Türkiye’de Çağdaş Anlamda


Yenileşme Zihniyeti Bakımından Tanzimat Romanının Anlamı / Yrd. Doç. Dr. Yunus Balcı [s.189-194]



Yüklə 13,38 Mb.
səhifə19/106
tarix26.08.2018
ölçüsü13,38 Mb.
#74397
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   106

Yenileşme Zihniyeti Bakımından Tanzimat Romanının Anlamı / Yrd. Doç. Dr. Yunus Balcı [s.189-194]


Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Zihniyet, günlük dilde bir düşünce hâlini, tutum, örf ve adetlerle otomatik olarak birleştirilmiş bir olayları görme biçimini ifade eder. Bir taraftan davranışları, bir taraftan dünya görüşlerini ve diğer bir taraftan ise davranışların dayandığı temel ilkeleri, kavrama biçimlerini birbirine bağlar. Aynı zamanda zihniyet, bir inanışlar sistemiyle bağlantılı psikolojik temayüllerin bütünüdür. Temayülleri fiiliyata dönüştürüp belirleyen ilkeler grubu veya mantık temelleridir.1

Bir çağın zihniyetini, ne kadar şahsî olurlarsa olsunlar edebî ürünlerden de anlamak mümkündür. Diğer bir anlamda kendisini açıklayan bir belge durumundaki bu dil ve anlam formlarında belli başlı davranış şekillerini, insan, toplum ve daha da çoğaltılabilecek unsurlar etrafındaki karakteristik özellikleri, değer ve inançlar toplamını bulabiliriz.

Bir bakıma sosyo-kültürel kişiliğimizin söz ve yazı hâlinde kendini dışa vurması demek olan edebiyat, bazen kendisi toplumu belirlemekte, bazen de toplumla biçimlenmektedir; fakat hangi suretle olursa olsun sosyal edebiyat varlığımızı olduğu gibi aksettiren ifade ve sembollerin toplamıdır.2 Bir dönemin toplumu yeni baştan kurulurken, diğer sanat ürünlerinin yanı sıra edebiyat metinlerinin -ister sözlü, ister yazılı- insan ve sosyal yapıyı dönüştürücü ve yeniden üretici fonksiyonu inkâr edilemez bir gerçeklik hâlinde karşımıza çıkar. İslâmiyet’in kabulünden Batılılaşma dönemine kadar geçen zamanda, metin3 ve sosyal yapı arasındaki dönüştürücü ve birbirini üretici ilişki âşikardır. Bu süreç, Tanzimat’tan sonra bu kez farklı tarzda bir fert ve toplum üretimi niyetiyle yeniden başlatılmak istenir.

Bu açıdan bakıldığında insanın yarattığı şeyle, edebiyat çerçevesinden bakıldığında ise yazarın yazdığı metinle birebir bir ilişkisinden bahsedilebilir. Diğer bir anlamda metnin, kendisini yazanın yansıması olduğu söylenebilir. Metin ve yazar ilişkisi, belli bir toplumda yaşayan ferdin dünyası düşünüldüğünde metin ve toplum, metin ve millet, metin ve zaman, metin ve medeniyet ilişkisine dönüşür. Böylece edebî ürün toplum ve mekanla hem senkronik ve hem de diakronik bağlantıları bulunan, kendisinin dışına taşıp onganik bir hayatiyet kazanan bir alan kimliği edinir.

Batı’da modernizm, Ortaçağ toplumunun ve dünya görüşünün farklılaşmaya maruz kalmasının doğurduğu problemlere ve Ortaçağ’ın hâkim düşünme biçimlerine tepki şeklinde ortaya çıkar. Kendisinden önceki Tanrı’yı merkez alan ve gerçeği ilâhi kaynaklar yoluyla tanımlamaya çalışan düşünce biçimlerine karşılık, insan ve onun aklını, iradesini esas alan, insan çerçevesinde bir düşünce biçimini kabul etmektedir.

Modernizmin başlangıcının üç temele dayandığından bahsedilir. Rönesans, Reform ve yeni kıtaların keşfi. Bunların bir devamı olarak Sanayileşme ve Aydınlanma düşünülebilir… Modernleşmenin bu süreci, kendi içinde etki tepki ilişkisiyle ilerleyen bir mantığı doğurur. Modernizm bir mümkün ideal toplum teklifinde bulunur ve buna göre mümkün en ideal toplum rasyonel toplumdur.

Bu ideal arayışı tabii olarak edebî metne de yansır. Özellikle kurguya dayanan metinler, bir ideal dünya sunma bakımından modernleşmenin aracı haline gelirler. Bu noktada roman türü, bilimlerin ve felsefenin gelişmesiyle mükemmel toplumu ve insanı aramaya, kavramaya girişirken, aynı idealleştirme edebî metnin formunda da kendini gösterir.

Batı’da ilk örneklerinden başlayıp Balzac, Stendhal, Dostoyevski’yle devam eden Joyce, Proust’a, Butor’a Sartre’a, Camus’ye kadar gelen süreçte metin ve muhtevadaki bu değişmeyi görmek mümkündür.

Türkiye’nin karşılaştığı Batı kültürü de modernizmin bir ürünüdür ve ideolojik, teorik, estetik ve toplumsal kökleri Rönesans’a, Reform’a ve Aydınlanma’ya dayanmaktadır. Dolayısıyla ideal bir toplum ve fert kurma anlayışı, Tanzimat’la hem fikrî, hem de edebî boyutta toplumumuza yansır.

Edebî metin boyutunda tercümelerle başlayan modernleşme, daha doğrusu Batılılaşma süreci Türk toplum hayatında da ideal yani rasyonel toplumu ve ferdi oluşturabilme niyetiyle telif eserlerle devam eder ve Batı’da olduğu gibi Türk edebiyatında da bu rolü kurgusal metinler, çoğunlukla da roman üstlenir.

Tabiî olarak doğuyu Batıdan farklı kılan değerler çerçevesinde doğulu insanın da kendisini ifâde ettiği metin türleri ortaya çıkmıştır. Bizim de içinde bulunduğumuz medeniyet dairesi düşünüldüğünde Şark-İslâm kültürüyle yoğrulan insan, romanın Batılı toplumlarda yaptığı vazifeye benzer bir görevi halk hikâyelerine, destanlara, mesnevîlere, kıssalara yüklemiştir. Bu türlerin romandan teknik, şekil ve nitelik bakımından farklı oluşu, bunları ortaya çıkaran insanın dünyaya, öte dünyaya, kendisine bakışının Batılı insanla aynı olmamasından kaynaklanmaktadır. Batı karşısındaki çözülme dönemi ise, skolastik düşünceye has katılaşmış sosyal formların, otoriteye bağlılığın ve geleneksel katı çerçevenin kırılması gerekliliğini ortaya çıkarmış ve bu durum fertçi, liberal bir görünüşle sosyal hayattan edebî metne de yansımıştır.

Böylece Tanzimat’la resmi bir kimlik de kazanan yenileşme süreci, iki farklı algı kalıbının aynı fert zihninde yer etmesine, dolayısıyla zihniyet çatışmasına ve metinler arası savaşa dönüşür.

Başka bir açıdan, ister dünyevî, ister dinî içerikli olsun; kahramanları ister insan, ister sembolik varlıklar olsun şevk ve hicran duyguları etrafında dönen, belirli bir vaka anlayışı içerisinde kalıp çerçevesini kıramayan metin tevekkül ve teslimiyet yüklü kahraman ile Batı’da, Ortaçağ sonrasında ortaya çıkan içe dönük araştırıcı göz ve psikolojik tecessüs sahibi,4 kadere karşı koyma fikriyle yüklü prototip kahramanı taşıyan Batılı form ve insan karşı karşıya gelir.

Bir iletişim vasıtası olarak gazete, tiyatro, hikâye, roman gibi yeni edebî türler, beraberlerinde kültür hayatımıza ait olmayan bir tecrübeyi de getirirler. Özellikle gazete, tiyatro ve romanın toplumu değiştirmeye yarayacak imkânlarının çok olması, bunların yaygınlaşmasına yol açar. Ancak Batı kaynaklı bu yeni ürünlerin gözde duruma gelmesi, eski türlerin bunlar karşısında geriliklerini iddia etmek gibi bir antitezi de ortaya çıkarır. Nitekim çoğunluğu edebiyatçı olan Tanzimat’ın ilk aydınları yeninin kurulabilmesi amacıyla eskinin ömrünü tamamladığından sık sık söz açmışlardır. Ayrıca, kendimize ait yeni bir dünya görüşünün oluşturulması için eskinin, kendilerince faydalı buldukları taraflarını devam ettirmek gerektiğini de düşünmüşlerdir. Bu noktada Şinasi’nin “Garb’ın fikr-i bikri ile Şark’ın akl-ı piranesi”ni birleştirmek isteyen düşüncesinin, Tanzimat aydınlarının etrafında birleştikleri ortak görüş olduğu görülmektedir. Edebiyatla sınırlı kalan bu tavrı, romana geçildiğinde, bütün hayatı içine alacak bir şekilde bulmak mümkün olmaktadır.

Çünkü Tanzimat aydınları sadece Batı’nın edebiyat kültürünü almakla modernleşilemeyeceğini bilmektedirler. Bundan dolayı da halkın zihniyetini değiştirebilecek, bütün sahaları çerçeveleyebilen bir yeniliğin peşinde olmuşlar ve bu yüzden de romanı önemli bir tür olarak görmüşlerdir. Çünkü onlar için en temel problem, halkın eğitilmesidir ve halka ancak bu çeşit edebiyat türleriyle ulaşılabilir.

XIX. yüzyılın Batılılaşma politikaları, Batı edebiyatları içinde ortaya çıkan roman türünün Türk edebiyatında da yer bulmasına yol açar. Bunda, romanın sosyal bir fonksiyonunun olması, birinci derecede etkili sebeptir. Bu durum Tanzimat’ın Batılılaşma zihniyetiyle paralellik gösterir. Çünkü Tanzimat devrinin ister idareci, ister edebiyatçı olsun, düşünen insanları, uygarlaşmanın ancak halkı aydınlatmakla, Batılı bir toplum oluşturmakla mümkün olacağına inanırlar. Halka ulaşmayı sağlayacak her aracı bu maksatla kullanmak isterler. Etkileyiciliğinin fazla olması dolayısıyla edebiyat eserlerini, bunlar içinde de düşüncenin rahatlıkla ifadesine meydan veren nesre dayalı türleri tercih ederler. Böylece Tanzimat’tan sonra edebiyatımıza roman, tiyatro, makale gibi yeni türler ve gazete girer.5 Bunlar dolayısıyla edebiyatımızın çehresi değişir; bu yeni türlerin taşıdığı Batılı değerler, toplumda yer etmeye başlar. Tanzimat’ın özünü oluşturan yeni bir insan tipi ve yeni bir toplum anlayışının temelleri atılmış olur.

Bu yeni türler içinde roman, öncelikli bir yere sahiptir. Gazete ve tiyatronun belirli sınırlar içinde kalması, romanı ön plana çıkarır. Çünkü romanda kişiyi ve toplumu ilgilendiren her şey yazılabilmekte, toplum ve fert için yeni roller belirlenebilmektedir. Zaten ilk yerli romanlarımızın çoğunlukla sosyal içerikli oluşları bunu gösterir. Ancak, bu ilk romanlarda orta oyunu, meddah, halk hikâyesi gibi geleneğe bağlı türlerden gelen etkiyi de unutmamak lâzımdır.

Roman, Batı edebiyatlarında Ortaçağ’dan beri görülegelen ve bütün hayatı kucaklayabilen bir türdür. Batılı roman kuramcılarına göre bu tür, Batı’da yeni bir ideoloji olarak kabul edilen liberalizmin ve yeni bir epistemoloji olarak ortaya çıkan ampirik pozitivizmin temel ilkelerini taşımaktadır6 ve arkasında Ortaçağ’dan itibaren Batı’nın geçirmiş olduğu sosyal mücadeleler, bilim ve felsefe alanlarındaki gelişmeler yatmaktadır.7 Pek çok Batılı araştırıcıya göre roman bir orta sınıf metnidir. Bu hem romanın özünden, hem de Batı’da ait olduğu sınıftan kaynaklanmaktadır: Bir metin olarak roman davranış ve ahlâkî değerler bakımından hassas orta sınıf okur-yazara seslenir. Bu okuyucu, altındaki tabakanın kabalığının, üstündekinin ise tembelliğinin farkındadır ve kendisini onlardan farklı görür. Buna göre “roman, yansıttığı değerler bakımından Richardson’da olduğu gibi, ya orta sınıfın arzu ve korkularını yansıtmalı veya Jane Austen’in eserlerinde olduğu gibi orta sınıf yaşama tarzını teklif etmeli veya Flaubert’in yaptığı gibi orta sınıfı eleştirmeli veya Emily Bronte ve Conrad’ın eserlerinde olduğu gibi orta sınıfı fon olarak kullanıp ona karşı geliştirilen yeni değer sistemlerini aramalıdır.”8 Nitekim Tanzimat romanının orta sınıf insanları hedef aldığı ve böylece hem alttaki kalabalıklara eğitici, hem de üst elite yönlendirici bir fonksiyon icra ettiği; gerek edebiyatımıza çevrilen ilk romanların ve ilk telif romanlarımızın bu zemin üzerinde yükseldiği görülür.

Batılılaşmayla gelen yeni türler içerisinde özellikle roman, bir nevi modern bilincin taşıyıcılığını üstlenir. Batı kültürünün karakteristik özelliklerini ve bilhassa Ortaçağ sonrasında çöken organik toplum anlayışının karşısında yer almaya başlayan dinamik insan ve toplum anlayışını; sadece müesseselere dayalı bir süreci değil, aynı zamanda modernizmin temel dayanaklarından rasyonel bir “bireyselleşme”yi de beraberinde getirir.9 Batı’da ortaya çıkış şartlarına bağlı olarak dinî inançların zayıflayıp yerini dünyevi ahlâka bırakması, insan şahsiyetinde parçalanmaya yol açması da bunlara eklenebilir.

Nitekim Tanzimat romanıyla beraber geçmişe karşı bir hafıza kaybı, toplumsal psikolojinin bir yansıması olarak genel bir sendrom hâlinde bellek yitimi başlar ki bu, roman yazarının ürettiği bir hastalık şeklinde geçmiş yüzyılları kuran insan tipinin bu yeni türe dahil edilmemesiyle başlayıp toptan bir inkârla devam eder. Tanzimat romanıyla kökleri Batılı hayatta bulunan insan tipleri, kurulmak istenen yeni sosyal hayata birer örnek olmak üzere, yine bu yeni insanın ve toplumun bir metni olduğu düşünülen roman vasıtasıyla, bir vitrin mankeni hayatiyetiyle dünyamıza girer ve ancak Servet-i Fünûn romanında canlılık kazanır. Bu ilk romanlarımıza dikkat edildiğinde geleneğe bağlı hayatı üst seviyede bir prototip halinde temsil eden birinci derecede bir roman kahramanına rastlayamayız. Çünkü, geleneğe bağlı bir insan tipinin ön plana çıkarılıp yeni toplum için bir prototip seviyesinde sunulması, bu tipin beraberinde getireceği eski değer anlayışlarını da canlandırmak anlamı taşıyacağından, bundan büyük ölçüde kaçılmıştır.10

Bir devrin bütün psikolojik, ahlakî, felsefî, dinî, sosyal, estetik, siyasî ve hatta ekonomik özelliklerini vermek, tanıtmak; insanı, toplumu, tarihi yargılamak; öğüt vermek, yönlendirmek gibi daha da arttırılabilecek pek çok özellikleriyle roman, Tanzimat yazarlarının dikkatini çeker. Gerçi Halk Edebiyatı’nda ve Divan Edebiyatı’nda buna benzer nesir ve şiir türleri vardı, ama bunlar klâsikleşmiş yapıları içerisinde gerçek insanı ve toplumu ifâde etmekten uzak oldukları gibi, ilahî aşk veya romantik aşk, ahlakî öğüt vermek gibi klişeleşmiş konuların dışına da çıkamıyorlardı. Belirsiz zaman ve mekânlarıyla, psikolojik derinliği ve canlılığı olmayan kişileriyle, mazmun ve secilerle yüklü dilleriyle yüzyıllardır kendini tekrar eden bir manzara gösteriyorlardı.

Dolayısıyla roman türü böyle bir ortamda kendisini gayet kolay kabul ettirir. Nitekim Fenelon’un Telemak’ı ile başlayan çeviri çalışmalarını Victor Hugo’dan, Daniel Defoe’dan, Alexander Dumas Pere’den, Lesage’dan, Chateaubriand’dan, Bernardin de Saint Pierre’den yapılan diğer çeviriler takip eder. Bu romantik özellikleri ağır basan ilk tercüme romanların ardından, yine bunlara benzetilerek yazılmak istenen yerli romanlar gelir. Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Tal’at ve Fıtnat; Namık Kemal’in İntibah ve Cezmi; Ahmet Midhat Efendi’nin ise bu sahada oldukça büyük bir sayıya varan eserleriyle başlayan yerli roman, Batı’daki örneklerine gerçek anlamda ulaşamasa bile, günümüze kadar büyük bir gelişme gösterir.11

Tanzimat romanı, Ahmet Midhat Efendi ve Namık Kemal’in etkisinde gelişir. Özellikle Ahmet Midhat Efendi’nin popülist bir tavırla eski hikâye üslubunu ve Batılı hikâye tarzını birleştirmeye çalıştığı romanları, halk arasında bir okuma kültürünün oluşturulması bakımından da etkili olur. Ahmet Midhat Efendi, romanı bir halk okulu, herkes için bir ansiklopedi, bir rahle-i tedris kabul eder.12 Bu bakış, Tanzimat’ın diğer roman yazarlarında da ana özelliktir. Tanzimat romancıları, Batılılaşma yolunda önemli saydıkları problemleri ve konuları halka aktarmak isterler. Bu konuların daha çok eğitim, toplumdaki yanlış adetler ve Batılılaşma etrafında kümelenmesi, Tanzimat’ın bu edebiyatçı aydınlarının içeriği ve bunun halk üzerinde yapacağı etkiyi dikkate aldıklarını göstermektedir.13 Ahmet Midhat Efendi’nin meddah üslubu ile anlattığı romanlarında bir üçüncü şahıs gibi sık sık araya girip botanikten halk adetlerine kadar ansiklopedik bilgiler vermesi; Namık Kemal’in İntibah’ın sonunda çıkarılması gereken dersi açıkça belirtmesi, bu tavrın delilleridir.

Sokağa tutulan bir ayna olarak kabul edilen romanın, ister doğrudan konu olarak seçsin, ister kişisel bir problem etrafında dönsün, toplumumuzun Batılılaşma sürecini yansıtması tabiîdir. Nitekim Türk toplumunda meydana gelen değişmelerin toplum ve fert üzerindeki etkilerini, bu değişmelerin kabul ediliş şekillerini, ilk örneklerden itibaren romanlarımızda görebilmekteyiz.

Bu ilk romanlarda, kurulması düşünülen yeni toplumda yer almaması gereken değerler ve insan tipleri yerilirken, onlara alternatif olanlar yüceltilir. Görücü usulü evlilikler, birden çok eşli evlilikler, yasak aşklar, esaret, yanlış eğitim yeni toplum hayatında yer almaması gereken konulardır. Bu ilk dönemde yazarlar kendilerini halkı aydınlatmak ve bilgilendirmekle görevli saydıklarından çoğu zaman bu ilk örnekler, didaktik bir özellik gösterirler.

Tanzimat romanında çoğunlukla yazarlarının medeniyet anlayışına bağlı olarak idealize edilen, Şinasi’nin ifadesiyle “Garbın fikr-i bikri ile Şarkın akl-ı piranesini” birleştirmeye, bir sentez oluşturmaya çalışan, toplumumuz için örnek gösterilen yeni dünya görüşünün de temsilcisi durumundaki sentez tipler ön plana çıkarılır.

Bu tipin en başında Ahmet Midhat Efendi’nin Rakım Efendi’si (Felatun Beyle Rakım Efendi) gelir. Nasuh Efendi (Paris’te Bir Türk), Resmi Efendi (Karnaval), Necati Efendi (Vah), Subhi Bey ve Hicabi Bey (Acaib-i Alem), Siranuş (Müşahedat), Şinasi (Bahtiyarlık), Vahdeti (Para), Mustafa Kamereddin (Demir Bey), Ahmet Metin (Ahmet Metin ve Şirzad), Rasih Efendi (Taaffüf), Abdullah Nahifi (Mesail-i Muğlaka), Nurullah Bey (Jön Türk) aynı tipin Ahmet Midhat Efendi’nin romanlarında ortaya çıkan değişik şekilleridir. Mizancı Murat’ın Mansur’u, Doktor Mehmet Efendi’si ve Zehra’sı (Turfanda mı Turfa mı?); Hüseyin Rahmi’nin İffet ve Latif’i (İffet) ile Razi Efendi’si (Şık) farklı yazarlarda devam eden aynı sentezci tiplerdir.

Tanzimat yazarları, Batı medeniyetini tanımanın bir Batı dilini öğrenmekle kolaylaşacağını düşündüklerinden bu sentez kahramanların hemen hepsi özellikle Fransızcayı ve Fransız edebiyatını çok iyi bilirler.14 Tanzimat yazarlarının Batılılaşma açısından önemli gördükleri diğer bir konu eğitim olduğundan, bu devir romanlarındaki kahramanların büyük bir bölümü özel yabancı hocalardan ders almışlar veya Avrupa’da eğitim görmüşler ya da ülkemizde yeni açılmış olan Avrupai eğitim veren okullardan mezun olmuşlardır.

Mesela Felatun Beyle Rakım Efendi’de olduğu gibi bu tip, İslami bilimlerin yanı sıra doğu kültürünün klasiklerini; öte taraftan Fransızcayı, kimya, anatomi, coğrafya, tarih, Batı edebiyatı15 gibi Avrupa kaynaklı bilgi alanlarını da kavrayan, kendi devri için ideal bir insandır:

“Sabahleyin Süleymaniye’ye medreseye gidip saat dörtte oradan çıktıktan sonra kaleme, bade kalemde aldığı Fransızca dersini takviye ile beraber bu esnada bir kat daha ileriye gitmek için Galata’da bir hekime giderek akşam saat birde hanesine gelen ve badet-taam Kazancılar mahallesinden Beyoğlu’na çıkıp yine hariciye kaleminden refiki bulunan bir Ermeni’ye Türkçe okutmak ve bu hizmete mukabil birçok Fransızca kitaplarını karıştırmak…”16 şeklinde özetlenen bu günlük faaliyeti Ahmet Midhat Efendi, daha ayrıntılı bir şekilde açarak Rakım Efendi’nin Doğulu bilimlerin yanı sıra Batılı bilgiye olan ilgisini şöyle anlatır:

“…Fransızcaya gelince. Bir kere lisanda rüsuh peyda eyledi. Bade, Galata’daki dostundan hikmet-i tabiye, kimya, teşrih-i menafi-ül azayı oldukça tahsil edip Beyoğlu’ndaki Ermeni dostunun kütüphanesinde dahi coğrafya, tarih, hukuk ve muahedat-ı düveliyeye dair lüzum derecesinin fevkinde dahi malumat topladı. Hele okuduğu Fransız romanlarının ve tiyatro-namelerinin (…) nihayeti yok gibi idi.”17

Ahmet Midhat Efendi’nin çizdiği bu sentezci tip, Tanzimat romanında daha sıklıkla karşımıza çıkar. Hüseyin Rahmi’nin sentezci kahramanlarından İffet ve Latif (İffet) ile Razi Efendi (Şık), Rakım Efendi çizgisini takip ederler. İffet romanında İffet, özel hocalardan ders almış; Fransızca, Arapça, Farsça öğrenmiş; Hugo’yu, Musset’yi, Lamartin’i okumuş kültürlü bir kahramandır.

Aslında bu yeni insan tipi, edebiyatımıza Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat romanındaki Talat rolüyle “cesur ve pervasız”18 biri olarak girer. Talat, davranışlarıyla örf ve adetleri hiçe sayar;19 geleneğe dayanan Osmanlı hayatına etki edebilmek için her yolu dener; kadın kılığına bile girer.

Tanzimat dönemi yazarları, Tanzimat’ın getirdiği Batılılaşma fikrinin öncülüğünü yaparlar. Eserlerinde dengeli bir doğu-Batı sentezini savunur; milli değerlerimizden kopmadan medenileşmeyi telkin ederler. Bu sentez anlayışının dışında kalanları ise birer tenkit ve teşhir unsuru olarak romanlarda ele alırlar. Özellikle de Batılılaşmayı yozlaştıran tipler, Tanzimat romanının kurmak istediği zihniyetin en temel düşmanı kabul edilir.

Yeni toplumun olumlu ve olumsuz tiplerinin karşılaştırmasını Felatun Bey ile Rakım Efendi romanında yapan Ahmet Midhat Efendi, moda halini alan alafranga düşkünlüğünün, toplumun sağlığı açısından zararlı olacağını, topluma yabancı tipler yetiştireceğini vurgulamak ister.20 Batılılaşmayı yanlış anlayan bu tipin toplumda ne kadar gülünç durumlara düşebileceğini göstermeye çalışır.

Batı medeniyetinin bizim için gerekli olmayan ayrıntılarını benimseyen bu tip, Ahmet Midhat Efendi’nin Felatun Beyle Rakım Efendi romanının yanı sıra Bekarlık Sultanlık mı Dedin? (Sururi Efendi), Paris’te Bir Türk (Zeka Bey), Karnaval (Zekai Bey), Vah (Behçet Bey), Bahtiyarlık (Senai ve Mansur Beyler), Para (Sulhi), Taaffüf (Tosun Bey) romanlarında da ele alınır. Bu tipin Recizade Mahmut Ekrem ve Hüseyin Rahmi’nin eserlerinde de işlenmesi, toplumda sayılarının oldukça fazla olduğunu göstermektedir.

Bu derinliği olmayan tipin sembol isimlerinden Felatun, Batılı olmayı çok şık giyinmek, Beyoğlu’nda eğlenip gösteriş yapmak olarak anlar. Halbuki o, züppe, müsrif ve tembel bir adamdır.21

“…Beyoğlu’nda elbiseci ve terzi dükkanlarında modaları göstermek için mukavvalar üzerinde bir çok resimler vardır ya? İşte bunlardan birkaç yüz tanesi Felatun Bey’de mevcut olup elinde resim endam aynasının karşısına geçer ve kendisini resme benzetinceye kadar mutlaka çalışır idi…”22

Recaizade Mahmut Ekrem de Araba Sevdası adlı romanında Felatun’la başlayan alafranga\züppe tipi devam ettirir.

Romanın kahramanı Bihruz, vezirlik ve valilik de yapmış olan bir Osmanlı paşasının oğludur. Babasının görev yerlerinin değişmesi sebebiyle doğru dürüst bir eğitim alamamış; bir süre İstanbul’da rüştiyeye devam etmişse de bitirmeden okuldan alınmış; Arapça, Farsça, Fransızca öğrensin diye özel hocalar tutulmuş; fakat aklı başka yerlerde olduğundan şımarık ve cahil yetişmiştir. “Araba kullanmak”, “alafranga beylerin hepsinden daha süslü gezmek”, “berberler, kunduracılar, terziler, garsonlarla Fransızca konuşmak” en büyük üç merakıdır.23

Recaizade de bu derinliksiz kahramanın ortaya çıkışında eğitim problemine temas eder. Bihruz, romanın başında alafrangalığı, akılsızlığı, cahilliği, gösterişçiliği, müsrif ve sık sık gülünç durumlara düşmesiyle Felatun Bey’i hatırlatır; ancak Araba Sevdası’nda daha çok Bihruz’un aşk anlayışı ile alay edilir. Bihruz’un yaşamak istediği aşk, kaynağını Fransız romanlarından alır. O, bu romanlardaki kişilere hayrandır. Okuduğu Paul ve Virjin, Kamelyalı Kadın, Ihlamurlar Altında gibi eserlerin etkisinde kalarak bu romanlardaki aşkı yaşamak, anlatılan hayatı taklit etmek ister. Bunlardaki trajik ve sentimantal tarafları, Lamartin’in Graziella’sı ve Manon Lescaut daha da pekiştirir. Yazar bir taraftan alafranga züppeyle alay ederken, diğer taraftan trajik sonlu sentimantal aşk anlayışını da hicv eder:24

“… Daha üç dört ay evvel Pol ve Virjin’i birlikte okudukları zaman bu iki tabiat çocuğunun hemen kendileriyle doğup, kendileriyle birlikte neşv ü nema bulan alaka-yı ruhaniyelerini (…) ne kadar tatlı tatlı tefsir ve takrir etmiş idi! Daha üç dört hafta evvel Lâ Dam o Kamelya’yı (…), Alfons Kar’ın Ihlamurların Altında namındaki romanını (…) Alman şairi Goethe, meşhur Verter hikâyesi (ni)… ne kadar ciddi bir tavır ile şakirdine tefhim etmişti!”25

Bu tipin, eserlerinde sıklıkla boy gösterdiği diğer bir yazar Hüseyin Rahmi’dir. Ancak o, Ahmet Midhat Efendi’den farklı olarak ideal sentez kahramanı ihmal edip olumsuz olanı gülünçlükleriyle göstermeye çalışır.26

Hüseyin Rahmi, bu derinliği olmayan tipi, gülünçlükleriyle pek çok romanında ele alır ancak; asıl konuyu alafrangalığın oluşturduğu bir diğer romanı Şıpsevdi’dir.

Romanın kahramanı Pehlevizade Meftun Bey, eğitim için uzun müddet Paris’te kalan, birşey öğrenmeden geri dönüp Erenköy’deki köşkünde alafranga hayat sürmek isteyen bir züppedir. Paris’ten dönüşünün ardından, ev hayatını her yönüyle Fransız usulüne göre düzenlemeye kalkar.27 Fikren hoppa, derme çatma bilgi sahibi, dirayetsiz, tavırları hep taklit, sahte; sık sık sözleri arasına Fransızca kelimeler katan, gelenekleşmiş hayatımızın her şekline karşı çıkan, tek gayesi alafrangalık olan, dejenere bir tiptir.28

Bütün bunlar gösteriyor ki teknik bakımdan ne kadar kusurlu olursa olsun Tanzimat romanı, yeni bir insan ve hayat görüşünün taşınmasında bir araç olarak önemli bir görev icra etmiştir.

Çünkü kurguya dayalı bir metin olması, gerek insan tiplerinin ve gerek hayat tarzlarının örnek alınmasında okuyucuya imkân sunmuştur. Dikkat çeken bir nokta Tanzimat romanında geleneğe bağlı hayatı temsil eden insan tiplerinin ön plana çıkarılmayıp bir sentezi ön gören kahramanların ve hayatlarının mutlak bir model olarak sunulmasıdır.

Diğer bir ifadeyle bu, toplumun metni üretmesi olarak değil, metnin toplumu oluşturması noktasında İslâmiyet’in kabulünden sonraki süreçle aynı özellikler gösterir. Bu noktada, Şinasi’nin kasidelerinde modernleşmenin seküler bir din gibi algılandığının da hatırlanması gerekir. Yani Tanzimat romanı, Türk toplumunun gönülden akıla; cemiyet ve cemaat esaslı toplumdan, ferdiyetini kazanmış insanların oluşturduğu bir sosyal yapıya, tradisyonaliteden fertçi, liberal bir görüşe dönüşme isteğinin belgesidir.

1 Alex Mucchielli, Zihniyetler, (Çeviren: Ahmet Kotil), İstanbul 1991, s. 17-18.

2 Sabri F. Ülgener, İktisadi Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet Dünyası, İstanbul 1981, s. 17.

3 Burada “metin”, yazılı eser değil; yazılı veya sözlü paradigmatik birlik anlamında kullanılmıştır.

4 A. Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, İstanbul 1992, s. 58-60.

5 Robert P. Finn, Türk Romanı (İlk Dönem 1872-1900) (Terc. Tomris Uyar), İstanbul 1984, s. 9-10.

6 Jale Parla, Babalar ve Oğullar-Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri-, İstanbul 1990.

7 Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s. 57.

8 Philip Stevick, Roman Teorisi, (Çeviren: Sevim Kantarcıoğlu, Ankara 1988, s. 4-5.

9 Modern bilincin taşıyıcıları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bak. Modernleşme ve Bilinç, Peter L. Berger-Brigitte Berger-Hansfried Kellner., (Çeviren: Cevdet Cerit), İstanbul 1985.

10 Yunus Balcı, “Batılılaşma Açısından Roman-Aydın İlişkisi ve İlk Dönem Romanlarımızda Aydınlar”, Türk Yurdu-Türk Romanı Özel Sayısı-, Mayıs-Haziran 2000, nr. 153-154., s. 138-139.

11 Mustafa Nihat Özön, Türkçede Roman, İstanbul-1985, s. 111;.

12 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1985, s. 459-460.

13 Osman Gündüz, Meşrutiyet Romanında Yapı ve Tema-I, MEB. Yay., İstanbul 1997, s. 21.

14 Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi, İstanbul 1989, s. 300-301; Necat Birinci, “Ahmet Mithat Efendi’nin Önemli Bir Romanı: Müşâhedât”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl 9, nr. 2, s. 57.

15 Mehmet Kaplan, “Felâtun Beyle Rakım Efendi”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar-2, İstanbul-1987, s. 100; Berna Moran, “Felâtun Bey ile Rakım Efendi”, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, 4. Baskı, İstanbul-1991, s. 40.

16 Ahmet Midhat Efendi, Felatun Bey ve Rakım Efendi, (Hazırlayan: M. Emin Ağar), İstanbul 1994, s. 10.

17 a.g.y.

18 Mehmet Kaplan, “Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat”, a.g.e., s. 74.

19 Mehmet Kaplan, a.g.m., s. 80.

20 Cahit Kavcar, Batılılaşma Açısından Servet-i Fünun Romanı, Ankara 1985, s. 20.

21 Berna Moran, a.g.m., s. 39.

22 Ahmet Midhat Efendi, Felatun Bey ve Rakım Efendi, a.g.e., s. 6.

23 Berna Moran, “Araba Sevdası”, a.g.e., s. 57.

24 Berna Moran, a.g.m., s. 58-59.

25 Recaizade Mahmut Ekrem, Araba Sevdası, (Hazırlayan: Hüseyin Alacatlı), Ankara 1997, s. 49-50.

26 Mehmet Kaplan, “Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanlarında Asli Tipler”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar-1, 3. Baskı, İstanbul 1995, s. 464-465.

27 Önder Göçgün, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanları ve Romanlarında Şahıslar Kadrosu, İstanbul-1987, s. 156; Berna Moran, “Şıpsevdi”, a.g.e., s. 107.

28 Önder Göçgün, a.g.e., s. 162-163.

A. Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, İstanbul 1992.

Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1985.

Ahmet Midhat Efendi, Felatun Bey ve Rakım Efendi, (Hazırlayan: M. Emin Ağar), İstanbul 1994.

Alex Mucchielli, Zihniyetler, (Çeviren: Ahmet Kotil), İstanbul 1991.

Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış-1, 4. Baskı, İstanbul-1991.

Cahit Kavcar, Batılılaşma Açısından Servet-i Fünun Romanı, Ankara 1985.

Jale Parla, Babalar ve Oğullar-Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri, İstanbul 1990.

Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar-1, 3. Baskı, İstanbul 1995.

Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar-2, İstanbul-1987.

Mustafa Nihat Özön, Türkçede Roman, İstanbul-1985.

Necat Birinci, “Ahmet Mithat Efendi’nin Önemli Bir Romanı: Müşâhedât”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl 9, nr. 2, s. 57.

Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi, İstanbul, 1989.

Osman Gündüz, Meşrutiyet Romanında Yapı ve Tema-I, MEB. Yay., İstanbul 1997.

Önder Göçgün, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanları ve Romanlarında Şahıslar Kadrosu, İstanbul, 1987.

Peter L. Berger-Brigitte Berger-Hansfried Kellner., Modernleşme ve Bilinç, (Çeviren: Cevdet Cerit), İstanbul 1985.

Philip Stevick, Roman Teorisi, (Çeviren: Sevim Kantarcıoğlu, Ankara 1988.

Recaizade Mahmut Ekrem, Araba Sevdası, (Hazırlayan: Hüseyin Alacatlı), Ankara 1997.

Robert P. Finn, Türk Romanı (İlk Dönem 1872-1900) (Terc. Tomris Uyar), İstanbul 1984.

Sabri F. Ülgener, İktisadi Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet Dünyası, İstanbul 1981.

Yunus Balcı, “Batılılaşma Açısından Roman-Aydın İlişkisi ve İlk Dönem Romanlarımızda Aydınlar”, Türk Yurdu-Türk Romanı Özel Sayısı, Mayıs-Haziran 2000, nr. 153-154., s. 133-139.


Yüklə 13,38 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   106




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin