Yaşamin biNBİr tüRLÜSÜ


Boş ver be arkadaş! Hem zaten hayat dediğin sayılı gün. Bu ülkede, çabuk geçer üzülme!



Yüklə 243,87 Kb.
səhifə2/6
tarix17.03.2018
ölçüsü243,87 Kb.
#45825
1   2   3   4   5   6

Boş ver be arkadaş! Hem zaten hayat dediğin sayılı gün. Bu ülkede, çabuk geçer üzülme!...

Takma kafanı. Biz gene yeşil ışıkta durup, kırmızı da fırlayalım ok gibi, düşünmeden, taşınmadan hatta mümkünse sinek ısırdığında bile hiç kaşınmadan orada, burada, şurada yani “öylesine” yaşayalım!..


Haydi anlamlı bir şiirle noktalayalım bu düşünceleri:

REZİL


Şimdi her şey en rezil, sanki bir ölüyü soyuyorlar;

Güller, çocuklar, geyik sesleri uzaklara kaçıyor,

Öyle bir şey ki, bu, kuş avlıyor içimizde sanki birileri;

Kırk haramiler, kalın hainler, irin adamlar.

Şimdi her şey en rezil, uzun ölümler bırakıyorlar;

Ninnilere, çoban ateşlerine, uykulara kan yağıyor,

Üşüyor kalbimiz çok, en büyük aşklarımızı vuruyorlar;

Derin cellatlar, doymayan sülükler, sıfır adamlar.

Sırf kendini beğenmişlik yüzünden kendini göstermek maksadıyla bir şey olmaya çalışmamalı; fakat olmak yakışık aldığı için böyle bir işe kalkışmalı.


Sahte zenginlikler bizi yanıltmaktadır; fakirliğimizi görmediğimiz için Tanrı’yı aramaz oluruz. Bu sahte zenginlikler çok olduğu için insan kendini zengin sanır; onlardan elimizde o kadar çok var ki, sayılamayacak kadar çok....
İnsanın hayatı, insanın hayalidir. Bütün ömrümüz kendi kendimizin silinmez bir portresini çizmekle geçer. İşin korkunç tarafı bunu bilmediğimizdir. Kendimizi güzelleştirmeyi hiç düşünmeyiz. Bunu ancak kendimizden bahsederken hatırlarız; kendimizi överiz; fakat o müthiş portremiz sonunda, bizden yana olmayacaktır. Hayatımızı anlatırız ve kendimize yalan söyleriz; fakat hayatımız yalan söylemeyecektir; o, Tanrı’nın huzuruna her zamanki haliyle çıkacak olan ruhumuzu hikâye edecektir.
Kaygılarımızdan hiçbirini başımızdan savamayacağız. Çünkü sebepleri dışımızda değil, kendimizdedir.
Mutluluğun, kuşkuları atarak elde edildiğini mi söyleyelim? Hayır. Mutluluk için kuşkuları atmak yetmez; daha iyi çare lazım, ama kuşkular mutluluğu bize haram etmeye yeter. Kendi kendini baskı altında tutan, günah işlemekten korkan ruhlar, kuşkulu ruhlar, çok parlak bir ışığın gözleri kamaştırması gibi sevinçten de korkarlar.
Her ne olursa olsun, bir şey, gene her ne olursa olsun başka bir şey yerine yapılmamalıdır. Ters hareket sebebini ve sonucunu kendinde bulmalıdır, İyiliği veya kötülüğü bir mükafat karşılığı, sanat eserini bir maksatla, sevişmeyi para için, mücadeleyi yaşamak için yapmamalı; fakat sanatı sanat, iyiliği iyilik, kötülüğü kötülük için; mücadeleyi mücadele, yaşamayı da yaşamak için yapmalı. Bunun dışında her şeye tabiat karışır, bu da bizi ilgilendirmez. Dünyada her şey birbirine bağlıdır, birbirine tabidir, bunu biliyoruz; fakat her şeyi doğruca o şey için yapmak, o hareketin değerini ispat için tek çaredir.
Bizim eşyanın telkin ettiği duygulardan başka bir şeyimiz yok. Eşya, bize bu duyguları tattırmak için ödünç verilmiştir. Eşya ve yaratıklar, bizim için ancak bir vasıtadır, heyecanlarımız için bir araçtır. Bunlara bağlanmak yanlıştır; onlar, hiçbir zaman bizim değildir. İnsanın bir şeyi olması... Halbuki sahip olmak gerekir. Sende bulunanı, elindekini iyi tut; ve şunu ilave et: ancak sahip olduğun şeye bağlan. Dünyada ne varsa Tanrı’ya işaret eder; onlar geçer, yok olur ve ancak dediklerinin mânâsı kalır ve bunlar için esef edebiliriz! Ne yazık! Çok tatlı sözlerden sonra, o sözleri söyleyen sesin, bir daha yerine konulamayacak olan edası, ahengi için üzüldüğümüz, esef ettiğimiz gibi, yaratıkların, eşyanın ve ülkelerin güzelliği, Tanrı sesinin edası ve ahengi.....
Ömrün dörtte üçü mutluluğu hazırlamakla geçer; ama buna bakarak geri kalan dörtte birinin tadını çıkartmakla geçtiği sanılmamalı. Bu çeşit hazırlık alışkanlığı insanda o kadar çok yer etmiştir ki, kendi hazırlıklarını bitirince, başkalarınınkine başlar; böylece o eşref saat, ölümden sonrasına kadar geciktirilmiş olur. En büyük akıllılık gerçek mutluluğun bu hazırlıklara bağlı olmadığını anlamaktır. Olsa olsa içten bir hazırlık yeter.

Kendi kendisinin mutluluğuna engel olmak yolunda insan, fevkalade beceriklidir; ve bir felakete ne kadar az dayanacak durumda ise, kendini o kadar buna alıştırmağa güçlü görünüyor.


Pek az insan hayatı gerçekten sever; değişiklikten nefret etmek bunun delilidir. İnsan en az değiştirmeyi sevdiği şey eviyle beraber düşüncesidir. Kadın, dost bundan sonra gelir; ev barkla, düşünce değiştirmek büyük yorgunluk verir. İşte bir yerde oturduk mu orada kalırız. Etrafımızı keyfimize göre döşeriz; her şeyi kendimize pek benzer olarak meydana getiririz; onların bize uymamasını önleriz; bir aynadır o; önceden hazırlanmış bir onarmadır; böyle bir ortamda yaşanmaz; oraya kök salmışızdır artık. İnan olsun, gerçekten hayatı seven pek az insan var. İnsanlar konuşurken kulak kabartınız. Birbirini dinleyen var mı? Zıt fikirde olanlar birbirlerini dinler mi? Elbette hayır. Ancak düşündüğümüzü tekrarlayan kimseyi dinlersiniz. Bu düşünce insanın ne kadar kendi deyişine benzer ve öyle ifade edilirse o kadar istekle dinlenir.
Büyük gazete yazanların marifeti; onu okuyan aptala “İşte tıpkı benim düşündüğüm gibi” dedirtebilmekdir. İnsan düşüncelerinde incitilmeği değil övülmeyi sever. Ah, zamanın akışı ne kadar da yavaş.
Bir şeyi kımıldatmak yerinden oynatmak için ne kadar da uzun çaba lazım!
Konuyu bir uyarlama şiirle derinleştir biraz.....

Yaşamak değil, Beni bu telaş öldürecek” dediği gibi şairin;



o telaşla, bırakın Giresun yolunda ılık rüzgarlara taratmayı

saçlarımızı, sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz....

Gözümüz saatte söyleştik hep,

Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.

Hep yetişilecek bir yerler vardı, aranacak adamlar,

yapılacak işler....

Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı;

Başkalarının hayatı, bizimkini aştı.

Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine, kuşluk vakti,

Kızarmış ekmek kokusu veya

Yavuklu busesi ile uyanma düşlerini ha babam erteledik.

20’li yaşlardayken 30’lara kurduk saatin alarmını,

30’larımızda 40’lara, belki sonra 50’lere...

Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,

Kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size,

Artık uyku girmez oluyor gözlerinize...

Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek için

bol zamana kavuştuğunuzda,

Söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda...

Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira ömrünüz;

Vakti gelip sandıktan çıkardığınızda

Bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış.....
Aşağıdaki yazıyı aslında mümkün olsa da Edebiyat Öğretmenleri öğrencilerine sindire sindire okutsa diyorum. Nerede o günler. Maraba Televole var iken böyle hikayeleri kim okuya, kim okuya!... Bırak şu sözleri. Gönül ister ki aşağıdaki gibi olsa hep dünya.... Yaşanası dünya.......



GÜL BAHÇESİNİN HİKAYESİ

(Hikayelerin Hikayesi)


Bir gezginin yolu günün birinde, bir bahçeye düşmüş. O bahçede yalnız gül yetişirmiş; birbirinden narin ve zarif güller. O güller kadar zarif ve latif bir hanım ise kapı önünde duruyormuş. Gezgin, hanıma hayranlık ve saygı ile yaklaşıp kendisini takdim etmiş ve adını bağışlamasını rica etmiş.

Hanım : Bana Sevgi derler”.

Gezgin : Sevgi hatun burada yalnız mı oturuyorsunuz?”

Sevgi : “Hayır eşimle beraber oturuyoruz. Ona İlim derler. Şu anda bahçede çalışıyor. Bıkmaz yorulmaz bir kişidir.”

Gezgin : “Bahçeyi dolaşmama izin var mı?”

Sevgi :”Hay hayl... Lütfen ayakkabılarınızı çıkarın da Saygı dediğimiz şu mesleri giyiniz.”

Onlar öylece konuşurken İlim çıkagelmiş. Bahçeyi birlikte dolaşmaya başlamışlar. Sevgi önde İlim ve Gezgin arkada yürüyorlarmış. Her gülün bir adı varmış: Mutluluk, Hoşgörü, Sabır, Kanaat, Adalet, İrade, Şefkat, Merhamet, Akıl, Hikmet, Kudret, Samimiyet, Tevazu, Fazilet, vs.

Bu kadar çeşitte ve bu kadar yoğunlukta güzellik, bu kadar bakım ve özen, böylesine bir düzen karşısında heyecanlanan ve hayrete düşen gezgin, bahçıvan İlim efendiye sormuş:

Gezgin : “Sizin gülleri bazen karıştırdığınız olmuyor mu?”

İlim : “Bazen şaşırdığım oluyorsa da Sevgi hemen yardımıma koşuyor. Bana doğru ismi hatırlatıyor.”

Gezgin :”Güllerin erip eriştiği bu toprağın bir özelliği var mı?”


İlim :”Özelliği olup olmadığını bilmiyorum. Bu toprağı bize Vefa adında bir dostumuz getirir. Vefa dostumuz, örneğin; Merhametli bir insan görünce, onun oturduğu yerin toprağını bize getirir, biz de onu Merhamet gülünün altına serpiveririz. Vefa Şefkatli bir insan görünce, bu sefer onun doğduğu yerin toprağını bize getirir, biz de o toprağı Şefkat gülünün altına sereriz; ve bu böyle devam edip gider.

Bir aralık gezgin Adalet gülünün ihtişamı karşısında öyle bir vecde kapılmış ki gülü tutmak istemiş,derhal nezaketle mani olmuşlar ve demişler ki; “Sevgi ve İlim kokusu koklanabilir, manzarası teni yaprağı seyredilebilir, ama dokunulamaz.”

Gezginin aklına bir soru daha gelmiş; “Güller arasında aşı yapılıyor mu?”

İlim :”Elbette Hayal gülüne Gerçek’i aşıladık, Ümit gülü oluştu. İman gülüne Hizmet’i aşıladık, Teslimiyet gülü oluştu. Hikmet gülüne Akıl’ı aşıladık, İrade gülü oluştu. Bu aşıları sürekli yapmak zorundayız. Örneğin; o muhteşem Adalet gülüne Kudret gülünü aşılamazsak, Adalet hemen sararıp soluyor, aciz kalıyor. Kudret gülüne Adalet’i aşılamazsak Kudret gülünün toprağında Zulum böcekleri üreyiveriyor.

Gezgin : “Bu aşıları siz mi yapıyorsunuz?”

İlim :”Çelikleri ben hazırlıyorum ama aşıyı koyup kovuşturan eşim Sevgi’dir. O ilham kalemini eline alır, aşılanacak varlığın Akıl perdesini yumuşak yumuşak aralar, böylece o varlığın gönlüne ulaşır. Oraya asi çeliğini bir güzel yerleştirir. Sonra da oluşan bütün kader sicimi ile tatlı tatlı sarar. Bütün bu işleri bu aşamaları her seferinde aynı dolgun zevk ve heyecan içinde seyrederim, sanki o anda tanrım yanımızdaymış gibi...”

Gezgin : “Tercih ettiğiniz güller var mı?”

İlim : “Aslında yok. Fakat eşim Sevgi; hoşgörü için “O benim beş duyumdur, Samimiyet için, o benim Ahlakımdır, Tevazu için “ o benim kanımdır” der durur...

Birkaç gün sonra gezginimiz bir kasabaya varmış. Bir kahvehaneye girmiş. Burası bayağı tenha imiş. Kuytu bir köşede yalnız birisi oturuyor ve çay içiyormuş. Gezginimiz bu zata yaklaşmış, yanına oturmuş, kendisini takdim etmiş, adını bağışlamasını dilemiş.... Zat demiş ki;

Bana Adem derler.”



Gezginimiz başından geçenleri, gül bahçesini iki soylu bahçıvanı, aralarında geçen konuşmaları anlatmış. Adem dinlemiş... Bu sefer o konuşmaya başlamış:

“O bahçeye İnsanlığın Kemal Bahçesi derler. O bahçenin iki yüce hizmetlisinden başka, bir de bekçisi vardır. Seni görmüştür ya, sana görünmek istememiş olsa gerek, O bahçenin bekçisine Felsefe derler. O bekçinin elinden hiç eksik etmediği bir de asası vardır.

O asaya Sentez diyorlar. Ayıklayıp ayıklayıp anlattıklarına göre kendisi de ismi de asası da hoş olan bu bekçi hiç kızmaz, hiç suçlamaz, hiç de yargıya varmazmış. Sevmekten ve öğrenmekten usanmaz, hep dikkatli ama ve hele daima açık dururmuş. İnsanların tez-antitez dedikleri o gürültülü patırtılı, hırçın ve sabırsız, iddialı ve iddiacı arayışları ve yönelişleri bu cennet bahçesine yaklaştı mı Sentez asasının sevecen bir vakarla hayli mahcup bir alçakgönüllülükle sallar, sallar ve bütün o mücadele yavaş yavaş duruluverirmiş. Duruluverirmiş ya. Felsefe de yanı bir olgunluk, yanı bir güzellik, yorgun bir huzura erişmiş...”

Gezgin : “Adem kardeş bu bekçi hiç yorulmaz mı? Hiç uyumaz mı? Bu mümkün mü?


Adem :Haklısın dostum, haklısın ya.... bazı zamanlarda seher vakti, insanlığın bir yeni günü ışırken Filozof Sevap’tan Nimet, Hata’dan İbret devşirmesini pek bilirmiş. Kaldı ki bahçenin o iki mübarek hizmetlisi bu sadık ve cesur bekçiyi hiç mi hiç boş bırakmazmış.”
Bu hikayeden sonra başka bir şiir de iyi gider hani. Az kuru, biraz pilav misali...... Neyse..... Başlayalım.
Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama,

İkincisinde daha çok hata yapardım.

Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.

Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.

Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.

Temizlik sorun olmazdı aslında,

Daha çok riske girerdim.

Daha fazla seyahat ederdim.

Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.

Görmediğim bir çok yere giderdim.

Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.

Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.

Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten:

Anlar, sadece anlar, siz de anı yaşayın.

Hiçbir yere yanında termometre, su,

Şemsiye ve paraşüt almadan gitmeyen insanlardandım ben.



Yüklə 243,87 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin