Türkiye’de Çağdaş Anlamda


Osmanlı İmparatorluğu'nun Batılılaşma Sürecinde Kültür Varlıklarının Korunmasına İlişkin Yasal Düzenlemeler / Doç. Dr. Emre Madran [s.412-418]



Yüklə 13,38 Mb.
səhifə42/106
tarix26.08.2018
ölçüsü13,38 Mb.
#74397
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   106

Osmanlı İmparatorluğu'nun Batılılaşma Sürecinde Kültür Varlıklarının Korunmasına İlişkin Yasal Düzenlemeler / Doç. Dr. Emre Madran [s.412-418]


Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi / Türkiye

Batılılaşma Süreci

Tüm kültürler her evrelerinde, kendilerinden önce yaratılan değerlere karşı değişik tavırlar takınmışlardır. Bu tavırlar, olumlu ya da olumsuz olabilmekte, bir başka deyişle, korumayı ve geliştirmeyi amaçladığı gibi, bozucu ve yok edici de olabilmektedirler.

Bu durum, Anadolu’nun son 800 yıllık hikayesinde de değişik görünümleri ve içerikleriyle karşımıza çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik çağlarında,1 ya da Cumhuriyet’in ilk yıllarında2 izlenen olumlu ya da olumsuz tavırların, İmparatorluk için birçok değişmeyi kapsayan bir yüzyıl olan 19. yüzyılda da izlenmesi, bir rastlantı değil, her toplumda bilinçli ya da bilinçsiz olarak eylemleştirilen bir tutumun ve bir geçiş dönemi olmasının sonucudur.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Batı’ya yönelmenin, 18. yy.’da orduların yenilgilerinin çoğalmasıyla başladığı ileri sürülür.3 Yöneticiler, Osmanlı toplumunu ciddi bir çöküntüden kurtarmanın yolunu, Batı dünyasına öykünmede aramışlardır.

Batılılaşmayı yönlendiren kimi etkenler, İstanbul ve Avrupa başkentleri arasında diplomatik misyonların giderek çoğalması, ticari ilişkilerin kuvvetlenmesi, yabancı uzmanların, Batı’nın kültürel, eğitsel ve teknolojik etkinliklerini Osmanlı toplumuna taşımaları, Avrupa’ya gönderilen genellikle diplomatik nitelikli misyonların gittikleri ülkelerden etkilenmeleri ve bu olguyu ülkelerinde yeni etkinliklere dönüştürme istekleri ve Avrupalı gezginlerin çeşitli amaçlarla Osmanlı topraklarında yaptıkları geziler olarak sıralanmaktadır.4 Mahmud I döneminin sonuna doğru, Osmanlı elçileri, Avrupa’da ulusal devletlerin kurulması ve orta sınıfların güç kazanmasını sağlayan politikaları görmüşler ve bu husus Tanzimat’ın ilanını büyük ölçüde etkilemiştir.

Tanzimat Dönemi’ni biçimlendiren en önemli ögelerin başında, “yasalaşma” ve “kurumsallaşma” gelir. Yasalaşma herhangi bir konuya yönelik davranışları yasa haline koyma ve yasa biçiminde kurallar oluşturma olarak tanımlanmaktadır. Tanzimat’tan sonraki yasalaştırma etkinliğinin gerekçelerini Hıfzı Veldet (165) “Rasyonalizm ve tabii hukuk cereyanları,18. ve 19. asırlarda meydana gelmiş olan sistematik hukuk nazariyatı, yine bu asırlarda içtimai ve iktisadi münasebetlerin baştan başa değişmiş ve bunları karşılamak üzere yeni nizamlara ihtiyaç hasıl olmuş olması, siyasi amil yani merkezi idarenin kuvvetlenmesi, milli amil, yani her memlekette hukukun millileştirilmesi cereyanı” olarak sıralamaktadır.

Bu etkenlerin tümünün İmparatorlukta var olduğu ve yeni kural oluşturma çabalarının sadece bu etkenlerden kaynaklandığı kolayca söylenemez. Ancak, mevcut düzensizliğin giderilmesi için yeni bir düzen oluşturma gereksinimi, yasalaştırmanın önemli nedenleri arasındadır. Gülhane Hattı’nda bu husus “……bundan böyle Devleti Aliyye ve memaliki mahrusemizin hüsnü idaresi zımnında bazı kavanini cedide vaz’ü tesisi lazım ve mühim görünerek…” sözcükleriyle yer almıştır. Tanzimat’la başlayan ve hukuk alanındaki eşitsizlikleri kaldıran, devletin görevlerini sınıflayan ve yeniden tanımlayan, taşra örgütlerine yeni görev tanımları getiren, yargılama yöntemleri geliştiren5 bu yasalaşma hareketleri, 19. yüzyıla damgasını vuran bir eylemler dizisi olmuştur.

Kültür Varlıklarına İlişkin İlk Yasal Düzenlemeler

Tanzimat’ın en önemli iki ögesinden biri olan yasalaştırma yeni kurallar getirerek koruma alanında da etkisini göstermiştir. Bu süreçte 60 yıl (1848-1917) içerisinde eski eser ve korumayla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili 42 yasal ve yönetsel düzenlemenin yapılması ve yürürlüğe konmak üzere yayınlanması, yasalaştırma eyleminin etkin bir araç olarak kullanılmak istendiğini göstermektedir. Günümüzdeki imar ve koruma hukukunun temellerini oluşturan ve kentsel biçimlenmeyi belirleyen birçok yasal düzenleme Tanzimat’la birlikte getirilmiştir.

Bugün taşınır ve taşınmaz kültür varlığı olarak nitelendirilen değerler, 19. yy. ortalarına değin fıkıh kurallarına bağlı olarak ele alınmaktaydı. Fıkıh kitapları, kültür varlıklarına ancak sahibi belli olmayan “taşınabilir eşya” olmaları halinde değinmekte, taşınmaz kültür varlıkları ise vakıflara, özel kişilere ve devlete (miri mal) ait olabilmekteydi. Bu durumda, sadece vakıf kökenli taşınmazlar vakfın kendine özgü koşullarından dolayı belli güvenceler altında olmakta, devlet ya da kişinin kendi “mal”ı üzerinde sınırsız kullanma yetkisi bulunmakta, boş arazide bulunan ya da kimsenin mülkü olmayan yapılar ise kolayca tahrip edilebilmekteydi.6 Bunu önlemek amacıyla, özellikle 1840’lardan itibaren başlayan kural oluşturma sürecinde, yapı ve onarım alanında konuya dolaylı ya da doğrudan değinen yasal düzenlemeler görülmektedir.

Dolaylı yasal düzenlemelerin ilki 1840 tarihli Ceza Kanunu’dur. 28 Zilhicce 1274/9 Ağustos 1858 tarihinde son şeklini alan bu yasanın 133. maddesine göre, “…Hayrat-ı şerife ve tezyinat-ı beldeden olan ebniye ve asar-ı mevzuayı hedm ve tahrib ve yahud bazı mahallerini kırıb rahnedar…” edenler cezalandırılacaktır. Görüldüğü gibi, bu hüküm sadece hayır yapılarıyla (cami, mescit, türbe) süslü (anıtsal nitelikli) yapıları kapsamaktadır.

Aynı yıl çıkartılan “Arazi Kannunnamesi” de Mahmud II’nin dirlikleri kaldırmasından doğan boşluğu doldurmak için düzenlenmiştir.7 Fıkıh kitapları, eski eserleri “malik ve sahibi belli olmayan” taşınabilir mallar olarak gördüğü için, Kanunname de sadece taşınır eski eserleri ele alır ve bunları 107. maddede “…ve bütün arazide bulunup malik ve sahibi bilinmeyen eski ve yeni paralar, silah ve aletler ve yüzük taşları gibi…” olarak tanımlar. Bulunan eşyanın sahipliliği için konan kurallara göre, üzerinde kelime-i şahadet gibi İslami izler bulunan ve İstanbul’un fethinden sonra saklanmış olduğu anlaşılan “…hazine ve defineler…”, arazi sahibi o hazinelerin ve definelerin kendi malı olduğunu iddia ederse kendisine verilir. Arazi Kanunnamesi, üzerinde “put” veya İslam olmayan ülke yöneticilerinden tanınmış birinin ismi gibi işaretler bulunan ve İstanbul’un fethinden önce saklı bulunduğu anlaşılan hazineler ve defineler için başka hükümler getirmiştir. Buna göre eşyaların bulunduğu yerin sahibi, o hazine ve definelerin kendi malı olduğunu iddia ederse ona verilir.

Arsa sahibi bu nesnelerin kendine ait olmadığını söylerse, 1/5’i devlete, geri kalanı o arazinin ilk sahibi ya da mirasçılarına verilir. Arazi kimsenin malı değilse, bulunan nesnelerin tümünü devlet alır. Görüldüğü gibi, Arazi Kanunnamesi, bir “koruma” olgusunu değil, bir “paylaşım” ve “mülkiyet” olgusunu düzenlemeyi hedefleyen hükümler içermekte ve genellikle taşınır eserleri kapsamaktadır.

Dolaylı düzenlemelerin önemli bir bölümü değişik tarihlerde çıkartılan Ebniye Nizamnamelerinde yer alır. 1848 yılında çıkan ilk nizamname büyük kentlerdeki ulaşım, yeni yapılaşma vb. konularda çağdaş tanım ve uygulamalar getirmeyi amaçlamakla beraber, yapılaşmış alanlardaki eski yapılara ilişkin bazı hükümler de içermektedir. Örneğin, Nizamname’nin 4. maddesi, yangın yerlerinde onarılabilecek nitelikteki yapıların yolları genişletmek amacıyla geriye çekilmesini, bir başka deyişle tümüyle yıkılarak yeniden yapılmasını öngörmektedir. 16. maddede ise, hanlarda avluya veya kitleye bitişik ahşap yapı yapılamayacağı öngörülmüştür. 1849 yılında çıkarılan 2. Ebniye Nizamnamesi’nde de korumaya değinen hükümler yer almaktadır. Cami avlularında yapılaşma yasağı konması (m. 32) bunların en önemlisidir. 1864 yılında yayınlanan ve ana amaçları arasında yangınların önlenmesi bulunan Turuk ve Ebniye Nizamnamesi’de mevcut yapılarla ilgili çeşitli hükümler içermektedir. Örneğin 36. madde mevcut yapıların dış onarımlarında (cephe kaplaması, saçak, kepenk vb.) ahşap kullanılmasını yasaklamıştır.

Hemen her dönemde olduğu gibi, 19. yüzyılda giderek yoğunlaşan “imar hareketleri” geleneksel doku ve yapıları olumsuz etkilemiştir. Bu imar hareketlerini düzenleyen ve 23 Zilhicce 1299/6 Kasım 1882 tarihinde yürürlüğe giren “Ebniye Kanunu” kendinden önce çıkartılan tüm Ebniye Nizamnamelerini yürürlükten kaldırmış ve son 40 yılda edinilen yeni deneyimleri de göz önüne alan genişletilmiş bir metin haline gelmiştir. Başta İstanbul olmak üzere İmparatorluğun büyük kentlerindeki imar etkinliklerini tanımlayan, uygulama ve denetim mekanizmalarını belirleyen bu yasanın bazı bölümleri, özellikle geleneksel/tarihsel konut dokusunun bozulmasını özendirici hükümler içermektedir. Örneğin, sokaklar yeni yapılan sınıflamaya göre genişletilecek, bu amaçla bir yanı ya da iki yanındaki yapılar yıkılacaktır (m. 1, 8, 9), tehlikeli olan yapı ve duvarların yıkılması için Belediye mal sahibine bildirimde bulunacak, mal sahibi bu bildirime karşın yapıyı yıkmazsa, işlem belediye tarafından yapılarak giderler mal sahibinden alınacaktır (m. 47, 48), yeni genişlikleri belirlenmiş yollarda yer alan mevcut binaların sadece cepheleri onarılabilecek, esaslı onarım için izin ancak gerekli yola terk işlemleri yapıldıktan sonra verilecektir (m. 50). Görüldüğü gibi, bu hükümler belki daha çağdaş, düzenli ve yaşanabilir kentsel mekanlar oluşturmak üzere düzenlenmişse de, mevcut yapı stokundan belli değer içerenlerin korunmasına ya da değerlendirilmesine ilişkin bir tavır yakalamak olası değildir.

Doğrudan İlk Yasal Düzenlemeler

26 Şaban 1255/3 Ekim 1839’da Gülhane Meydan’da Mustafa Reşit Paşa tarafından okunan“Gülhane Hattı Hümayunu”, koruma alanında da genel kurallar oluşturulmasını sağlamıştır. Ancak, koruma alanındaki yasal düzenlemelerin itici gücü, Osmanlı vatandaşlarının haklarını ve yaşam biçimlerini düzenlemeye yönelik yasa ve nizamnamelerin bazılarında görüldüğü gibi iç dinamikler olmayıp hemen tümüyle Osmanlı dışı etkenlerden oluşmaktadır. Bir diğer deyişle, 1860’ların sonundan itibaren gündeme getirilecek “Asarı Atika Mevzuatı”, devletin giderek arsızlaşan Avrupa kökenli “kültürel talan”a karşı kendini korumayı amaçlayan ve içgüdüsel olarak aldığı tavırların ve “meşru müdafaa”nın sonucudur.

1850’li yıllarda, Ceride-i Havadis’te arkeolojik kazılar konusunda yayınlanmaya başlayan yazılar, Anadolu’da çeşitli nedenlerle arkeolojik kazı ve araştırmaya başlayan yabancı grupların artması ve bunun sonucu çeşitli eserlerin yurt dışına götürülmesi, yönetimin Türk-İslam çağı öncesi kültürlere ait taşınmazların korunmasında yeteri kadar duyarlı olmaması yeni düzenlemelerin yapılmasını gerektiren nedenler arasında sayılabilir. İzmir-Aydın demiryolu çalışmaları müdürü Delarke’nin, 1863 yılında, Selçuk yöresinde kimi mimari elemanların bulunmasından sonra, yörede bir müze oluşturmak için Padişah’a gönderdiği dilekçe kabul edilmiş, İzmir Valisi’ne bu konuda yazılan Sadaret tezkeresinde, yazılı ve işlenmiş birtakım mermer taşlar bulunduğu, bunların sözleşme esaslarına göre Osmanlı Devleti’ne geri verilmesi gerektiği, ancak, çıkan eserler o kadar değerli olmadığı için ancak yöresel bir müzede tutulabileceği yer almıştır.8

Korumayla ilgili ilk yasal düzenlemenin gerekçelerini anlatan somut bir bilgi ya da belgeye henüz ulaşılmış değildir. Ancak, Ali Paşa’nın sadrazamlığı sırasında, Maarif Nezareti’ne gönderilen 15 Şevval 1285/30 Ocak 1869 tarihli bir buyrultuda, bir nizamnamenin hazırlanmakta olduğu söylenmektedir. İlk yasal düzenlemeye temel oluşturan bu buyrultunun başlangıcında şu saptamalar yer almaktadır “9…Avrupa Müzeleri buradan götürülen nadide eserlerle süslüyken memleketimizde bir müzenin kurulmamış olması doğru değildir…Asar-ı Atika çıkaranlara çift olan antikaların bir adedini bize bırakmaları koşuluyla kazı izni verildiyse de buna uymadıkları görülmüştür…bundan böyle yurt dışına eski eser çıkartılamayacaktır. Eski paralar bu kaidenin dışındadır…”.10 Buyrultuda, ayrıca, devlet adına “antika” ihracı yapılabileceği, ancak bunun kapsamında sadece eski paraların yer aldığı, genel bir “müzehane” kurulacağı, tüm arkeolojik kazıların ruhsat alındıktan sonra yapılabileceği ve tüm bu hususların, Şurayı Devlet, Nafia Dairesi tarafından hazırlanacak bir yasal düzenleme konusu olacağı yer almaktadır.

Buyrultu gereğince hazırlanan ve İmparatorluğun doğrudan eski eserle ilgili ilk düzenlemesi olan 1 Şubat 1284/13 Kasım 1869 tarihli Asarı Atika Nizamnamesi11 bir giriş ve 7 maddeden oluşmaktadır. Nizamnamenin ilk maddesi Osmanlı topraklarında eski eser aramak isteyenlerin Maarif Nezareti’nden izin alması koşulunu getirmiştir. 2. madde eski eserlerin yurt dışına çıkartılamayacağını ancak yurt içinde satılabileceğini belirtmekte, 4. madde de ise eski paraların bu hüküm dışında kaldığı yer almaktadır.

3. madde, mülkiyete ilişkin olup, arazisinde eski eser bulunan kişinin o eski eserin sahibi olduğunu açıklar. Eski eser aramak için verilen iznin sadece yeraltında bulunan eşyalar için geçerli olduğu, bu amaçla yer üstünde bulunan eserlerden “birşeyler” kopartmanın yasak olduğu 5. maddenin içeriğini oluşturmaktadır. Nizamnamenin korumayla ilgili (çok kısıtlı da olsa) tek maddesi budur. Görüldüğü gibi, İmparatorluğun eski eserle doğrudan ilgili bu ilk yasal düzenlemesi oldukça ilkel ve sadece arkeolojik kazılarla ilgili temel bir düzenleme getiren bir içeriğe sahiptir.

1869 tarihli Asarı Atika Nizamnamesi’nin çeşitli nedenlerle yetersiz kalması yeni bir nizamname hazırlanmasını zorunlu kılmıştır. 29 Zilhicce 1291/7 Şubat 1875 tarihinde Meclis-i Maarif-i Kebir tarafından Padişah’a sunulan bir belgede,12 kazıların ve kazılardan çıkartılan eserlerin kamu yararına olduğu, bu çok değerli şeylerden halkın mahrum bırakılmaması gerektiği, bu nedenlerle yabancılara kazı izni verilmesinin doğru olacağı yer almaktadır. Ancak Meclis, bu izni alan yabancıların mevcut nizamnameye uygun davranmadığını ve “………Devlet-i Aliye’nin hakkını muhafazaya riayet etmeyip ne kadar şey ihraç edilir ise cümlesini alıp ve mabet ve ebniye gibi zuhur eden asar-ı makbule-i gayri menkulenin ötesini berisini kal’ ve hedmedip bir suretle memleketlerine nakil ve ihraç etmekte oldukları…”nı da ayrıca vurgulamakta ve yeni bir nizamname yapılması önerilmektedir.

Olasılıkla bu gelişmeler ışığında hazırlanan İkinci Asar-ı Atika Nizamnamesi, 20 Safer 1291/7 Nisan 1874’te yayınlanmıştır.13 36 maddeli bu yeni belgenin birçok “ilk”i içermesi olumlu yanlarından bir tanesidir. Örneğin, ilk kez “Ezminei kadimeden kalan her nevi eşyayı masnua” (m. 1) şeklinde bir “eski eser” tanımı yapılmıştır. Nizamname’deki yer alan eski zamanlar sözcüğü Türk-İslam çağı öncesi kültürlerini anlatmakta, Osmanlı henüz kendi döneminin yapıtları için bir “koruma statüsü” oluşturmayı düşünmemektedir. Ancak Nizamname’nin hangi gereksinmeleri karşılamak için düzenlendiği düşünüldüğünde, hemen tümüyle arkeolojik değerler öne çıkmakta ve bu bağlamda eskilik boyutu tek ölçüt olarak yer almaktadır. Eski eserler, “eski paralar” ve “diğer taşınır ve taşınmaz eşyalar” olarak ikiye ayrılmaktadır. Türk-İslam çağı öncesi kültürlerine ait olan bu eski paralar günümüzdeki kültürel değer sınıflamasında bir üst başlık oluşturmazken, 1870’lerde, en çok bulunan, kolaylıkla taşınabilen ve dolayısıyla kaçırılabilen, niteliklerinden dolayı en çok ilgi çeken bir eser türü olduğu için nizamnamede özel olarak yer almıştır. 3. maddede ise, henüz ortaya çıkmamış (gayrimekşuf) eski eserlerin “Devlet Malı” olduğu kavramı yer almıştır. Nizamnamenin 4. maddesinden sonraki bölümü ise hemen tümüyle arkeolojik kazılar ve definecilikle ilgilidir. Nizamnamede, doğrudan taşınmazların korunmasını ve onarımını amaçlayan hükümler 6, 14 ve 35. maddelerde yer almaktadır. 6. madde “…Asar-ı sabiteden sahipli yerlerde bulunan ve mükemmel olan bazı maabid ve ebniye-i sairenin muhafazası için hükümetden mahalline icabına göre memur dahi tayin olunacaktır” hükmünü getirmiştir. Bu önlem, sadece sahipli yerde bulunan yapıları kapsaması ve “mükemmel” olmak gibi çok değişken bir ölçüt getirmesi bakımından çok yetersiz kalmaktadır. 14. maddede, “Maabit ve tekaya ve medarise ve makbere ve su yolu ve tariki amme misillü umuma mazarratı olacak yerlerde……” kazı yapılamayacağı belirtilmektedir. Anılan yapıların bir bölümünün dini nitelikli olması ve uygulamaların kamuya zarar vermemesinin (su yolu, diğer yollar, mezarlıklar gibi) amaçlanmasına karşın, bu madde yine de çevrenin ve kimi anıtsal yapıların kazı sonucu tahribini önleyememiştir. 35. madde ise “Ebniye vesaire gibi umumi ve hususi mahallerde mevcut…” taşınmaz eski eserleri tahrip edenler hakkında Ceza Kanunu’nun 133. maddesine göre işlem yapılacağını öngörmektedir.

