XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatında Popüler Roman / Yrd. Doç. Dr. S. Dilek Yalçın Çelik [s.195-203]
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
I.
Batı ülkelerinde roman, sözlü anlatıdan yazılı anlatıya doğru evrimleşen bir çizginin sonucunda aşama aşama oluşmuştur. Türk edebiyatında, Batılı anlamda yazılı anlatıya dayalı romanın başlangıcı XIX. yüzyılın ikinci yarısı olarak kabul edilmektedir. 1874 yılında, Ahmet Mithat Efendi’nin yazmış olduğu Hasan Mellah Yahût Sır İçinde Esrâr ile, 1876 yılında Namık Kemal’in yazmış olduğu İntibah, bu türün Türk edebiyatında kabul edilen ilk örnekleridir. Hasan Mellah Yahût Sır İçinde Esrâr edebiyatımızda, popüler roman türünün gelişmiş ilk örneği olarak kabul görürken, İntibah ise, estetik değer taşıyan ve edebî çizgide yer alan ilk romanımızdır.1
Türk edebiyatında, Batılı tarzda yazılmış bu iki roman örneğinden önce, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, sınırlı bir çerçevede, roman tarzında bir anlatı geleneği oluşturma çabaları görülmeye başlamışsa da, bu daha çok sözlü kültür öğelerinin ağırlıkla duyumsandığı metinler ile sınırlı kalmıştır. Bu metinler için birkaç örnek verecek olursak:2
Hovsep Vartan Paşa, Akabî Hikâyesi (1851); Ali Aziz Efendi, Muhayyelât (1852); Hasan Tevfik, Hayâlât-ı Dil (1868); Emin Nihat Efendi, Müsameretnâme (1872); Evangelinos Misailidis, Temâşâ-yı Dünya ve Cefakâr ü Cefakeş (1872); Şemsettin Sami, Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat (1872); Yusuf Neyyir Bey, Gülzar-ı Hayal (1872); T. Abdi, Sergüzeşt-i Kalyopi (1873); T. Abdi, Seyr-i Servinaz (1873); Vâzi, Âşık ile Ma’şuk Dürbünü ve Her Milletin Güzeli (1873); (yazarı belli değil), Muhadese-i Dil ü Âşık (1873); Ahmet Mithat Efendi, Felatun Bey ile Rakım Efendi (1875); Ali Rıza, Öksüz Kaptan (1875); Ahmet Rif’at, Tesadüf-i Acibe ve Hikâye-i Garibe Yahut Üç Sergüzeşt (1875).
Genelde, düzyazı olarak kaleme alınmış roman biçimine yakın bir kurgu düzenine sahip, ancak roman olarak adlandırılamayan bu metinler, sözlü kültür öğelerini içermekle birlikte, geleneksel anlatılarda görüldüğü gibi (Hikâye-i Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Şah İsmail, Hurşit ile Mahmihri, Tahir ile Zühre, Keloğlan Masalları, Cenk Hikâyeleri, Gazavatnâmeler gibi.), nazım ya da nazım-nesir karışık halde yazılmadıkları ve halk kültürü içindeki alışılagelmiş kurguları bütünüyle içermedikleri için sözlü kültür ürünü de sayılamayan, düzyazı/anlatı örnekleridir. Divan edebiyatı türleri için de hemen hemen aynı durum söz konusudur. Çoğunlukla, İran ve Arap edebiyatı kaynaklarından alınan hikâyeler (Yusuf ile Züleyha, Leylâ ile Mecnun, Husrev ve Şirin, Vamık ve Azra, Ethem ve Hüma, Hüsün ve Aşk, Hurşit ve Ferruhşat, Camesepname gibi), Osmanlı şairleri tarafından özde aynı, anlatımda farklılıklar içeren, değişik üslûplar ile yazılmış bir yapı ile okuruna sunulmaktadır.
1870’li yılların ortalarından itibaren roman kurgusunda kaleme alınmış metinlerde, sözlü kültür etkileri (yerli, ulusal öğeler) giderek azalırken, Batılı tarzda roman anlayışı (özellikle Fransız roman anlayışı) ağırlık kazanmaya başlamıştır. Halk edebiyatı türlerinden eski meddah, halk hikâyeleri, masal gibi belirli bir anlatı biçimi bulunan eserlerin dinleyicisi olan halk kesimi ile; divan edebiyatı türlerinden mesnevi ve tarih kitabı okuma alışkanlığına sahip okur-yazar Osmanlı efendisi için Batı tarzındaki roman yeni ve alışılmamış bir türdür.
Bu bağlamda, XIX. yüzyılda, Osmanlı-Türk romanını bir anlamda, toplumsal bir üretim olarak kabul etmek; belli toplumsal ve tarihsel koşullarda, belli gruplar tarafından oluşturulan değerler ve beğenilere göre açıklamak gerekmektedir. Çünkü, Osmanlı-Türk romanı için, bir yandan roman türünün getirdiği yeni bir edebî gelişim çizgisinin ve Batıya ait bir kurgu modelinin benimsenmesi, diğer yandan da roman okuru -roman yazarı- romanın basımı ve dağıtımı için belirli bir ortamın oluşturulması gerekmekteydi.3 Tüm bu öğelerin dar bir çerçevede olsa da bir araya gelebildiği, XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren, artık bir Türk romanından söz etmek mümkün olabilecektir.
II.
Osmanlı kültürü içerisinde, Batı kültürüne açılma eğilimi XVIII. yüzyıl başlarından itibaren görülmeye başlanmışsa da, bu eğilim XIX. yüzyıla gelindiği zaman bir zorunluluk olarak kabul edilmiştir. Batılılaşma eğilimi, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtuluşu için çözüm bulma yolunda önemli bir adımdı. XIX. yüzyılda, İmparatorluk sınırları içerisinde Fransızca bilmek, Fransız kültürüne aşina olmak, Batı kültürü ile Osmanlı kültürü arasında her anlamda ve her açıdan bir köprü kurmak anlamını taşıyordu. Bu anlayış, XIX. yüzyılda, Osmanlı toplumu içerisinde, genel bir eğilim halinde Fransızcanın öğrenilmesini ve öğretilmesini zorunlu kılıyordu. Zorunluluk, toplum içindeki bir iç dayanışmadan kaynaklanmaktaydı. Öyle ki, bütün devlet kurumlarında, orduda ve çeşitli ticarî kuruluşlarda, Fransızca bilen elemanlar ayrıcalıklı bir konuma sahip olmakta, gönüllü kültür taşıyıcılığı yaparak Osmanlı İmparatorluğu’nu içine düştüğü çıkmazdan kurtarmaya yönelik çabalara katkıda bulunuyorlardı. Ancak, henüz örgün ve yaygın eğitim kurumlarının yaygınlaşmadığı bir toplum düzeni içinde, dil öğrenimi ve öğretimi de dolaylı yollardan gerçekleşiyordu. Fransızcanın öğrenimi ve öğretimi aşamasında, Fransızca ders kitaplarının olmadığı, alıştırma çalışmalarının yapılamadığı, hatta bir Türkçe-Fransızca ya da Fransızca-Türkçe sözlüğün bile bulunmadığı bir ortamda, özellikle 1870’li yıllardan itibaren çeviri yoluyla giderek yaygınlaşan Fransız popüler romanlarının dil öğreniminde önemli bir ilk adım olduğunu unutmamak gerekir. “Entelektüel Osmanlı efendisi”, bir şekilde öğrendiği Fransızcayı geliştirirken Fransız popüler romanlarını okuyor; roman da bir tür olarak, dolaylı yoldan toplumun kültürüne aşılanıyordu. Dil öğrenemeyen, ama toplumdaki değişimi yaşayan okur-yazar halk topluluğu ise değişimin kaynağı olarak gördüğü Batı değerlerini bir anlamda Türkçeye çevrilmiş popüler romanlardan öğreniyordu. Dönemin basını Fransız popüler romancılarının Türkçeye çevrilmiş romanlarını tefrika yolu ile yayınlayarak Osmanlı okuruna Batılı tarzda romanı tanıtıyor ve sevdiriyordu.
Böylece roman, Osmanlı toplumuna Batı kültürünün aşılanması sırasında dolaylı yoldan ve ikinci elden giriyordu. Kuşkusuz roman okurlarının başlıca amacı, Batı romanını (ilk dönem için popüler roman demek doğru olacaktır) bir tür olarak tanımak değildi. Amaç, çok genel bir çerçevede, bir Batı dilini öğrenmek, dolayısıyla da Batı kültürünü tanımak ve bu kültürü devletin bütün kurumlarına taşımak, bunun sonucunda da, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü engellemekti.
XIX. yüzyılın ikinci yarısı, Osmanlı İmparatorluğu’nda, her açıdan hızlı değişimlerin yaşandığı, İmparatorluğun içinde bulunan farklı kültürlerle (Türk, Arap, Musevi, Ermeni, Rum gibi) Batı kültürü arasında bir sentezin oluşturulmaya çalışıldığı bir zaman dilimiydi. Bu dönemde, sınırlı bir çerçevede de olsa ekonomik ve teknolojik gelişme hızlanmış; bu gelişim, toplum içinde hakim olan kültürün, sanat anlayışının ve edebiyat zevkinin de belirli ölçülerde değişmesine neden olmuştu. Batı tarzında yaratılacak Osmanlı-Türk romanı açısından, böyle bir değişimin yaşanması zorunluydu.
Matbaacılık sektöründeki gelişmeler (basım-yayım teknolojisinin ülkeye girmesi ve gelişmesi, Arap harflerinin basım teknolojisine uygun olarak yeniden düzenlenmesi ve süratli basım faaliyetine geçilmesi), kâğıt fabrikalarının kurularak bir kağıt üretim sektörünün oluşması, böylece kitabın, gazete ve derginin maliyetinin düşürülmesi; her kesimden insanın basılmış yazılı malzemeye ulaşabilmelerinin sağlanması, posta hizmetlerinin gelişmesi ve dağıtım ağının kurulması, gazeteciliğin ilerlemesi gibi nedenler Türk romanının gelişimini sağlayan temel etkenlerdir. Diğer yandan, o döneme kadar edebiyatçıların (yazar ve şairlerin) tek koruyucularının Sultan ve devlet erkânı olması edebiyatın çok yönlü gelişimine ve bireysel bir tutum içinde ilerlemesine engel oluşturmaktaydı. İlk olarak XIX. yüzyılda, Sultan ve devlet erkânı dışında bir koruyucu (mesen) grubunun (gazeteler, dergiler, kütüphaneler, kitapçılar, yayınevleri gibi) sanatı desteklemesi, edebiyat metinlerini üreten ve bu metinlerin alıcıları arasında çeşitli sosyal kurumların ve aracıların ortaya çıkması; yazar, çevirmen ve düzeltmenlerin (musahhihlerin) para karşılığında bireysel hizmet vermeye başlamaları, roman türünün gelişiminde önemli bir adımdı. Tüm bu dış etkenler, aynı zamanda toplum içinde, kahvehane, konak ve okul gibi sosyal kurumlarda toplanan insanlar arasında roman okuyucu-dinleyici gruplarının oluşmasına neden olmaktaydı.
Denilebilir ki, Osmanlı İmparatorluğu içinde, XIX. yüzyılın ikinci yarısına gelene kadar geçen süreç içinde iki hakim kültür örgüsü bulunmaktadır: Halk kültürü ile yüksek kültür (saray kültürü ya da divan edebiyatı). Halk edebiyatı ve divan edebiyatı sanatçıları, zaman zaman birbirlerinden etkilenmelerine karşın ortaya çıkan eserlerde kendi kültür ortamlarını yansıtan belirleyici öğeler bulunmaktadır. İlk olarak XIX. yüzyılın ikinci yarısında, yukarıdaki gelişmelere koşut olarak, iki kültürün (divan edebiyatı kültürü ve halk edebiyatı kültür ortamı) alışkanlıkları dışında, ancak bu iki kültüre bağlı olarak bir popüler kültür ortamı oluşmuştur. Bu ortam, artık ne halk kültürü ne de yüksek kültürün belirleyici özelliklerini taşır. Türk romanı, işte böyle bir ortam içinde gelişimini tamamlamıştır.
III.
Osmanlı toplumunda okur-yazarlar, sadece divan edebiyatı kültürü almış kimseler arasında bulunmaktaydı. Divan edebiyatı, yazılı kültür ürünlerini kapsamaktaydı. Matbaadan önce İstanbul’da, 400 kadar hattatın varlığı bilinmekteydi. XIX. yüzyılda, İstanbul’da sayıları ellinin üstünde olan vakıf kütüphaneleri vardı. Bu bilgiler, Osmanlı aydınının okuma alışkanlığı hakkında bize bir fikir vermektedir (Ercilasun 1997: 424). Halk edebiyatı kültürü ise sözlü edebiyat ürünlerinden oluşmaktaydı. Anonimdiler ve meydana geldikleri çağın insanlarının okuma, öğrenme ve eğitim ihtiyaçlarını karşılamaktaydılar. Dolayısıyla bu edebiyatın üreticileri sanatçılar, tüketicileri ise dinleyicilerdi.
Seçkin Osmanlı aydınları, ihtisas ve çalışma alanlarının dışında belli bir okuma alışkanlığına sahiptiler. Bu kişilerin evlerinde, özellikle Arapça ve Farsça kitaplar, dinî yayınlar ve divan edebiyatı türlerini kapsayan çok değerli kitap koleksiyonları bulunmaktaydı. İyi eğitim almış ve makam sahibi olmuş zengin pek çok Osmanlı’nın evinde, yüzlerce ve hatta binlerce kitaptan oluşan kütüphaneler mevcuttu. Bir örnek verecek olursak, Şeyhülislam Arif Hikmet Efendi, ölmeden önce, Medine’deki bir kütüphâneye 5000 kitap bağışlamıştı. XIX. yüzyılın ortalarında öldüğü zaman, İstanbul’daki evinde, hâlâ çok değerli kitaplardan oluşan, oldukça zengin bir koleksiyonu vardı (Yalçın 1998).
XIX. yüzyılın ikinci yarısından önce, kitapların toplu halde listeleri, ancak devlet kütüphaneleri ya da kişilere ait kütüphanelerin defterleri (tereke defterleri) biçiminde bulunmaktaydı. Osmanlı okurlarının kitap seçiminde özel ilgi alanlarını en iyi biçimde tereke defterlerinden öğrenmek mümkündür. Tereke defterleri belirli bir düzen içinde oluşturulmuş, kitaplar da bu düzene göre sınıflandırılmıştır. Örnekleyecek olursak: “Mushaf”, “Hadis”, “Tefsir”, “Tasavvuf, Akaid ve Kelâm”, “Edebiyat ve Divanlar”, “Tarih ve Siyer”, “Lügat”, “Sarf-Nahv”, “Mantık”, “Ma’ani ve Beyan”, “Tıp”, “Hendese”, “Nücum”, “Coğrafya”, “Fetva”, “Feraiz”, “Fıkıh”, “Mecmua”, “Belagat”, “Kıraat”, “Ensap”, “Aruz”, “Seyahatnâmeler”, “Münşaat”, “Hikmet”, “Fen” konularına göre sınıflandırılan kitaplar ayrıca, yazma ve basma kitaplar olarak da bölümlenmiştir.
Yukarıdaki bilgilere dayanarak, tereke defterlerinin incelenmesi sonucunda denebilir ki, Osmanlı İmparatorluğu’nda, Ahmet Vefik Paşa gibi aydın bir edebiyatçı dışında, erkek okurların hemen hepsi roman okuma alışkanlığına sahip değildir. Çünkü kütüphanelerinde yer alan kitaplar arasında roman bulunmamaktadır. Buna karşılık, erkek okurların tarih kitaplarını ya da ünlü şâirlerin (İran, Arap, Osmanlı) divanlarını seçip onları severek okudukları görülmektedir. Bir genelleme yaparsak, tereke defterlerindeki kitapların sayısı dikkate alındığında, dönemin erkek okurlarının, edebiyat kitapları okumaya meraklı olduklarını, ancak edebiyat metni olarak klâsik metinleri seçtiklerini söylenebilir.
Popüler roman okuma/dinleme alışkanlığı, ilk olarak halktan gelen eğitim almamış erkek okurlar, kadın ve çocuk okurlar arasında görülmeye başladı. Eğitim almış erkek okurlar, yine geçmişten gelen alışkanlıklarını sürdürüyorlar, divan şiiri ve mesnevileri, tarih kitaplarını okumaya devam ediyorlardı. Bu alışkanlık zamanla, ailedeki diğer fertler tarafından içten gelen bir tepkiyle çabuk yıkıldı.
Roman okuma konusunda tavırlarını değiştiren erkek okurlara nazaran sayılarını kesin olarak belirleyemediğimiz kadın okurların sayısının, bu dönemde sanılanın çok üstünde olduğunu düşünüyoruz. Çünkü, Mehmet Celâl, “Roman Mütalâası” adlı “risale”sinde, kadın okurlar üzerinde ısrarla durur. Roman okumanın, insan üzerindeki etkisinin gücünü sezen Mehmet Celâl, kadınların ciddî eserler (dinî eserler, divanlar, tarih kitapları gibi) okumalarından yanadır.
Dönemin zengin ailelerinden gelen bütün kadınlar konaklarda özel dersler almak suretiyle iyi bir eğitimden geçmişlerdir. Okuma yazma bilen kadınlar, zamanla tutkun birer popüler roman okuru haline gelmişlerdir. Konuları ne olursa olsun popüler romanlar, her yaştan ve her eğitim düzeyinden kadın için önemli bir okuma potansiyeline ulaşmıştır. Halide Edip Adıvar, Mor Salkımlı Ev adlı anılarını anlattığı kitapta, kadın roman okurlarından bahsetmektedir:
XIX. yüzyılda, popüler romanın okuyucu gruplarının, büyük bir çoğunluğunu da çocukluktan ergenliğe adım atan kesim oluşturmaktadır. Bir yandan klâsik öğrenimlerine devam eden bu okuyucu grubu, diğer yandan dönemin popüler romanlarını okuyarak edebiyat sevgisi yoluyla belli bir birikim kazanmışlardır. XIX. yüzyılda, çocuk okurlar olarak adlandırdığımız okur kesiminin yaş grubundan, cinsiyetinden ve kültür seviyesinden kaynaklanan popüler romana yaklaşımı çoğu zaman okurun ebeveyni tarafından eleştirilmiştir. Bu konuda Halit Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl adlı kitabında güzel örnekler vermektedir.
Gittikçe artan okur kitlesi karşısında, yayınevleri de kendilerini geliştirerek çeviri romanların yayınlanması için özel çaba gösterdiler. Özel kitapçılar açılmaya başladıktan sonra, özellikle, Beyoğlu (Pera) semtinde ve sonra da Babıâli Caddesi’nde, Avrupaî tarzda kitapçılar hızla çoğaldı. Bu kitapçıların raf sistemi, dekoru, satışa sundukları kitaplar ve kitapların satışında müşteriye davranış biçimi, eski tarz kitapçılarımız olan sahaflardan çok daha başkadır. 1300 (1883) yılından itibaren, kitapçılar yayınlayıp satışa çıkardıkları kitaplar için “esami-i kütüb”ler (kitap isimlerinin yer aldığı özel kitap katalogları) yayınlamaya başlamışlardır. Bugünkü kitap tanıtım kataloglarınının ilk örneği olan bu broşürlerde o dönemde yayınlanan, yeni baskıları yapılan, sevilen romanlar hakkında bir iki satırlık kısa bilgiler bulunmaktadır.
Bunlar arasında dikkati çeken en önemli yayınevleri, Arakel (1301/1884; 1304/1887; 1308/1891; 1310/1893 ve 1316/1899 yılları arasında “esami-i kütüb” yayınlar), Kaspar ya da Kitapçı Kaspar (1307/1890, 1308/1891, 1311/1894 ve 1315/1898 yılları arasında “esami-i kütüb” yayınlar), Asır ya da Kitapçı Kirkor (1305/1888, 1308/1891, 1309/1892 ve 1312/1895 yılları arasında “esami-i kütüb” yayınlar) ile Vatan ya da Kitapçı Ohannes (1308/1891, 1310/1893 ve 1317/1900 yılları arasında “esami-i kütüb” yayınlar), Cihan ya da Kitapçı Mihran Efendidir. (1316/1899 yılında arasında bir “esami-i kütüb” yayınlar). Bu “esami-i kütüb”ler kendilerinden sonraki yıllarda yayınlanacak fihristler için ilk örnekleri oluştururlar (Yalçın 1998).
Arakel Kütüphanesi, belirleyebildiğimiz kadarıyla; 1301/1884; 1304/1887; 1308/1891; 1310/1893 ve 1316/1899 yıllarında, birer “esami-i kütüb” yayınlamıştır. Bunlardan ilki, 1301/1884 yılında yayınlanan katalogdur ve 272 sayfalık bir kitap büyüklüğündedir. Daha sonraki yıllarda çıkanlar ise, bu kadar kalın ve kitap boyutunda olmayıp ek olarak yayınlanan fihristlerdir. Arakel Kütüphanesi’nin yayınladığı kitap kataloğu, o dönemde yayınlanan diğer kataloglar arasında en gelişmişidir ve popüler romanlar hakkında en fazla bilgiyi bu kataloglarda bulabiliriz. 1301/1884 yılında, Arakel’in çıkarttığı ilk özel kitap kataloğunda, 18. bölümün başlığı “Edebiyattan Millî Hikâyeler” ve bu bölümde, elli altı kitabın ismi bulunmaktadır; 19. bölümün adı “Mudhîk”tir ve on iki kitabın adı kayıtlıdır. 20. bölüm ise “Romanlar” başlığını taşır. Bu bölümde kırk dokuz roman tanıtılmıştır. Tanıtılan romanların bir iki istisna olmak üzere, hemen büyük bir çoğunluğu Fransızcadan yapılan çeviri popüler romanlardan oluşmaktadır. Eugéne Sue (4 romanı çevrilmiş), Xavier de Montépin (4 romanı çevrilmiş), Alexandre Dumas (3 romanı çevrilmiş), Victor Hugo (3 romanı çevrilmiş) yapıtları en çok çevrilen ve en çok okunan yazarlardır. Alman, İngiliz ve Rus yazarlarının romanlarından yapılan çeviriler de Fransız edebiyatından yapılanlara nazaran çok az olmakla birlikte edebiyatımızda yer almaktadır.
Arakel’in kitap kataloğunda, kitap olarak basılan popüler romanlar hakkında bilgiler (eserin adı, yazarı, kısaca konusu, ya da romanın türü, romanın sayfa sayısı, romanın resimli olup olmadığı ve fiyatı gibi) bulunmaktadır.
Kaspar Kütüphanesi, dönemin ikinci büyük yayınevidir. Türkçeye çevrilerek yayınladığı popüler romanları tanıtmak amacıyla o da bir kitap kataloğu yayınlamıştır. Belirleyebildiğimiz kadarıyla, yayınevi, 1307/1890; 1308/1891; 1311/1894 ve 1315/1898 yıllarında, birer “esami-i kütüb” yayınlamıştır. 1307/1890 yılında yayınlanan “esami-i kütüb”, bir ek niteliğindedir. Elimizde belge olmadığı için kesin olarak söyleyemesek de belirlemelerimize göre, Kaspar 1307/1890 yılından önce, kapsamlı bir fihrist yayınlamıştır.
Bu yayınevinin çıkardığı fihrist ticarî bir amaç güdülerek hazırlanmıştır. Fihristte, roman satışı temel alındığı için tanıtılan romanlar hakkında bilgiler kısa, tanıtım için kullanılan dil satışı arttırmaya yöneliktir. Küçük kitaplar halinde yayınlanan katalogda, diğer türde yayınlanan kitapların da bir listesi bulunmaktadır. “Hikâyeler” bölümünde, o dönemde satışa çıkarılan romanlar hakkında bir iki satırdan oluşan kısa bilgiler sunulmaktadır.
Bu dönemde yabancı dillerden çevrilerek yayınlanmış yüzlerce popüler roman bulunmaktadır. Gazete ve dergilerdeki tefrikalar bir yana bırakılacak olursa, kitap kataloglarından çıkartılıp sınıflandırılabildiği kadarıyla 1900 yılına kadar yayınlanmış tahmin edilenlerin üzerinde bir çeviri popüler roman külliyatına ulaşmak mümkündür. Bu romanların büyük bir kısmı Arap harflerinden Türkçeye aktarılıp, çevrildikleri dillerin asıllarıyla karşılaştırmalı çalışma yapılamadığı için romanların asıllarına ne kadar sadık kalınarak dilimize aktarıldığı konusu henüz bir bilinmezdir. Yine bu dönemde, Türkçe, ancak Ermeni ve Grek harfleri kullanılarak yayınlanmış, popüler romanların varlığı bilinmekle birlikte, çalışmamızda bu romanlar yer almamıştır.
IV.
Osmanlı İmparatorluğu’nda, 1872 yılından sonra sayıları otuzu bulan ve bir bölümü yabancı dillerde de yayın yapan gazeteler bulunmaktadır (Akyüz 1969; Bayrak 1994; Çaycı 1993; Koloğlu 1985; Tanpınar 1982). Taşrada çıkan gazeteleri ve ülkede yayınlanan diğer dergileri de bu sayıya ekleyecek olursak, ortaya çıkan bu çeşitlilik ve yoğunluk, bize, toplumda bulunan çeşitli kültür düzeylerine ve beğenilere sahip değişken bir okur kitlesinin varlığını göstermektedir. Osmanlı aydınının da, halkın da okuduğu bu gazeteler ve dergiler tam anlamıyla, İmparatorluğun yapısı gibi her açıdan karma bir görünüm sergiliyordu. Gazeteler ve dergiler, Türkçe dışında çeşitli dillerde yayınlanabildiği gibi, toplumun her kesiminden insana hitap edebilecek düzeyde yazılara da yer veriyordu.
Türkçe, Fransızca, İtalyanca, Ermenice, Rumca gazeteler ve dergilerin, özellikle çeviri etkinliklerini desteklediklerini belirtelim. XIX. yüzyılda, gazetelerin sayıca artmaya başlaması, sayfa sayılarını çoğaltmaları, baskı ve dağıtım tekniklerini geliştirerek basım ve dağıtım işlerini hızlandırmaları, resimli baskı yapabilmeleri, tüm bu gelişmelere koşut olarak bir rekabet ortamının oluşması, gazete ve dergi sahiplerinin daha fazla yazı sağlamak için tefrikaya başvurmalarına neden olmuştur. Gazete ve dergilerde çıkan tefrikalar, çeviri romanlar ve hikâyelere yer vererek bu türde yazılmış eserlerin tanıtılmasına neden olmuş, okurları bu türde yazıları okumaya teşvik etmiştir. Örneğin Ceride-i Havadis gazetesinde, Victor Hugo’nun Sefiller adlı romanı özet olarak yayınlanmış; Terakki gazetesinde, Silvio Pellico’dan çevrilen Mes Prisons tefrika edilmiş; Hakayıkü’l-Vekâyi gazetesinde, Chateaubriand’ın Atala adlı eseri Recaizâde Mahmut Ekrem tarafından çevrilerek tefrika halinde yayınlanmıştır. Mümeyyiz gazetesinde, Bernardin de Saint-Pierre’in Paul ve Virginie adlı romanı tefrika edilmeye başlanmıştır (Özön 1964: 578). 1872 yılında da, Le Sage’dan Topal Şeytan romanının çevirisi yayınlanmıştı. Bu suretle, Le Sage, Victor Hugo, Bernardin de Saint-Pierre, Chateaubriand gibi yazarların önemli romanları, Türkçeye çevrilen edilen ilk eserler arasında yer almıştır.
Edebiyatımızda, 1875-1890 yılları arasındaki dönemde, roman açısından bir değerlendirme yapıldığında, Avrupa edebiyatlarından yapılan geniş çaplı bir çeviri etkinliği göze çarpmaktadır. Özellikle Fransızcadan yapılan çeviriler, sıcağı sıcağına önce gazete ve dergilerde yayınlanmış, sonra da kitap halinde basılarak okuruna ulaşabilmiştir. Bu noktada gazeteden kitaba doğru bir gidiş söz konusudur. Böylece, bu dönemde, geniş halk toplulukları, özellikle Fransız popüler yazarlarından çevrilmiş ve popüler tarzda yazılmış romanları sevgiyle, merakla okumuş, birbirine tanıtmış ve hızla tüketmişlerdir.
Edebiyatımızda, asıl çeviri roman devri, 1880 yılından sonra başlar. Bu tarihten sonra, Türk romanının oluşumu için gerekli koşullar da olgunlaşmaya başladığı için her ülkeden ve her cinsten roman, özellikle de Fransız popüler romanları, geniş ölçüde dilimize çevrilmeye ve yayınlanmaya başlamıştır.4 Dilimize çevrilip yayınlanan bu romanların kapaklarında, romanın adı ve yazarı dışında, romanın türünü belirten bilgiler de yer almıştır: “Hissî roman”, “tarihî roman”, “hayalî roman”, “cinaî roman” gibi. Bu bilgiler, bir yandan, Osmanlı toplumunda yeni bir tür olan romanın okunması için okuru teşvik edici bir tutumu yansıtmakta, diğer yandan da romanın tür olarak tanıtımı ve içeriği konusunda ipuçları içermektedir.
Galatasaray Lisesi’nin açılışına kadar, halk arasında yabancı dillere ve edebiyatlara karşı gösterilen büyük ilgiye karşın, resmî öğretim kurumlarının bu bağlamda hiçbir ciddî yardımı olmaması yüzünden, “roman alanında bütün kazançlar âdeta tesadüfîdir” (Tanpınar 1982: 286).5 Örneğin, popüler tarzda yayımlanan çeviri romanlar içinde herhangi birinin ilgi görmesi bir anda, bütün çevirmenleri o tarzda yazılmış romanları çevirmeye yönlendirmiştir (Özön 1934: 332). Böylesi bir keyfiyet, Batı kaynaklı düşünce ve kültür kurullarının yokluğunun doğal bir sonucudur. Böylece, roman, okuruyla, yayıncısı, mütercimi/yazarı, aracı kurumları (kitapçılar, matbaalar) ve dağıtımını gerçekleştiren kişilerle, daha çok da yazar ve çevirmenlerin kişisel girişimleri ve onların seçimleri doğrultusunda kurumlaşmaya doğru yol almıştır.
Türk edebiyatında yayınlanan ilk çeviri roman, 1862 yılında, özet olarak çevrilen Victor Hugo’nun Sefiller’idir. Bunu, tarihçi Ahmet Lütfi tarafından Arapça çevirisinden, 1864 yılında, Türkçeye aktarılan Daniel Defoe’nun Robenson Krusoe adlı romanı izler. Bu iki roman da tam bir çeviri değildir.6 Günümüzün çeviri anlayışınıdan oldukça uzak olan bu yapıtlar özet ve aktarma yoluyla dilimize kazandırılmıştır.
1871 yılında, Teodor Kasap tarafından Fransızcadan çevrilen Monte Kristo bu bağlamda çevrilen ilk roman olarak kabul edilmektedir. Bu romanın okurlar üzerindeki etkisi çok büyüktür. Alexandre Dumas bu romanı ile, Osmanlı okurları tarafından o kadar çok sevilir ki, yazarın diğer romanları da kısa bir sürede çevrilerek yayınlanır. Monte Kristo, Kraliçe’nin Gerdanlığı, Polin, Antoni, Vicdan, Bin Bir Hayal, Kadınlar Muharebesi, Meçhul Bir Gemi ve Kamelyalı Kadın yayınlandıktan sonra yeni baskıları hemen satışa çıkarılır. Türk okurları, Monte Kristo adlı romandan o kadar etkilenirler ki, Ahmet Mithat Efendi, bu romana nazire olarak Hasan Mellah Yahut Sır İçinde Esrar adlı telif romanını yazar.7 Onu, Lamartine (Graziella ve Jöneviyev), Victor Hugo (Sefiller ve Bir Mahkûmun Son Günü), Octave Feuillet (Bir Fakir Delikanlının Hikâyesi, Bir Kadının Ruznâmesi, Müteveffiye ve Ta’lisiz), Paul de Kock (Kamere Aşık, İki Güvercin, Evlenmek İster Bir Adam vd.), Georges Ohnet (Demirhane Müdürü), Eugene Sue (Serseri Yahudi, Paris Esrarı), Xavier de Montépin (Paris Faciaları, Para Kuvveti, Tunçtan Kızlar ve Ekmekçi Kadın) izler. Böylece aşk, polisiye, macera ve tarih romanları ile Jules Verne’in8 yazmış olduğu fennî romanlar da ard arda dilimize çevrilerek Türk okuruna sunulur.
Bu kurumlaşma aşamasında roman, gazete ve dergilerde tefrika yolu ile yayınlanıp ve sonra da kitaplaştırılıp geniş bir okur kitlesi için satışa sunulmasına karşın, bir tür olarak dönemin edebiyat tarihlerinde, okul kitaplarında, antolojilerde hiçbir biçimde yer almamıştır. Romanın teorisi, yapısı, özellikleri gibi türe ait öğeler hakkında edinilen bilgiler, popüler romanlar sayesinde gerçekleşmektedir. Romanın bir edebî tür olarak resmî eğitim kurumları içerisinde öğretimi yapılamaktadır. Bu durumda denilebilir ki, Türk romanı hakkında edinilen ilk bilgiler, dağınık bir durumda, dolaylı yollardan sağlanmaktadır.9
V.
1870 yılından yüzyılın sonuna kadar, Fransız romancılarından, Türkçeye çevrilmiş popüler roman yazarlarının kabaca bir dökümü yapıldığında, dikkati çekecek kadar çok yazara ve çevrilmiş romana rastlanmaktadır. Soyadı sırasına göre ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır (Yalçın 1998):
Pierre Alzear (1), Arthur Arnould (1), Emile Augier (1), Jules Benoit (1), Adolph Belot (3), A. Blvnar (2), Fortuné du Boigobey (9), Paul Bourget (3), Jules Bulober (1), Alexis Bouvier (1), Henri Chabrillat (1), Eugéne Chavette (1), Emile Chevalier (1), Jules Claretie (3), Madame J. Colombe (1), François Coppée (5), Pierre de Courcelles (1), Louis-Marie Ernest Daudet (1), Pierre Delcourt (1), Albert Delpit (3), Alexandre Dumas Pére (9), Henri Dumas (1), Paul Duplessis (1), Joseph-Michel Dutens (1), Gustave Amar Duzyac (1), Madame Dvtensen (1), Etiyen Enol (1), Octave Feuillet (7), Paul Féval (1), Alexandre Dumas Fils (14), Camille Flammarion (3), Du Freal (1), Emile Gaboriau (6), Jules de Gastyne (1), Judith Gautier (3), Amédé-Victor Guillemine (1), Guyau (1), Maria Robert-Halle (1), Louis Jacolliot (3), Etienne Enol Louis Judici (1), Madame Karo (1), Alphonse Karr (1), Henri de Kock (1), Paul de Kock (17), Arman Lapuant (1), Jules Lermina (2), Léonard (1), Longos (1), Hector Malot (4), Jules Mary (7), Charles Merouvel (1), Xavier de Montépin (40), Louis Noir (1), Georges Ohnet (14), Henri de Pen (1), Marcel Prévost (2), Alexis Pouillet (1), Georges Pradel (1), Jean Rameau (1), Adolph Richard (1), Emile Richebourg (7), Bernardin de Saint Pierre (1), Mme Anais Ségalas (1), Eugéne Sue (12), Frédéric Soulié (2), Edmond Tarbé (2), Ponson de Terrail (7), André Theuriet (2), Leon de Tinseau (1), Jules Verne (22), Fréderic de Vilay (1), Pierre Zaccone (5).
Bu listeden yola çıkılarak diyebiliriz ki, 1870-1900 yılları arasında, yaklaşık yüz yirmi beş Fransız yazarından kesin bir rakam verememekle birlikte üç yüzün10 üzerinde popüler roman çevrilmiş ve XIX. yüzyıl sonuna kadar geniş bir okuyucu kitlesi bulmuştur. Yukarıda adı geçen romancıların 3/2 si günümüzde unutulmuştur. Bu isimler ve yapıtları, bugün edebiyat tarihlerinde ve ansiklopedilerde yer almamaktadır. Ancak, Osmanlı aydını, bir roman geleneğine sahip olamadığı için Türk romanının gelişme aşamasında, bugün edebiyat tarihlerine ve ansiklopedilere alınmaya değer görülemeyen bu yazarları ve yapıtlarını örnek olarak seçmiş, okumuş, çevirmiş ve geniş kitlelerin de okuması için tavsiyede bulunmuştur.
XIX. yüzyılda, Tanzimat yazarlarının tamamına yakını çeşitli dillerden çeviriler yapmışlardır. En fazla tanıdığımız ve kültürel açıdan ilişki kurduğumuz ülke Fransa olduğu için dönemin yazarlarının çoğu Fransızca biliyor ve bu dilden çeviriler yapıyorlardı. Böylece o dönemde, Jules Verne, George Ohnet, Paul Bourget, Ponson de Terrail, Emile Richebourg, Octave Feuillet, Hector Malot, Eugène Sue, Xavier de Montépin, Jules Mary, Emile Gaboriau, Paul de Kock gibi ikinci derece önemli Fransız yazarlarının popüler tarzdaki romanları bir yığın halinde dilimize çevrilmiştir. Hatta diğer yabancı dillerde yazılmış bazı yapıtlar da, Jonathan Swift’in, Guliver Nâm Müellifin Seyahatnâmesi (1872) ya da Silvio Pellico’nun Mes Prisons romanının çevirisinde olduğu gibi, Fransızcaya yapılmış çevirilerden, ikinci bir çeviri ile dilimize aktarılıyordu. Böylece çeviri etkinliği gittikçe büyüyen dairesel hareketler halinde dalga dalga genişliyordu.
Edebî roman sınıflamasına yerleştirdiğimiz Lamartine, Emile Zola, Alphonse Daudet, Le Sage gibi yazarların yapıtları, aynı dönem içinde 1900 yılına kadar, popüler Fransız roman yazarlarına nazaran az sayıda olsalar da, dilimize çevrilmiştir. Bu bağlamda çevrilen romancıların dökümü şöyledir (Yalçın 1998):
Chateaubriand (4), Corneille (1), Alphonse Daudet (1), Fénelon (1), Goncourt Kardeşler (1), Victor Hugo (3), Lamartine (4), Guy de Mauppasant (2), Alfred de Musset (1), L’Abbé Prévost (1), J.J. Rousseau (1), Le Sage (2), Emile Zola (2)
Yukarıdaki örnekler göz önünde tutulacak olursa, edebî roman çevirisinde izlenen tutum da tesadüfler sonucu gerçekleşmiştir. Goncourt Kardeşler ve Emile Zola bir yana bırakıldığı zaman, Osmanlı aydınları tarafından Fransız romantik ekolüne bağlı yazarların daha fazla tercih edildikleri dikkati çekmektedir.
Fransa dışındaki Avrupa ulusların edebiyatlarından ve Rusçadan dilimize yapılan çeviriler, bu yığın arasında parmakla sayılacak kadar azdır. 1900 yılına kadar, İngiliz romanından sadece, Jonathan Swift’in Güliver’in Seyahatleri ve Daniel Defoe’nin Robinson Crusoe’u çevrilirken; Rus edebiyatından, Puşkin’in Kar Fırtınası, Tolstoy’un Familya Saadeti; İtalyan edebiyatından Silvio Pellico’nun Mes Prisons; Alman edebiyatından Goethe’nin Verter adlı romanları çevrilmiştir.
VI.
Bu genel çeviri seferberliğine koşut olarak, pek çok Türk yazarı da telif roman türünde, popüler nitelikli eserler vermişlerdir; Ahmet Midhat Efendi, Ahmet Rasim, Fikripaşazâde Mehmet Müncî, Abdullah Zühdü, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Mehmet Celâl, Mehmet Tevfik (Selanikli), Mustafa Reşit, Vecihi, Saffet Nezihi bunlar arasındadır.Hepsi aynı edebî düzeyde olmamakla birlikte, saydığımız isimler, Türk edebiyatının hep popüler çizgisinde yer almışlardır.
Bu yazarlar arasında Ahmet Mithat Efendi’nin, özel bir konumu bulunmaktadır. Yazar, “Ben, edebî sayılabilecek hiçbir eser yazmadım. Çünkü ben eserlerimden çoğunu yazdığım sıralarda memlekette edebiyattan anlamayanlar, nüfuzumuzun yüzde doksan dokuzunu teşkil ediyordu. Benim emelim de ekseriyete hitap etmek, onları tenvîre, onların dertlerine tercüman olmaya çalışmaktı” (Yazgıç 1940: 24-25.) sözleriyle romanı, bir edebî eser olarak görmediğini, popüler romanları bilinçli olarak yazdığını ve halkın kültür düzeyini yükseltmeye çalıştığını dile getirmektedir. Ahmet Mithat Efendi, romanlar yazmış, ilk özel Türk matbaasını kurarak yazdığı kitapları burada bastırmış, gazetecilik yapmıştır. Yazdığı romanlarla geniş bir okuyucu kitlesine romanı tanıtmış ve sevdirmiştir. Örneğin, Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Süleyman Muslu, Yeryüzünde Bir Melek romanları, macera roman türünün; Voltaire 20 Yaşında biyografik roman türünün; Esrar-ı Cinayât polisiye roman türünün, Amerika Doktorları, Acâib-i Âlem Jules Verne tarzı fennî roman türünün, Müşahedât naturalist roman türünün Türk edebiyatında ilk örnekleri olması açısından önemlidir.
Tanzimat Dönemi’nden hemen sonra, yaklaşık 1870’li yıllardan 1895 yılında Servet-i Fünûn topluluğunun bir araya gelmesine kadar geçen süre içinde edebiyatımızda, bugün çoğu üyesi unutulmuş ya da hatırlanamayan bir edebî topluluk bulunmaktadır. Mehmet Kaplan’ın “Ara Nesil” olarak adlandırdığı bu edebî topluluk, ikinci derecede yazarlardan ve şairlerden oluşmaktadır. Gazetecilik ve dergiciliğin yaygın bir hal aldığı bu dönemde, popüler romanlar çeviren, ve yazan bir grup yazar, santimantalizmi, yaygın bir duyuş biçimi olarak romanlarının kurgularının temeline yerleştirirler. Fikripaşazâde Mehmet Müncî, Abdullah Zühdü, Mehmet Celâl, Mehmet Tevfik (Selanikli), Mustafa Reşit, Vecihi bu tarz roman yazarlarımız arasında yer alır. Bu yazarlar, romanlarını çoğunlukla önce gazete ve dergilerde tefrika halinde, sonra da kitap olarak yayınlarlar. Popüler roman kaleme alan ismini verdiğimiz bu yazarlar, o kadar çok okunurlar ki kitaplarının kaçak basımları bulunmaktadır. Kitapların kaçak baskılarını almamaları için okuyucular sık sık uyarılmaktadır.
Ara Nesil olarak adlandırdığımız bu yazarlar kendilerinden sonra gelen romancıları da etkilemişlerdir. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Vecihi’nin bir gazetede tefrika edilirken yarım bıraktığı popüler romanı onun üslûbunu taklit ederek tamamlamış ve bu yolla edebiyat dünyasında tanınmıştır.
VII.
XIX. yüzyılda Türk romancıları tarafından yazılan romanlar ile aynı dönem içinde Türkçeye çevrilen Fransız romanları arasında sayıca bir karşılaştırma yapılacak olursa, kesin bir sayı verilememekle birlikte çevrilen romanların, telif romanlara oranla üç kat daha fazla olduğu görülür. Bu oran, Türk romanının gelişim sürecinde çeviri romanların telif romanların yazımı için bir örnek oluşturduğunun göstergesi olarak kabul edilebilir.
Türk romanı, başlangıcından itibaren, Batı romanları kaynağından beslenerek (özellikle Fransız popüler romanları) yeni ve modern bir nitelikle ortaya çıkmıştır. İşte bu noktada, çevirilerle başlayan ve gelişen popüler roman, Servet-i Fünûn kuşağına kadar, Batı edebiyatlarında modern romana bir geçiş türü kabul edilen romansların işlevini yüklenmiştir.
Fransızcanın öğrenimi ve öğretimi yolu ile popüler roman okuma süreci koşut bir şekilde gelişerek, XIX. yüzyıl Türk edebiyatında, popüler roman bir merkez durumuna yükselmişti. Fransız popüler romanı, bir yandan roman okuma alışkanlığı kazandırmış, bir yandan da Osmanlı okuru için yeni bir edebî tür olan romanı öğretmiştir. Artık Osmanlı aydını için, sözlü kültür ve divan edebiyatı geleneğinden gelen geçen türler yeterli olamamakta ve değişen toplumsal ve kültürel koşulların doğurduğu yeni duyarlığa hitap etmemektedir. İşte bu bağlamda, popüler romanlar, öncelikle konularıyla, içeriklerinin zenginlikleriyle, değişik bir dünyayı roman yolu ile topluma taşımalarıyla, Batı kültürünün ve yaşam tarzının tanıtılmasını sağlayan yapılarıyla Türk okurlarını etkilemiş, bunun bir sonucu olarak da edebiyatımızda henüz yeni bir tür olan roman, kendine özgü kurgu, şekil ve yapısıyla Türk edebiyatında yerini almıştır.
Halide Edip ADIVAR (1996) Mor Salkımlı Ev. İstanbul: Özgür Yayınları.
Nuri AKBAYAR (1985) “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Çeviri”. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi II. İstanbul: İletişim Yayınları: 447-451.
Dündar AKÜNAL (1985) “Çeviri ve Batılılaşma”. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi II.
İstanbul: İletişim Yayınları: 452-454.
Kenan AKYÜZ (1969) Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri. Ankara: Mas Matbaacılık.
Fatih ANDI (1995) Ara Nesil Şairi Mehmet Celâl. İstanbul: Alfa Basım, Yayım, Dağıtım.
ARAKEL (1301/1884) Arakel Kütüphanesi Esami-i Kütübü. İstanbul: Matbaa-i Ebüzziya.
Orhan BAYRAK (1994) Türkiye’de Gazeteler ve Dergiler Sözlüğü. İstanbul: Küll Yayınları.
BAYRAM, A. ve M. S. ÇÖĞENLİ (1978-1980) Seyfettin Özege Bağış Kitapları Toplu Kataloğu. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları.
Ahmet Şerif ÇAYCI (1993) “Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde Batı Edebiyatı. -1878-1896 Yılları Arası-(Servet-i Fünûn’a Kadar)”. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. (Yayınlanmamış Doktora Tezi).
Bilge ERCİLASUN (1996) Ahmet İhsan Tokgöz. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. (1997) “Türk Edebiyatında Popülerlik Kavramı ve Başlıca Eserler”. Yeni Türk Edebiyatı Üzerine İncelemeler. Ankara: Akçağ Basımevi, 421-449.
G. Gonca GÖKALP (1999) “Tanzimat Edebiyatında Gelenekten Gelen Unsurlar (Sözlü Kültür Etkileri Doğrultusunda XIX. Yüzyıl Yazılı Anlatılarında Yapı: Konu, Kurgu, Öykü, Kişi)”. Ankara: Hacettepe Üniversitesi. (Yayınlanmamış Doktora Tezi).
KASPAR (1307/1889) Kaspar Kütüphanesi Esami-i Kütübü Zeyli. Dersaadet: Kaspar Matbaası.
Orhan KOLOĞLU (1985) “Osmanlı Basını: İçeriği ve Rejimi”. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi I. İstanbul: İletişim yayınları, 68-93.
Jean-Louis MATTEI (1996) “Cette ‘petite littérature’, Créatrice de Mythes. ” Frankofoni, 8: 259-264.
Mustafa Nihat ÖZÖN (1934) Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Devlet Matbaası. (1936) Türkçede Roman Hakkında Bir Deneme. İstanbul: Remzi Kitabevi. (1964) “Türk Romanı Üzerine”. Türk Dili, 154, Temmuz: 577-591.
Saliha PAKER (1987) “Tanzimat Döneminde Avrupa Edebiyatından Çeviriler”. (Çev. Ali Tükel) Metis Çeviri, 1, Güz: 31-41.
Cevdet PERİN (1943) “Türk Romancılığında Fransız Tesiri Nasıl Başladı”. AÜ. DTCF Dergisi, 4, Mayıs-Haziran: 39-50.
İsmail Habip SEVÜK (1940) Edebî Yeniliğimiz (Tanzimat’tan Beri Edebiyat Tarihi). İstanbul: Remzi Kitabevi. (1941) Avrupa Edebiyatı ve Biz II (Garp’tan Tercümeler). İstanbul: Remzi Kitabevi.
Johann STRAUSS (1994) “Romanlar, Ah! O Romanlar! Les débuts de la lecture moderne dans l’Empire ottoman.” Turcica (Reuve D’études Turques), XXVI: 125-163.
Şerif HULÛSİ (1940) “Tanzimat’tan Sonraki Tercüme Faaliyeti (1845-1918)”. Tercüme, 3, 19 Eylül: 4-11.
Ahmet Hamdi TANPINAR (1982) XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
Halit Ziya UŞAKLIGİL (1936) Kırk Yıl. İstanbul: İstanbul Matbaacılık ve Neşriyat TAŞ.
Sıddıka Dilek YALÇIN (1998) “XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatında Popüler Roman”. Ankara: Hacettepe Üniversitesi. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). (2001), “Türk Romanının Doğuşu ve Fransız Popüler Romanları”. Frankofoni, Fransız Dili ve Edebiyatı İnceleme ve Araştırmaları Ortak Kitabı No: 13. Ankara: Hacettepe Üniversitesi, sf: 211-231.
Kâmil YAZGIÇ (1940) Ahmet Mithat Efendi, Hayatı ve Hâtıraları. İstanbul: Tan Matbaası.
Dostları ilə paylaş: |