26 Mart 1905′de Viyana’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Annesi Prag’in ileri gelenlerinden; babası ise Kuzey Marovyalı zanaatkâr bir ailedendir. Frankl’ın babası Gabriel, sosyal hizmetler müdürüydü. Frankl, geçim zorlukları nedeniyle Viyana’da sürdürdüğü tıp öğretimine son vermek zorunda kalan babasının gerçekleşmeyen bu arzusunu, hayatının en büyük hedefi edinmişti. Daha orta öğretimde hocalarına sorduğu sorular onun tıb’a ve felsefeye son derece yatkın olduğunu gösteriyordu
Hayatın anlamı ile ilgili özgün teorisinin, çocukluk yıllarında temellendiği söylenebilir. Zira yaşadığı bazı olaylar bu kanaati destekler niteliktedir:
Hayatın anlamı ile ilgili özgün teorisinin, çocukluk yıllarında temellendiği söylenebilir. Zira yaşadığı bazı olaylar bu kanaati destekler niteliktedir:
Dört yaşları sırasında bir akşam uyumak üzereyken küçük Viktor, herkes gibi bir gün kendisinin de öleceği fikriyle ansızın irkildiğinden bahseder. Yaşadığı bu tecrübe O’nda ölüm korkusundan çok, hayatın anlamının bunca yaşananlarla birlikte ölümle yok olup olmayacağı sorusunu gündeme getirmiş ve bu nedenle büyük bir endişeye yol açmıştı.
Özellikle okul sırasında karşılaştığı iki olay onun geleceğini derinden etkileyecekti. Bir gün Tabiat Bilgisi dersinde hocası, hayatın bir oksidasyondan, bir yanma mekanizmasından ibaret olduğunu dile getirdiğinde Frankl, kendini tutamayarak ayağa fırlar ve “eğer hayat anlattığınızdan başka bir şey değilse, o zaman bütün bu yaşadıklarımızın ne anlamı var?!” sözüyle hayatın anlamıyla ilgili endişesini dışa vurur.
Yine günün birinde intihar eden öğrenci arkadaşının elinde açık vaziyette Neitsche’ye ait bir kitabın bulunması, Frankl’de dünya görüşü ile hayatın oluşumu arasında varoluşsal bir bağın olması gerektiği düşüncesini doğurur. Bu olay Frankl ile Nihilizm arasındaki savaşın başlangıcını temsil eder.
Yine günün birinde intihar eden öğrenci arkadaşının elinde açık vaziyette Neitsche’ye ait bir kitabın bulunması, Frankl’de dünya görüşü ile hayatın oluşumu arasında varoluşsal bir bağın olması gerektiği düşüncesini doğurur. Bu olay Frankl ile Nihilizm arasındaki savaşın başlangıcını temsil eder.
Görüldüğü gibi Frankl düşüncesinin ve Logoterapi’nin tecrübî temelleri, toplama kampı deneyimlerinden çok daha önceye, çocukluk dönemine dayanıyordu.
Frankl’ın tabiri caizse yeniden doğuşunu hazırlayan; kişisel hayatını olduğu kadar akademik hayatını da derinden etkileyen en önemli tecrübesi, toplama kampı deneyimidir.
Frankl’ın tabiri caizse yeniden doğuşunu hazırlayan; kişisel hayatını olduğu kadar akademik hayatını da derinden etkileyen en önemli tecrübesi, toplama kampı deneyimidir.
1943 yılında diğer pek çok Viyana’lı Yahudi gibi Frankl; karısı, babası, annesi ve kardeşi ile birlikte Nazi SS Subayları’nca tutuklanarak ölüm kampları olarak anılan Auschwitz ve Dachau toplama kamplarına nakledilmişlerdir. Her an gaz odalarına gönderilme korkusuyla yaşayan Frankl, ancak 1946′da hürriyetine kavuşabilmiştir.
Fakat diğer aile bireyleri onun kadar şanslı değildi. Kızkardeşi dışında hepsi gaz odalarında can vermişti. Bu acı gerçeği üç yıl boyunca ailesine kavuşabilme umuduyla yaşayan Frankl, 1946′da, Viyana’ya döndüğünde öğrenecekti.
II. Dünya Savaşı sırasında 4 ayrı kampta geçirdiği dramatik 4 yıl, Logoterapinin hem gerçek hüviyetine kavuşmasında hem de tutarlılığının test edilmesinde önemli tecrübelere sahne olmuştur. Logoterapi’nin bulguları ve teknik yönelişi, Vietnam’dan kurtulanlar üzerinde yapılan pek çok araştırmalarca doğrulanarak geçerlilik kazanmıştır.
II. Dünya Savaşı sırasında 4 ayrı kampta geçirdiği dramatik 4 yıl, Logoterapinin hem gerçek hüviyetine kavuşmasında hem de tutarlılığının test edilmesinde önemli tecrübelere sahne olmuştur. Logoterapi’nin bulguları ve teknik yönelişi, Vietnam’dan kurtulanlar üzerinde yapılan pek çok araştırmalarca doğrulanarak geçerlilik kazanmıştır.
Viyanaya dönüşünden sonra kalan hayatına beş kıtada yüzlerce konferans, panel ve seminer; onlarca kitap, makale ve kaset sığdırmayı başaran Frankl, son kitabı “Man’s Search for Ultimate Meaning”i bitirdiği 1997 yılında kalp sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalır. Tedavi girişimleri sonuç vermez ve nihayet 2 Ekim 1997′de hayata gözlerini yumar. Sessiz, sukünet içerisinde, sadece dualar eşliğinde gömülmek, samimi bir dindar olarak Frankl’ın en büyük arzusuydu. Karısına her zaman hatırlattığı “Ne olur, bu dünyaya nasıl geldiysem, bırakın öyle gideyim, sansasyona yol açmadan !” sözüne uygun olarak büyük logoterapist, bağlılarına haber verilmeksizin bir kaç din adamı ve ailesinin katıldığı sade bir törenle toprağa verilmiştir.
Rollo May (1909-1994)
Rollo May,Avrupa’da filizlenen varoluşçuluğun ve varoluşçu psikoterapinin Amerika’da yayılmasının öncülerinden olmuştur. Kimi zaman adı “humanistik psikoloji” ile anılırsa da May,insan varoluşunun trajik boyutunu öne çıkarmasıyla Carl Rogers ve Abraham Maslow gibi bu ekolün temsilcilerinden ayrılır Rollo May; 1950 yılında “Anksiyetenin anlamı” (The Meaning of Anxiety), 1953 yılında “Kendini Arayan İnsan” (Man’s Search for Himself), 1969 ‘da “Aşk ve İrade”(Love and Will) 1975’de “Yaratma Arzusu” (The Courage to Create) ve 1991 de “Mitsel Arayış”(Cry for Myth) isimli ses getiren kitapları yazmıştır.
Hıristiyan varoluşçu Paul Tillich’in yakın arkadaşıdır. 1909 yılında ,Amerika’nın Ohio eyaletinde doğan May Yunanistan’da bir süre İngilizce öğretmenliği yaptı.Bu dönemde resim yapan ve sanata düşkün olan May Viyana’ya sık sık seyahat ederek Alfred Adler’in psikanaliz seminerlerine katıldı. Daha sonra A.B.D. ye dönerek teoloji okudu. Bu dönemde kilise içersinde varoluşçu görüşleriyle bilinen Paul Tillich’ten etkilendi. İki sene süresince din görevlisi olarak çalıştı ancak psikolojiye olan merakı bu görevi sürdürmesine izin vermedi.
Hıristiyan varoluşçu Paul Tillich’in yakın arkadaşıdır. 1909 yılında ,Amerika’nın Ohio eyaletinde doğan May Yunanistan’da bir süre İngilizce öğretmenliği yaptı.Bu dönemde resim yapan ve sanata düşkün olan May Viyana’ya sık sık seyahat ederek Alfred Adler’in psikanaliz seminerlerine katıldı. Daha sonra A.B.D. ye dönerek teoloji okudu. Bu dönemde kilise içersinde varoluşçu görüşleriyle bilinen Paul Tillich’ten etkilendi. İki sene süresince din görevlisi olarak çalıştı ancak psikolojiye olan merakı bu görevi sürdürmesine izin vermedi.
New York Colombia Üniversitesinde doktora çalışmasını yürütmekteyken yakalandığı akciğer tüberkülozu nedeniyle senatoryumda uzun bir süre yatarak tedavi görmek durumunda kaldı.Ağır hastalığıyla olan mücadelesi esnasında ölüm ile burun buruna gelmesi ekzistansiyel felsefeye ilgisinin başlamasına vesile olmuştur. Doktorasını tamamladıktan sonra üniversitede çalışmalarına devam ederken önemli eserlerini yayına hazırladı.
Rollo May’in editörlüğünü yaptığı, 1958 yılında yayınlanan “Existence” AB.D. de ilk kez çıkan bir ekzistansiyel psikoloji kitabı olmuştur
Rollo May’in editörlüğünü yaptığı, 1958 yılında yayınlanan “Existence” AB.D. de ilk kez çıkan bir ekzistansiyel psikoloji kitabı olmuştur
May,kitaptaki makalesinde ,psikoloji biliminin varoluşçu psikoterapötik yönelime olumsuz tavrını ele almıştı. Reddedici görünen bu tavrı 19.yy sonlarından itibaren psikoloji biliminin metafizikten kopuşu sırasında yaşanan mücadelede alınan yaraların hala sızlamasına bağlıyordu.Anayol (mainstream) psikoloji bilimini yönlendiren akademik çevreler ,varoluşçu yönelimi sanki “felsefenin psikoloji bilimine sızma girişimi” gibi algılıyorlardı. May, bu yaklaşımı felsefi bir takım önermelere sahip olmadan zaten herhangi bir bilimin yapılamayacağını söyleyerek eleştiriyordu. Felsefi önermelere dayanmayan (sözde) bilimler, ancak zemin buldukları zaman ve çevreye ait dar görüşü yansıtabilirlerdi.
Varoluşçu Psikoterapi Giriş
Varoluşçuluk 19. Yüzyılın ikinci yarısında temelleri atılan ve 20.yüzyıl içersinde önemli ölçüde taraftar bulan bir felsefe akımıdır. Bireysel varoluş,özgürlük ve seçim yapabilme kudreti gibi temel varoluşçu esaslar çerçevesinde eser vermiş pek çok yazarın ortak çabalarının bir ürünü gibi görülebilir. Bununla birlikte bu kategoriye dahil edilen pek çok düşünürün, Heidegger örneğinde görüldüğü üzere “varoluşçu” oldukları şeklindeki düşüncelere açıkça karşı çıktıkları da görülmüştür. Varoluşçu yazarlar düşüncelerini açıklarken sistematik bir yöntem takip etmezler. Felsefelerini aforizmalar,manzum eserler, roman veya tiyatro oyunları gibi sanat eserleri aracılığıyla ortaya koymuşlardır.
Varoluşçu ilke temelde temelde, büyük ölçüde ne olacağımızı kendimiz belirlediğimiz için koşulların kurbanı değiliz düşüncesindedir. Terapinin temel hedefi, yaşam üzerinde düşünmeleri, çeşitli alternatiflerin farkına varmaları ve bunların arasından birine karar vermeleri için danışanların cesaretlendirilmesi sürecidir.
Varoluşçu ilke temelde temelde, büyük ölçüde ne olacağımızı kendimiz belirlediğimiz için koşulların kurbanı değiliz düşüncesindedir. Terapinin temel hedefi, yaşam üzerinde düşünmeleri, çeşitli alternatiflerin farkına varmaları ve bunların arasından birine karar vermeleri için danışanların cesaretlendirilmesi sürecidir.
Yalom(2003), terapötik ilişki içerisinde birinci adımın, danışanların sorumluluklarını kabul etmeleri olduğunu ifade eder. ‘‘ Danışanlar yaşam güçlükleri üzerinde kendi rollerini fark ettiklerinde, aynı zamanda ve sadece kendileri, bu durumu değiştirecek gücü de kendilerinde görebilirler’’
Danışanlar, koşulları ve çevrenin kontrolünü hiçbir tepki göstermeden kabullendiklerini fark ettiklerinde, yaşamlarını bilinçli olarak şekillendirmeye başlarlar.
Varoluşçu Psikoterapinin Temel Kavramları İnsan Doğası Görüşü
Varoluşçu hareketin en belirgin özelliği, bir dizi teknikten oluşan ve kişilik değerlendirilmesine karşı olan bir bakış açısıyla terapiye yaklaşmasıdır. Varoluşçu yaklaşım insan olmanın ne demek olduğu anlayışı üzerine kurulmuştur.
Varoluşçu yaklaşım, bireylere duyulan saygıyı, insan davranışının yeni yönlerini araştırmayı ve insanları anlamak için farklı yöntemler kullanmayı desteklemektedir. İnsan doğası ile ilgili varsayımlara dayanarak, terapiye getirilen sayısız yaklaşımları kullanmaktadır. Varaloşçu yaklaşımın günümüzde ilgi odağı, dünyada kendini yalnız hisseden ve bu yalnızlıktan dolayı kaygı yaşayan danışanlardır. Terapi ile ilgili kurallar oluşturmaya çalışmak yerine, varoluşçu pratisyenler bu derin insani deneyimlerini anlamaya çalışırlar
İnsan doğası ile ilgili varoluşçu görüşe, varlığımızın değerinin asla bir kerede ve tüm yaşam için belirlenmeyeceği fikri egemen olmuştur.
İnsan doğası ile ilgili varoluşçu görüşe, varlığımızın değerinin asla bir kerede ve tüm yaşam için belirlenmeyeceği fikri egemen olmuştur.
Aksine, kendimizi projelerimiz doğrultusunda yeniden yaratırız. İnsanlar geçiş yapma, kendini şekillendirme, evrimleşme ve olma konumlarında bir süreklilik içindedir. Birey olmak, sürekli varlığımızı keşfetmemizi ve anlamlı hale getirdiğimizi göstermektedir. Sürekli kendimizi, diğerlerini ve dünyayı sorgularız. Belirli sorular, yaşamdaki gelişimsel aşamamıza göre çeşitlilik gösterse de, ana konu hiçbir zaman değişmez. Sürekli ‘‘Ben kimim?’’ ‘‘Kimdim’’, ‘’ Nereye Gidiyorum’’ gibi sorulara cevaplar ararız.
Varoluşçu yaklaşıma göre insanın içinde bulunduğu koşulların temel boyutları
Kendi farkındalığına varma kapasitesi
Özgürlük ve sorumluluk
Bireyin kendi kimliğini oluşturması ve diğerleriyle anlamlı ilişkiler kurması
Anlam, amaç, değerler ve hedeflerin araştırılması
Yaşamın bir koşulu olarak kaygı
Ölümün ve yok olmanın farkına varılması’dır
Kişisel Farkındalık Kapasitesine Sahip Olma
İnsan olarak, kendi farkındalığımıza varma kapasitemiz olduğundan dolayı, kendimizi ifade edebilir ve tercihler yapabiliriz. Ne kadar çok kendi kendimizin farkına varırsak, o kadar çok özgürlük kazanma olanağı bulabiliriz. Buna göre farkındalığımızı ne kadar çok artırırsak, tam anlamıyla yaşama kapasitemizi de arttırırız.
Farkındalığımızla ilgili kıstaslar:
Farkındalığımızla ilgili kıstaslar:
Hepimiz ölümlüyüz ve yaşamımızda her istediğimizi yapacak kadar zamanımız yoktur
Eyleme geçecek veya hiçbir eylemde bulunmayacak potansiyele sahibiz. Eylemsizlik de bir seçimdir.
Eylemlerimizi kendimiz seçeriz, buna göre kısmen de olsa kaderimizi kendimiz oluştururuz
Anlam otomatik olarak bize bağışlanmış bir olgu değildir. O araştırmalarımızın ürünü ve kendimize özgü amaçların keşfedilmesidir
Temel olarak özgürlüğümüzün bilinci olan varoluş kaygısı, yaşamın temel bölümüdür. Bize verilen seçeneklerle ilgili farkındalığımızı arttırdığımız oranda, bu seçeneklerin sonuçlarına ait sorumluluk duygumuzu da arttırırız.
Yalnızlığa, anlamsızlığa, boşluğa, suçluluk duygusuna ve izolasyona maruz kalabiliriz.
Diğer insanlarla ilişki kurmamız fırsatımız olsa da temel olarak yalnızızdır
Ya bilincimizi genişletmeyi ya da sınırlandırmayı seçebiliriz. Kendi farkındalığı diğer birçok insan kapasitesinin kökünü oluşturduğu için, bunu artırmada alınan karar, insan gelişimin temelidir. Danışmanlık sürecinde bireylerin farkına vardıkları olgularda bazıları şöyledir:
Bağımlılığın verdiği güvenin, kendileri için tercih yapmalarıyla birlikte gelişen kaygılarla birlikte nasıl değiştiğini anlarlar.
Sahip oldukları kişiliklerin başka birinin belirlemelerine bağlı olduğunu anlamaya başlarlar. Bunun anlamı, kendilerini onaylamak için kendilerine dönmek yerine, varlıklarının onayını ve kabulünü araştırmaktır.
Geçmişte aldıkları kararlardan dolayı, kendilerini kısıtlamanın birçok yolu olduğunu öğrenirler ve yeni kararlar verebileceklerinin farkına varırlar
Yaşamlarında ki bazı belirli olayları değiştiremeseler de, bunlara bakış açılarını değiştirebileceklerini ve bu olaylara farklı tepkiler verebileceklerini öğrenirler
Yaşamlarında ki bazı belirli olayları değiştiremeseler de, bunlara bakış açılarını değiştirebileceklerini ve bu olaylara farklı tepkiler verebileceklerini öğrenirler
Geçmişte öğrendikleriyle, geleceği şekillendirebilecekleri için geçmişlerini suçladıkları gibi geleceği suçlamamayı da öğrenirler.
Değerli olduklarını hissetmek için, mükemmel olmaları gerekmediğini anlamaları sonucunda, hala değerli olduklarını hissederek, sınırlarını kabul etme kapasitesine ulaşırlar.
Geçmişle, geleceği planlamakla veya bir kerede çok fazla iş yapmaya çalışmakla çok meşgul olduklarından dolayı, şu anda yaşadıklarında başarısız olduklarının farkına varırlar
Alternatiflerin, motivasyonlarının, kişiyi etkileyen faktörlerin ve kişisel hedeflerin farkına varılması da dahil olmak üzere, bireyin kendi farkındalığının arttırılması, tüm psikolojik danışma hizmetlerinin hedefidir.
Danışana farkındalığın artmasıyla ödeyeceği bir bedel olduğunu hatırlatmak, terapistin görevidir. Daha çok farkına vardıkça, tekrar ‘‘eve dönmek’’ giderek güçleşir. Kapılarımızı dünyaya açtığımızda bizi, daha fazla yerine getirmemiz gereken roller ve aynı zamanda daha fazla mücadele beklemektedir.
Özgürlük ve Sorumluluk
Varoluşçuluğun kendine özgü özelliği, kişilerin seçenekler arasından kendine uygun olanı seçme özgürlüğüne sahip olması ve buna göre, kaderlerini belirlemekte büyük role sahip olmasıdır.
Dünyada yaşarken güven içinde olmak konusunda hiçbir seçeneğimiz bulunmasa da, yaşam tarzımız ve geldiğimiz konum, seçimlerimizin bir sonucudur. Gerçekten seçme özgürlüğümüz bulunduğu için yaşamlarımızı yönlendirme sorumluluğunu kabullenmemiz gerekmektedir. ‘‘Kötü kader’’ ile ilgili bir söylemde, Jean Paul Sartre , ‘‘güvensizlik kişisel sorumlulukların kabul edilmemesidir.’’ demiştir.
Sartre, ne tür bir insan haline geldiğimiz konusunda, sürekli seçimlerle yüzleşmemiz gerektiğini ve varoluşun bu tür seçimlerle hiçbir zaman sona erdirilemeyeceğini belirtmiştir .
Sartre, ne tür bir insan haline geldiğimiz konusunda, sürekli seçimlerle yüzleşmemiz gerektiğini ve varoluşun bu tür seçimlerle hiçbir zaman sona erdirilemeyeceğini belirtmiştir .
Yaşamımızdan, eylemlerimizden ve eyleme geçmekteki başarısızlıklarımızdan kendimiz sorumluyuz. Sartre ‘’tercihlerimiz bizleriz’’ demiştir. Varoluşun güvenlik şekli, yaşamlarımızdaki kişisel sorumluluklarımızın farkında olmayışımız ve edilgen bir şekilde varlığımızın geniş ölçüde, dış güçler tarafından kontrol edildiğine inanmamızdır. Tam tersine güven içinde yaşamak, bizim için varoluşun ne anlama geldiği konusundaki değerlendirmemizde kendimize dürüst olmamızı gerektirir.
Varoluşçulara göre özgür olmak ve insan olmak birbiriyle eş anlamlıdır. Özgürlük ve sorumluluk el ele gitmektedir. Kaderimizi, yaşam konumumuzu ve sorunlarımızı yaratarak yaşamlarımızın mimarları olmaktayız.
Varoluşçulara göre özgür olmak ve insan olmak birbiriyle eş anlamlıdır. Özgürlük ve sorumluluk el ele gitmektedir. Kaderimizi, yaşam konumumuzu ve sorunlarımızı yaratarak yaşamlarımızın mimarları olmaktayız.
Sorumluluğun değişim için temel koşul olduğu varsayılmaktadır. Sorunları ile ilgili sürekli başkalarını suçlayarak, sorumlulukları üstlenmeyi reddeden danışanlar, terapiden hiçbir kazanç elde edemezler.
Terapist, özgürlüklerini nasıl engellediklerini keşfetmelerinde danışanlara yardımcı olmakta ve özgürlüğü kullanma riskini öğrenmeleri için, danışanları yüreklendirmektedir. Bunu yaparken danışanların özgürlüklerini kısıtlamamalı ve nörotik olarak terapiste bağımlı olmaları engellenmelidir.
Terapist, özgürlüklerini nasıl engellediklerini keşfetmelerinde danışanlara yardımcı olmakta ve özgürlüğü kullanma riskini öğrenmeleri için, danışanları yüreklendirmektedir. Bunu yaparken danışanların özgürlüklerini kısıtlamamalı ve nörotik olarak terapiste bağımlı olmaları engellenmelidir.
Terapistlerin, yaşamlarının büyük bir bölümünü bunlardan kaçarak harcamışsa da, danışanlara, seçenekleri olduğunu, kaçınılmaz bir şekilde kabul edebilmelerini öğretmesi gerekmektedir.
Bireyler genellikle, yaşamları üzerindeki kontrolü kaybettiklerini hissettikleri için psikolojik danışmanlara giderler. Danışmanın kendilerini yönlendirmesini, önerilerde bulunmasını veya adeta sihirli tedavilerde bulunmasını beklerler. Aynı zamanda birisi tarafından dinlenmeyi ve anlaşılmaya da gereksinimleri bulunmaktadır.
Bireyler genellikle, yaşamları üzerindeki kontrolü kaybettiklerini hissettikleri için psikolojik danışmanlara giderler. Danışmanın kendilerini yönlendirmesini, önerilerde bulunmasını veya adeta sihirli tedavilerde bulunmasını beklerler. Aynı zamanda birisi tarafından dinlenmeyi ve anlaşılmaya da gereksinimleri bulunmaktadır.
Terapistin en önemli iki görevi:
Danışanların kendileri için diğerlerinin nasıl karar vermesine izin verdiklerini anlamalarını sağlamak ve
Otonomiye giden yolda ilerlemeleri için onlara çağrıda bulunmaktadır.
Şimdiki sınırlı varlıklarından çok daha işlevsel olan diğer yolları araştırmaları konusunda danışanları yönlerdirirken, terapistler:
‘‘Belirli kalıplar içinde yaşamanıza rağmen şimdi, izlemekte olduğunuz bazı yollara ait ödeyeceğiniz bedelin farkında mısınız? Yeni kalıplar yaratma girişiminde bulunmak için hazır mısınız? Sorusunu sormaktadır
Kimlik Bulma Çabası ve Diğerleriyle İlişkiler
Kişiler kendilerine özgü olma ve ilgi odaklarını koruma konusunda kaygı duyarken aynı zamanda, diğer varlıklarla ve doğasıyla ilişki kurmak için dış dünyaya açılma isteği içindedirler. Her birimiz, kişisel kimliğimizi bulmak veya yaratmak için bir ben ararız. Bu otomatik gelişen bir süreç değildir ve cesaret ister. Ayrıca düşünen varlıklar olarak biz insanlar, diğerleriyle bağlantı kurmak için de çaba gösteririz. Kendimizi diğerleriyle ilgilenmeye vermeli ve onlar için kaygı duymalıyız.
Birçok varoluşçu yazar, diğerleriyle ve doğayla kurulacak bağların gelişmesindeki başarısızlık olarak nitelendirdikleri yalnızlık, korumasızlık ve yabancılaşma ile ilgili tartışmalar ortaya atmıştır
Birçok varoluşçu yazar, diğerleriyle ve doğayla kurulacak bağların gelişmesindeki başarısızlık olarak nitelendirdikleri yalnızlık, korumasızlık ve yabancılaşma ile ilgili tartışmalar ortaya atmıştır
Birçoğumuzun sorunu, dünyada önem verdiğimiz kişilerin izledikleri yolları, verdikleri yanıtları, sahip oldukları değerleri ve inançları aramamızdır.
Yaşamımızdaki çelişkileri derinlemesine araştırmak ve kendi yanıtlarımızı bulmak için kendimize güvenmek yerine, diğerlerinin bizden beklediği davranışları sergileriz. Varlığımızı onların beklentilerinde yok eder, kendimize yabancılaşırız
Kendimiz Olma Cesareti:
Kendimiz Olma Cesareti:
Pauo Tillich (1886-1965) ölümlü olduğumuzu fark etmenin bizim nihai konular üzerinde kararlarımızı etkilediğini ileri sürer. Nasıl yaşanacağını derinlemesine öğrenmek cesaret ister. Varlığımızın derinlerini keşfetmek, yaratmak ve yarattığımızı sürdürmek için mücadele veririz. Danışanların büyük korkularından biri, özün, benin ve varlığın olmadığını ve tamamen diğerlerinin kendilerinden beklediklerini yansıttıklarını keşfetmeleridir.
Varoluşçu terapistler, danışanların kendilerini, diğerlerine ait beklentilerin toplamından başka bir şey olmadığını ve anne-babalarını taklit ederek kendilerini onların yerine koyduklarını yoğun olarak hissetmelerini sağlamak için bu konuda sorular sorarlar:
Varoluşçu terapistler, danışanların kendilerini, diğerlerine ait beklentilerin toplamından başka bir şey olmadığını ve anne-babalarını taklit ederek kendilerini onların yerine koyduklarını yoğun olarak hissetmelerini sağlamak için bu konuda sorular sorarlar:
Şimdi nasıl hissediyorlar?
Ömür boyu kendilerini bu halde kalmaya mı mahkum edecekler?
Bundan kurtuluş yolu yok mu?
Kimsesiz kaldıklarında kendilerini şekillendirebilecekler mi?
Nereden başlayacaklar?
Danışan bir kez bu korkuyu kabullenmek cesaretini gösterdikten sonra, kelimeler yerlerine konur ve bu korku paylaşılır. Bundan sonra artık bu danışanlarla çalışmaya, kendileri dışındaki yaşam yollarını kabul etmek ve kendileriyle bağlantısı olmayan yolları araştırmak için danışanlara çağrıda bulunmakla başlamanın en doğru yöntem olduğunu keşfettim.
Yalnızlığı Yaşamak:
Yalnızlığı Yaşamak:
Varoluşçular, insana ait koşulların bir bölümünün de yalnızlığın yaşanması olduğunu varsaymaktadırlar. Bununla birlikte, kendimize yönelerek ve ayrılık duygusunu yaşayarak güç elde edebileceğimizi de eklemişlerdir. Yalnızlık duygusu, onay almamız için hiç kimseye bağımlı olmayacağımızı fark ettiğimiz anda oluşmaktadır. Bu yaşama anlam kazandırma olgusunu yalnız başımıza karar vermemizin gerekli olması demektir.
Yalnızken kendimize katlanamıyorsak, başka birinin birlikteliğimizden yarar sağlayacağını nasıl bekleyebiliriz? Başkalarıyla somut ilişkiler kurmadan önce, kendi kendimizle iletişim kurmamız gerekmektedir. Kendimizi dinlemeyi öğrenmeliyiz. Gerçekten başkalarıyla birlikte olmadan önce, kendi başımız kalabilmekten hoşlanmalıyız.
Bağımlı Olmayı Yaşamak:
Bağımlı Olmayı Yaşamak:
İnsanlar diğerleriyle olan ilişkilerine bağımlıdırlar. Diğerlerinin dünyasında belirgin olmayı dileriz ve diğerlerinin varlığının dünyada önemli olduğunu hissetmek isteriz.
Yalnız başımıza kalabildiğimizde ve gücümüzü içimizde hissettiğimizde, diğerleriyle kurduğumuz ilişkiler yoksunluk içinde olduğumuzdan değil, olması gerektiği içindir. Bununla birlikte, kişisel olarak muhtaç olduğumuzu hissediyorsak, başkalarıyla bağımlı, asalak ve ortak yaşam üzerine kurulmuş ilişkiler yaparız.
Varoluşçu terapinin fonksiyonlarından biri, diğerleriyle kurduğu bağımlı ilişkilerle, her iki tarafın da değer verdiği yaşamın getirdiği bir ilişki arasındaki farkı ayırmada danışana yardımcı olmaktır.
Terapistler, ilişkilerinde ne elde ettiklerini, cinsel yakınlıkların nasıl engelleneceğini, eşit ilişkiler kurmaktan nasıl kaçınacaklarını ve terapötik, sağlıklı ve olgun İnsan ilişkilerini nasıl kurabileceklerini incelemek için danışanlarını yüreklendirebilirler
Kendi Kimliğimizle Mücadele Etme:
Kendi Kimliğimizle Mücadele Etme:
Sonunda yalnız kalacağımızın farkında olmak oldukça korkutucudur ve bazı danışanlar yalnızlıklarını ve tecrit edilmiş olmalarını kabul etmeme eğilimindedirler. Yalnızlığımızla başa çıkmaktan korktuğumuz için, ilk çocuklukta elde ettiğimiz görüntüye veya kimliğe sıkı sıkıya bağlanarak alışkanlığa dönüşmüş bir kalıba takılıp kalmışızdır. Bazılarımızın da, olmayı denemek yerine yapma davranışını sürdürdüğünü belirtmiştir.
Terapötik yolculuğun bir bölümü terapistin, özellikle diğerlerine onlar için yaşamlarını tasarlamasına izin vererek, kimliğiyle bağlantıyı kopardığı yönleri incelemesi için danışanların teşvik edilmesinden oluşmaktadır.
Terapötik yolculuğun bir bölümü terapistin, özellikle diğerlerine onlar için yaşamlarını tasarlamasına izin vererek, kimliğiyle bağlantıyı kopardığı yönleri incelemesi için danışanların teşvik edilmesinden oluşmaktadır.
Özgürlüklerini diğerlerine teslim ettiklerinin farkına vardıkları ve terapötik ilişkide özgürlüklerini tekrar kazanacakları varsayımından dolayı danışanlar için terapi süreci kendi başına korkutucudur.
Kolay çözümleri ve yanıtları reddeden varoluşçu terapistler, danışanların kendi yanıtlarını tek başlarına bularak gerçekle yüzleşmelerini sağlamaktadır
Yaşamın Anlamını Bulma Araştırması
İnsanı ayıran özelliklerinden biri de, anlamlılık duygusuna sahip olmak ve yaşamda bir amaç edinmek için mücadele vermektir.
İnsanları psikolojik danışmaya getiren çelişkilerin altında bu varoluşla ilgili şu sorular yatmaktadır:
Neden buradayım?
Yaşamdan ne istiyorum?
Bana yaşam amacını sağlayan nedir?
Yaşamda benim için anlamın kaynağı nedir?
Varoluşçu terapi, yaşamlarının anlamını sorgulamaları için, danışanlara yardımcı olacak kavramsal bir kapsam sunmaktadır. Terapistler:
Varoluşçu terapi, yaşamlarının anlamını sorgulamaları için, danışanlara yardımcı olacak kavramsal bir kapsam sunmaktadır. Terapistler:
Yaşamınızın gidişatını beğeniyor musunuz?
Şimdi bulunduğunuz ve daha sonra bulunacağız durumdan memnun musunuz?
Kim olduğunuz ve kendiniz için ne istediğiniz konusunda kafanız karışıksa, bunlara açıklık getirmek için ne yapardınız?’’
gibi sorular sorabilirler.
Eski Değerlerden Kurtulma Sorunu:
Eski Değerlerden Kurtulma Sorunu:
Terapideki sorunlardan biri de danışanların, yerine geçebilecek uygunlukta düşünceler bulmadan önce geleneksel (ve empoze edilmiş) değerlerden kurtulmaya çalışmalarıdır.
Danışanlar, gerçekten doğruluğunu sorguladıkları ve yürekten inanmadıkları değerlerine artık bağımlı olmaktan vazgeçtiklerinde, kendilerini dümensiz bir gemiye benzettiklerini söylemektedir.
Yeni keşfettikleri olguları için yeni yol gösterici klavuzlar ve yeni değerler aramaktadırlar. Şimdiki durumda bu bunlara sahip değillerdir.
Terapistin görevi, sonuçta anlamlı bir yaşam sağlayan değer sistemi için kaynağını keşfetmesi için danışanların kapasiteri konusunda gerçekten dürüst olmaktır.
Terapistin görevi, sonuçta anlamlı bir yaşam sağlayan değer sistemi için kaynağını keşfetmesi için danışanların kapasiteri konusunda gerçekten dürüst olmaktır.
Hiç kuşkusuz bir süre bocalayacaklardır. Kesin çizgilerle ayrılmış değerlerin yokluğundan dolayı kaygı duyacaklardır. Yeni değer kaynaklarını keşfetmek üzere kendi kapasitelerine güvenmelerini öğrenmelerini sağlamak için terapistin güvence vermesi çok önemlidir.
Anlamsızlık:
Anlamsızlık:
Yaşadıkları dünya anlamsız gelmeye başladığında danışanlar, mücadele etmeye ve hatta yaşamın, yaşamaya deyip değmediğini düşünürler. Ölüm beklentisiyle yüzleştiğimizde:
Ölene kadar yapacağım başka bir şey kaldı mı?
Öldüğümde unutulacak mıyım?
Ölüm olduğu sürece neden kendimi herhangi bir şeyle meşgul ediyorum?’’
Gibi sorular sorabiliriz.
Frank’a göre böyle bir anlamsızlık duygusu modern yaşamın başlıca varoluş nevrozudur.
Frank’a göre böyle bir anlamsızlık duygusu modern yaşamın başlıca varoluş nevrozudur.
Yaşamdaki anlamsızlık, boşluğa veya Frank’ın ‘‘ Varoluş Boşluğu ’’ olarak adlandırdığı duruma yol açmaktadır. Yaşamın daha önceden tasarlanması olanaksız olduğundan, bireyler kendilerine ait anlamları oluşturmak durumundadırlar. Anlamsızlığı yaşamak ve anlamlı bir yaşamın parçası olan değerleri oluşturmak, psikolojik danışmada ele alınması gereken konulardır.
Yeni Anlamlar Oluşturmak:
Yeni Anlamlar Oluşturmak:
Logoterapi yaşamda bir anlam bulması için danışanlara yardımcı olmaktır. Frankl’a göre terapistin fonksiyonu danışanlara yaşamdaki belirli anlamların ne olması gerektiğini söylemek değil, acı çekerken bile bir anlam bulabileceklerini vurgulamaktır.
Bu görüş, Varoluşçu felsefede bazı kişilerin düşündüğü gibi kötümser bir olgu taşımamaktadır. Bireyin acılarla yüzleşme gücü kazanarak, insana ait acıların (yaşamın trajik ve olumsuz yönleri) insan başarısına çevirmenin mümkün olduğuna inanılmaktadır. Frankl ayrıca, acı, suçluluk ve ölümle yüzleşen bir kişinin umutsuzlukla mücadele edebileceğini ve böylece zafere ulaşabileceğini ileri sürmüştür.
Anlam, doğrudan araştırabileceğimiz ve elde edebileceğimiz bir olgu değildir. Paradoks olarak, anlamı bulmak için ne kadar akılcı araştırma yaparsak, ona olan özlemimiz de o kadar artar.
Yalom ve Frankl, zevk almak kadar anlamın da dolaylı yollardan izlenmesi gerektiği konusunda aynı şekilde düşünmektedir. Yaşamda anlam bulmak yaratma, sevme, çalışma ve gelişme yükümlülükleri olan çalışmanın yan ürünüdür.
Bir Yaşam Koşulu Olarak Kaygı
Kaygı, insan olmanın kaçınılmaz bir parçası olarak yüzleşmemiz gereken, hayatta kalmak, korunmak varlığını savunmak için bireyin kişisel olarak verdiği çabalardan doğmaktadır. Varoluş kaygısı yaşamda karşılaşabileceğimiz ölüm, özgürlük, varoluşsal yalıtım, anlamsızlık gibi olgularla yüzleştirilmenin kaçınılmaz sonuçları ile kavramsallaştırılabilir
Varoluşçu terapistler, normal kaygı ile nörotik kaygıyı birbirinden ayırmakta ve kaygıyı gelişimin potansiyel kaynağı olarak görmektedirler.
Varoluşçu terapistler, normal kaygı ile nörotik kaygıyı birbirinden ayırmakta ve kaygıyı gelişimin potansiyel kaynağı olarak görmektedirler.
Normal kaygı, karşılaşılan olaya karşı uygun tepkiyi vermektir. Bundan başka, bu tür bir kaygı, kişi üzerinde baskı yapmaz ve değişim için bir motivasyon olarak kullanılabilir.
Nörotik kaygı ise, bunun tam tersine durumun boyutlarının dışına taşmaktır. Tipik olarak farkındalığın dışındadır ve kişiyi işlevsiz hale getirme eğilimindedir. Normal kaygıyı yok etmek terapötik bir hedef değildir. Psikolojik olarak sağlıklı olmak, yaşamın bir parçası olan normal kaygının kabullenilmesi ve mücadele edilmesi mümkün olduğu takdirde, çok az miktarda nörotik kaygıyla yaşamayı gerektirir. Kaygı olmadan yaşanılmaz ve ölümle yüzleşilemez
Varoluş kaygısı, normal kaygının yapıcı şeklidir ve gelişim için uyarıcı bir nitelik taşıyabilir. Bu kaygıyı, özgürlüğümüzü giderek daha fazla farkına vardığımızda yaşarız ve bunun sonucu olarak özgürlüğümüzü giderek daha çok farkına vardığımızda yaşarız ve bunun sonucu olarak özgürlüğü ya kabullenir ya da reddederiz.
Varoluş kaygısı, normal kaygının yapıcı şeklidir ve gelişim için uyarıcı bir nitelik taşıyabilir. Bu kaygıyı, özgürlüğümüzü giderek daha fazla farkına vardığımızda yaşarız ve bunun sonucu olarak özgürlüğümüzü giderek daha çok farkına vardığımızda yaşarız ve bunun sonucu olarak özgürlüğü ya kabullenir ya da reddederiz.
Gerçekte, yaşamımızı yeniden kurmakla ilgili bir karar verdiğimizde, bununla birlikte gelen kaygı, kişisel değişiklik yapmaya hazır olduğumuzu gösteren bir sinyal de olabilir. Kaygının güç algılanan mesajlarını dinlemeyi öğrenirsek, yaşamlarımızın gidişatını değiştirmek için gerekli adımları atma cesaretini bulabiliriz.
Psikolojik danışma almak isteyen danışanların birçoğu, kaygılarının yok edilmesini isterler. Yaşamda güven içinde olduğunun düşüncesini oluşturarak kaygının engellenmesi girişimleri, bilinmeyenle başa çıkmakta yardımcı olabilse de, sürekli güven içinde olduğumuzu düşünmenin bazı açılardan kendini aldatmaktır.
Psikolojik danışma almak isteyen danışanların birçoğu, kaygılarının yok edilmesini isterler. Yaşamda güven içinde olduğunun düşüncesini oluşturarak kaygının engellenmesi girişimleri, bilinmeyenle başa çıkmakta yardımcı olabilse de, sürekli güven içinde olduğumuzu düşünmenin bazı açılardan kendini aldatmaktır.
Yaşamımızı sınırlandırarak ve buna göre tercihlerimizi azaltarak kaygıyı köreltebiliriz (Beklentiyi düşürmek). Bununla birlikte, yeni yaşam açık olmak kaygıya da açık olmak demektir.
May’a göre, özgürlük ve kaygı madalyonun iki yüzü gibidir. Kaygı yeni bir fikrin doğmasıyla gelen heyecanla ilişkilidir. Buna göre, bilinenden bilinmeyen alanlara geçme özgürlüğümüzü kullandığımızda kaygı yaşarız.
May’a göre, özgürlük ve kaygı madalyonun iki yüzü gibidir. Kaygı yeni bir fikrin doğmasıyla gelen heyecanla ilişkilidir. Buna göre, bilinenden bilinmeyen alanlara geçme özgürlüğümüzü kullandığımızda kaygı yaşarız.
Varoluşçu terapi, yaşam ve ölüm, başarı ve başarısızlık, özgürlük ve sınırlama, belirginlik ve kuşku gibi varoluşun paradokslarıyla başa çıkılmasında danışanlara yardımcı olmaktadır. Bireyler acı ve üzüntüyle yüzleşme gerçeğini kabul ettikleri sürece, yaşamlarını sürdürme ve kaygının yüzeysel olarak alınmasıyla yapılan temel hatalarıyla mücadele etmeleri gerekmektedir
Van Deurzen-Simith, Varoluşçu terapinin temel hedeflerinin yaşamı daha kolay ve daha güvenli göstermek değil, güvensizliklerini ve kaygılarını oluşturan kaynakların farkına varmaları ve bunlarla başa çıkmaları için danışanları cesaretlendirmek olduğunu ileri sürmektedir.
Varoluş kaygısıyla yüzleşmek, yaşamı koruma sağladığı varsayılan güvencelerin arkasına gizlenmek değil, yaşamı bir macera gibi algılamaktır. Smith’in de vurguladığı gibi, ‘‘Kolay yanıtları sorgulamamız ve bunlardan kaçınmamız ve kendimizi, gerçekten ve gerektiği gibi yaşama döndürecek bazı kaygılara açık bırakmamız gerekir.’’
Terapistlerin varoluşçu kaygılarını bilmesi ve bunlarla yapıcı yönde başa çıkmaları için gerekli yolları bulmasında danışanlara yol göstermesi gerekmektedir.
Terapistlerin varoluşçu kaygılarını bilmesi ve bunlarla yapıcı yönde başa çıkmaları için gerekli yolları bulmasında danışanlara yol göstermesi gerekmektedir.
Varoluşçu terapi, bir yaşam kaynağını kesintiye uğratmamak için kaygının yok edilmesini hedeflememektedir. Danışmanlar, bir konum alarak, eylem yaparak veya karar vererek yaşamla tam anlamıyla yüzleşmek için cesaret geliştirmelerinde danışanları yüreklendirmelidir.
Ölüm ve Varoluşun Farkına Varılması
Varoluşçu terapi, ölüme olumsuz olarak bakmamakta, ancak ölümün yaşama anlam getiren temel insal koşulu olduğunun farkına varılması gerektiğini savunmaktadır.
İnsanın ayırıcı özelliği gelecek gerçeği ve ölümün kaçınılmazlığını kavrama yeteneğidir. Yaşam konusunu düşünüyorsak, ölümü de düşünmemiz gerekir. Sonuçta öleceğimiz gerçeğine karşı kendimizi savunuyorsak, yaşam tatsız ve anlamsız gelecektir. Ancak, ölümlü olduğumuzun farkındaysak, projelerimizi tamamlamak için sonsuz zamanımız olmadığını ve geçen her dakikanın çok önemli olduğunu biliriz.
Ölüme ilişkin farkındalığımız yaşamın ve yaratıcılığın esin kaynağıdır. Fiziksel ölüm bizi yok etse de, ölüm fikri bizi kurtarsa da, ölüm ve yaşam birbirinden bağımsızdır
Ölüme ilişkin farkındalığımız yaşamın ve yaratıcılığın esin kaynağıdır. Fiziksel ölüm bizi yok etse de, ölüm fikri bizi kurtarsa da, ölüm ve yaşam birbirinden bağımsızdır
Yalom, ölüm gerçeği konusunda terapistin direkt olarak danışanla konuşmasını önerir. Ölüm korkusunun her zaman bilinç altımızda bulunduğu ve tüm yaşamımız boyunca aklımızdan çıkmadığını ileri sürer.
Anlamsız yaşam biçiminden daha otantik yaşama geçişte yardımcı bir faktör olabileceği için ölümü kabullenme psikoterapide çok belirgin bir rol oynamaktadır.
Buna göre, Varoluşçu terapinin odaklandığı olgulardan biri de, danışanların değer verdiği şeyleri gerçekleştirme derecesinin araştırılmasıdır. Ortaya çıkan varolmama tehdidi ile hastalık derecesinde meşgul olmaksızın danışanlar, nasıl yaşadıklarını ve yaşamlarında ne gibi değişiklikler yapmak istediklerini değerlendirerek, ölüm konusunda sağlıklı bir farkındalık oluşturabilirler.
Buna göre, Varoluşçu terapinin odaklandığı olgulardan biri de, danışanların değer verdiği şeyleri gerçekleştirme derecesinin araştırılmasıdır. Ortaya çıkan varolmama tehdidi ile hastalık derecesinde meşgul olmaksızın danışanlar, nasıl yaşadıklarını ve yaşamlarında ne gibi değişiklikler yapmak istediklerini değerlendirerek, ölüm konusunda sağlıklı bir farkındalık oluşturabilirler.
Ölümden korkmak aynı zamanda yaşamdan da korkmaktır. Yaşamı ve yaşamayı, durmadan yaşamın sonunu düşünmeden, mümkün olduğunca içinde bulunulan anı yaşayarak kabul edebiliriz
Logoterapi Tekniği
Logos ‘‘anlam’’ anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. Logoterapi yada bazı otoritelerce ‘‘ Üçüncü Viyana Psikoterapi Okulu’’ olarak adlandırılan teorinin, insan varoluşun anlamı kadar, insanın böyle bir anlama yönelik arayışı üzerinde de odaklaşmasıdır.
Logoterapiye göre, kişinin kendi yaşamında bir anlam bulma arayışı, insandaki temel güdülendirici güçlüdür. Freudcu psikanalizde merkezi bir öneme sahip haz ilkesine karşı olduğu kadar, Adlerci psikolojinin dayandığı ‘‘üstünlük arayışı’’na da karşı bir anlam sisteminden söz edilmesinin nedeni işte budur (Frankl,2009)
Logoterapinin Başlıca Kavramları
Anlam Sistemi:
İnsanın anlam arayışı, içgüdüsel itkelerin ‘‘ikincil bir ussalaştırması’’ değil, yaşamdaki temel bir güdüdür. Bu anlam, sadece kişinin kendisi tarafından bulunabilir oluşuyla ve böyle olması gereğiyle, eşsiz ve özel bir yapıdadır. Ancak o zaman bu, kişinin kendi anlam istemini doyuran bir önem kazanabilmektir.
Öte yandan insan, kendi idealleri ve değerleri için yaşayabilmeli, hatta ölme yetisine sahip olmalıdır.
Fransa da birkaç yıl önce bir kamuoyu araştırması yapılmıştı. Bu araştırmaya göre insanların yüzde 89’u insanın uğruna yaşayacağı ‘‘bir şey’’ e ihtiyaç duyduğunu kabul etmişti. Buna ek olarak, araştırmaya katılan yüzde 61’i , yaşamlarında, uğruna ölmeye bile hazır oldukları bir şey ya da bir insan bulunduğu yolunda sözler söylemiştir.
Fransa da birkaç yıl önce bir kamuoyu araştırması yapılmıştı. Bu araştırmaya göre insanların yüzde 89’u insanın uğruna yaşayacağı ‘‘bir şey’’ e ihtiyaç duyduğunu kabul etmişti. Buna ek olarak, araştırmaya katılan yüzde 61’i , yaşamlarında, uğruna ölmeye bile hazır oldukları bir şey ya da bir insan bulunduğu yolunda sözler söylemiştir.
Frankl, bu araştırmayı Viyana da ki hastanede, hem hastalara hem de personele uyguladığında, elde edilen sonuç, Fransa da taranan binlerce insandan alınan sonuçla pratik anlamda aynıydı. Arada ki tek fark, sadece yüzde 2’ lik bir farktı (Frankl,2009)
Varoluşsal Engelleme:
Varoluşsal Engelleme:
İnsanın anlam istemi de engellenebilir. Bu durumda logoterapi ‘‘varoluşsal engellemeden’’ söz eder. Varoluşsal terimi üç şekilde kullanılabilir:
Kendisini, yani özellikle insan olma durumunu anlatmak için
Varoluşun anlamı için
Kişisel varoluşta somut bir anlam bulmaya yönelik arayış
Varoluşsal engelleme de nevroza yol açabilir. Bu tip nevrozlar için ‘‘Noöjenik nevroz’’ terimi kullanılır.
Noöjenik nevrozlar, itkilerle içgüdüler arasındaki çatışmalardan değil, daha çok varoluşsal sorunlardan kaynaklanmaktadır. Bu tür sorunlar arasında anlam isteminin engellenmesi büyük bir rol oynamaktadır.
Noöjenik nevrozlar, itkilerle içgüdüler arasındaki çatışmalardan değil, daha çok varoluşsal sorunlardan kaynaklanmaktadır. Bu tür sorunlar arasında anlam isteminin engellenmesi büyük bir rol oynamaktadır.
Noöjenik durumlarda uygun ve doğru terapinin genelde psikoterapi değil, logoterapi olduğu açıktır. Yani özellikle insan boyutuna girme cesaretini gösteren bir terapidir.
Logoterapi Teknikleri
Çelişik Niyet:
Korkunun, korkulan şeyin yarattığı ve aşırı niyetin, arzulanan şeyi olanaksızlaştırdığı gerçeğine dayanmaktadır. Çelişik niyet kavramını Almanca’da, 1939 yılında tanımlanmıştır. Bu yaklaşımda fobisi olan hastaya, bir için de olsa, kesin olarak korktuğu şeye niyetlenmesidir.
Örneğin, aşırı terleme kaygısı olan birey, bu kısır döngüyü kırmak için ‘‘Daha önce sadece bir litre terledim, ama bu kez on litre ter dökeceğim’’ der ve kendini şartlandırır. Bunun sonucu dört yıl boyunca bu fobiden şikayetçi olan birey, tek bir görüşmeden sonra, bundan kendini kurtarmıştır (Frankl,2009)
Logoterapide, kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının üç temel yolu vardır:
Logoterapide, kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının üç temel yolu vardır:
1- Bir eser yaratmak ya da bir iş yapmak:
Kişi anlamsız bulduğu işini değiştirebilir ya da insanlar için bir şeyler üreterek kendini verimli ve anlamlı bulur. Ayrıca saldırganlıkla ilgili olarak, Carolyn Vood Sherif tarafından yürütülen bir deneyde, izci grupları arasında yapay saldırganlık oluşturmayı başarmış ve saldırganlığın, sadece gençler kendilerine ortak bir amaca-kampa yiyecek getiren arabayı çamurdan kurtarma görevine-verdikleri zaman ortadan kalktığını gözlemlemiştir. Bir amaç ortaya konur konmaz, bunu bir meydan okuma olarak almakla kalmamış, bir anlam etrafında birleşmişlerdir
2- Bir şey yaşamak yada bir insanla etkileşime girmek.
Örneğin, sadece işte değildi, sevgide de anlam bulunabilir. Kişinin güzel bir birlikteliğinin olması gibi
3) Mutsuzluğundan utanmak yerine, çektiği acıyla gurur duyması ve bunu onur verici bir şey olarak değerlendirmesi.
3) Mutsuzluğundan utanmak yerine, çektiği acıyla gurur duyması ve bunu onur verici bir şey olarak değerlendirmesi.
Örneğin, değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz kurbanı bile kendini aşabilir ve böylece kendini değiştirebilir. Acı çeken ve bundan kurtulması olanaksız olan bir insan, çektiği acıyla gurur duyarak, kendini daha da güçlenmiş hisseder.
Terapötik Süreç
Varoluşçu yaklaşım, terapötik süreçte bir çok tekniğin kullanımına yönelik olmadığından diğer yaklaşımlara benzememektedir. Varoluşçu psikolojik danışmanların müdahale yöntemleri insan varlığının temel özelliği konusunda ki felsefi görüşlere dayanmaktadır.
Varoluşçu psikolojik danışmanlar, birçok diğer akımdan gelen teknikler arasında istediklerini seçmekte özgürdür. Bununla birlikte, birbirleriyle uyumlu olmayan teknikleri kullanmaktan uzak dururlar. Danışanlara olan müdahalelerinde kendilerine yol gösteren bir dizi varsayım ve davranış biçimleri bulunmaktadır.
Deurzen-Smith varoluş çalışmasının temel kuralı olarak terapist ve danışanın bireysel ilişkilerinde açıklığı ve samimi oluşu vurgulamaktadır.
Deurzen-Smith varoluş çalışmasının temel kuralı olarak terapist ve danışanın bireysel ilişkilerinde açıklığı ve samimi oluşu vurgulamaktadır.
Aynı zamanda Varoluşçu yaklaşımı benimseyen uygulamacıların kullandıkları teknikleri, kendi kişisel tarzlarına uygun olarak seçmelerini ve teknikleri kullanırken, her zaman danışanın bu tekniğin kullanımına hazır olup olmadığını ve danışanın gereksinimlerini göz önünde bulundurmaları gerektiğini belirtmektedir.
Bu konuda temel kural her danışanın kendine özgü oluşu ve her bir danışan için ayrı bir müdahale biçiminin olduğudur (Corel,2008)
Terapistin kendisini bir terapötik araç olarak kullanması terapinin en önemli unsurudur. Psikolojik danışma sürecinin iyiye gitmesini sağlayan olgu, terapistin en derin varlığıyla, danışanın en derin parçasının bütünlendiği zaman, ben ve sen karşılaşmasının gerçekleşmesidir.
Terapistin kendisini bir terapötik araç olarak kullanması terapinin en önemli unsurudur. Psikolojik danışma sürecinin iyiye gitmesini sağlayan olgu, terapistin en derin varlığıyla, danışanın en derin parçasının bütünlendiği zaman, ben ve sen karşılaşmasının gerçekleşmesidir.
Terapi, üç genel aşamada kavramsallaştırılabilen araştırmanın yaratıcı ve geliştirici bir sürecidir
Başlangıç aşamasında danışman, dünya ile ilgili varsayımlarını belirlemesinde ve açıklığa kavuşturmasında, danışana yardımcı olmaktadır. Danışanlar varoluşlarını nasıl algıladıklarını ve nasıl bir mantık kurduklarını belirlemek ve sorgulamak için davet edilirler.
Başlangıç aşamasında danışman, dünya ile ilgili varsayımlarını belirlemesinde ve açıklığa kavuşturmasında, danışana yardımcı olmaktadır. Danışanlar varoluşlarını nasıl algıladıklarını ve nasıl bir mantık kurduklarını belirlemek ve sorgulamak için davet edilirler.
Geçerliliklerini belirlemek için danışanlar kendi değerlerini, inançlarını ve varsayımlarını gözden geçirirler. Bu durum, başlangıçta neredeyse tüm sorunların dış etkenlerden kaynaklandığını düşündükleri için, birçok danışan için zor bir görevdir. Diğer insanların ‘‘kendilerini nasıl hissettiklerini’’ veya eylemlerden ve etkileşimlerinden büyük ölçüde diğerlerinin sorumlu olduğu üzerinde odaklanabilirler.
Psikolojik danışman danışanlara kendi varoluşlarını nasıl yansıtacakları ve yaşam sorunlarının oluşumundaki rollerini incelemesini öğretmektedir.
Varoluşçu psikolojik danışmanın gelişme aşamasında danışanlar, şimdiki durumda sahip oldukları değer sistemlerine ait kaynakları ve etkilerini tam olarak incelemeleri için yüreklendirilmektedir.
Varoluşçu psikolojik danışmanın gelişme aşamasında danışanlar, şimdiki durumda sahip oldukları değer sistemlerine ait kaynakları ve etkilerini tam olarak incelemeleri için yüreklendirilmektedir.
Kendini araştırmak olan bu süreç, tipik olarak yeni iç görülerin kazanılmasına ve bazı değerlerin ve davranışlarının yeniden yapılandırılmasına yol açmaktadır.
Danışanlar, ne tür bir yaşam yaşamaya değer gördükleri konusunda daha iyi bir fikre sahip olmakta ve içsel değerlendirme sürecinde daha açık görüşler kazanmaktadır.
Varoluşçu psikolojik danışmanın son aşaması kendileri hakkında ne öğrendiklerini sindirmeleri ve bunları eyleme geçirmeleri danışanlara yardımcı olma üzerinde odaklanmıştır.
Varoluşçu psikolojik danışmanın son aşaması kendileri hakkında ne öğrendiklerini sindirmeleri ve bunları eyleme geçirmeleri danışanlara yardımcı olma üzerinde odaklanmıştır.
Terapinin amacı danışanların inceledikleri ve içlerine sindirdikleri değerleri somut bir şekilde uygulama yollarını bulmalarını sağlamaktır. Psikolojik danışma sürecinde danışanlar kendi kişisel güçlerini keşfetmekte, bu güçlerini kullanarak amaçlı bir varoluşsal yaşamda bunları kullanmanın yollarını aramaktadırlar
Örnek Vak’a
Frankl’ın Viyana’daki ofisine, New York’tan beş yıl önce başladığı psikanalitik tedavisi devam ettirmek amacıyla, yüksek düzeyli Amerikalı bir diplomat gelir.
İlk önce, niçin analize devam etmesinin gerekli olduğunu düşündüğünü, her şeyden önce de neden analize başladığı sorulur. Hastanın kariyerinden hoşnut olmadığı ve Amerika’nın dış politikasına uymayı zor bulduğu ortaya çıktı.
Ne var ki, psikanalisti danışana, babasıyla uzlaşması gerektiğini tekrar tekrar anlatıp, durmuş. Çünkü ona göre ABD Hükümeti gibi diplomatın üstleri de birer baba imajından ‘‘başka bir şey değildir.’’ Dolayısıyla işinde başarılı olmamasının nedeni, bilinçdışında babasına karşı duyduğu nefrettir.
Ne var ki, psikanalisti danışana, babasıyla uzlaşması gerektiğini tekrar tekrar anlatıp, durmuş. Çünkü ona göre ABD Hükümeti gibi diplomatın üstleri de birer baba imajından ‘‘başka bir şey değildir.’’ Dolayısıyla işinde başarılı olmamasının nedeni, bilinçdışında babasına karşı duyduğu nefrettir.
Beş yıl süren analiz boyunca hasta, sembollerden ve imgelerden oluşan ağaçlara bakmaktan, gerçeklik ormanını göremeyecek duruma gelinceye kadar, analistinin yorumlarını kabul etmeye zorlanmış. Birkaç görüşmeden sonra, mesleğinin, anlam istemini engellediği ve gerçekte başka bir işle uğraşmayı özlediği açıklık kazandı. Mesleğini bırakıp bir başka iş tutmaması için hiçbir neden yoktu. Danışan işini değiştirdi ve son derece doyurucu sonuçlar aldı.
Danışan daha sonra, bunu izleyen son beş yıl içerinde yeni işinden memnun kalmış ve mutlu bir hayatı olduğunu ifade etmiştir.
Danışan daha sonra, bunu izleyen son beş yıl içerinde yeni işinden memnun kalmış ve mutlu bir hayatı olduğunu ifade etmiştir.
Bu vak’ada Logoterapi, danışana kendi yaşamında anlam bulması için yardım etmeyi bir görev saymaktadır. Logoterapi, danışanın kendi varoluşunun gizli logos’unun(anlamının) farkına varmasını sağlayan analitik bir süreçtir.
Bu yaklaşıma yönelik başlıca eleştiri, kuramsal ilkelerin ve uygulamaların sistematik bir yapısı olmayışıdır. Bazı psikolojik danışmanlar, kuramın mistik dilini ve kavramlarını anlamakta güçlük çekmektedirler. Bu kişiler, kavramları deneysel olarak somut, saptamları işlevsel, hipotezleri test edilebilir olan ve terapötik uygulamasının, psikolojik danışma sürecinin ve elde edilen verimin inceleme sonuçlarına bağlı olduğu, araştırmalara dayanan psikolojik danışma sürecini tercih ederler.
Varoluşçu yaklaşıma sıkı sıkıya bağlı olduğunu iddia eden bazı terapistler terapötik tarzlarını, kendini gerçekleştirme, söyleşiye dayalı etkileşim, otantiklik ve dünyada varlık göstermek gibi üstü örtülü ve küresel terimlerle açıklamaktadırlar. Bu kesin olmayan açıklamalar zaman zaman karmaşıklığa sebep olmakta ve varoluşçu yaklaşımın işlemleri ve sonuçları üzerinde araştırma yapılmasını güçleştirmektedir
Varoluşçu yaklaşıma sıkı sıkıya bağlı olduğunu iddia eden bazı terapistler terapötik tarzlarını, kendini gerçekleştirme, söyleşiye dayalı etkileşim, otantiklik ve dünyada varlık göstermek gibi üstü örtülü ve küresel terimlerle açıklamaktadırlar. Bu kesin olmayan açıklamalar zaman zaman karmaşıklığa sebep olmakta ve varoluşçu yaklaşımın işlemleri ve sonuçları üzerinde araştırma yapılmasını güçleştirmektedir
Felsefi temeli olmayan, hem başlangıç düzeyindeki ve hem de ileri düzeydeki uygulamacılar varoluşçu kavramları, çok üstün ve ulaşılması zor olarak görme eğilimindedirler. Ayrıca kendilerinin bu felsefeye yakın hisseden danışmanlarda bu terapiyi uygulamaya geçirdiklerinde, genellikle kayba uğrarlar. Bu yaklaşım, danışanların dünyasının anlaşılmasına büyük önem vermektedir. Tekniklerin bu anlayışı kazandıktan sonra geldiği varsayılmaktadır.
Felsefi temeli olmayan, hem başlangıç düzeyindeki ve hem de ileri düzeydeki uygulamacılar varoluşçu kavramları, çok üstün ve ulaşılması zor olarak görme eğilimindedirler. Ayrıca kendilerinin bu felsefeye yakın hisseden danışmanlarda bu terapiyi uygulamaya geçirdiklerinde, genellikle kayba uğrarlar. Bu yaklaşım, danışanların dünyasının anlaşılmasına büyük önem vermektedir. Tekniklerin bu anlayışı kazandıktan sonra geldiği varsayılmaktadır.
Felsefi içgörü bazı danışanlar için uygun olmayabilir. Örneğin, varoluşçu yaklaşım gerçekle ilişki güçlükleri bulunan kişilerle çalışırken etkisiz olabilir. Bununla birlikte R.D Laing, varoluşçu bakış açısını şizofreni hastalarının tedavisinde başarıyla kullanmıştır. Laing’in elde ettiği başarılı sonuçlar, varoluşçu uygulamacıların, danışanlarına özgü gereksinimleri karşılamak için daha faal ve doğrudan müdahalelerin bazılarını seçerken, aynı zamanda bu yaklaşımı da sürdürülmesiyle, bireyleri insancıl bir biçimde tedavi ederek her türlü grupla en iyi şekilde çalışabildiklerini göstermiştir (Corey, 2008).
Felsefi içgörü bazı danışanlar için uygun olmayabilir. Örneğin, varoluşçu yaklaşım gerçekle ilişki güçlükleri bulunan kişilerle çalışırken etkisiz olabilir. Bununla birlikte R.D Laing, varoluşçu bakış açısını şizofreni hastalarının tedavisinde başarıyla kullanmıştır. Laing’in elde ettiği başarılı sonuçlar, varoluşçu uygulamacıların, danışanlarına özgü gereksinimleri karşılamak için daha faal ve doğrudan müdahalelerin bazılarını seçerken, aynı zamanda bu yaklaşımı da sürdürülmesiyle, bireyleri insancıl bir biçimde tedavi ederek her türlü grupla en iyi şekilde çalışabildiklerini göstermiştir (Corey, 2008).