Ünden bugüN


KADİRÎLİK 378 379 KÂĞITÇILAR



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə96/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   92   93   94   95   96   97   98   99   ...   140

KADİRÎLİK

378

379


KÂĞITÇILAR

"S^S£SflîlKs~i;b^?Avv V >^^-5^*M^^ :^£Smlâ4w^?ffiwS£4^t

Beyazıt'taki Kâğıtçılar Çarşısı'nm 1910'lardaki görünümü.

Birinci Daîre-i Belediye, ist., 1328

"Bağdat müjgânlısı" olarak da adlandırılan sivri kubbeli Kadirî tacı ve içine istiflenmiş "Yâ Hazret-i Abdülkadir-i Geylanî" yazısı (solda) ve müjgânlı Kadirî tacı. M. Baha Tanman

mistir. Kıyam zikrinde yan yana dizilip karşılıklı saflar oluşturulur, adım atılmadan, bel hizasına kadar eğilip doğrularak, dizler üzerinde yaylanarak veya beden ile başı sağa sola döndürerek sağlanan, belli bir ahenk içindeki hareketlerle zikredilir. "Dalga tevhidi", "demdeme" gibi adlar verilen, safların karşılıklı olarak ileri geri hareket ettikleri zikir tarzları da vardır. Ama asıl zikir, ayakta durarak icra edilen tarzdadır. Bir de Eşrefi koluna özgü Kadirî devranı vardır; bu devran, Halveti devranı gibidir, sadece, adımlar sola değil sağa doğru atılır, zikir halkası da sağa doğru döndürülür.

Öteki tarikat ayinleri gibi Kadirî zikir ayini de hilal şeklinde zikir halkası oluşturulduktan sonra, şeyhin Fatiha okuma-sıyla başlar. Sonra topluca, özel bestesiy-le "evrâd-ı şerif" okunur. Tasavvuf çevrelerinde "arûs-i salâvât" diye tanımlanan Kadirî evradını kimin bestelediği bilinmi-

yor. Peygambere duyulan saygı, bu eserin basit gibi görünen ama aslında çok sanatlı bir yapısı olan ezgileriyle ve güftenin özel vurgularıyla ustaca dile getirilmiştir. Evrâddan sonra belli sayıda "tevhîd" ve "ism-i celal" okunur. Bu sırada zâkirler, zikrin gidişine uygun ilahiler veya serbest kasideler okurlar.

"Perde kaldırmak" denen, zikir sesinin özleştirilmesi ile zikir hızının artırılması usulü Kadirî zikrinde de vardır, ilahilerle kasidelerden sonra ayağa kalkılır, kıyam safı oluşturularak kıyam zikrine başlanır. Yine belli sayıda esma okunduktan sonra, harfler belli edilmeden, yalnızca sesli olarak zikretmek anlamına gelen "kalbî" zikir başladığında, kudüm, bendir, halile, nevbe gibi vurma sazlar da kullanılmaya başlar. Daha sonra devrana geçilir ve ayin dua ile biter.

Ayin sırasında icra edilen musiki öbür tarikat ayinlerindeki musikiden farklı değildir. Ancak, Kadirîlik Arap kökenli bir tarikat olduğundan, öteki Arap kökenli Rı-faî, Sa'dî gibi tarikatların ayinlerinde okunan Arapça güfteli tasavvuf musikisi eserleri plan "şuul'ler Kadirîlikte de okunur.

İsmail


Rumî

Türbesi'nin

üzerindeki

bronzdan


dökülmüş

destarh


Rumî tacı.

M. Baha

Tanman

Öbür tarikatlarda olduğu gibi Kadirîlikte de musikiye çok önem verilmiştir. Bu önem, Kadirîliği Anadolu'ya yayan Eşre-foğlu Rumî ile damadı ve halifesi olan Ab-dürrahim-i Tirsî'nin (ö. 1519) musikişinas, hattâ bestekâr olduğu yolundaki kuvvetli rivayetlerden de kaynaklanmaktadır.

İstanbul'da tanınan ilk Kadirî musikişinaslar, Tophane'deki Kadirîhane zâkir-başdarı Molla Mustafa Efendi (ö. 1732) ile Mahmud Efendi'dir (ö. 1748). Yine bu dönemde yaşamış Bağdadi Medhî de Tophane'deki Kadirîhane'ye bağlı bir şair ve musikişinastı. Mezarının Kadirîhane'de olması dolayısıyla Kadirî bir musikişinas

olduğu söylenen Kazasker Mustafa izzet Efendi (1801-1876) ise aslında Nakşibendî tarikatındandı.

İstanbul'daki Kadirî musikişinaslarının hemen hepsinin Tophane'deki âsitane ile ilişkisi vardır. Tophane kıyısındaki Karabaş Tekkesi Şeyhi Hopçuzade Mehmed Şakir Efendi de (ö. 1859) Kadirîhane'nin zâkirbaşısıydı. Aynı zamanda usta bir tan-buri olan Şeyh Şakir Efendi çok başarılı bir bestekâr ve değerli bir hocaydı. Nasu-hî Şeyhi ünlü musikişinas Şeyh Mesud Efendi (ö. 1878) onun öğrencilerinden biridir. Oğulları Şeyh Ahmed Gavsî (ö. 1908) ile Şeyh Ali Rıza efendiler (ö. 1924) de İstanbul'un tanınmış zâkirlerinden olup durak, ilahi ve miraciye okumakta çok başarılıydılar. Yine bu aileden gelen Karabaş Tekkesi'nin son şeyhi Şakir Çetiner (ö. 1985) Galata Mevlevîhanesi'n-de kudümzenbaşılık etmiş, Mevlevî ayinlerini, pek çok durak ile ilahiyi bugünün musikişinaslarına özel icra tarzlarıyla aktarmış değerli bir musikişinastı.

Kadirî şeyhlerinden Abdülaziz Efendi (ö. 1880), İstanbul'un ün kazanmış zâkir-başılarmdandı. Kadirî Şeyhi Osman Şems Efendi'nin dervişlerinden ve Hacı Faik Bey' in öğrencilerinden olan Hammamîzade Neyzen Hacı Osman Bey (ö. yak. 1890' lar) döneminde hem tanınmış bir okuyucu ve neyzen, hem de değerli bir bestekârdı. Güftesi şeyhine ait, "Gel gülşen-i tevhîde şu bülbül gibi yahu" diye başlayan bestenigâr ilahisi çok tanınmış, sevilen bir eserdir.

Dindışı Türk musikisinin de önemli bestekârlarından biri olan Şeyh Edhem Efendi de (1862-1933) Kadirî musikişinas-larındandı. Hacı Faik Bey'in öğrencisi o-lan Edhem Efendi, Muzıka-i Hümayun'a girdi; 19l6'da Drağman'daki Kefevî Tek-kesi'ne şeyh oldu; Neyzen Süleyman Er-guner, .Hafız Sami, Arap Cemal Bey gibi değerli musikişinaslara hocalık etti. Daha çok şarkılarıyla tanınan ve günümüze 150' yi aşkın eseri ulaşan bestekârın "Cem olmuş dervişleri Sultan Abdülkadir'in" diye başlayan hüseyni ilahisi dini musiki re-pertuvarının önemli eserlerindendir.

Son dönemin önemli musikişinaslarından İzzettin Hümâyî Elçioğlu (1875-1950) Fatih Nişanca'daki Kadirî Tekkesi Şeyhi Hafız Şemseddin Efendi'nin oğlu, Muallim İsmail Hakkı Bey'in öğrencisidir. Ayin, ilahi, şarkı ve marş beste şekillerinden birçok eseri vardır.

Yine son dönemin değerli musikişinaslarından olan Hafız Hüseyin Halis Efendi (ö. 1919) Şehremini'deki Remlî Tekkesi şeyhiydi. Çok değerli bir zâkirbaşı ve bestekârdı. Kardeşi Şeyh Raşid Efendi de önemli zâkirbaşılarmdan ve musiki ho-calarındandı. Şeyh Halis ve Raşid efendilerin yeğeni zâkirbaşı Albay Selahattin Gü-rer (1896-1978) dayılarından öğrendiği zâkirlik usulünü ve tekke musikinin özelliklerini bugüne ulaştırmış büyük bir değerdir. Bacanağı olan Eyyubî Ali Rıza Şen-gel (1880-1953) ile birlikte, tasavvuf musikisinin son önemli temsilcilerindendir. ÖMER TUĞRUL ÎNANÇER

KADRİ PAŞA YALISI

Beykoz İlçesi'nde, Kanlıca'da, Körfez Caddesi üzerinde yer almaktadır.

Yalı, sadrazamlık ve Edirne valiliği yapan ve 1886'da ölen Kadri Paşa'ya, kayınpederi İzmir Valisi Hekim İsmail Paşa'dan kalmıştır. Hekim İsmail Paşa da yalıyı başkasından satın aldığı için A. C. Vada yapıyı 18. yy'ın sonuna taıihlendirmektedir. F. Dirimtekin ise yapıyı 19. yy'ın ortasına ta-rihlendirir. Yapıda Abdülmecid'in (hd 1839-1861) tuğrasının bulunuşu 19. yy olasılığını kuvvetlendirmektedir.

Yapının mimarı belli değildir. 1930-1940' ta doğusundaki harem kısmı ve 19ö7'de güneydeki hamam yıktırılmıştır. Kuzeydeki kayıkhane de mevcut değildir. 1930' da rıhtımına gemi çarptığı için, rıhtım yenilenmiştir. 1962'de bir onarım görmüştür. Ocak 1981'de bir Yunan şilebinin yapıya girmesi sonucu kuzey kısmı 1983'te yemden inşa edilmiştir.

Bugün mevcut olan yapı iki katlıdır. Zemin kata bahçe tarafından bir giriş vardır. Bu katta bir sofa, dört oda, bir tuvalet ve sonradan yapılmış bir mutfak bulunur, ikinci kata giriş güney yönünde yandadır. Bu girişin yanında, içeride, zemin kata inen bir merdiven bulunur. İkinci katta bir sofa, beş oda, bir tuvalet ve sonradan eklenen bir mutfak yer alır. Odalardan ikisi deniz cephesindedir. Bu katta bahçe tarafına doğru oval dönüşlü bir çıkma vardır. Yapının bir de çatı katı bulunur. Yalının ikinci katında basık kemerli ve dikdörtgen pencereler vardır. Bu katın girişinin önü, açık bir balkon şeklinde düzenlenmiştir. Alt katta yuvarlak kemerli pencerelerin yamsıra dikdörtgen pencereler de kullanılmıştır. Güneybatıdaki köşe odasının iki penceresi 19ö2'deki onarımda açılmıştır.

Yalının tavanlarındaki ahşap bezemeler dikkat çekicidir. Kabartma ahşap, tavan göbekleri bitkisel motiflidir. Bunlar elips ya da yuvarlak formdadır.

Yalının günümüze kadar korunabilmiş mimari özelliklerinin yamsıra ikinci kat sofasında, camlı bir dolap içinde bulunan doldurulmuş kuş koleksiyonu da ilgi çekicidir. Bu koleksiyon Abdülaziz döneminden (1861-1876) günümüze ulaşmıştır.

Bibi. O. Erdenen, Boğaziçi Sahilhaneleri, I; A. C. Vada, Boğaziçi Konuşuyor ve Kanlıca Tarihçesi, İst., 1943.

EMİNE ÖNEL



KÂĞITÇILAR

Kâğıtçılar, İstanbul'da üretilen ya da ithal edilen kâğıdı ya ham ve tabaka halinde ya da boyadıktan sonra aharlayıp mühreleye-rek, çeşitli boyutlarda keser ve satarlardı. İstanbul'un eski bir meslek grubu olarak kâğıtçılar, Osmanlı döneminde Beyazıt'taki Kâğıtçılar Çarşısı'nda toplanmışlardı. 1938'de istimlak edilen Kâğıtçılar Çarşısı'nda kâğıda ilgili diğer zanaat erbabı da hizmet verir; ciltçiler, müzehhip ve nakkaşlar, ebrucular ve hat levhaları atıp satanlar ile kamış kalem, mürekkep ve diğer yazı araç gereçleri satanlar da bulunurdu.

İstanbul'da kâğıtçılar, Evliya Çelebi'nin Seyahatname'de ayrıntılı bir biçimde anlattığı 1638 ordu esnafı alayında da yer almışlardır. Burada "Esnâf-ı Kâğıdcıyân" başlığıyla verilen bilgiye göre İstanbul'da 200 dükkânda 205 kâğıtçı bulunmaktaydı. Alay sırasında, seyircilerin önünden özel olarak yapılmış ve duvarları "İstanbul tabağı, Bosna, Yonderkani" kâğıtlarıyla süslenmiş dükkânlarında kâğıttan elbiseler giymiş halde ve kâğıt mühreleyerek geçmişlerdir.

1640 tarihli Narh Defteri'nde de İstanbul'da satılan kâğıt çeşitleriyle fiyatlarına yer verilmiştir. Buna göre tane ile satılanlardan "sultanî kâğıt"ın âlâsı 35, ednâsı 16, "âbâdî kâğıf'ın iri boyu ile 16 küçük boyu 10 akçeye; deste ile satılanlardan "İstanbul tabağı"mn büyüğü 43, ortası 30, "ay ve a-lem damgalı, haşebî ve şabta kâğıtları" 15, "çârçûbe (çerçeve) kâğıdı" 5, "helva kâğıdı" 2,5 akçeye satılacaktır.

Osmanlılarda kâğıtlar üretildikleri şehre ya da ülkeye göre "Semerkandî", "İstanbul", "Venedik", "Buhara", "İngiliz" vb; üretildiği ülkenin hükümdarına göre "Âdil Şa-hî", "NizamŞahî", "Kasını Bigi"; rengine göre "şekerrenk", "mavi çizgili", "gülkurusu", "nohudî", "fıstıkî"; işlenme durumuna göre "aharlı", "çifte aharlı", "ikiyüzlü", "boyalı Felemenk", "Venedik battal", "mühreli Venedik"; kalınlığına göre "ince şekerrenk battal", "kalın Hind âbâdîsi", "ince sofera"; büyüklüğüne göre "Venedik şekerrenk battal", "kaba âsitane", "sulusuvat", "sağır telhis"; kullanıldığı yere göre "ecza kâğıdı", "terzi kâğıdı", "nane kâğıdı", "helvacı kâğıdı", "mushaflık kâğıt"; işleyene göre ise "Elvan Hoca meşkliği" gibi adlar alırlardı.

İstanbul'da ve ülkenin dört bir yanında yaygınlık kazanmış kâğıt çeşitlerinden biri de Venedik işi olup "Alcorna" markasını taşıyan ve "Alîkurna" diye ün kazanmış

olan ithal kâğıttır. Ayrıca "eser-i cedid" markalı bir kâğıt da 19. yy'm ortalarında piyasaya çıkmıştır.

Eski kâğıtlar, hemen yazı yazmaya hazır olmadığı için bir sıra işlemden geçirilirdi. Çoğunlukla beyaz renkte olduklarından önce istenilen renge boyama işlemi uygulanırdı. Kâğıt boyamada bitkisel boyalar kullanılır ve beyaz, sarı, kırmızı, yeşil, mavi, kahverengi, siyah ve karışık renklerin pek çok çeşidi bulunurdu.

Kâğıda uygulanan ikinci işlem "ahar-lama"dır. Paça suyu, tutkal, nişasta, yumurta akı karışımından oluşan "ahar"; kâğıdın yüzeyine çok ince bir tabaka halinde sürülür ve böylece sağlamlık, yazma kolaylığı sağlanmış olurdu. Aharlanmış kâğıt, ü-zerindeki yazının kolayca silinmesine imkân verdiği için daha çok hattatlar tarafından tercih edilmiştir.

Aharlanmış kâğıdın pürüzlerinin giderilmesi, kâğıdın düzleşip aharın yedirilmesi için "mühreleme" işlemi uygulanırdı. "Mühre tahtası" adı verilen düz ve sağlam bir tahta üzerine konulan tabaka halindeki kâğıt, mühretaşının bastırılarak gezdiril-mesiyle yazı yazmaya elverişli hale getirilirdi.

İstanbul'da kâğıt tüketimi devlet daireleri, kitap basma ve yazma işiyle uğraşanlar, paket ye ambalaj yapan esnaf tarafından gerçekleştirilirdi.

Fabrikadan çıkan ya da ithalat yoluyla gelen kâğıt, kâğıt emini eliyle esnafa dağıtılır; her tür kâğıt bu işle uğraşan toptancılar eliyle pazarlanırdı. Devletin her türlü kâğıt ihtiyacını temin etmekle görevli kişi de "kâğıtçıbaşı" unvanını taşırdı. Kâğıtçılık, yazma kitabın azalmasıyla önemini yitirmiş; basım tekniklerine uygun olarak üretilmiş yerli ve Avrupa kâğıtları yaygınlık kazanmıştır.



Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 484, 609; (Altı-nay), Âlimler, (1924), 349, 358; (Altınay), Oni-

KAĞITHANE

380

381

KAĞITHANE

kinci Asırda, 152-168; M. A. Kâğıtçı, Kâğıtçılık Tarihçesi, İst., 1936; Güzelleşen istanbul, İst., 1944; O. Ersoy, XVIII. veXIX. Yüzyılda Türkiye'de Kâğıt, Ankara, 1963; Büngül, Eski Eserler, I, 15-16; 138-139; Y. Yücel, Osmanlı Eko-nomik-Kültür-Uygarhk Tarihine Dair Bir Kaynak. Es'ar Defteri (1640 Tarihli), Ankara, 1992, s. 38; M. S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İst., 1983, s. 104; İ. Güleç, "Osmanlılarda Kâğıt ve Kâğıtçılık", Müteferrika, S. 2 (Bahar 1994), s. 85-94.

istanbul kâğıthane

Terkos Gölü'nün doğusundan çıkıp Halic'e akan Kâğıthane Deresi'nin, Haliç sahilinden başlayarak iki yanında uzanan, bir zamanlar mesiresiyle ünlü bölge. Günümüzde Kâğıthane îlçesi'nin(->) Merkez mahallesi ve güneybatıya, Halic'e doğru uzanan bölümlerini kapsayan yerleşme ve sanayi bölgesi.

Bizans döneminde Kâğıthane Deresi' nin adı Barbisos'tu. Elde kesin bilgiler olmamakla birlikte İstanbul'un fethi sırasında burada bir kâğıt değirmeni bulunduğu ve bu imalathanenin II. Bayezid dönemine (1481-1512) kadar çalıştığı anlaşılıyor. Evliya Çelebi 17. yy'da Kâğıthane çevresini anlatırken burada harap durumda bir kâğıthane bulunduğunu anlatıyor. Semtin adı, bu kâğıthaneden gelmiş olmalıdır.

Halic'in sona erdiği noktada Halic'e dökülen Kâğıthane Deresi'nin iki yanı, o zamanlar geniş çayırlarla kaplıydı ve saray hayvanları ile beylik hayvanlar baharda burada çayıra çıkarılırdı. II. Bayezid zamanında, Kâğıthane bölgesinde saraya ait a-hırlar, askeri kışlalar bulunduğu; her baharda, beylik hayvanlar çayıra çıkarılın-

Berggren'in objektifinden yüzyıl başında Kâğıthane.



Engin Çizgen koleksiyonu

hem de o döneme göre bir sanayi bölge-siydi. Bu farklı işlevleri, özellikle o zamanlar bol sulu olan deresine borçluydu. Çeşitli kaynaklar, daha Kanuni zamanında buradaki baruthanede, Cebehane Ocağı' na mensup 200 nefer ile bir barutçubaşı ve barutçu kethüdasının bulunduğunu; her biri 10 kantar çeken 100 adet tunç havan ve derenin çevresinde, Kâğıthane Deresi'nin üzerindeki büyük dolaplar tarafından döndürülen acayip görünüşlü dev çarklar olduğunu; yine çok büyük havan-

ca burada "emir-i ahur"lar ve arpa emirlerinin padişaha ziyafet verdikleri; bu amaçla bir kasır (Emir-i Ahur veya İmrahor Köş-kü[->]) yapıldığı ileri sürülür. Belki de böyle bir vesileyle Kâğıthane'ye gelmiş olan I. Süleyman (Kanuni) (hd 1520-1566) Kâğıthane Mesiresi'ni(->) pek beğenmiş, avlanmak ve dinlenmek için sık sık buraya gelmeye başlamış, II. Bayezid döneminde yapılmış olan baruthaneyi kagir olarak yeni-letmişti. Kâğıthane, Kanuni döneminden beri hem bir mesire, hem toplantı yeri,

Abdullah Biraderlerin bir fotoğrafında yüzyıl başında Kâğıthane'den insan görünümleri. Engin Çizgen koleksiyonu

larda 40-50 okkalık demirlerle barut dövüldüğünü; imalat sırasında gök gürültüsü gibi sesler duyulduğunu belirtiyorlar.

Evliya Çelebi, aklı olanın baruthane çevresindeki manzarayı uzaktan seyrettikten sonra Kâğıthane Tekkesi'ne gidip can sohbeti edeceğini yazar; bu tekkede oturma odaları, 70 ocaklı mutfak, kiler, 20 dükkân, l fırın, l kahvehane, l su kuyusu ve caminin olduğunu, arzu eden yaranın burada 5 gece misafir kalabileceğini kaydeder.

Kâğıthane Deresi vadisinde kuyumcuların, saraçların vb esnafın daha Kanuni döneminde bir arada eğlenip görüşmek i-çin toplandıkları; böyle zamanlarda çayırlarda 5-6.000 çadır kurulduğu; Kanuni' nin şehzadelerinin sünnet düğünlerinin bir bölümünün de burada yapıldığı bilinir. Kâğıthane, hasbahçeler arasına ilk kez Kanuni döneminde katılmıştır.

Evliya Çelebi, 17. yy'da Kâğıthane'yi anlatırken Kağıthane Mesiresi'nin Asya ve Afrika tüccar ve seyyahları arasında da pek revaçta olduğunu; Levent Çiftliği deresinden gelen ve sabuna bile ihtiyaç olmadan iki suda çamaşırları temizleyen bir suyu bulunduğunu; bazı Hint tüccarlarının mallarını bu derede yıkadıklarını; derenin iki yanının çınar, kavak, söğüt ağaçlarıyla dolu olduğunu; tatil günlerinde binlerce İs-tanbullu'nun kayıklarla gelip eğlendiklerini yazar. 17. yy'm başlarında Kâğıthane' de 200 kadar bağlı bahçeli ev, 20 kadar dükkân, l hamam bulunuyordu.

Eremya Çelebi Kömürciyan (1637-1695) Kâğıthane'de beylik barut dövüldüğünü, beylik mandıradan sarayın süt ve yoğurdunun sağlandığını, çayın kenarında büyük ağaçlar ve değirmenler olduğunu, halkın bir zamanlar buraya eğlenmeye geldiğini, şimdi ise diğer mesirelerde olduğu gibi burada gezip tozmanın da yasaklandığını, halkın bundan olumsuz etkilendiğini, ancak kesesi para dolu zenginlerin buradaki bahçelerde zevk ve sefa içinde yaşayabileceklerini, padişahın (IV. Meh-med olmalı) kışın burada büyük avlar tertiplettiğini ve yörenin padişahın özel av alam olduğunu yazar.

18. yy'm başlarına gelene kadar, Kâğıthane bölgesinin ağaçlıklı, çayırlık, yeşillik bir mesire, bir eğlence yeri, yer yer de imalathanelerin, değirmenlerin bulunduğu bir yöre olduğu; padişahların kapalı av alanı olarak da kullanıldığı; bahçeler içinde köşkler, bir de köyü olduğu anlaşılıyor.

Kâğıthane, kendisini İstanbul, hattâ tüm Osmanlı tarihine geçirecek özelliklerini 18. yy'ın başlarında III. Ahmed (hd 1703-1730) ve vezirazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa zamanında kazanmıştır. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve III. Ahmed, Kâğıthane'nin yeniden düzenlenmesine 1719' da karar vermişler, 1720'de Kâğıthane Deresi'nin üstüne üç yeni havuz yapılmış ve düzenlenen bahçeye de Hüsrevâbâd adı verilmiştir. Esas düzenleme ve yapı işine ise 1721-1722'de girişilmiş, Paris'e sefir o-larak gönderilen Yirmisekiz Çelebi Meh-med Efendi çok etkisinde kaldığı Fransız saray, köşk ve saray bahçelerinin çizim-

lerini, planlarını getirmiş; yüzlerce amele ve usta çalıştırılarak yer yer yatağı da değiştirilen Kâğıthane Deresi'nin kenarına mermerler döşenmiş ve Gedvel-i Sîm denen bu yeni kanalın kenarına 30 sütun ü-zerine ünlü Sa'dâbâd Kasrı ve bir dizi başka köşk, kasır, çeşme, sebil yapılmıştır. Birkaç ay içinde bitirilen bu inşaatlardan sonra Kâğıthane ve Sa'dâbâd, dönemin en ünlü zevk ve sefa yeri olmuş, Osmanlı tarihinde, kültüründe, sanatında, Divan Ede-biyatı'nda önemli izler bırakmıştır. Lale Devri'nin(->) simgesi Kâğıthane'nin bu parlak dönemi, 28 Eylül 1730'da başlayan Patrona Halil İsyanı ile sona ermiş, ayaklanmacılar için halkın tepki duyduğu bir yaşam biçiminin simgesi olan Kâğıthane'deki saraylar, köşkler, bahçeler İstanbul'un diğer yerlerindeki benzerleri gibi yerle bir olmuştur. Tahttan indirilen III. Ahmed'in yerine tahta geçen I. Mahmud (1730-1754) onca sanat eserinin ve güzelliğin hiç değilse yakılmasını önleyebilmiş, yakılmayıp sadece yıkılmasını emrederek daha sonra yeniden onarılabilmelerine olanak tanımıştır. Nitekim 1743'te Kâğıthane'nin, özellikle de Sa'dâbâd'm onarılmasına girişilmiş, köşklerin tümü yenilenemediyse de, Kâğıthane, padişahın yabancı elçileri kabul ettiği, çadırlar kurularak eğlenilen bir yer olmayı sürdürmüştür.

Kâğıthane'yi yeniden şenlendirmeye çalışan padişah, III. Selim'dir (hd 1789-1807). III. Selim döneminde Kâğıthane, mesire olarak eski ününe ve güzelliklerine kavuşurken burası aynı zamanda yeniçerilerin belli günlerde talim yapacakları bir alan haline getirilmiş; öte yandan yeni bir kâğıt imalathanesi kurulmuş, kâğıt üretiminin başına getirilen Rusçuklu Mehmed Emin Behiç Efendi kâğıthaneyi işletebilmek için büyük harcamalar yapmış, ancak işletme 1.500 kese akçe açık verince imalathane kapatılmıştır. II. Mahmud (hd 1808-1839) Kâğıthane'de bulunan başta Sa'dâbâd Kasrı olmak üzere diğer kasırları, havuzları, çağlayanları, cami ve çeşmeleri o-nartmış, yeniden döşetip süsletmiş, Sa'dâ-bâd'a sık sık gelip kalmıştır. Daha sonra Abdülaziz (hd 1861-1876) de Kâğıthane' ye önem vermiş; Kâğıthane semt ve mesire olarak 20. yy'm başlarına kadar ö-nemini korumuş, her dönem, askeri tesislerin ve birliklerin de bulunduğu bu yöre, 1940'larda harabe halindeki köşk ve kasırların yıktırılmasından sonra askeri bölge haline getirilmiştir.

Kâğıthane'nin bugünküi sanayi bölgesi halini almasının başlangıcı 1950'lerdir. Bu tarihten sonra, 1960'lardan itibaren daha da hızlanarak, bölgede fabrikalar, imalathaneler kurulmuş; Kâğıthane Deresi önce kirlenmiş, sonra büyük ölçüde kurumuş ve sanayi artıklarının lağım sularına karıştığı pis bir su görünümü almıştır. Kâğıthane yerleşmesi ise, 1950-1960 sonrasında kurulmuş sanayiye bağımlı diğer yeni bölgeler gibi, yarı gecekondu mahallesi görünümlü; orta-alt ve alt sosyoekonomik grupların yoğunlaştığı kalabalık bir yerleşme niteliği kazanmıştır (bak. Kâğıthane İlçesi).

wi3nnu£v«w KOŞpiÜAHOR KÖŞKÜ AHIRLARIM MUTFABI

Kâğıthane, 19. yy

Eldem, .


BibL S. Eyice, "Kâğıthane-Sadâbâd, Çağlayan", TAÇ, Şubat 1986; M. Aktepe, "Kâğıthane'ye Dair Bazı Bilgiler", Ord. Prof. ismail Hakkı Uzunçarşıh'ya Armağan, Ankara, 1976; Evliya, Seyahatname, I; Kömürciyan, istanbul Tarihi; înciciyan, İstanbul; "Kâğıthane", ÎKSA; O.

KÂĞITHANE ÂLEMLERİ

382

383

KÂĞITHANE MESCİDİ



Faaliyet Kollan

Erkek

Kadın

Toplam

Tarım dışı üretim faaliyetlerinde çalışanlar ve ulaşım makineleri kullananlar

46.651

7.537

54.188

Hizmet işlerinde çalışanlar

9.502

1.832

11.334

Satış ve ticaret personeli

10.007

963

10.970

İdari personel ve benzeri çalışanlar

4.542

2.750 _

7.292

İlmi ve teknik elemanlar, serbest meslek sahipleri ve bunlarla ilgili diğer meslekler

3.639

1.403

5.042

Müteşebbisler, direktörler ve üst kademe yöneticileri

1.233

77

1.310

Tarım, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık ve avcılık işlerinde çalışanlar

705

62

767

İşsiz olup iş arayanlar ve bilinmeyenler

5.718

859

6.577

Genel Toplam

81.997

15.483

97.480

Tablo n Kâğıthane İlçesi'nde Çalışanların Faaliyet Kollarına Göre Dağılımı

Kaynak: 1990 Genel Nüfus Sayımı, "Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, ili 34-lstanbul", DiE, Ankara, Temmuz 1993.

Ersoy, XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda Türkiye'de Kâğıt, Ankara, 1963; W. Müller-Wiener, "15-19. Yüzyıllar Arasında istanbul'da İmalathane ve Fabrikalar", Osmanlılar ve Batı Teknolojisi, İst, 1992.

İSTANBUL


Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   92   93   94   95   96   97   98   99   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin