa kullanır. Mecâlis'te Çağatayca yazan şairlerden de hep Türkçe, Türkî, Türk tili bile (Türk dili ile) yazan şairler olarak bahseder.
"Nevai, devrinin edebî dilini belirtmek için, Çagatay lafzı tabirini kullanır: İran şair ve söz sanatlarına gelince, yani söze verdikleri her çeşit cilveyi Türk diliyle (Türk tili bile) anlattım ve bakireyi, yani manayı süslemek için kullandıkları her türlü sanat hünerini Çağatay dili ile (Çagatay lafzı bile) ifade ettim. Bu zikredilen dil edebî dilin (til ve lafz) temelidir ki, şimdiye kadar hiçbir şaire ve hiçbir yazara mümkün ve müyesser olmamıştır." (Eckmann 1996: 135-136).
408 Ahmet B. ERCİLASUN
Görülüyor ki Nevayî kullandığı dile genel olarak Türkçe, Türkî, Türk tili diyor; "edebî dil" anlamında ise Çagatay lafzı tabirini kullanıyor.
Ebülgazi Bahadır Han 17. yüzyılda yazdığı Şecere-i Türk'te şöyle diyor: Bu tarihi, tahsilli tahsilsiz , herkesin anlayabileceği Türkçe ile (Türkî tili bilen) yazdım. Ben Türk dilini beş yaşındaki çocuğun bile anlayabileceği bir tarzda kullandım. Çağatay Türkçesinden (Çagatay Türkîsidin) veya Arapça ve Farsçadan tek kelime karıştırmadığım açıktır." (Eckmann 1988: X).
Bahadır Han'ın "Çağatay Türkî"si tabiri ile Arapça, Farsça unsurların yoğun olduğu, anlaşılması güç Türkçeyi kastettiği görülmektedir. Olumsuz bakış açısına rağmen burada "Çağatay" tabiri ile yine edebî dil kastedilmiştir.
18. yüzyıldaki Çağatayca-Farsça Senglâh lügatinin yazarı Mirza Mehdî Han da Lûtfî, Nevayî, Hüseyin Baykara ve Babur Şah'ın eserlerinin dili için "lügat-i Çağatay" (Çağatay dili) tabirini kullanır (Eckmann 1988: X).
Bütün bu kayıtlara göre Orta Asya'da kullanılan dilin adının Türkçe olduğunu; ancak edebî dili ifade etmek üzere Çağatay Türkçesi teriminin kullanılması gerektiğini ve bu edebî dilin bütün doğu ve kuzey Türklüğünün "ortak edebî dil"i olduğunu hatırdan çıkarmamak lâzımdır.
Çağataycanın en büyük uzmanlarından biri olan Janos Eckmann'ın, esas itibariyle Samoyloviç'e dayanan; fakat sınırları daha net belirleyen tasnifi bugün artık umumiyetle kabul edilen bir tasniftir. Buna göre Orta Asya edebî Türk dili şu devirlere ayrılır:
-
Karahanlıca veya Hakaniye Türkçesi (11.-13. yüzyıllar);
-
Harezm Türkçesi (14. yüzyıl);
-
Çağatayca (15. yüzyıl-20. yüzyılın başlangıcı)
Eckmann Çağataycayı da kendi içinde üçe ayırır:
-
Klasik Öncesi Devir
-
Klasik Devir
-
Klasik Sonrası Devir
Eckmann, klasik öncesi devri, "bir dizi Eski Türkçe hususiyetin muhafaza edildiği bir geçiş devri" olarak kabul eder. Klasik sonrası devri de "bir taraftan Nevayi dilinin dikkatli bir taklidi, diğer taraftan Özbek unsurlarının tesiri" olan bir devir şeklinde değerlendirir (Eckmann 1988: XIII-XIV).
* *
Dostları ilə paylaş: |