Bitki Motifleri
Gora bitkisel motifleri arasında en çok rastlanan nakışlar lotus, gül, lale çiçekleri, yaprak, dal ve ağaç motifi, dikkat çeker. Özellikle 19. yüzyıl mezar taşlarında bazı baroklaşmış yaprak motifleri ile de karşılaşılır. Bitkisel motifler merkezi kompozisyonlar, bordürle veya tekli motif olarak tekrarlanmak suretiyle uygulanmıştır. Eski Budist inanışta lotus kutsal bir çiçektir ve kökü toprakta, bedeni suda, çiçeği su üstünde yani havada açan lotus çiçeği Budha'nın tahtıdır. Evrenin bütün güçlerini, seslerini, sayıların, sosuz ışığı ve mutlak temizliği ifade eder. Türk sanatındaki adı, "Nilüfer" çiçeğidir. Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra Nilüfer çiçeğinin yanında Hz. Muhammed'in simgesi olarak "Gül" ün de Türk sanatındaki tasvirlerde yaygın şekilde yerini aldığı görülmüştür. Ayrıca ilerleyen zamanlarda, "Elif harfine eş sayılıp, "Allah" kelimesinin yazılışını ifade ettiği için "lale" de önemli çiçekler arasına katılmıştır. Bitkisel motiflerin çoğu sadece süs unsuru olarak değil, aynı zamanda tabiat kültleri ile de bağlantılı olarak kullanılır. Örneğin hayat ağacı ve dağ motifleri bu konuyla bağlantılıdır. Oğuz Kağan destanında, Oğuz Kağanın Gök, Dağ ve Deniz adında çocukları vardır. Kıpçakların, Uygurların ve Yakutların türeyişi bir ağaç aracılığı ile gerçekleşmiştir. Türkler ana yurtlarındaki yüksek dağlara "Tanrı Dağları" adını vermiştir. Türklerden bahseden Çin kaynaklarına göre, Yer ve gök tarafından kutsanan evrensel hükümdarın mihrabı Tanrı (Tienşan) dağıdır.105 İler Türk topluluğunun bir soy ağacı vardır. Yine eski Türk inanışlarında evrenin merkezinde bir "Dünya ağacı" vardır ve bu ağaç göğün katlarına kadar uzanır. Şaman gök yolculuğunu bu ağacın katlarına çıkarak gerçekleştirir. Bu inanış ve mitler. Bir çok Türk topluluğunda dağ ve ağaç kültü ile ilgili inanışların göstergesidir. Bu nedenle bunlarla ilgili motif ve temalar Türk sanatında her dönemde sıklıkla kullanılmıştır. Gora nakışlarında dağ motifi, yaşadıkları dağlık bölge ve bölgenin kendileri için ifade ettiği mitsel inanışlarla ilgili olarak yaygın bir şekilde görülür. Bu motifin güzel örnekleri, özellikle halı, çorap ve kıyafetlerin işleme motiflerinde karşımıza çıkar. Benzer motifleri Anadolu halı ve kilim nakışlarında da görürüz. Aynı şekilde "hayat ağacı" veya "dünya ağacı" motifi de işlemelerde ve mezar taşlarının tepeliklerinde görülür. Başka motiflerle kompozisyon şeması oluşturan bu düzenlemelerde ağacın iki yanında kuşlar yer alır.106
Bosna Bayrağı
Boşnak (Bosna) bayrağı (iç harpten önce) mavi zemin üzerine altın zambak (şekil 19) ya da yeşil zemin üzerine beyaz ay yıldızdır (şekil 20). Şehirlerin sokaklarında duvarlara aynı duvara yan yana asılan yeşil beyaz ay yıldızlı, 1992-1995 tarihli basit ağaçlar üzerine ay yıldız işlenmiş taşlar dikili yeni mezarlar ve kavuklu Osmanlı tipi eski mezarlar, çiçekli, bol mermerli bakımlı Hırvat ve Surp mezarlıklarından ilk bakışta ayrılır.107 Günümüzde Boşnak mezarları da yem yeşil çimemler arasında ay-yıldız işlenmiş taşlar ve başlarında kırmızı çiçekleri ile yaşayanları imrendirmektedir. Bosna kültürü Kuzeyden ve güneyden Türk Kültürünün devamı olarak zambak çiçeğini diğer Türk motifleri ile yaşatmaktadır.
Hikmet Polat’ın hazırladığı Cevat Rüştü’nün “Türk Çiçek ve Ziraat Kültürü Üzerine” yazılarını derlediği çalışmada zambak (zanbak) üzerine detaylı bilgi verilmektedir:
Güzel kokulu çiçeklerden: zanbaklar
Şark ve Garp şairleri muvacehesinde zanbak Muhtelif envai'- Ziraati Zarif bir uzunluk arz eden narin bir gövde üzerine konmuş, göz kamaştıracak derecede saf, duru bir beyazlık ile etrafa adeta bayıltıcı, hoş bir koku saçan tüveyçleri ile zanbaklar, güllerden sonra çiçek sahnesinin güyâ tabiî bir serdârı, hakimidirler. Yüksek boylarıyla mevsim çiçeklerinin hemen üzerlerinden bakarlar. Turuncuya bakar sarı renkteki gubar-ı tal'larının tüveyçler, çiçek yaprakçıkları içinde o kadar cazip bir duruşları vardır ki koklamak için onların burunlarımızın ucunu boyayacağını aklımıza bile getirmeyiz; hemen koklarız; defalarca koklarız. O ne inşirâh-bahş, o ne kibar, o ne güzel bir kokudur. Fi'lhakika, zanbak rengindeki sarılık nisbetinde şeklen mütevazı değildir. Belki diğer çiçeklere baş kaldıracak derecede güzelliğine mağrurdur. Zanbak güzel şekli, latif kokusuyla Şark'ta şairlerin cidden medh-ü sitayişine mazhar olmuş bir çiçekti. Hiç şüphesiz gül kadar kendinden bahsettirmek hususunda iptizale uğramamış, lâle kadar millî çiçeklerden addedilmemişti. Fakat herhalde onun mergu-biyetinde de bir müstesnalık vardı. Garp'ta bu müstesnalık pek bariz bir şekilde göze çarpıyordu. Çünkü orada heybet ve mehabetin, şevket ve ceberrutun en zarif, en tabiî bir timsali idi. Hatta Fransızlar "gül çiçeklerin kraliçesi (Reine des Fleurs) ise, zanbak kralıdır" diyorlardı.108 Zanbak, aynı zamanda iffet ve ismetin pâk-dâmenligin, safiyet ve masumiyetin de bir timsaliydi. Uzun zamanlar Fransa'ya "Empire des Lis: Zanbaklar İmparatorluğu" denilmedi mi?... Eski bazı lejantlara göre Tulipak muharebesinde meşhur Flovis'e Cenab-ı Hak tarafından gönderilen bir melek zanbak takdim etti. Charlemagne bahçesine keza zanbaklar dikilmesini emretti. Eski Fransız krallarının zırh altına giydikleri mavi gömlekler altın sırma ile işlenmiş, zanbaklarla süslenmişti. Fransız müverrihleri kadîm Fransız armaları üzerinde görülen üç işaretten birinin zanbak olmasında ittifak ettiler. Âsâr-ı atîka ulemâsı meselâ Faramon'un miğferinin sorguç kısmındaki şekli bir kurbağa zannettiler. Bazıları da 1655'de Tournai'de Childeric'in mezarı içinde keşfedilen diğer bir miğferde bu şeklin bir "altın arı" olduğunu söylemişlerdi. Fakat bilâhare yapılan bir tetkîkatta, bunun zanbak çiçeğine olan müşahebeti, bütün müverrihler ve arkeologlar tarafından tasdik edildi. Eski Fransız kralları sikkeler, paralar hatta mühürler, kalkanlar üzerine zanbak resmettiriyorlardı. Philippe August kendi bayrağını bir zanbak resmiyle süslettirmişti. Hatta St. Louis süsenler, zanbaklarla beraber kendi zevcesinin ismine telmihen "Margarit: Papatyalardan mürekkep bir iklîl şeklinde Fransa arması yaptırmıştı. Fazla olarak o girân-bahâ bir safir üzerine bu arma ile beraber "bu halkadan başka aşkı bulmağa muktedir miyiz?" ibaresini hâkkettirerek bununla bir yüzük imâl ettirmişti. Fransa'da Beşinci Charles'a, hatta 1830 tarihlerine kadar hanedan armalarında zanbak görülüyordu. Fransa Inkilâb-ı Kebir'inde bazı ifratkârâne harekâta muhalefetten dolayı darağacında can veren meşhûr şair Roche uzun zamanlar devam eden hapishane hayatında kendi pek sevdiği kızının gönderdiği çiçeklerle vakit geçirir, onların temâşâsından hazin bir zevk duyardı. Bir gün bedbaht şair bu çiçekler içinde pek çabuk kuruyan bir zanbağı kendi aziz çocuğuna gönderdi. Zanbak, masumiyetin timsali değil miydi? O, bununla kendi lekesiz ruhunun beyazlığını, kara talihinin pek çabuk kuruyan bir zanbak gibi hazîn olduğunu anlatmak istiyordu. Tam ölümünün arefesinde, son bir hatıra olmak üzere kızına, zevcesine kendi resmini de göndererek altına "Maddiyâtın kıymetli ve tatlı oluşuna meş'üm birkaç gölgenin yüzümü karartmış olmasına taaccüp etmeyiniz. Çünkü muktedir bir sanatkâr, bu tasviri resmederken darağacı beni bekliyor. Ben de sizi düşünüyordum." ibaresini yazmıştı.109Gül İrepoğlu, “Lâle, Doğada, tarihte, Sanatta,” adlı eserine lâle hakkında bilgiler verirken zambak hakkında de bilgi vermektedir: Avusturya elçisinin 1651 yılında Sultan IV. Mehmed'e (hük. 1648-1687) ilettiği armağanlar arasında bulunan her birinden dörder tane olmak üzere on adet makbul lâle soğanıysa, İstanbul'da lâleye olan ilgiyi artırır. Bu lâlelere kökenlerinden dolayı Lâle-i Frengi denecektir. Bir de çiçek merakının aralıksız sürdüğünü gösteren Çiçek Encümen-i Dânişi, yani Çiçek Akademisi kurulacaktır bu av düşkünü, kırları seven padişahın zamanında Bu dönemde Edirne'de 450 bahçenin bulunması,16 çiçek sevgisinin açık bir göstergesidir. Evliyâ Çelebi 17. yüzyıl İstanbul esnafını anlatırken lâlelerin ve diğer çiçeklerin yaşamın bir parçası olduğu izlenir. “Meş'aleciler esnafı meşaleleri içre çeşitli çiçeklerden sümbül, erguvan, lâle, reyhan doludurup meşale sapları atlaslarla sarıp...” Çelebi, İstanbul dışında, Anadolu'da ve İran'da gezerken rastladığı lâleri tek tek aktarmaktan geri durmaz; anlatımından örneğin Bitlis, Diyarbakır ve Van çevresinde bolca lâle yetiştiği anlaşılır: “Bitlis'te bu bağda olan tarla tarla gül, sümbü, reyhan, menekşe, erguvan, zerrin, nebatî, deveboynu, küfün, şakayık, müşk-i rümi, karanfil, gül, zambak, süsen, nergis, buhur-i meryem, yasemen,, lâle, gül hatmi ve bunun benzeri binlerce çiçekler var ki tarla tarla zemini tarh edip zerrinin (fulya) hoş kokusundan ve diğer çiçeklerden insanın dimağı kokulanır...., kaya eteğinde bir çemeuzâr ve lâlezâr zeminde...” Büyük gezgin, kentlerdeki bahçelerin yanı sıra çoğunlukla dağlık, kayalık zeminlerde lâleye rastladığını vurgular, bunlar kendiliğinden biten yaban lâleleridir: “Diyarbakır Kara Amid Kalesi... Gerçi yalçın kaya üzerindedir ama yüksek dağın en tepesi geniş yeşillik ve lalelik bir alandır...” Diyarbakır'dan Van'a doğru çıktığı yolda da hep lâleler: “Bir lâlezâr ovada bağlı ve bahçeli mamur Yanneni köyüdür... “... Küya kaya üzerinde olduğundan hendeği yoktur. Fır dolayı büyüklüğü malumum değildir. Zira meşhur büyük kalelerden olmadığından adımlamadım, ama kalenin kuzey tarafında bir yeşillik ve lalelik yerde bin kadar pak toprak ile örtülü mamur haneleri vardır, tamamen bağ ve bahçe içindedir.”Gezginin geçtiği Erdebil yakınlarındaki Nihâvend'de, Kâşân kentinde ve Rey kentinde de lâle yetiştiği görülür:” “Nihâvend şehrinin içinde bir bağ kenarında bir yeşillik ve lalelik yerde...” ; “... göklere baş çekmiş bir yüksek dağ olan Kin Kupan’ı eteğinde 2 fersah uzaklıkta bir çemenzâr, lâlezâr, gül-i gülistanlı, bağ ve bostanlı ovada... “... Demâvend Dağının batı tarafında bir çemenzâr ve lâlezâr geniş ovada Bursa şehri gibi dalgalanıp kat kat direkli irem bağları gibi gönül şenlendiren bir mâmur Rey şehridir.”110 Evliya Çelebi Edirne'yi anlatırken Çelebi Sultan Mehmed zamanından kalan Ulucami'nin bahçesinden söz ettiğinde "O nurlu cennet bahçesi gibi bahçede ekili olun menekşe, lâle ve erguvanın güzel ve hoş kokusu cemaatin dimağını kokulandırır... " der. Edirne'deki hasbahçeyi de şöyle tanımlar: “Edirne şehrinin kuzey tarafı dışında bir alçacık yeşillik ve lalelik zeminde Tunca Nehri her tarafını kuşatmış ada ada bir genişçe verimli havadar arsaya kurulmuş Osmanoğlu bahçesidir. ….. Edirne şehrinde olan çiçek türünden gül, sünbül, müşk-i Rumi, lâle, menekşe, sünbül-i Hitayı, reyhan, yasemen, gül, erguvan, zerrin, nergis, zanbak, nesrin, şebboy, şakayık (gelincik), karanfil ve bunların benzeri nice bin çeşit misk kokulu çiçekler ile bezeyistan olmuş bir bahçedir."111
Sonuç
Çiçek sevgisi ve ilgisi Türk kültür tarihinde önemli bir yer tutar. Çiçekleri çok seven ve onları büyük bir özen ve titizlikle yetiştiren milletimizin duygularındaki inceliği ve zarifliği, hatta güzele olan tutkunluğunu yetiştirdiği çiçeklerde görmek mümkündür. Çiçeklere karşı olan bu tutku ve sevgi köylüsüyle şehirlisiyle, fakiriyle zenginiyle bütün milletimizde rahatlıkla görülüp hissedilebilir. Ayrıca milletimiz çiçeklere karşı olan sevgisini bütün hayatına yani evine, bahçesine, mânilerine, türkülerine, şarkılarına, çeşitli sanat eserlerine, atasözleri ve deyimlerine yansıtmış ve çocuklarına isim olarak da vermiştir. Türk Toplumunda, zambak (su zambakları lotus/ nilüfer), zambakgillerden lâle ve İslâm irfanında Hz. Peygamberi (S.A.V) remz eden gül ilahî bir hüviyet kazanmıştır. Hindistan, Türkistan, Kafkasya, Ön Asya, Kuzey Karadeniz, Anadolu ve Balkanlar, Doğu Avrupa coğrafyasında bu çiçekleri sadece Türklerin çiçek sevgisine bağlamak eksik olur. Mutlaka kozmogonik anlamlarını tespit etmemiz gerekmektedir. Emel Esin’in çalışmalarında bunların bir kısmını görmüş bulunmaktayız. Türkistan ve Kafkasya’da yurtların (çadırların) girişinde, nakışlarda ev eşyalarında işlenmiş olması da bunun soyut (mücerret) anlamları ile alakalıdır. Göktürk mezarına girişte resmedilmiş nilüfer çiçeği göğe, sonsuz hayata geçişi vurgulamak için yapılmıştır. Ön Asya’da İmam-ı Azam, Abdulkadir Geylani ve nice alimlerin sandukalarının etrafına sıralanmış alemlerin nilüfere benzerlikleri de bunun devamı niteliğindedir112. Karahanlı, Gazneli, Memluklar, Zengiler, Selçuklu’da görülen lotus deseni ve stûpa (zambağa benzer) kubbeleri “GökTanrı” ve “Uygur Buda” dinlerinden “İslâm’a” geçen Türklerin iyiliğin, güzeliğin, şifanın, Hakk kapısının, Cennet yolculuğunun vb. temsili olmuştur. Stûpa (zambağa benzer) şeklindeki kubbeler Anadolu, Ön Asya ve Balkanlara kadar taşınmıştır. Çiçeklerin şekilleri, tamgalara/yanışlara yüklediği anlamlarının büyük bir kısmı üzerlerindeki örtünün kaldırılmasını beklemektedir. Örneğin ecdadımız tarafından zambak ailesinden “lâle” ile “Elif” arasında benzerlik kurulmuştur. Ebced hesabına göre ikisi de 66 sayısını vermiştir. Hakk’ın yaratıcılığını simgelemiştir. Lâle Tanrı’nın birliğini anlatır. Her lâle soğanı sadece bir sap ve bir çiçek verdiğinden lâle Tevhid işareti sayılmaktadır. Aynı zamanda lâle, hilâl anlamına da gelmektedir.113 Zambak’ın, gök kubbeyi simgelemesi, yayına yerleştirilmiş ok temsili, Budist Uygurlarda Sakalardan (İskitlerden) gelen Buda’nın oturan simgesi Sanat tarihçileri ve Folklor araştırmacılarının ilgileneceği bakir sahalardır. Boşnakların, Goralılar, Torbeşlerin ve Doğu Avrupadaki Türk Bakiyelerinin zambak motifleri de Doğu Türklüğünün batıdaki mirasçılarıdır. Gök Tanrı dininden Bogomil inancına ve daha sonra İslâm’a geçmiş Osmanlı öncesi “Doğu Avrupa ve Balkan Türkleri zambağının” kökleri Pazırık'taki Kurgan'dan çıkan, duvara asılmak üzere yapılmış keçedeki Özek/Alem/Koçmuyuz yanışları ile, Göktürklerdeki zambak/nilüfer çiçeğinden gelmektedir. Bu çiçek, yanış, damga ve alemlerin doğudan batıya anlamlı birlikteliklerini gelecek nesillere ilmî ve irfanî boyutlarıyla anlattığımızda; “Türk Kültür Coğrafyasının gök kubbesi” gök bayrak gibi aynı maviliğe bürünecektir.
Dostları ilə paylaş: |