Misyonerlik Ve Osmanlı Devleti'nin Son Döneminde Kurulan Yabancı Sosyal Ve Kültürel Müesseseler / Prof. Dr. Adnan Şişman [s.595-607]
Afyon Kocatepe Üniversitesi Uşak Eğitim Fakültesi / Türkiye
Misyonerlik ile ilgili basılı eserlerde Anadolu, İncil ülkesi anlamına gelen “Bible Land” olarak adlandırılır. Yani Hıristiyanlığı yaymaya çalışan misyonerlerin gözünde Anadolu, İncil Ülkesi olarak görülmüştür. Zira İncil’de geçen birçok yer ismi Anadolu’da bulunmaktadır.1 Atalarımız Anadolu’yu vatan edinmeden önce Hıristiyanların elinde bulunan bu coğrafya, kesif Türk göçleri sonucu yeniden imâr edilmiş, yerleşmeye sahne olmuştur. Kısa sürede Anadolu’nun dört bir yanı Türk-İslâm eserleriyle donatılmış, Türk kültürü Anadolu’nun her köşesine karış karış nakşedilmiştir. Böylece Batılıların Küçük Asya (Asie Mineur-Asia Minor) dedikleri Anadolu, Türkiye olmuş, yani Türk vatanı haline getirilmiştir. Ancak bundan sonra, Hıristiyan Batı dünyası bu toprakları gerek siyâsî, gerekse misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde ele geçirme çabalarını sürdürmekten geri durmamıştır.
Misyonerlik, ilk olarak Hıristiyanlığın yayılmasını amaçlayan bir faaliyet özelliği taşımaktadır. Mission terimi Latince asıllıdır. Göndermek anlamına gelen mittere fiilinden türetilmiş missio kelimesinden gelmektedir. Kilise hukukunda mission, bir görevi yerine getirmek amacıyla vazifelendirilen delegasyonun gücünü ifade eder.2 Hz. İsa’nın “İmdi siz gidip bütün milletleri şakird edinin. Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh ismi ile vaftiz eyleyin, size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin” şeklindeki sözü misyonerlik tarihinde Hıristiyanlığı yayma konusunda başlangıç olarak algılanmaktadır.3 Hz. İsa’nın bu sözü üzerine Havariler başta olmak üzere bu dine inananlar dünyada erişebildikleri her yerde Hıristiyanlığı yaymayı kendilerine dinî bir emir ve görev saymışlardır. Böylece, Hıristiyanlığın ortaya çıkışından itibaren birçok Hıristiyan, bu gaye uğrunda faaliyetler içerisinde yer almıştır. Hıristiyanlık ilâhiyâtı açısından değişik açılardan ele alınabilecek kadar geniş bir konu özelliğine hâiz olan misyonerlik, zamanla Hıristiyanlık bünyesinde ortaya çıkan Katolik, Ortodoks ve Protestanlık gibi başlıca mezhepleri yaymaya yönelik dinî fonksiyonlar icrâ etmiştir.
Misyonerliğin dinî ve siyâsî olmak üzere başlıca iki temel amaç güttüğü görülmüştür. Dinî amaç, ilk etapta Hıristiyanlığı yaymaktır. Misyonerler gittikleri memleketlerde, yerli kültürü ayrıntılı olarak öğrenirler, bazen bir Müslüman’dan daha dindar görünürler, milletlerin maddî ve manevî değerlerini bozmaya, eritmeye, yeniden şekil vermeye, genç nesilleri dinden, manevî değerlerden uzaklaştırarak yetiştirmeye çalışırlar. Manevî değerlerini kaybeden, ruhsal çöküntü ve yıkıntı içindeki kişilere, İslâmiyet’in zararlı, çağdışı, gerici, başka dinlerden alınma, uydurma, yetersiz, çelişkilerle dolu, Hıristiyanlığın yegâne düşmanı ve İslâm vahyinin kaynağının şüpheli olduğu, İslâmiyet’in kılıçla ve zorla yayıldığı, Hz. Muhammed’in yalancı ve düzenbaz, hayat hikâyesi ve hadislerinin uydurulduğu şeklinde iftira ve iddiâlarda bulunarak ve Hıristiyanlığın oruç-namaz gibi vecibelerinin olmadığını, en kolay din olduğunu telkin ederek kurtuluşun bu dinde olduğunu söylerler.
Böylece ihtidâda bulunmaları yönünde çaba harcarlar. Misyonerlerin İslâmiyet’i yıkma metotları içinde sunnî-şiî, âmir-memur ihtilâflarını körükleme, toplumu cehâlet içinde tutma, halkla devleti birbiriyle uğraşır duruma getirme gibi hususlar da sayılmaktadır. Bu yolda kullandığı alanların ise eğitim-öğretim, sağlık hizmetleri, sosyal faaliyetler, kadın meselesi, basın-yayın ve siyâsî duygular olduğu belirtilmektedir.4 Misyonerliğin siyâsî amacı ise, Hıristiyanlık hâricinde ilâhî ve batıl dinlerin egemen olduğu milletler ve topluluklarda eğitim ve kültürel sahalarda dejenerasyona yönelik faaliyetler yapmak, ilgili milletlerde ihtilâfa dayalı olarak, bilhassa etnik farklılıkları göz önünde tutmak suretiyle, bünyesinde varlıklarını devam ettirdikleri devletlerden bu unsurları ayırmaya yönelik tertipler içerisinde bulunmaktır. Bununla beraber misyoner faaliyetleri bir yandan da ticâri ilişkilerin geliştirilmesinde rol oynamıştır. Nitekim, ilk kez misyonerlerin getirdikleri Sınger dikiş makinelerinin I. Dünya Savaşı başlangıcında Osmanlı ülkesinde 200 kadar bayi, ya da mağazası olduğuna dair bilgi bunu teyid eden bir örnektir.5
Misyonerlerin faaliyet sahası olarak seçilen bölgelerin başında İslâm ülkeleri gelmiştir. Bunun da nedeni İslâmın ortaya çıkışından itibaren hızla yayılması, zamanla her bakımdan önemli yerlerin Müslümanların eline geçmesi, hatta, İslâmın Hıristiyan topluluklar üzerinde etkili olmasıdır. Hıristiyanlık âlemi dinî, siyâsî ve iktisadî sebeplerle Papa önderliğinde düzenlediği Haçlı seferleriyle6 Türkiye başta olmak üzere Kudüs dahil tüm Ortadoğu’yu, askerî yöntemlerle ele geçirmeye çalışmış, ancak, Anadolu Türklerinin çetin bir direnişiyle karşılaşmıştır. Türk ve İslâm düşmanlığı, mukaddes toprakları kurtarma, Doğu’nun ekonomik zenginliklerine kavuşma ve yoksulluktan kurtulma gibi düşünce ve gayelerle düzenlenen Haçlı seferlerinin sonuçsuz kalması üzerine, Batı Hıristiyan âlemi, kültürel yollarla Doğu’daki ülkelerin ahengini bozarak gerek dinî, gerek siyâsî amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu çerçevede misyonerler Balkanlar, Suriye, Arabistan, Mısır gibi oldukça geniş bir sahaya yayılan Osmanlı ülkelerine yönelmişlerdir.
Osmanlı ülkesine ilk olarak XVI. yüzyılın sonlarında Katolik misyonerler gelmeye başlamıştır.7 İstanbul Fransız Büyükelçisi’nin himâyesinde çalışmaya başlayan Cizvit ve Fransisken misyonerlerini8 XVII. asrın birinci yarısında Protestan misyonerler izlemiştir.9 Örgütlü Protestan misyonerlerin gelişi ise XVIII. yüzyılda vuku bulmuştur. 1739’da kurulan Brethren’s Society for the Furtherance of the Gospel Among the Heathen teşkilâtına bağlı Protestan misyonerler, 1740’da İstanbul ve Romanya Prensliklerinde faaliyetlerde bulunmuşlardır.10 1815’te İngiliz Church Missionary Society’e bağlı bir Protestan papaz Mısır’a gönderilmiştir.11 1820’de 1810 yılında Boston’da kurulan American Board of Commisioners for Foreign Missions’a bağlı iki misyoner İzmir’e gelmiştir.12 1896 yılında Amerika’dan 7, İngiltere’den 4 ayrı kiliseye bağlı misyonerlerin Osmanlı ülkesine dağıldığı görülmektedir. Bu tarihte sadece Amerika’dan 176 misyoner, 869 mahallî yardımcısıyla din yayma faaliyetlerinde bulunmuştur.13
İleriki yıllarda Osmanlı ülkelerinde kurulan Protestan ve Katolik misyoner teşkilâtlarının sayısı hızla artmış, dolayısıyla Hıristiyan misyonerleri de gittikçe çoğalmışlardır. Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Avrupa’daki toprakları üzerinde XX. yüzyıl başlarında sadece Congregationalist ve Presbyterian’lara ait 9 Protestan misyoner kuruluşu vardır. Bunlara bağlı olarak 35 istasyon ve 296 uç istasyon’da 255 misyoner, 1157 yerli yardımcı, 16.472 üye ve 42.649 sempatizan görev yapmışlardır. Ayrıca bu bölgelerde 392 ilkokul, ortaokul ve kolejde 25.611 öğrenci okutmuşlar, 29 hastane ve dispanserde 126.885 hastaya bakmışlardır.
Suriye ve Filistin topraklarında da Protestanların 24 Congregationalist ve Presbyterian Protestan misyoner kuruluşuna bağlı olarak 354 misyoner, 57 istasyon ve 204 uç istasyonda 665 yerli yardımcı, 3.462 cemaat mensubu ve 7.932 eleman çalışmıştır. Bunların 186 ilkokul, ortaokul ve kolejde 16.773 öğrencileri, 42 hastanede 201.135 hastaları olmuştur.14
XIX. ve XX. yüzyıl başlarında hat safhaya varan misyonerlik faaliyetleri, İngiltere, Fransa, İtalya, Amerika vb. devletlerin siyâsî amaçlarıyla örtüşerek, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında önemli rol oynamıştır. Çok değişik çalışma metotları olan misyonerlik teşkilâtları,15 sosyal ve kültürel sahalarda faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu doğrultuda Osmanlı ülkesinde özellikle Hıristiyan toplulukların bulunduğu bölgelerde okullar, hastaneler, yetimhaneler, kiliseler, dispanserler açılmıştır. Bu tür sosyal görüntülü faaliyetlerle, Hıristiyan tebaanın bulunduğu bölgeler tespit edilmiş, bu dine mensup olanlara imkânlar sunularak kazanılmaya çalışılmış ve bu suretle yerli Hıristiyanlar, Batılı devletlerin emperyalist emelleri doğrultusunda Osmanlı Devleti’nin siyâsî ve kültürel varlığına mugayir olarak ayrılıkçı tarzda yönlendirilerek kullanılmışlardır.
XIX. yüzyılda merkezleri, İngiltere, Fransa, İtalya ve Amerika’da bulunan misyonerlik teşkilâtları ve kapitülasyonların sağladığı ayrıcalıklardan yararlanan ilgili devletler, dinî bakımdan Hıristiyanları paylaşma yarışına girmişler, Fransa, İtalya, Avusturya, Katoliklerin, Rusya Ortodoksların, İngiltere ve bilhassa Ame
rika Protestanların hâmisi sıfatıyla, Osmanlı ülkesindeki Hıristiyan tebaanın haklarını aramaya yönelik faaliyetler içerisinde görünerek kendi siyâsî, iktisadî, kültürel çıkarları doğrultusunda misyonerlik faaliyetlerini her bakımdan desteklemişlerdir.II. Abdülhamit devri Maârif Nâzırlarından Ahmet Zühdü Paşa’nın 1894/1311 tarihinde kaleme aldığı Osmanlı topraklarında bulunan yabancı okullar hakkındaki raporunda 427 azınlık ve yabancı okulun bulunduğu, bunlardan 321’inin yabancı okul olduğu; Adana merkezde 2, Hassa kazasında 2, Ankara’ya bağlı Kayseri livasında 2, Aydın merkezde 1, İzmir’de 4, Beyrut vilâyeti dahilinde 6, Sivas’ta 1, Elazığ’da 2, Kudüs’te 24, Gazze’de 7, Konya vilâyetinin Antalya kazasında 2, Cezayir’de 3, Edirne’de 5, Selanik merkezde 2, Avrethisarı’nda 1, Bağdat’ta 1, Halep merkezde 2 ve kazaları İskenderun’da 1, Cisr-i Şugur’da 2, Antakya’da 1, Maraş livasında 1, Urfa livasında 2, Suriye’de, Şam’da 3, Bika kazasında 1 ve İstanbul’da 30 olmak üzere toplam 108 okulun Fransızlara ait olduğu belirtilmektedir.16 1901’de ise Osmanlı ülkesinde Devlet tarafından onaylanmış 259 Fransız okulu ile ibâdethâne, hastane, mabet, eytâmhâne ve hayır kurumu gibi 477 Fransız müessesesi bulunmaktadır.17 1912 yılında da Osmanlı ülkesinde 370 Fransız okulu mevcut olup, bu okullarda öğrenim gören öğrencilerin sayısı 108.112 kişidir.18 Fransız okullarında Katolik, Protestan, Musevi, Ermeni Gregoryen, Grek Ortodoks ve Müslüman öğrenciler tahsil görmüşlerdir. Fransa Osmanlı ülkesinde kültürel ve sosyal alanda faaliyette bulunarak, siyâsî nüfûzunu artırmaya çalışmıştır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Dairesi’nde Amerika müessesesâtı hakkında bulduğumuz 27 Mart 1903/27 Zilhicce 1320 tarihli bir defterde19 XX. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti topraklarında 266’sı okul, 22’si kilise, 15’i yetimhâne, 4’ü hastane/dispanser, 2’si ev-mesken, l’i de çocuk yuvası olmak üzere 310 Amerikan müessesesi vardır. Bu da Amerika’nın o tarihlerde Osmanlı ülkelerinde kültürel ve sosyal alanda önemli derecede faaliyette bulunduğunu ve Ortadoğu ülkelerinde dolaylı olarak siyâsî nüfûzunu arttırmaya çabaladığını açıkça göstermektedir.
Almanya da aynı konuda Ortadoğu’da kendine bir yer bulma ve tutunabilme çabası içinde olmuştur. Nitekim Alman müesseseleri ile ilgili olarak İstanbul’da Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Dairesi’nde bulduğumuz 22 Mayıs 1902/13 Safer 1320 tarihli bir belgede20 ve basılı kaynaklarda21 XX. yüzyıl başlarında özellikle I. Dünya Savaşı öncesine kadar Osmanlı Devleti’nde 39 okul, 6 kilise-mabet-ibadethâne, 6 yetimhâne, 9 hastane-dâr-ü’1-aceze-tedâvi bi’1-hava, 9 ikâmetgâh-misafirhâne, 4 kabristan, 1 ziraat müessesi ve 7 arsa olmak üzere rastlayabildiğimiz Alman müesseselerinin toplam sayısı 81’i bulmaktadır.
XX. yüzyıl başlarında Osmanlı topraklarında 83 okul, 8 kilise, 2 mabet, 1 ibâdethâne, 2 yetimhâne, 4 hastane, 9 dâr-üt-tedâvi, 1 dâr-üş-şifâ’, 1 İncil Cemiyeti idârehânesi, 1 dâr-ül-hayr, 4 kabristan olmak üzere ruhsatlı İngiliz müesseselerinin toplam sayısı da 116’dır.22
Rusya ise yine az sayıda da olsa Osmanlı topraklarında açtıkları eğitim kurumları ve Rumların bazı kilise ve mabetlerinin tamiratı ile meşgul olarak varlığını hissettirmeye çalışmıştır.23
Yabancı sosyal ve kültürel müesseselerin faaliyetleri devletin üst görevlerinde bulunanlar tarafından zaman zaman izlenmiş ve Osmanlı Devleti’nin durumu ve tutumu aksettirilmiştir. Bu konuda Osmanlı Dönemi’nde yazılan birçok rapor mevcuttur. Nitekim, yukarıda bahsi geçen Maârif Nâzırı Ahmet Zühdü Paşa’nın 1894/1311 tarihinde kaleme aldığı raporu24 bunlardan biridir. Raporun ilk bölümünde Maârif Nâzırı Ahmet Zühdü Paşa yabancıların Osmanlı memleketlerinde okullar kurmaları ve idâre etmeleri için kendilerine devletçe bir imtiyaz hakkı verilmiş olduğuna dair eski ve yeni antlaşmalara rastlanmadığını belirtmektedir. Bununla birlikte bu okulların ruhsatlı ve ruhsatsız ne şekilde tesis olunmaya başlandığını izah etmektedir. 1869 Maârif Nizâmnâmesinin 129. maddesinin 1. fıkrasında “Özel Okullar gerek Devlet-i Aliyye tebaasından, gerek yabancı tebaadan fertlerden biri tarafından ücretli veya ücretsiz olarak ihdâs ve tesîs olunan okullardır” denilmektedir.25
Nizâmnâmenin aynı maddesinin 2. fıkrasında Osmanlı memleketlerinde bu tür okulların kurulması için, birinci olarak öğretmenlerin Maârif Nezâreti’nden, yahut mahallî Maârif İdâresi’nden aldıkları diplomaların bulunması gerektiği, ikinci olarak, bu okullarda usûl ve politikaya aykırı ders okutturulmaması için verilecek derslerin listesi ve listede yer alan kitapların başkent dışında ise vilâyet Maârif idâresi ile vilâyet vâlisi tarafından, İstanbul’da ise Maârif Nezâreti tarafından verileceği belirtilmektedir.
Nizâmnâmenin bu fıkrasında devamla bu üç şartın noksansız olarak yerine getirilmediği takdirde okulların açılmasına ve devamına ruhsat verilemeyeceği, aksine hareket olduğu takdirde bu okulların açılmasına engel olunacağı kaydedilmiştir. Bundan dolayı gerek yabancı okulların yeniden ve genişletilerek inşâsı, tesîsi ve açılmaları, gerekse kiralama yolu ile bir hânede okul kurulması irâde-i seniyyenin sâdır olmasına bağlı kılınmıştır.
Bu kurallara uygun olarak bazı okullara, bu tarzda ruhsat verilmişse de büyük bir kısım ileride verecekleri zararların sonuçlarını kavrayamayan İstanbul dışındaki hükümet memurlarının hoşgörüleri ve kayıtsızlıklarından ruhsatsız olarak açılmıştır. Yabancılar bu gibi okul öğrencilerini etkileyerek siyâsî maksatlarının amaçlarına ulaştığını anladıklarından, söz konusu okulların sayısını arttırmışlardır. Gayrimüslim tebaası üzerinde kendi nüfuzlarının çoğalması arzusuyla yabancı devlet elçileri, izin almadan eskiden açılan yabancı okullara ruhsat almaya çalışmışlardır. Bu konuda bazen başarısız olmuşlardır. Zira, irâde-i seniyyeye, emr-i aliyyeye dayanmayan ve Maârif Nizâmnâmesi’nin 129. maddesinin hükümlerine bağlı olmayan okulların devamını talep etmeye, bu hususta ısrar etmeye hiç bir yabancının hâl ve salâhiyeti yoktur. Bu tür okullardan bazılarına daha önceki yıllarda Meclis-i Maârif’ten ve İstanbul dışındaki maârif idârelerinden ruhsatnâme verilmiş olduğu görülmektedir. Ancak genelde gayrimüslim ve yabancı mekteplerine resmî ruhsatnâme verilmesi 30 Aralık 1891/28 Cemâziye’l evvel 1309 tarihli tezkire ile tebliğ olunan irâde-i seniyye hükümlerine bağlıdır.
Buna göre yabancı okullarına verilecek resmî ruhsatnâme yeniden tanzim ve tertip ettirilmiştir. Bu konuda başvuru olduğunda İstanbul’a Şehremaneti, Zaptiye Nezâreti ve Maârif Nezâreti, diğer vilâyetlerde de maârif müdürleri tarafından yapılan incelemeler tasdik olunduktan sonra ruhsatnâmeler sahiplerine teslim edilmiştir.
Zühdü Paşa raporunda gayrimüslim ve yabancı okullar üzerindeki idâre hakkı ve teftişin daha etkili olabilmesi için düşünülen tedbirler hususunda da bilgi verilmektedir; gayrimüslim tebaadan olan milletler kendi okulları vasıtası ile bir çok faaliyet yapmakta ve birbirlerine olan rekâbetleri yüzünden zıt, muhâlif girişimlerde bulunmaktadırlar. Osmanlı tebaasından olan çeşitli milletler “Nasraniyyet” kavramı altında toplanarak Hıristiyanlık dininin gereklerine uygun yolda faaliyetlerini sürdürüyor görünseler de hakikat böyle değildir. Nasraniyyet kavramı içinde mütalaa olunan çeşitli milletlerin her birisi kendi milletini güçlendirmek ve diğer gayrimüslim milletlerden ve hatta İslâm ahâlisinden daha kuvvetli olmak istemektedir. Bunun için Hıristiyanlık tesiri ile kendilerine taraftar olan birer yabancı devletin himâyesi altına girmek, okullarında bu düşüncede insanlar yetiştirmek arzusunu duymuşlardır. Yabancı devletler de bu yolda Osmanlı topraklarındaki azınlık okullarına teşvikte bulunmuşlar, sonuçta da bundan birçok zararlar ortaya çıkmıştır.
Yine aynı raporda ayrıca çeşitli vilâyetlerde yabancı devletlerin faaliyetleri ve etkileri de somut örnekler ile dile getirilmektedir. Bu vilâyetlerden Sivas’ın merkez, sancak ve kazalarında Ermeni okulları eğitim ve öğretim bakımından diğer azınlık ve Müslüman okullarına oranla mükemmel derecededir. İdâreleri millet cemiyetine veya zenginlerden meydana gelen bir heyete tevdi olunmuştur. Bu okullarda teşvik unsuru olarak eğitim ücretsiz olarak yapılmıştır. Vilâyette Latin olmadığı halde 6 adet mükemmel Latin Cizvit okulu ve bunların 1000 kadar Ermeni Katolik öğrencisi vardır.
Amerikalılar tarafından Protestanlığın yayılması, yaygınlaştırılması fikri ile eğitim İngiliz ve Ermeni dillerinde yapılmaktadır. Diğer vilâyetlerde olduğu gibi Sivas’ta gayrimüslim okullarında istihdâm edilen öğretmenler genellikle yabancı devletler tarafından gönderilmişlerdir. Öğretmenlerin çoğu yabancı devletlerin siyâsî maksatlarını gerçekleştirme politikalarında önemli vasıtalar olmuşlardır. Bu tür öğretmenlerin elinde şekillenen öğrenciler tahsillerini tamamladıktan sonra kazandıkları dinî ve ilmî ihtisas ile fikirlerini yaymaya görevli olduklarını bilmektedirler. Protestan Cizvitler ve diğer yabancılar bu siyâsî emellerin gerçekleşmesi için maddî ve manevî fedakarlık hususunda dakika kaybetmemişlerdir.
Maârif Nâzırı Zühdü Paşa Mabeyn-i Hümâyûn Başkitâbeti’ne gönderdiği 26 Kasım 1893-17 Cemâziye’l evvel 1311 tarihli tezkiresinde belirttiği üzere Amerikalı Protestan Dr. Meytın’ın Suriye ahalisinden ve Nusayri kavminden bir kısım kız öğrenciyi kandırarak Mersin’deki kendi okuluna getirmiş, orada temel bilgileri öğrettikten sonra Amerika’ya tahsillerini tamamlamaya göndermiştir. Bundan maksat, Amerika’da yetişecek bu öğrencileri sonradan Adana ve havâlisine geri getirmek ve kendi milletinden olan diğer kızlara menfi ve dinî telkinâtta bulunmalarını temin etmektir. Protestan Cizvitlerinden birtakım rahip ve rahibeler tarafından Adana’da arsa satın alınması ve yeni okullar inşası yolundaki girişimleri bu esasa dayanır.
Suriye ve Halep vilâyetinde bulunan gayrimüslim cemaatler, gerek düşünce, gerek hâl, hareket, adetler bakımından Avrupa’dan etkilenmekte ve okullarında yabancılardan aldıkları eğitim metotları çerçevesinde çocuklarını yetiştirmektedirler. Buralarda bulunan Dürzilerin çoğunluğu İngiliz, Maruniler de Fransız politikasına tabidir. Katolikler ve diğer gayrimüslimler de kendi çıkarları hangi tarafta ise o tarafa eğilimlidirler.
Yabancılar kendi gayelerinin mektepler kanalı ile gerçekleşeceğini bilmektedirler. Söz konusu yerlerde bilhassa İngiltere ve Fransa’nın nüfuzu diğer devletlerden fazladır ve sonuç olarak da zararları fevkalade çoktur. Bununla birlikte, Almanya, Rusya ve Amerika da bu bölgede faaliyet göstererek etkide bulunmaya çalışmışlardır. Almanya, Suriye’de tutunabilmek için birçok zengin vatandaşını Yafa ve Kudüs taraflarına göndererek emlâk satın almıştır. Böylelikle okul ve benzer müesseseler kurarak İngiltere ve Fransa’nın kuvvetli nüfuz sahibi olduğu Ortadoğu’da kendine bir yer bulmaya gayret etmiştir. Amerikalılar Protestan Cizvitleri vasıtasıyla büyük paralar harcayarak çok sayıda okullar açmışlar ve bölgede etkili devletlerden biri olmak istemişlerdir.
Osmanlı Devleti’ndeki yabancı okulların menfi faaliyetlerine örnek vermek bakımından bunlardan birkaçına değinmek yerinde olacaktır. Bunlardan biri Harput Koleji’dir. Kolej, 1878 tarihinde Ermenistan Koleji (Armenia College) adı altında faaliyete geçmiş on sene sonra da Bâb-ı Âli’nin itirazı üzerine ismi Fırat Koleji (Euphrates College)’ne tahvil olunmuştur. Okulun ilk müdürlüğüne Amerikan misyonerlerinden Crosby H. Wheeler tayin olmuş, bu zat 1875’te kendi girişimleri ile bu okul için 140.000 dolar bağış toplamıştır. Mahallinden de 40.000 dolarlık bir katkı sağlamıştır. Kolejin ilk, orta ve lise olmak üzere üç bölümü vardı. Öğrencileri kız-erkek karma idi. Öğrenim dili Ermenice olup yüksek kısma gideceklere İngilizce ders kitaplarını okuyabilmeleri ve Amerikalı öğretmenlerin konuşmalarını anlayabilmeleri için İngilizce öğretiliyordu. 21 kişilik öğretim kadrosunun biri Türkçe öğretmeni Reşit Efendi, 4’ü Amerikalı profesör, diğerleri Ermeni asıllı idi. Kolejin amacı bütün sahalar için zeki Hıristiyan liderler hazırlamaktır. Bunun yanında okul, Amerikan fikir ve ideallerinin, mahsul ve metotlarının yayıldığı bir kaynak olmuştur. Kolej, öğretim hayatı boyunca altı papaz müdür tarafından yönetilmiştir. Bunlar da fırsat buldukça halkı ve öğrencileri, devlet aleyhine organize edip, kışkırtmaktan çekinmemişlerdir. Bu kolej 1915 yılına kadar faaliyette bulunmuş, o tarihte meydana gelen Ermeni ayaklanması sırasında söz konusu olayla ilgisi belirlenen müdür Henry (Ernst) Riggs sınır dışı edildiğinden kapanmıştır.26
1864-65 yılında açılan, Ermeni ayaklanmalarının tertiplendiği, organize edildiği, yönetildiği bir merkez hüviyeti kazanmış olan Merzifon Amerikan Koleji27 Samsun ve havalisinde Rumların Pontusculuk etrafında toplanmasında da büyük pay sahibidir.28 İlk Pontus Cemiyeti okul desteği ile 1904’te kurulmuştur.
İleriki yıllarda da kolej 1000’e yakın Rum gencini ihtilalci gayelerle yetiştirmiştir. 1908’de Müdafaa-i Meşrûta adında teşkilât kuran Rumlar 1910’da “Pontus” adlı bir risale yayınlamaya başlamışlardı. 1920 yılı sonlarında Merzifon Amerikan Koleji’ne yapılan bir baskında burada çok sayıda Yunan bayrağı ile Pontus ile ilgili armalar ve belgeler bulunmuştur. “Pontus Cemiyeti” tarafından bastırılan bir haritaya göre, Pontus Cumhuriyeti merkezi Samsun olmak üzere Batum’dan İnebolu’nun batısına kadar olan Karadeniz kıyıları ile Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve kısmen de Erzincan vilâyetini içine almaktaydı.29 Diğer yandan Kolej Rum ve Ermeni çetelerine her türlü yardımı yapmıştır. Okulun öğretmenleri aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yıkılması için de çalışmışlardır. Hıristiyanlık için Ermeni ve Rumların çok kan döktüklerini ve bunlardan birçoğunun Müslümanlara karşı mücadelede şehit düştüğünü söyleyen kolejin müdürü White, Anadolu’daki Alevileri de Osmanlı Devleti’ne karşı isyana kışkırtmıştır. Dolayısıyla Merzifon Amerikan Koleji okul niteliğini kaybetmiş, Osmanlı Devleti’ne karşı eli silah tutan Rum ve Ermeni çetelerinin eğitildiği, ihtilâlci fikirlerin aşılandığı bir komita merkezi hüviyeti kazanmış ve Pontus hükümeti için teşekkül eden mükemmel ve siyâsî bir kulüp olduğu anlaşılmış ve nihayet öğretmenleri uzaklaştırılmak sureti ile zararsız hale getirilmiştir.30
Robert Kolej de faaliyetleri bakımından anılmaya değerdir. Bu okul 16 Eylül 1863’te Amerikan Devleti uyruğundan Chiristophar Rhinelander Robert ve Dr. Cyrus Hamlin tarafından kurulmuştur. Bulgaristan’ın kurulması davasının ilk bayrağını açan misyoner Cyrus Hamlin, sonuç alınmasına en çok emeği geçen misyoner de George Washburn’dür. Washburn 40 yıl okulun müdürlüğünü yapmış ve Fifty Years in Constantinople and Recollections of Robert College adlı eserinde okulun Îsevi esaslara göre eğitim yaptığını ve öğrencilerin mezuniyetlerinden sonra kendi memleketlerinin lideri olacak şekilde yetiştirildiklerini beyan etmiştir.31
Buradan mezun olanların çoğu Bulgaristan’da önemli vazifelere getirilmişlerdir. Mesela 1868 mezunu Elena’lı Petro Gorbanov 93 harbinde Rus ordusu karargâhında istihbaratçı ve 1879 Kurucu Meclis’te milletvekili olmuştur. 1869 mezunu Kazan’lı (Katel) Stefan Tomov Rusya hesabına istihbaratçılık yaptığı 93 harbi sonrası Ziştovi, Varna’da bulunan okullarda öğretmenlik yapmıştır. Filibe’li 1871 mezunu Konstantin Stoilov Kurucu Meclis’te milletvekiliği, ilk Bulgar Prensi Avusturya’lı Aleksandr Battenberg’in politika sekreterliği, Muhafazakar Parti liderliği ve başbakanlık görevlerini ifâ etmiştir.
1871 mezunu İvan Petkov Slaveykov öğretmen, şair Petko Raçev Slaveyko’nun oğlu olup 1885’te Sofya Belediye Başkanlığı, 1901’de milletvekilliği ve Millî Eğitim Bakanlığı görevlerini üstlenmiştir. Yine Filibe’li 1872 mezunu Konstantin Kalçev 93 harbi sonrası Rumeli Vilâyeti Maliye İşleri Müdür Vekili olmuş ve vilâyetin 1885’te Bulgaristan’a bağlanmasında önemli rol oynamıştır. Alek
sandr Lüdskanov Tırnova’lı olup 1875 yılında mezun olmuş, 93 harbine katılmış, 1901-1902’de Ticâret ve Tarım, 1911-1912’de Kamu Yapıları, Yollar ve Ulaştırma Bakanı olmuştur. 1876 mezunu Marin Marinov, yüzbaşı ve Kral Aleksandr’ın yaveridir. 1876 mezunu İvan Belinov Kamu Yapıları, Yollar ve Ulaştırma Bakanı, yine 1876 mezunu Varbon Viranov Bulgar ordusunda general olmuştur.32
Robert Kolej’den daha önceki yıllarda okuyan Bulgar öğrencilerin hemen hemen hepsi 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına katılmışlardır. Mesela 1875 mezunu Lüdskanov Rus Generali Skobelev’in yardımcısı olmuştur.33
1883’te Robert Kolej’den mezun olan 10 kişiden 5’i Bulgar’dır. Bunların içinde Voicoff Robert Kolleji’nde öğretmenlik yapmıştır. Stoicoff Bulgaristan’da deniz subaylığında üst rütbelere kadar yükselmiştir. Dimitroff bankacı, Djambazoff öğretmen olmuştur. 1884’te mezun olan 22 kişiden 11’i Bulgar’dır. Bunlardan 4’ü öğretmen, 4’ü tüccar, 2’si fızikçi, l’i süvari subayı olmuşlardır. Diğerlerinden 2’si Savunma Bakanlığı’nda, l’i de Hâriciye servisinde çalışmıştır.34
Bu hususta Bulgar yazar Ivan Il2ev’in Robert Koleji’nin Bulgar aydınlarının fikren gelişmesindeki rolünü belirten Sofya’da Istorı2eski Pregled’de 1981 yılında yayınlanan makalesi de iyi bir örnek teşkil eder.35 Öğrenci mevcudu incelendiğinde okulun bu yöndeki amacı daha açık olarak anlaşılmaktadır. Kolejde 1890 yılına kadar Bulgar öğrenciler çoğunluktadır. Bu tarihten itibaren ise Ermeni öğrencileri daha fazla sayıdadır.36 Bundan da 1878’de Bulgaristan’ın kurulmasından sonra Robert Koleji’nin Ermeni öğrencilere yöneldiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla kolej gayrimüslimlerin fikir, kültür, ekonomik ve siyâsî hayatlarını yönlendirmede adeta bir üs vazifesi görmüştür. Yine, İngiliz ajan G. M. Fitzmaurice de 1906-1907’de üstlerine yazdığı raporda “Bulgaristan, doğuşunu ve mevcudiyetini Robert Kolej’e borçludur” derken37 yukarıda bahsettiğimiz tarihî gerçeği en açık bir şekilde ifade etmiştir. Osmanlı ülkesinde açılan bu ve benzeri 1000’den fazla yabancı okulun dinî ve yıkıcı siyâsî faaliyetlerin yapıldığı birer merkez olduğu dikkate alındığında olayın vahameti kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Amerikan misyonerlerinin okul, yetimhâne açtığı yerlerden birisi de Bitlis’tir.38 Board of Commisioners for Foreign Missions’ın açtığı Amerikan okulundan mezun olan Ermeni gençlerinin 1890 yılından itibaren misyonerlerin öncülüğünde isyanlara başladıkları, Ermenilere silah yapmasını öğretenlerin de bu misyoner okullarının öğretmenleri olduklarına dair bilgiler mevcutur.39
Osmanlı Devleti’nin çeşitli bölgelerinde bulunan Arap topluluklar arasında da XIX. yüzyılda yabancı okullar aracılığı ile Osmanlı aleyhtarı propagandalar yapılmıştır. Nitekim Suriye’deki Protestan ve Cizvit kolejlerinde yetişen yerliler Arap milliyetçiliğinin liderleri olmuşlardır.40
1898 yılında Osmanlı Devleti’ndeki orta öğretim kurumlarının okul ve öğrenci sayılarının durumu41 Osmanlı, gayrimüslim ve yabancı okullar arasında bir karşılaştırma yapabilme imkanı sağlamaktadır. 60 adet idadîde 7.671 öğrenci, 425 adet rüştiyede 27.130 öğrenci mevcudu vardır. Buna karşılık 667 adet ilk ve
orta düzeydeki azınlık okullarında 73.255 öğrenci, 98 yabancı ilk ve orta dereceli okullarda 10.246 öğrenci tahsil görmüşlerdir.
Osmanlı memleketlerinde yabancı okullar ile ilgili dağılım incelendiğinde ise yabancı okulların yoğun olduğu bölgelerin İstanbul, İzmir, Güney-Doğu Anadolu, Filistin ve Mısır olduğu görülmektedir.42 Bu da Sevr Antlaşması ile Osmanlı topraklarının çeşitli bölgelerinin bu bölgelerde daha önce faaliyet gösteren devletlerce işgal edildiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Metin içersinde de değinildiği gibi Osmanlı Devleti’nde yabancı okullarla ilgili ilk ciddi düzenleme 1869 tarihli Maârif-i Umûmiye Nizâmnâmesi ile getirilmiştir. II. Abdülhamid devrinde ise yine okulların zararlı faaliyetlerini önleme amacıyla 6 Mayıs 1886’da yabancı ve azınlık okullarını teftiş etmek, programları ve ders kitaplarını incelemek maksadıyla “Mekâtib-i Ecnebiye ve gayrimüslime Müfettişliği Dairesi” kurulmuştur.43 Gerek Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyâsî, iktisâdî, askerî durum, gerekse Batılı devletlerin Osmanlı Devleti’ne yönelik menfî politikaları ve diplomatik baskıları sonucu, yabancı müesseselerin zararlı faaliyetlerinin önüne geçmek mümkün olmamıştır. Bilakis, XX. yüzyıl başında yabancı devletlere ait okul, kilise mabet, hastane vb. kurumların hukukî varlıkları Osmanlı Devleti tarafından resmen tanınmıştır.44 Bununla birlikte 1914’te çıkarılan “İmtiyazât-ı Ecnebiyenin İlgâsı Üzerine Ecânib Hakkında İcrâ Olunacak Muâmeleye Dair Talimâtnâme” ile bilhassa yabancı okullar denetim altına alınmaya çalışılmış,45 aynı yıl, Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonları tek yönlü olarak kaldırdığını ilân etmesi üzerine, olağanüstü harp yıllarının da etkisiyle, yabancı müesseselere tamamen olmasa da kısmen el konulmuş,46 böylece ilgili kurumların menfi faaliyetleri ivme kaybettirilmiştir.
Konu ile ilgili bir diğer gelişmeyi de 1915’te “Mekâtib-i Husûsiye Talimâtnâmesi”nin yayınlanması oluşturmuştur. Umûmî Harp yıllarında yayınlanan bu talimâtnâme ile yabancılar tarafından okul açılması istenen yerleşim biriminin nüfusunun resmî kayıtlara göre belirli bir sayıda olması, aynı hakkın Türk tebaaya da karşı taraftan verilmesi gibi şartlar getirilmiştir.47 Yabancı okullar konusunda önemli düzenlemeler getiren aynı talimâtnâme hükümleri gereği, Türkçe’den başka bir dille öğretim yapan ilgili okullarda, Türkçe, Türkiye Tarih ve Coğrafyası dersleri Türk öğretmenler tarafından okutulacak ve bu okullar devlet tarafından kolayca teftiş edilebilecektir.48
Yabancı devletlerin Osmanlı ülkesinde müessese kurmalarında misyoner teşkilâtlarının büyük katkıları olmuş, kurulan müesseselerin giderleri hep bu teşkilâtlar tarafından karşılanmıştır. Nitekim, kilisenin başlıca görevi çeşitli Hıristiyan toplulukları kendi cemaatlerine kazandırmaktır. Bu hususta Müslümanları kendi mezheplerine bağlamakta etkisiz kalmakla birlikte Osmanlı topraklarındaki azınlıklar üzerinde hayli başarılı olmuşlardır. Böylelikle hem ticârette kendilerine yardımcılar yetiştirmişler, hem de siyâsî alanda onların haklarını arama bahanesiyle Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışma fırsatı bulmuşlardır.49 Misyonerler yıllarca Türkiye’de Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık için okul, hastane açmışlar, ilâç getirmişler, modern tıbbı ve eğitimi kurmuşlardır. Bunun sebebi olarak da bu toprakların sahibinin Türkler olmadığını iddia etmişlerdir.50
Sonuç olarak; Hıristiyan misyonerlik faaliyetlerinin amacı, bir yandan modern eğitim kurumları vasıtasıyla insanların yaşayış ve düşüncelerini, gelenek ve
alışkanlıklarını değiştirmek, onlara yeni bir biçim vermek, ticârî ilişkileri geliştirmek şeklinde özetlenebilir.
Bu doğrultuda, Osmanlı ülkesinde yabancı okulların açılmasında ve Osmanlı Devleti’nin varlığına mugayir faaliyetlerin tertiplenmesinde, mensubu oldukları dinî yayarak tabiiyetinde bulundukları devletlerin çıkarlarını güden misyonerlerin önemli rolleri olmuştur. Müslümanları Hıristiyanlaştırma girişiminde bulunan misyonerler, amaçlarına ulaşamayınca, gayrimüslim Osmanlı tebaası üzerinde de faaliyetlerde bulunmuşlardır. Rum, Bulgar, Ermeni, vb. Hıristiyan toplulukların bulunduğu bölgeleri tek tek tespit etmişler, misyonlarını yerine getirmeye çalışmışlardır.
Bu arada Osmanlı ülkesindeki Hıristiyan tebaayı paylaşma yarışına da girişmişlerdir. Misyonerler, teşkilâtlarının bulunduğu ülkelerin desteğini alarak, âdeta kendi devletlerinin Osmanlı ülkesine yönelik emelleri doğrultusunda faaliyet göstermişlerdir. Fransa, İngiltere, Amerika, İtalya vb. devletlerin hem siyâsî, hem de finansman bakımından destekledikleri misyonerler, sözde sosyal ve kültürel görünümlü müesseseler açmışlardır. Bunun da Osmanlı Devleti’nin çöküşüne, parçalanmasına ve yıkılmasına zemin hazırladığı kuşkusuzdur.
Dostları ilə paylaş: |