1874 Nizamnamesi’nin ilginç bir yönü, sonunda yer alan ve “Tenbih-i Resmi” başlığını taşıyan bölümdür. Bu bölümde, “…Asar-ı nadireyi havi kadim ve meşhur şehirlerde vaki kale duvarlarında ve ebniye-i saire harabelerinde bulunan üzerleri yazılı ve kabartmalı mermerler”in kırıldığına ya da kireç ocaklarında kullanıldığına, böylece tahrip ve yok olduklarına dikkat çekilmekte ve “…bilcümle kadim ve meşhur şehirlerde kain kale, mabet ve saray ve hane bilumum ebniye-i atika harabelerinden…” taş alınması ve kırılmasının önlenmesi için valiliklerce gerekli önlemlerin alınması istenmektedir. Ancak bu önlemler de, yaşayan yerleşme ve yapıları değil, Asarı Atika Nizamnamesi’nde olduğu gibi sadece arkeolojik alanları kapsamaktadır.

1869 ve 1874 tarihli Asarı Atika Nizamnamelerinden sonra çıkartılmış olmakla beraber, İmparatorluğun medeni kanunu olarak hizmet veren ve bu nedenle kişi ve taşınmaz hukuku ile ilgili hükümler içeren 26 Şaban 1293/17 Eylül 1876 tarihli Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye’de de eski eserlerle ilgili hükümler yer almaktadır. Mecelle’nin 1192. ve 1198. maddelerinde mülkün sahibince hangi koşullarda serbestçe kullanabileceği tanımlanmakta ve bu hak ancak çevreye “zarar-ı fahiş” verirse kısıtlanabilmektedir (m. 1197). Mecelle, zarar-ı fahiş olarak, diğer bir yapıya zarar verme ve onun yıkılmasına neden olma ya da o binadan yararlanmayı engelleme gibi eylemleri tanımlamıştır. Bir diğer deyişle, kişi çevresine zarar vermemek koşuluyla, taşınmazında dilediği uygulamayı yapabilecektir. Mecelle, yol/yapı düzenine ilişkin hükümler de getirmiştir. 1214. maddeye göre yapıların yol cephelerinde yer alan ve yola zararlı olan alçak çıkıntılar ve şehnişinler eski bile olsa yıkılacaktır.

İlk iki nizamnamenin uygulanması sürecinde edinilen deneyimler ve yeni gelişmeler yeni bir düzenlemeye gidilmesini gerektirmiş ve bu nedenle 23 Rebiülahır 1301/21 Şubat 1884’te yürürlüğe giren Üçüncü Asar-ı Atika Nizamnamesi hazırlanmıştır. 5 bölümlü nizamnamenin ilk bölümünü genel hükümler, ikinci bölümünü eski eser alım satımı, üçüncü bölümünü araştırma ve kazılara ilişkin hususlar, dördüncü bölümünü eski eserlerin alım satımı, beşinci ve son bölümünü ise ceza hükümleri oluşturur. 1906 tarihli son Asar-ı Atika Nizamnamesi’ne de esas teşkil edecek olan bu belgenin ilk maddesi, eski eserin tanımını vermektedir. Bu tanımın zaman boyutu, içerdiği dönemler açısından, bir öncekine oranla daha kapsamlı olmamakla beraber, “…kıt’at ehalii kadimesinin terk etmiş oldukları asarın cümlesi…” ile daha net bir anlatıma kavuşmuş olup eski eser olarak, o gün yaşamayan kültürlerin ürünlerinin anlaşıldığını açıkça göstermektedir. Bu genel tanımdan sonra sıralanan taşınır (altun meskukat, oyma resim ve nakışlar, vb.) ve taşınmaz (saray, sirk, tiyatro, su kemerleri, tümülüsler, dikili taşlar vb.) eserler de, Türk-İslam çağı eserlerinin henüz eski eser sayılmadığını açıkça belirtmektedir. Taşınmazların korunmasıyla doğrudan ilgili hükümler ise 4. ve 5. maddelerde yer almaktadır. 4. madde, “…arazi ve emakinde mevcut veya meknuz olan asarı atikayı hotbehot yıkıp kaldırmaya arazi sahiplerinin selahiyetleri yoktur…” demekte, 5. maddede ise, “…asar-ı atikayı ve ebniye ve turuk-u kadime asarını, kale duvarlarını, burçları, hamam ve mezarları… bozmak, parçalamak, yakınında kireç ocağı açmak, içinde her türlü inşaat yapmak, yıkılmış taşları başka yerlerde kullanmak, bu harabeleri konut, depo, ahır vb. amaçla kullanmak yasaktır” hükmü yer almaktadır. Buradaki yaklaşım, o dönemde kullanılmakta olan Türk-İslam çağı eserlerinin kapsamamakta ve 1. maddedeki tanımla da bütünleştiğinde bu Nizamname’nin de arkeolojik nitelikli yapı ve alanları kapsadığı kolayca anlaşılmaktadır. Nizamname’nin 6-32. maddeleri tümüyle arkeolojik kazılarla, eski eser ithal ve ihracına ayrılmıştır.

İmparatorluğun korumayla ilgili son yasal düzenlemesi Osman Hamdi Bey döneminde gerçekleştirilen 1906 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’dir. İlk üç Nizamname’nin uygulanması sonucu elde edilen deneyimler, arkeolojik kazıların artması, meslek adamlarının yetişmeye başlaması, yeni bir yasal düzenleme yapılmasını zorunlu kılan nedenler arasında yer almaktadır. 23 Nisan 1906’da çıkartılan bu son Nizamname, Cumhuriyet döneminde de kullanılacak ve 1973 yılına değin, tek koruma mevzuatı olma özelliğini koruyacaktır. AAN, 6 ana bölüm ve 1 “Ahkamı Müteferrika” bölümünden oluşmuştur. İlk bölüm “Asarı atika müzesi hakkındadır” başlığını taşımakta ve eski eserlerden sorumlu mekanizmayı tanımlamaktadır. Buna göre, Müze Müdürlüğü eski eserlerle ilgili tüm hizmetlerden sorumludur. İllerde ise, bu sorumluluk Maarif Müdürlerine verilmiştir. Bu kişiler hem müze müdürü görevini yürütecek hem de eski eserlerle ilgili işlerden dolayı İstanbul Müze Müdürlüğü’ne bağlı olacaklardır (m. 2). AAN’nin ikinci bölümü eski eserin tanımı ile bu eserlerin kullanım biçimleri hakkındadır. Bu bölümün ilk maddesi, gerek kamu ve gerekse özel mülkiyette bulunan arazi ve yapıda, varlığı bilinen ya da daha sonra ortaya çıkacak olan eski eserlerin devlet malı olduğunu bildirir (m. 4). Bu nedenle, bu eserleri bulmak, korumak, toplamak ve müzelere götürmek hükümetin hakkı olmaktadır. Bu hüküm İslam uygarlığına ait taşınır ve taşınmaz sanat eserlerini de kapsamaktadır.14 Nizamnamenin üçüncü bölümünde taşınmaz eski eserlerle ilgili kısıt ve yaptırımlar yer alır. 7. madde, her nerede ve ne surette olursa olsun taşınmaz bir esere rastlayan bir kişinin bunu en yakın askeri ya da mülki amire bildirme zorunluluğunu getirir. 8. madde, korumayla doğrudan ilgili tek maddedir. Buna göre eski eserleri yerinden oynatmak, yıkmak, sakatlamak ve mahvetmek, yıkımından doğan alanı zapt etmek, üç yüz metreden daha yakınında kireç ocağı ve tuğla harmanı oluşturmak, doğrudan ya da dolaylı olarak tahribine neden olacak işlemler yapmak, ölçmek amacıyla izin almaksızın iskele kurmak, ahır, ot anbarı vb. bir işlev vermek yasaklanmıştır. Nizamname’nin dördüncü bölümü taşınır eski eserlerle ilgilidir. Buna göre, herhangi bir kimse arazisinde taşınır bir eser bulduğunda bunu ilgililere haber vermekle yükümlü tutulmuştur. Bu bildirim karşısında arazi sahibine bulunan eserin yarısı verilecektir. Arkeolojik kazılar (m.10-25), Nizamname’nin beşinci bölümünü oluşturur.

Kazı izni alınması ile başlayan sürece ilişkin ayrıntıların yer aldığı bu bölümün belki en önemli maddesi, kazı izni vermeyen arazi sahiplerinin arazilerinin Maarif Nezareti’nce kamulaştırılmasıyla ilgilidir. Altıncı bölüm eski eserlerin ithalat ve iharacatıyla (m. 26-31) ilgilidir. 1884 Nizamnamesi’ndeki yurt dışına eski eser çıkarma yasağı bu Nizamname’de de sürmektedir. Son dört madde ise (m. 32-35) ceza ve yürürlükle ilgili maddelerdir.

1906 Nizamnamesi birkaç temel noktada değerlendirilebilir. Bunlardan ilki, daha önceki nizamnamelere oranla daha gelişmiş bir içeriğe sahip olmasıdır. Buna karşın 35 maddeden 26’sının taşınır eski eserler ve arkeolojik kazılara ayrılması, taşınmazların korunması kavramı ve buna bağlı yaklaşımların gereği kadar oluşmadığını açıkça göstermektedir. Nizamname’nin bir diğer önemli özelliği ise Cumhuriyet’in ilk koruma mevzuatı olan 1710 sayılı yasanın özellikle taşınır eserler ve arkeolojik kazılara ilişkin bölümlerini büyük ölçüde etkilemiş olmasıdır.

Son Yasal Düzenlemeler

20. yüzyılın ilk 20 yılı, Osmanlı İmparatorluğu’nun da son yılları olmaktadır. Bu yıllarda 1906 tarihli son AAN’nin yanı sıra, başka yasal düzenlemelerin yapıldığı da görülmektedir. Bunlardan ilki, “Muhafaza-i Abidat Nizamnamesi”dir (MAN). 17 Temmuz 1328/28 Temmuz 1912 tarihinde kabul edilen ve 1936 yılına kadar yürürlükte kalan bu Nizamname, Osmanlı Devleti’nin, sadece taşınmaz kültürel değerlerle ilgili hükümler içeren ilk yasal düzenlemesidir.15 Çal (1990: 20) bu nizamnamenin çıkış nedenlerini, 1906 tarihli Asarı Atika Nizamnamesi’nin yetersizliğine ve “…devlete hakim olan Türkçülük hareketine paralel olarak gelişen neo-klasik akımın…” etkisine bağlamaktadır.

Nizamname’nin 1. maddesinde, 1906 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin 5. maddesine gönderme yapılarak, eski eser yapıların tanımı “…Bilcümle kadim kaleler, burçlar ve kasaba surları ile her hangi devre ait olursa olsun kaffe-i emlakin ve asar…” şeklinde düzenlenmiştir. 2. madde, bu eserlerin tahribini yasaklamaktaysa da, 3 ve 4. maddeler, ilgili uzmanların16 karar vermesi ve bu kararların Maarif Nezareti’nce onaylanması halinde, taşınmazların kısmen ya da tümüyle yıkılabileceğini öngörmektedir. Nezaret, bu süreçte Müze-i Hümayun Müdürü’nün görüşünü almak durumundadır. Yıkılması öngörülen yapı, “fevkalade-i mahsusa”ya sahipse, müze yönetimince yeniden incelenecektir. Bu düzenlemenin birçok sakıncası olduğu açıkça anlaşılmaktadır. İllerde oluşturulacak kurulların eski eser konusundaki bilgi ve deneyim yetersizliği, kimi yerlerde bu kişilerin bile bulunmaması, birçok değerin tahribine yol açacaktır.

Muhafaza-i Abidat Nizamnamesi’ne bağlı olarak iki yeni yasal düzenleme daha gerçekleştirilmiştir. 8 Zilhicce 1331/8 Kasım 1913 tarihli “Esvar ve Kila-i Atika’dan Belediyelerle Vilayata Terkolunacak Yerler Hakkında Kanunu Muvakkat”a göre,17 Muhafaza-i Abidat Nizamnamesi’ne göre yıkılmasına izin verilen eski eserler, arsaları ile birlikte ve konumlarına göre belediyelere ya da il idarelerine verilmektedir (m. 1). 23 Recep 1330/25 Haziran 1328/1910 tarihli “Cami-i Şerife vesair Müessesat-ı Hayriye’nin Tahtında veya Fevkinde veya Harim Müştemilatında Bulunan Mahallerin İstimlaki Hakkında Kanun” ise, camilerin içinde ya da kenarında bulunan yapı ve alanların, hiçbir inceleme yapılmaksızın Evkaf Nezareti’nce kamulaştırılıp yıkılabileceğini öngörmektedir. Her iki düzenlemenin tahrib için elverişli ortamlar yarattığı söylenebilir.

Sonuç

18. yüzyılın sonundan başlayarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna değin geçen sürede, Osmanlı İmparatorluğu, her sektörde, köklü değişmelere ve gelişmelere sahne olmuştur. Bugün “kültür varlığı” olarak tanımlanan yapılara karşı takınılan tavırlar ve gerçekleştirilen müdahaleler ile “koruma” eyleminin yasal, yönetsel, parasal ve teknik boyutları da bu değişimlerden etkilenmiştir. Bu etkilenme, olumlu ya da olumsuz sonuçlar vermekle beraber, ortaya çıkan resmi tek bir sözcükle betimlemek gerekirse, “gelişme” sözcüğünün seçimi yanlış olmayacaktır.



Döneme damgasını vuran en önemli iki olgu, “kurumsallaşma” ve “kural oluşturma/kanunlaştırma”dır. 19. yüzyıl öncesinde, gerek yapı, gerekse onarım alanının örgütlenmesinde, tüm ilgililerin uymakla yükümlü olduğu yazılı kurallar bulma olanağı çok az iken, Tanzimat’ın hemen sonrasında birçok kurumun işleyişini düzenleyen kuralların oluştuğu görülmektedir. Bu husus, doğal olarak, tüm döneme hakim olan yeni devlet ve yönetim anlayışının bir göstergesidir. Ancak, yazılı kuralların yoğun olmadığı dönemlerde ve bazı konularda hizmetlerin daha az aksadığı, buna karşın yeni yazılı kuralların ise sanılan kadar olumlu gelişmeler sağlamadığı da gözlenmektedir.

Kurum ve kurallardaki bu değişimlere karşın, “eski eser” kavramında aynı gelişme izlenememektedir. 1906 tarihli Asarı Atika Nizamnamesi’ne değin, Türk-İslam çağı yapıtları eski eser sayılmamıştır. İlk 4 Nizamname, hemen tümüyle, arkeolojik alan ve eserlerle ilgili sorunların çözümüne ve süreçlerin tanımlanmasına ayrılmıştır. Bir başka deyişle, İmparatorluğun 19. yy. gündeminin büyük bir bölümünü arkeolojik eserler oluşturmaktadır. Türk-İslam çağı yapıtlarının korunması gerekli eser olarak tanımı ilk kez 1906 tarihli AAN’de görülmektedir.

1 Emre MADRAN (1996/a), The Organisation of the Field of Restoration in the Ottoman Empire: 16th-18th Centuries, Yayınlanmamış doktora tezi, METU, s. 30-40.

2 Emre MADRAN (1996/b), Cumhuriyetin İlk 30 Yılında (1920-1950), Koruma Alanının Örgütlenmesi I, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi Cilt: 16, Sayı: 1-2, s. 75.

3 “Batılılaşma” sürecine ayrıntılı ilk bilgiler için, şu kaynaklarda da yeterli bilgi bulmak olasıdır: İsmail CEM, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, s. 210 vd.; Vedat GÜNYOL, “Batılılaşma”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 1, s. 255; Şerif MARDİN, “Batıcılık”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi Cilt: 1, s. 245-247; İlber ORTAYLI, “Batılılaşma Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 1, s. 134-138; Taner TİMUR, “Osmanlı ve Batılılaşma”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 1, s. 139-146.

4 Serim DENEL (1982), Batılılaşma Sürecinde İstanbul’da Tasarım ve Dış Mekanlarda Değişim ve Nedenleri, Ankara 1982, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayını.

5 Bülent TAHİROĞLU (1985), Tanzimat’tan Sonra Kanunlaştırma Hareketleri, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c. 3, s. 601.

6 Bu konuda Ahmet Mumcu’nun (1969: 66-67) geniş bir yorum ve değerlendirmesi bulunmaktadır.

7 Bülent TAHİROĞLU (1985), Tanzimat’tan Sonra Kanunlaştırma Hareketleri, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c. 3, s. 593.

8 Kocabaş, s. 75.

9 Aslında, gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılında, gerekse Cumhuriyet döneminde, kültürel varlıkların korunması etkinlikleri, sürekli olarak müzecilik etkinliklerinin gölgesinde kalmıştır. Müzecilik ise, arkeoloji ile eş anlamlı görüldüğü için halen yürürlükte olan 2863 ve 3386 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasaları da dahil olmak üzere, hemen tüm yasal düzenlemeler, “arkeoloji” ağırlıklıdır. Korumayla ilgili yasalar ayrıntılı incelendiğinde ve yorumlandığında, birçok maddenin sadece arkeolojik alan ve yapıtlar göz önünde tutularak yazıldığı, ülkenin tüm kültür varlıklarının kapsanması gerekirken bunun yapılmadığı kolaylıkla anlaşılacaktır. Bu yaklaşımın kökenleri ise, 1860’lı yıllardan itibaren yayınlanan Asar-ı Atika Nizamnamelerinde de kolaylıkla görülmekte ve izlenmektedir.

10 Kocabaş, s. 75.

11 Ahmet Mumcu (1969: 66 ve dipn. 25), birçok kaynağın 1874 tarihli AAN’ni ilk yasal düzenleme olarak kabul ettiğini bildirir.

12 Mükerrem Kamil Su (1965), Osman Hamdi Bey’e Kadar Türk Müzesi, İstanbul 1965, ICOM Türkiye Milli Komitesi Yayınları, belge 13.

13 Nizamnamenin tam metni ve eleştirisi için bkz. Tertip Düstur, Cilt: 3, s. 426-431 Ahmet MUMCU, “Eski Eserler Hukuku ve Türkiye” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi XXVI (3-4) 1969, s. 53-67.

14 Ahmet Mumcu (1970: 43. Dipnot: 55), 4. maddede İslam güzel sanatlarına ait eserlerin de devlet malı sayılmasını. “İslam eski eserlerinin 5. ve 6. maddeler kapsamına girmeyeceği yolunda bazı duraklamalara engel olmak…” için düzenlendiğini ileri sürmektedir.

15 Düstur, 2. Tertip 4. cilt, s. 599-600.

16 İl Milli Eğitim Müdürü (Başkan), İl yönetiminden 1 memur, Ordudan 1 memur, Bayındırlık Mühendisi, Belediye Mühendisi, Yerel Müze Memuru.

17 Düstur, II. Tertip, C.V, s. 941.

Feridun AKOZAN, Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yayını No: 47, İstanbul 1977.

ALİ HAYDAR, Şerh-i Cedid-i Kavanin ül-Arazi, İstanbul 1321.

ATIF, Arazi Kanun-i Hümayun Şerhi, İstanbul 1319.

Serim DENEL, Batılılaşma Sürecinde İstanbul’da Tasarım ve Dış Mekanlarda Değişim ve Nedenleri, Ankara 1982, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayını.

ENGELHARDT, Tanzimat ve Türkiye (çev. Ali Reşad), Kaktüs Yayınları, İstanbul 1999.

Osman Nuri ERGİN, Mecelle-i Umur-ı Belediye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları: 21, İstanbul 1995. 8 cilt.

HIFZI VELDET, “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat 1, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 3273, İstanbul 1999, s. 139-209.

Emre MADRAN, The Organisation of the Field of Restoration in the Ottoman Empire: 16th-18th Centuries, Yayınlanmamış Doktora Tezi, METU.

Emre MADRAN, “Cumhuriyetin İlk 30 Yılında (1920-1950), Koruma Alanının Örgütlenmesi I”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi Cilt: 16, Sayı: 1-2, s. 59-97.

Ahmet MUMCU, “Eski Eserler Hukuku ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dergisi XXVI (3-4) 1969, s. 53-67.

Ömer Hilmi Efendi, İthaf-ül Ahlaf Fi Ahkam-ül Evkaf, Ankara 1977, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayını.

Reşat ÖZALP (Der), Milli Eğitimle İlgili Mevzuat (1857-1923), İstanbul 1982, Milli Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları.

Mükerrem Kamil SU, Osman Hamdi Bey’e Kadar Türk Müzesi, İstanbul 1965, ICOM Türkiye Milli Komitesi Yayınları.

Bülent TAHİROĞLU, Tanzimat’tan Sonra Kanunlaştırma Hareketleri, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c. 3, 1985, s. 588-601.

Tevfik TEMELKURAN, “1874 Eski Eserler Nizamnamesi ve Türkiye’den Dış Ülkelere Götürülen Eski Eserler”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi 64 (1973), s. 34-36; 65 (1973), s. 36-40.

Hıfzı VELDET, Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 3273, İstanbul 1999.


  1. Batı Etkisi İle Resim ve Müzik


Yüklə 13,38 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   106




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin