DARBE SONRASI TUTUKLAMALARDA HAKIM VE SAVCILARA UYGULANAN BASKILAR VE ORNEKLERI
Sulh Ceza Hakimliklerinin tamami hukumete yakin Yargida Birlik Platformuna uye kisiler arasindan secilip ozel olarak atanmis olmalarina ragmen darbe sonrasi tutuklamalarda fire olmamasi icin ozel bir iletisim hatti olusturulmus, sulh ceza hakimleri HSYK, bassavciliklar ve komisyon baskanlari araciligiyla denetlenmistir. Tutuklama icin elde hic bir delil olmadigi, sadece sorulacak sorular ve tutuklanacaklar listesi hakimlere ulastırılmıştır. Surec bizzat komisyon baskanlari ve bassavcilar tarafindan takip edilmis ve HSYK surekli devrede olmustur. Tutuklamalarda sikinti yasandigi durumlarda Duzcede oldugu gibi halk adliyeye ozellile sevk edilerek baski olusturulmustur.
Ozellile darbeden sonra yapilan tutuklamalarda, tutuklamaya sevkeden savcilar ve tutuklama yapacak hakimler eger tutuklama yapmazlarsa kendileri de ikinci kez hazirlanacak liste kapsaminda tutuklanma ve meslekten cikarilma korkusu icindedirler. Tum Turkiye genelinde 15.Temmuz sonrasi genel olarak yasanan yuzlerce ornekten bazilari asagidadir.
Denizli ilinde darbe sonrasinda hakim ve savcilari dosyada HSYK tarafindan gonderilen tutuklanmasi gereken hakim ve savcilarin isimlerinin oldugu liste haricinde herhangi bir delil olmadigi icin tutuklama karari vermeyen Sulh Ceza Hakimi H.A’nin ayni gun HSYK tarafindan yetkisi kaldirilmis yerine atanan Hakim S.U ise 23 hakimin tamamini tutuklamistir.
Duzce adliyesinde karı koca hakim savcı olan ve emzikli bebeği olup tutuklanan iki bayan hakimin emzikli bebekleri olmasi, gerekcesi ile tutuklamaya itirazi inceleyen ve kabul eden nöbetçi sulh ceza hakimine itirazlarin incelenmesi sırasında başsavcı vekili tarafindan "hakim bey tutuklananlardan fire çıkmasın" denilerek baskı yapilmistir. Tahliye kararı üzerine başsavcı, vekili ve komisyon başkanı tahliye kararı veren hakimi HSYK ve adalet bakanlığına sözlü şikayet etmisler ve ayni hakim derhal nöbet listesinden cikarilmistir. Bu şikayet sonrası ayni hakim ikinci liste ile açığa alinmis ve hakkında gözaltı kararı verilmistir. Tahliye kararının gecesi ağır ceza başkanı F.A, baro başkanı A.D ve başsavcı vekili Ahmet Altun verilen tahliye kararını eleştirince orada bulunanlardan birisi "ama bu bayan hakimlerin emzikli bebeği varmış" deyince, başsavcı vekili bu defa " bebeğini sinkaf edeyim, ölsün bebeği" diyerek karsilik vermistir. Bu olay düzce de baro başkanı tarafından avukatlara anlatilmistir.
Kars Savcisi Y.H. ve esi Hakim E.H. haklarinda gozalti karari verildiginde tatillerini yarida keserek İzmir’den yanlarinda 3.5 yasinda ve 9 aylik bebekleri oldugu halde Kars’a geri donmuslerdir. Her ikisi de tutuklanmis, anne hakimin cocugunu emzirmesi talebi Kars Bassavcisi tarafindan rededilmis. Ayni başsavci tutuklanan hakim ve savciya “Hainler” diye bagirmistir.
Diyarbakir Hakimi K.K ve esi savci T.K haklarinda gozalti karari verilmistir. Hakim K.K nin down sendromlu cocugunun oldugunu bilen meslektasi savci aglayarak bayan hakimi tutuklamaya sevk etmemis ve bu karari nedeniyle kendisinin buyuk bir risk altinda oldugunu 1500 kisilik yeni bir hakim savci listesinin hazirlandiginı duydugunu beyan etmistir. Bu ve benzeri ornekler darbe sonrasinda hakim ve savcilarin nasil bir baski altinda olduklarini, verdikleri ve verecekleri kararlar nedeniyle nelere maruz kalabileceklerini gostermesi acisindan cok onemlidir.
Darbe sonrasinda ilk etapta 3000 kadar hakim ve savci tutuklanmis, hakim - savcı tutuklamalarında makul düşünen hakim savcılar gözaltı kararını verdiren başsavcı ile görüştüklerinde "başsavcı eğer tutuklamazsak seni beni de listeye eklerler" şeklinde tutuklamaları yapmak zorunda olduklarını söylemiştir. Nitekim darbenin hemen sonrasi 3000 civarinda hakim hakkinda tutuklama ve meslekten cikarma karari verildikten sonra 1 Eylul 2016 tarihinde tekrar 673 savci ve hakim hakkinda tutuklama karari verilmistir. Son olarak 66 Hakim meslekten cikarilmistir. 12-13 EKİM 2016 tarihinde de 189 Hakim-Savcı açığa alınmıştır. Öte yandan Askeri yargıdan da 300 civarında Hakm-Savcı ihraç edilmiş ve tutuklanmışlardır. Halen de birçok hakim-savcı hakkında soruşturma ve açığa alma işlemi devam etmektedir.
13 Ağustos 2016 tarihli twitter hesabından yaptığı paylaşımda, HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz, masumiyet karinesi ihlal edilerek, “Hain darbe teşebbüsü sonrası, silahlı terör örgütü üyesi oldukları hususu kesin kanıtlanan yargı mensupları hızla görevden uzaklaştırıldı” (@mehmetyilmaz073 – 13.08.2016 – 14.03) açıklamasını yapmıştır. Terör örgütü üyeliği kesin kanıtlandığına göre, artık mahkemelere ve yargılamaya ihtiyaç kalmamıştır.
Yargitay ve Danıştay’ın 23 Temmuz 2016 tarihli yasa ile tüm üyeliklerine görev süreleri dolmadan son verilmesi ile bu mahkemeler bağımsızlığını kaybetmiştir; bu tarihten sonra hukumet yanlisi yargida birlik platformu uyeleri hukumete sadakat sarti ile uye olarak secilmislerdir.
Darbe teşebbüsünün ertesi gününde ve erken saatlerde 200’e yakın Yargıtay ve Danıştay üyesi hakkında tutuklama karari verilmistir.
Ardından tatil günü olmasına rağmen sabahın erken saatlerinde toplanan HSYK Genel Kurulunun, 5 üyesini toplantıya çağırmadan bu 5 üyenin üyeliklerinin düşürülmesine karar vermistir.
Danıştay üyeleri çağrıldıkları işyerinde gözaltına alinmis, bilahare yüksek mahkeme üyeleri için Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi mevzuatında ayrıntılı olarak belirlenmiş soruşturma usullerine uyulmadan işlemler yapilarak ve haklarında usulsüzce tutuklama kararları verilmistir.
Turkiyede gozalti merkezleri ve cezaevlerinde FETO sorusturmasi kapsaminda tutuklanan ve gozaltina alinan kisilere sistematik ve devlet eliyle iskence yapilmaktadir. Yapilan eylemler soykirim ve insanliga karsi suc kapsamindadir.
Soykırım suçunun ilk tanımı, aynı zamanda kavramın isim babası olan Lemkin tarafından yapılmıştır. Lemkin, soykırımı; bir grubun yaşamları için gerekli olan kaynakların yok edilmesini hedefleyen farklı eylemlerden oluşan koordine bir plan olarak tanimlamistir. Böyle bir planın gerekçeleri, bireysel olmalarından ötürü değil, ulusal bir grubun üyeleri olmalarından dolayı bireylere karşı gerçekleştirilen, bir grup olarak onurunun, sağlığının, özgürlüğünün yok edilmesi ve grubun ekonomik varlığının, dininin, ulusal duygularının, dilinin, kültürünün, politik ve sosyal kurumlarının parçalanması olabilecektir.
Ozellikle darbe kalkismasi sonrasi toplumun tum kesimleri sindirilmis ve hizmet hareketine ve kürtlere yonelik agir ihlallere karsi duyarsiz hale getirilmistir. Ozellikle Cumhurbaskani, Basbakan, Bakanlar, Turkiye Barolar Birligi Baskani, Anayasa Mahkemesi, Yargitay, Danistay Baskanlari da basta olmak uzere ust duzey devlet yoneticileri nefret soylemini bilincli bir sekilde kullanmaktadirlar. Darbe sonrasi ve oncesi Gulen grubuna, Kürtlere ve diğer muhaliflare karsi devlet eliyle kin ve nefret soylemi planli bir sekilde uygulanmis, bu sekilde insanliga karsi, iskence sistematik hale getirilerek uygulanmistir. Bu durum artarak devam etmektedir.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi tarafından da Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üyesi olduğunu ileri sürdüğü kişilerle ilgili şu kan donduran ifadeler kullanılmıştır: “... bunları öyle bir cezalandıracağız ki bırak idamı, gebersek de kurtulsak diye yalvaracak bunlar. Bunları yalvartacağız. Bunları öyle deliklere tıkacağız ki, öyle deliklerde cezasını çekecekler ki, bunlar bir daha o Allah'ın güneşini nefes aldıkça görmeyecekler. Güneş yüzü görmeyecekler. Bir daha insan sesi duymayacaklar. Gebertin bizi diye yalvaracaklar. Gebertin bizi diye. İdamdan da beter olurlar,... ”.
Başbakan Binali Yıldırım, 2 Ağustos 2016 tarihinde CNN Türk Haber Kanalı’nın canlı yayın programında, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsünden sonraki ceza soruşturmalarına ve makul şüpheye ve gözaltına alınanlara ilişkin olarak, “Biz yakalayacağız, onlar suçsuz olduklarını bize ispat edecekler” (@Asalepci -2/8/16 – 21:06) ifadelerini kullanmıştır.
Turkiye’de devlet eliyle soykirim, insanliga karsi suc ve sistematik iskence gerceklestirilmektedir. Ihlallerin boyutu ulkede isleyen bir hukuk nizaminin kalmadigini, devlet eliyle kürt ve hizmet hareketine yonelik sistematik agir insan haklari ihlallerini ortaya koymaktadir. Basına da yansıdığı şekli ile İcisleri Bakanligi tum emniyet mudurluklerine gonderdigi gizli ibareli resmi yazi ile CPT (European Committee for the Prevention of Torture) heyetinin Turkiye’yi ziyaret edecegi bu bakimdan iskence icin kullanilan yerlerin kullanilmamasini, delillerin yokedilmesi talimatini vermistir. Anilan yazinin ulkedeki iskencenin boyutunu ve iskencenin sistematik ve devlet eliyle gerceklestiginin en buyuk delilidir.
Iskencenin ortaya cikarilmasi ve cezalandirilmasini saglayacak yargi organlari, savcilar, mahkemeler, bilincli bir sekilde bu olaylari kapatmaya, calismaktadirlar. Avukatlar gerek hukumet yanlisi olanlar bu sebeple digerleri ise korkudan dava almamaktadirlar. Basin tamamen ele gecirildigi ve kalanlari da susturuldugu icin insan hak ihlalleri hic bir medya kurusunda yer bulamamakta, tam tersine yazili ve gorsel medya gulen hareketine karsi yurutulen soykirimi mesrulastiracak haberler bilincli olarak yapilmaktadir.
Hükümet tarafından sistematik olarak yürütülen işkencelerde asker yada diğer kamu görevlileri arasında fark gözetilmemektedir. FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla gözaltına alınan ve ailesi tarafından şeker hastası olduğu ve ilaçlarını almasına izin verilmediği ileri sürülen öğretmen Gökhan Açıkkollu, 13 gün boyunca tutulduğu polis nezarethanesinde henüz ifadesi bile alınmadan ölmüştür. Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından 7.8.2016 tarihinde yapılan ortak açıklamada, Gökhan Açıkkollu’nun etkin tedavi imkanlarından mahrum bırakıldığı ifade edilmiştir. Cenazesi önce hainler mezarlığına gömüleceği gerekçesiyle ailesine teslim edilmemiş, daha sonra İstanbul’da gömülmemesi şartıyla aileye teslim edilmiştir. Ailenin götürdüğü Konya Ahırlı’nın bir köyünde Diyanet İşleri Bakanlığının talimatı nedeniyle cami imamı cenaze namazını kıldırmamış, bir vatandaşın gönüllü olarak namazı kıldırması üzerine sadece ailesi tarafından gömülmesine izin verilmiştir.
Amnesty International tarafından hazırlanan raporda, resmi ve gayrı resmi toplama merkezlerinde darbe girişimi sonrası gözaltına alınan kişilere dayak, işkence ve kötü muamelede bulunulduğu, bu kişilerin yiyecek, su ve tıbbi tedaviden mahrum bırakıldıkları, cinsel saldırılara hatta tecavüze uğradıkları ifade edilmekte, bağımsız gözlemcilere gözaltındaki insanların durumunu gözlemlemeleri için izin verilmediği belirtilmektedir. Gözaltında bulunmaktayken şüpheli bir şekilde ölen içlerinde asker ve savcının da bulunduğu 8 kişinin intihar ettikleri ileri sürülmüştür. Oysa Bursa’da tutuklu bulunan Cumhuriyet Savcısı Seyfettin Yiğit’in 16 Eylül 2016 tarihinde sabah saat 05.30 sıralarında cezaevi tuvaletinde asılı bulunması ve idare tarafından intihar vakası olarak geçen olayda savcının kızı Ayça Yiğit (bkz. www.birgün.net, 17.09.2016); babasının intihar edecek yapı ve inançta olmadığını, öldürüldüğünü ilan etmiştir.
Türkiye Hapishane Çalışmaları Merkezinin verdiği bilgilere göre 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra ters kelepçe, copla dövülme ve sevkler sırasında çıplak arama neredeyse rutinleşmiş uygulamalar haline gelmiş, hatta eski hükümlüler darbe sonrası tutuklananlara uygulanan işkence gürültülerinden rahatsız olmaya başlamışlardır.
Darbe sonrasi tutuklanan kisiler ile suclamalar arasinda hic bir baglanti olmadigindan tek cozum olarak iskence ile itiraf ettirme uygulamalarina agirlik verilmistir. Hukumet icin her gecen sure normal hukuk surecine donulmesi ve yapilan hukuksuzluklarin ortaya cikmasi anlamina geldiginden bir yandan olagunustu hal suresi uzatilmakta diger yandan da itiraf alinabilmek icin iskencenin dozu artirilmaktadir. Bu kapsamda daha oncek resmi, gayri resmi gorevleri geregi daha fazla bilgiye sahip oldugu dusunulen bir kisim tutuklular Adalet Bakanliginin talimatiyla tek kisilik hucrelere alinmaktadirlar.
Öte yandan darbe girişiminden sonra çıkartılan 667 sayılı KHK (ve devamı KHK’lerde) ile de adeta kamu görevlileri suça teşvik edilmiş ve işleyecekleri suçlar nedeniyle de hiçbir şekilde sorumlu olmayacakları kanuni düzenlemeye bağlanmıştır. Yine bu KHK’ler ile Mahkemelerin idarenin işlemlerini durduramayacakları hüküm altına alınmıştır.
(bkz….. Sorumluluk: “MADDE 9 – (1) Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.”
“Yürürlüğün durdurulması: “MADDE 10 – (1) Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında alınan kararlar ve yapılan işlemler nedeniyle açılan davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemez.)
Dolayısıyla, bir hukuk devletinde olması beklenilmeyen bu yasal koruma zırhı ile kamu görevlisi istediği suçu işleyebilmekte ve adli birimler hiçbir soruşturma açamamaktadırlar.
20 Temmuz 2016 tarihinde Anadolu Ajansı ve Hürriyet Gazetesi (21 Temmuz 2016) tarafından yayınlanan bir haberde Orgeneral Hulusi Akar’ın yaveri Yarbay Levent Türkkan, iki elinin ve vücudunun orta kısmının tamamen beyaz sargı bezleriyle sarılı olduğu, yüz ve baş kısmı dâhil birçok yerde açık ve ağır darp izlerinin bulunduğu ve açık işkence gördüğü bir resim yayınlanarak, yaverin bazı itiraflarda bulunduğu ifade edilmiştir. Yaver’e atfen, “Özellikle emniyetteki sorgu sırasında bu şeyleri söylemeye ikna edilmediğimi belirtmek istiyorum. Ben emniyette beklerken kâğıt kalem isteyip kendi ifademi yazdım. Bu şekilde ifade vermem yönünde bir telkinde bulunan olmadı...” ifadeleri yayınlanmıştır. İki eli neredeyse tamamen sargılı halde olan ve ağır işkence gördüğü anlaşılan bir kişinin, hiçbir baskı altında olmadan ifadesini neredeyse tamamen sargılı olan elleriyle yazdığı belirtilmiştir. Zorla itiraf ettirmek ve delil elde amaciyla iskence bir metod olarak yapilmaktadir. Darbe bahane edilerek insanlar hapishaneye alinmis, aleyhlerinde herhangi bir delil olmadigi icin iskence yoluyla delil elde etmeye calisilmaktadir. Iskence sonucu olen insanlara intihar süsü verilerek cesetleri ortadan kaldirilmaktadir.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından Turkiye, Anayasa, kanun ve sözleşmelerle güvence altına alınan hakların ya engellendiği ya da hiç kullandırılmadığı, Hukukun tümüyle askıya alındığı, insan haklarının sistematik biçimde ihlal edildiği, Başta yaşam hakkı olmak üzere gözaltına alınanlara ve tutuklulara sistematik biçimde işkence yapıldığı, Savunma hakkının eylemli biçimde engellendiği, tehdit ve baskılarla korku iklimi oluşturulduğu, Cezaevinde bulunan tutukluların yakınları ile iletişim kurdurulmadığı, Savunma kapsamında belge alınamadığı ve verilemediği, verilecek dilekçelerin örgüt kapsamında değerlendirileceği, Tutuklu yakınlarına yönelik cezalandırma amaçlı mallarına el konulduğu,
Avrupa kıtasında Holokost’tan bu yana bu kadar geniş, yaygın ve sistematik devlet eliyle insanlık dışı muamele ve insanlığa karşı suç işlenmediği, bu suçları işleyenler hakkında hiçbir işlem yapılmadığı gibi şikâyette bulunma ihtimali olanların terör şüphesiyle gözaltına alındığı, günlerce işkence sonrasında itiraf adı altında işlemlere maruz kaldıkları, şu ana kadar sadece 500.000 kadar kamu görevlisi ile 100.000 lerce sivilin soruşturmada geçirildiği, kötü muamele gördüğü,
Yaşam hakkının korunmasına yönelik sürekli hastalığı olan kişilere ihtiyaç duydukları ilaçlarının verilmediği, ölümlerine sebebiyet verildiği, yaşam hakkını ihlal eden görevlilere soruşturma açılmadığı,
Gözaltı alınanlara ve tutuklulara sistematik işkence uygulandığı, gözaltı süresi OHAL ilanıyla ilgili olmamasına rağmen 30 güne çıkartılması fırsat bilinerek günlerce işkence sayılan muamelelere maruz bırakıldıkları, işkence izlerinin gözaltı süresince kaybolmasını temin için uzun süre gözaltında tutuldukları,
İşkence izlerinin tespitine yönelik doktorların bağımsız rapor veremedikleri, gözaltına alınan ve tutukluların doktor taleplerinin karşılanmadığı, doktorlara baskı ve tehditte bulunularak işkence izlerinin raporlara yazılmasının önüne geçildiği,
Gördüğü işkence nedeniyle ameliyata alınanlar hakkında yakınlarına bilgi verilmediği,
İskence sonucu olumlere intihar susu verilmek istendigi.
Cezaevine alınanların 18 kişilik koğuşlarda 36 kişi kaldıkları ve nöbetleşe uyudukları, buralarda bir kişiye haftada beş dakikalık banyo hakkının tanındığı,
Devletin istihbarat kurumları ile ilişkili avukatların müdafi olarak atandıkları, bu avukatların müdafi hizmeti sunmadıkları, herhangi bir gayretleri olmaksızın sürekli soruşturma makamlarının yasaklarından bahsettikleri, suç isnadına maruz kalanların moralini bozmaktan başka bir şey yapmadıkları, belge veya bilgi paylaşmadıkları, yakınlarına kapsamlı bilgi sunmadıkları, Avukatlarla görüşmelerinde önce vekâlet alabileceklerini beyan etmelerine rağmen dışarıdan sistemli müdahalelerde bulunularak tehdit ve baskı ile bu vekâlet ilişkisinden avukatların vazgeçirildikleri, Gözaltına alınanlar ve tutuklananların avukat bulamadıkları, bulanların avukatların da gördükleri baskı nedeniyle vekillikten istifa ettikleri, Avukatın tutuklu ile tutuklunun eşi veya yakını ile görüşmesinin kayıt altına alındığı, rahat görüşme imkânı tanınmadığı ve bu görüşmelerin, idarenin bir gözlemcisi tarafından fiilen takip edildiği,
Doğrudan hemen soruşturma başlatılması gerekirken, kamuoyuna yansıyan onlarca işkence ve yaşam hakkı ihlallerine dair kanıtlara rağmen hiçbir soruşturma açılmadığı, hiçbir sorumlunun açığa alınıp gereği yapılmadığı ve yürütmenin en temel iki hakka ilişkin ihlallere tolerans gösterdiği ve hatta toleransın da ilerisine geçer şekilde davrandığı, mevcut işkence izlerine ve görüntülerine ve uluslararası kuruluşlar ile Uluslararası Af Örgütünün “tecavüz dahil ciddi işkence kanıtları var” şeklindeki açıklamalarına rağmen Adalet Bakanının hiçbir kötü muamele yokmuş gibi açıklamalar yaptığı, işkence ve yaşam hakkına yönelik son derece ciddi kanıtlar medyada yayınlanmasına rağmen yürütmenin ve soruşturma organlarının hiçbir şekilde harekete geçmediği herkes tarafından gözlenmektedir.
Emniyet Genel Mudur Yardimcisi Ali Basturk”un tum illere gonderdigi resmi yazida“25.8.2016 tarihinde disisleri bakanliginda gerceklestirilen “koordinasyon toplantisi”nda avrupa iskencenin onlenmesi komitesinin 28.8.2016-6.9.2016 tarihleri arasinda ulkemize bir ziyarette bulunacagi ve ziyaret esnasinda ise ulkemiz genelinde herhangi bir gozalti merkezine spontane olarak ziyaretler gerceklestirebilecegi hususu belirtilmistir. Bu kapsamda, gozalti birimi olarak kullanilan spor tesisleri vb. yerlerin mumkun oldugunca kullanilmamasina ozen gosterilmesi, gozalti is ve islemlerinde mevcut yasal ve uluslararasi standartlara gore hareket edilmesi ve butun gozalti birimlerini anilan ziyarete uygun hale getirecek duzenlemelerin ivedilikle yapilmasi husunda geregini rica ederim.” İfadeli resmi yazisi acikca devlet eliyle iskencenin yogun sekilde yapildigi ve delillerin gizlenmeye calisildigini gostermektedir.
Cikarilan KHK ile iskence yapan kamu gorevlisine hukuki, idari, ve cezai bagisiklik getirilerek siz iskence yapin biz sizi koruruz mesaji verilmistir. KHK ile gozalti suresi 30 gune cikarilmis, OHAL (olağanüstü hal) sureside uzatilarak gozalti kosullarinda iskence yapilmasi icin gereken sureler olusturulmustur.
Cezaevi Izleme Kurullarinin gorevleri sona erdirilmistir. Buradaki amacta iskencenin rahatca yapilmasini temine yonelik bilincli bir adimdir. TBMM Cezaevi Alt Komisyonu Başkani AKP Milletvekili” Mehmet Metiner, ‘FETÖ’cü tutukluları ziyaret etmeyeceklerini, onlarla ilgili kötü muamele ve işkence iddialarıyla ilgili inceleme yapmayacaklarını’ acikca dile getirmistir. Boyle bir ortamda devlet iskenceyi hem tesvik etmekte hemde koordine etmektedir. Ulkedeki Gulen hareketine yonelik insan haklari ihlalleri o kadar yaygin ve sistematikdir ki Turkiye Barolar Baskani Fetin Feyzioglu kendisine bir tehdit gelmemesi için ABD de katlidigi bir toplantida rahatlikla Turkiyede iskence olmadigini soyleyebilmektedir. Bu durum bile tek basina ülkedeki ihlallerin boyutunu ortaya koymaya yetecektir.
Tüm bunlar, açık bir şekilde yaşam hakkı ve işkence yasağına yönelik ihlaller konusunda devlet organlarının engellememe, göz yumma, tolerans gösterme ve hatta teşvik etme yönünde idari bir pratiğe sahip olduğu (AİHM, Akdıvar ve diğerleri/Türkiye) sonucunu doğurmaktadır. İşkence ve yaşam hakkı ihlalleri durumunda şikayetçi sadece açıkça başarı şansı sunan ve ihlal devam etmekte ise ihlale derhal son verilmesi açısından ilgili olan iç hukuk yollarını tüketme yükümlülüğü altındadır. İhlali gidereceği yönünde hiçbir ümit sunmayan başvuru yollarını tüketmek zorunda değildir. Yaşanılan şartlar dikkate alındığında, yürütmenin cezalandırmasından korkmadan hiçbir savcının etkin ve yürütmeden bağımsız soruşturma yürütemeyeceğini herkes çok iyi bilmektedir. Nezarethanelerde ve şüphelilerin gözaltında tutulduğu ve ifadelerinin alındığı alanlarda sistematik işkence yaptığı delillendirilen kamu görevlilerinden hiçbiri hakkında ne idari ne de adli hiçbir soruşturma açılmamaktadır. İşkence ve yaşam hakkı ihlalleri sıralı amirlerin gözetiminde devam etmektedir. Basına yansıyan işkence iddialarına rağmen sıralı amirler bu iddiaları önlemeye yönelik pozitif ve negatif yükümlülüklerini yerine getirmemektedirler. Oysa AİHM’e göre, savunulabilir şekilde işkence ve kötü muamele yaptığı anlaşılan, delillendirilen kamu görevlileri hakkında hemen cezai ve idari soruşturması başlatılmalı, derhal açığa alınmalı ve suçlu oldukları tespit edildiğinde cezalandırılmalı ve meslekten atılmalıdır. Ciddi kanıtlara rağmen adli ve idari hiçbir soruşturma başlatılmaması ve sorumlu kamu görevlerinin halen görevlerini yapmaya devam ediyor olmaları yürütmenin, sıralı amirlerin, soruşturma organlarının ve yargının yaşam hakkını ihlal edici ve işkence olaylarına tolerans gösterdiğini, pozitif ve negatif yükümlülüklere uymadığını, Anayasa Mahkemesi de dahil hic bir yargi organinin bagimsiz ve tarafsizligi kalmadigi görülmektedir.
Bu nedenle, soruşturma altında olup yakalanan kişilerin işkence yasağı ve yaşam hakları açısından başta AİHM olmak üzere uluslararası mahkemelere, ülkeden kaçanların ise gittikleri yerlere sığınma talebinde bulunmadan başka çareleri kalmamıştır.
Sonuç Olarak: Yukarıda belirtilen olaylar, olayların yaşandığı ve herkes tarafından bilinen koşullar, Uluslararası Af Örgütünün dahi yaptığı açıklamada, son dönemde Türkiye’de nezarethanelerde tecavüz dâhil ciddi işkence ve yaşam hakkı ihlallerinin yaşandığı yönündeki ortaya dökülen deliller, intihar süsü verilen öldürmeler, devletin resmi kurumu olan Anadolu Ajansının yayınladığı ve darbe teşebbüsünde bulunanların açıkça darp edildiğini gösteren görüntüler, yüzlerce şüphelinin ahırlarda ve spor salonlarında yerlerde çıplak yatarken çekilmiş görüntüleri ve medyada yayınlanan diğer tüm görüntü ve resimler, 10 dakika süren savunmalara rağmen 30 gün gözaltının keyfi ve kötü muamele altında sürdürülmesi dikkate alındığında işkence ve yaşam hakkı ihlali oluşturan uygulamaların yoğun ve sistematik olduğu anlaşılmaktadır. Aylardır süren operasyonlarla devlet eliyle özellikle Kürt bölgelerinde yüzlerce sivil vatandaş öldürülmüştür. Medyaya yansıyan görüntülerde sokağa çıkma yasağı uygulandığından bazen öldürülen kişi sokakta bekletilmekte ya da günlerce evin buzdolabında ceset kokmasın diye saklanmaktadır. Yine bir sivil toplum kuruluşu olan ve İslam dininin barışçıl ve hoşgörüsünü savunup, radikalizme yaptığı eğitim faaliyetleri ile adeta savaş açan ve her çeşit politik görüşten uzak olan Hizmet Hareketi (Fetullah Gülen’in evrensel insani değerlere yönelik görüşlerini benimseyenlerin oluşturduğu, gönüllülerden oluşan sivil toplum hareketi) mensuplarına yönelik her çeşit hak ihlali yaşatılmaktadır. Bu ihlaller en ağırı şekli ile devam etmekte olup, maalesef Suryeli göçmenler, Ortadoğu ve diğer uluslararası sorunlar nedeniyle hukuk ve demokrasisi gelişmiş olan başta batılı devlet ve kuruluşlar olmak üzere uluslararası alanda Türkiye’ye yönelik olarak ciddi bir tepki de ortaya konulmamakta, insanlar mağduriyetleri ile başbaşa bırakılmaktadırlar.