363. Kendisinde ilâhî nûr bulunmayan kişi



Yüklə 78,97 Kb.
tarix22.01.2018
ölçüsü78,97 Kb.
#39464

362. İnsan

(c. IV, 3611-3614)

Ey insan! Hakîkatte sen şuurdan, akıldan ibâretsin. Geriye kalan her şey aklını örten, vicdânını gizleyen bir örtüdür. Bu sebeple kendini, gerçek varlığını kaybetme, saçma sapan şeylerle uğraşma.1

Şunu iyi bil ki, bedene âit her arzu, her şehvet şaraba ve afyona benzer. Aklın perdesidir. Akıllı kişi onun tesiri ile şaşkınlaşır.

İnsanı yalnız şarap ile sarhoş olur, aklı gider sanma. Bütün şehvetler, yâni şehvete dâir ne varsa onlar, insanı bir çeşit sarhoş eder. Hepsi de gözü ve kulağı bağlar.

İblis bir melekti, şarap içmekten uzaktı. Ama onu, kendini üstün görmesi ve imânsızlığı sarhoş etmişti.



363. Kendisinde ilâhî nûr bulunmayan kişi
sonbaharın alt üst ettiği meyvesiz bağ gibidir

(c. V, 968-969, 973, 974, 977)

Onun yanakları bir vakitler ay gibi parlaktı. Şimdi ihtiyarlıktan kertenkele sırtına döndü.

O parıl parıl parlayan saçlarla güzelleşen baş, ihtiyarlık zamanında çirkinleşti. Saçları döküldü, dazlak oldu.

Bu hâller hep gam belirtisi, pörsüyüp soluş belirtisidir. Bunların her biri de ölümün yaklaştığını haber veren elçiler, habercilerdir.

Fakat Allah'ın nûru, insanın hekîmi olursa, ona ihtiyarlıktan, hararetten bir eksiklik gelmez.

Kendisinde ilâhî nûr bulunmayan kişi, sonbaharın alt üst ettiği meyvesiz bağ gibidir.

364. Bütün insanlar tek tip olamaz

(c. VI, 2380-2383)



2380

Kuzgun, baykuş, doğan kuşu bir kafese düşebilir. Namaz kılan temiz huylu kişi ile, namaz kılmayan kişi hapishanede arkadaş, eş olabilirler.

Doğulu, batılı, Mâverâünnehirli kişiler aynı kervansarayda konaklar, geceyi geçirirler.

Değersiz kişilerle şerefli yüce kişiler soğuk yüzünden, kar yüzünden günlerce bir kervansarayda beraber kalırlar.

Yol açıldı, engel kalktı mı, birbirlerinden ayrılırlar, her biri bir tarafa gider.

365. Periler gizlidir

(c. III, 4255-4257)

4255

Perîler gizlidir. Ortada görünmezler. Fakat insan, mânâsı yüzünden pe-rîlerden de daha gizlidir.

Akıllı kişiye göre insan, gizli olan perîlerden yüz kat daha gizlidir.

Akıllıya nazaran insan bu kadar gizli olursa, gizlilik âleminde bulunan ve içi mâsivâdan arınmış olan kâmil insânın ne kadar gizli olacağını sen düşün.

366. Acâip bir hâle düşerek gündüzleri pazarda
fenerle dolaşan
bir râhibin hikâyesi
2;

(c.V, 2887-2894)



2887

Vaktiyle birisi vardı; gönlü aşkla, yanışla dolu idi. Gündüzleri eline bir fener alır, çarşıda pazarda gezer dolaşırdı.

Boşboğaz biri ona dedi ki: "Böyle güpegündüz elinde bir fenerle her dükkânda ne arıyorsun?

Mumla, fenerle gün ışığında ne arıyorsun? İnsanlarla alay mı ediyorsun?"



2890

"Her tarafta ilâhî nefesle diri olan gerçek adamı, daha doğrusu gönlü ilâhî ma‘rifetle dolu bir insan arıyorum!" diye cevap verdi.

"Böyle bir adam var mı?" Bu sözü duyan birisi dedi ki: "Ey hür bilgin! Görmüyor musun; bu çarşı, bu pazar adamlarla dolu?"

Elinde fener olan adam; "Ben" dedi, "İki yol ağzı caddede, hiddetlendiği, öfkelendiği zaman; hırsa, şehvete kapıldığı vakit kendine hâkim olan, nefsanî isteklerini yenen kişiyi arıyorum!

Öfkelendiği zaman, şehvete kapıldığı vakit kendisini tutan, sabreden adam nerede? İşte ben; sokak sokak, mahalle mahalle böyle bir insan arıyorum!

Dünyada bu iki hâle (hiddete ve şehvete) karşı koyan, dayanan, sabreden adamı bana gösteriniz; bugün ben, ona canımı fedâ ederim!"

367. Kendini beğenmeyen,
bu yüzden kendinden kaçmak isteyen adam.

(c. V, 668-671)



668

Damarlarım attıkça, canım bedenimde kaldıkça kaçmadayım. İnsanın kendinden kaçıp kurtulması hiç kolay olur mu?

Başkasından kaçan, ondan uzaklaşınca, ondan kurtulunca, kaçmayı, bırakır, olduğu yerde durur.

670

Ben ise hem kendimin düşmanıyım, hem de kendimden kaçıp kurtulmak istiyorum. Kaçarken, kendimi de beraber götürdüğüm için kendimden kurtulmamın imkânı yok. Bu yüzdendir ki, benim işim kıyâmete kadar durmadan kaçmaktır, kaçmak.

İnsanın gölgesi, kendisine düşman olursa, o adam ne Hindistan'da emin olabilir, ne de Hotin'de.3

368. Ey insan sen beden bakımından hayvansın
ruh bakımından da meleklerdensin


(c. II, 3776-3782)

Ey insan! Sen beden bakımından hayvansın, rûh bakımından da meleklerdensin. Bu yüzden hem karada yürür gidersin, hem de gökyüzünde.

İnsan, bu görünüşle, bu sûretle "Sizin cinsinizdenim." der, ama gönül bakımından "vahye kabiliyetli"dir.4

İnsan denilen şu varlık, topraktan yaratılmış bedeni ile yeryüzüne düşmüş, yeryüzünde dolaşır durur. Hâlbuki rûhu ile güzelim gökyüzünde dolaşmada.

Ey oğul! Biz hepimiz su kuşlarıyız; bizim dilimizi tam olarak ancak deniz bilir.

3780

Şu hâlde Süleyman denizdir, biz de kuşuz. Ebedî olarak Süleyman'da gezer dururuz. Onunla beraberiz, ondan asla ayrı düşmeyiz.5

Süleyman'la gel, ayağını bas ki, su, Dâvud'a yaptığı gibi sana da yüzlerce zırh yapsın!6

O Süleyman burada herkesin gözü önünde, fakat kıskançlık (ilahî gayret) sihir yapmada ve gözbağı olmadadır.7

369. Gerçek bir insan olmak için, mal mevkî, yemek,


içmek gibi şeylere gereğinden fazla düşmeki, onların
kölesi olmayasın

(c. III, 2260-2264)



Gerçek bir insan olmak için mal, mevkî, yemek, içmek gibi şeylere gerektiğinden fazla düşme ki, onların kölesi olmayasın.8

2260

Ben gönül sahibi bir ârifim, başka birine ihtiyacım yok, Hakk'a ulaşmışım diye böbürleniyorsun.

2261

Senin bu hâlin bulanık suyun, "Ben suyum, niçin yardım arayacak mışım?" demesine benzer.

Nefsânî isteklerle kirlenmiş gönlünü, sen temiz, günahsız bir gönül sandın da gönül ehlinden, velîlerden kendini çektin, ayırdın.

Dünyada yemek, içmek için yaşayan, süt ve bal sevdasına düşen, nefsânî arzulara bulaşmış olan gönlünün, gerçekten gönül sayılmasını revâ görür müsün?

370. Sen can ol da,


canı can yolundan tanı.

(c. III, 3190-3192)



İnsanı yalnız şekil olarak, maddî varlık olarak görenler, yalnız bedeni tanıyanlar hakîkati kaybederler. İnsanda bulunanı anlayanlar, hayat suyunun hakîkatini içenler ise, her şeyi bırakırlar, içe yönelirler.

3190

Rûhu tanıyanların sayılarla işleri yoktur. Onlar neliksiz, niteliksiz, sayıya sığmayan hakîkat denizinde gark olmuş gitmişlerdir.

Sen can ol da; canı can yolundan tanı; görüş ehli, basîret ehli ol; kıyas oğlu olma.9

371. İnsana Cenâb-ı Hakk kendinden bir şeyler verdi

(c. III, 3491-3493)

Şu insan bedeni topraktan yaratılmış olduğu hâlde, Cenâb-ı Hakk ona, kendinden bir şey, bir parlaklık verdi de, insan o parlaklık ile dünyayı kaplamakta, âlemi zabt etmekte, akıl almaz işler başarmakta, mânevî bir ay gibi parlamakta üstâd oldu.

Kendine gel, şu hükümdârlar şu yüksek mevkîlerde bulunanlar şu buyruk sahipleri birer tılsımdır. Sanki onlar, ölü birer resimdir. Fakat onların ihtişamlı görünüşleri ahmakları aldatmaktadır.10

O resimler bakar ve göz kırpar gibi görünürler, ahmaklar onlara birer varlık verirler de, onları kendilerine yol gösterici edinirler.

372. Rûhumuzdaki yücelikten, şereften


bedenin nasibi yoktur;
beden, can deryâsının önünde
bir damla gibidir!

(c. IV, 1869-1876)



Gökleri ve yeryüzünü, Allah'ın kudret ağacından yetişmiş bir elma gibi farzet!

1869

Sen de, o elmanın içine düşmüş küçücük bir kurda benzersin. Senin o elmanın ağacından da, onu yetiştiren bahçıvandan da haberin yoktur!

O elmanın içinde başka bir kurt daha vardır ki, onun rûhu, yâni velînin rûhu, elmanın dışında bayrak açmıştır; o, elma ağacını da, bahçıvanı da yakından tanımaktadır!

Onun hareketi elmayı yarar; çünkü elma, onun bu yarma hareketine karşı koyamaz!

Onun hareketi, perdeleri yırtar; o, görünüşte küçük bir kurt ama, mânen büyük bir ejderhadır!11

Çakmak taşını demire vurunca, sıçrayan kıvılcım, çok zayıf olarak meydana çıkar.

Önce o güçsüz kıvılcımı pamuk; "Hoş geldin!" diye karşılar, bağrına basar; ona dadılık edip besler. O zayıf, güçsüz kıvılcım pamukla beslenince kuvvetlenir, çıkardığı alev dilini göklere doğru uzatır!

1875

İnsan da, önce yiyip içmeye, yatıp uyumaya bağlıdır, fakat sonunda meleklerden üstün bir varlık olur!

373. Ey insan sen Allah’ın bir kitabısın

(c. V, 3572-3582)

Ey insan! Sen baştan başa bir mânâ denizisin. Islaklığı ne diye istersin? Sen tamamıyla varlıktan ibâretsin, yokluğu ne diye ararsın?12

Sen hoşsun, güzelsin, her hoşluğun, her güzelliğin de mâdenisin. Ne diye tutar da şaraba minnet edersin? Ondan neşe dilenirsin!

Senin başında ‘Biz insanoğullarını şereflendirdik.’ tâcı var. Boynunda ‘Biz sana kevser ırmağını verdik.’ gerdanlığı asılı.13

3575

İnsan cevherdir, gökyüzü ise ona a‘râzdır. Her şey furû‘dur, teferruâttır, her şeyden gaye, maksat insandır.

Akıl da, tedbîrler de, fikir de sana köle olmuştur. İş böyle olduğu hâlde, sen kendini neden ucuza satarsın!

Ey insan, sana hizmet etmek bütün varlıklara, bütün mahlûkata farzdır. Senin gibi bir cevher nasıl olur da a‘râzdan ihsan ister, lûtuf bekler.14

Yazıklar olsun sana, kendinin ilâhî bir eser, ilâhî bir kitap olduğunu düşünmüyorsun da, kitaplardan bilgi elde etmek için uğraşıp duruyorsun. Mânevî tatlılıkların aslı sende olduğu hâlde helvadan tat almak istiyorsun.

Sen bir damla suda gizlenmiş bir ilim denizisin. Üç arşınlık bedeninde bir âlem gizlenmiş.15



Şarap nedir? Güzel ses, mûsikî, yâhut bir güzelle buluşmak; bütün bunlar nedir ki, sen onlardan bir neşe, bir zevk, bir fâide aramaktasın!

3580

Bu ne şaşılacak şey? Güneş, bir zerreden borç ister mi? Zühre yıldızı küçücük bir küpten bir kadeh şarap diler mi?

Sen ne olduğu bilinmeyen bir rûhsun, niteliği bilinmez bir cansın. Keyfiyet, nitelik âlemine hapsedilmişsin. Sen bir güneşsin, bir ukdeye tutulup kalmışsın; yazık sana."16

374. İnsanın gerçek değerini, hakikatini söylesem
ben de yanarım dünyada yanar

(c. VI, 1005-1007)



1005

"Ve't-Tîn" Sûresi'ndeki: "Biz insanı en güzel şekilde yarattık." âyetini oku. Ey dost şunu iyi bil ki, en değerli inci "can"dır.17

İnsan değer bakımından arştan da üstündür. İnsan, hayâle, düşünceye sığmayacak kadar büyüktür.18

Bu bahâ biçilmez insanın gerçek değerini, hakîkatini söylesem, ben de yanarım, dünya da yanar.

375. Kendinden kendine gel

(c. III, 1300-1302)



1300

Bu rüyâya benzeyen uykuya dalınca kendinden geçer, fakat yine kendinden kendine gelmiş olursun; yâni uyuduğun zaman kendinden kalkar, kendine gidersin!

Kendinden duyar, işitirsin de, filân kişi rüyâda sana gizlice bir şey söyler sanırsın.

Azîz dost! Sen, tek bir kişi değilsin; sen, bir âlemsin! Sen derin ve çok büyük bir denizsin!19

376. Sen dünyaya sadece mezardaki kurtlara
yem olacak bedenini beslemek için gelmedin

(c. IV, 3608-3609)

Asıl kendi işini, vazîfeni düşün! Sen dünyaya sadece mezardaki kurtlara yem olacak bedenini beslemek için gelmedin. Bir gün de hikmet çayırında, fazîlet otlağında otla da, o aydın ve güçlü gönül sevinsin, gelişip güzelleşsin.

Fakat bedenin yemesi, bu hikmet rızkına engeldir. Çünkü rûh mânevî rızık peşinde koşan tâcir gibidir. Hâlbuki beden, sadece mâddî yiyecekler aradığı için onun yolunu keser.

377. Yokluğa ulaşan kişi

(c. V, 672-673)



Bir kişi, kendinden geçer, bu yokluğa ulaşır, yokluk o kişiye mânevî bir süs, bir lûtuf olursa, o kişinin Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi gölgesi olmaz. Yâni o kişi gölgeye benzeyen mevhûm varlığından, daha doğrusu "gölge varlığından" kurtulur.

672

"Yoklukla övünürüm" hadîsinin mânevî süsü, yokluktur. Yokluğa ulaşan, mumun şûlesi gibi gölgesiz bir hâle gelir.

378. Bir hamur teknesi boyundaki insan


gökten de üstündür

(c. VI, 138-142)

Bir hamur teknesi boyundaki insan, gökten de üstündür, "esir"den de.

Şu gökyüzü hiç; "Biz insanın kudretini yücelttik, şereflendirdik." âyetini duydu mu? Bu âyeti kim duydu? Dertlere düşmüş, gamlarla dolup taşmış insan duydu.20



140

Güzelliği, aklı, sözleri, hevesi, hiç kimse yeryüzüne, gökyüzüne sundu mu? Gösterdi mi?

Yüzünün güzelliğini, görüşündeki isâbeti, hiç gökyüzüne göstermeye, söylemeye kalkıştın mı?

Oğlum, gümüş gibi bedenini, hamam duvarlarına çizilmiş resimlerin önüne giderek onlara gösterir misin?

379. İnsan dünyanın aslı

(c. IV, 3766-3767)

İnsan da sûreti, dış yüzü ve yaratılışı ile dünyanın fer‘idir, yâni parça buçuğu. Eti ile kemiği ile diğer varlıklar gibidir. Fakat sıfat, meziyet bakımından onu dünyanın aslı olarak bil.21

380. İnsan kendini bilmeli

(c. III, 1000-1001)

Zavallı insan! Kendini gereği gibi bilemedi, tanıyamadı. Çok ötelerden, yücelerden, ezel âleminden geldi; bu noksanlar âlemine, bu kirli dünyaya düştü.22

1000

İnsan kendisini ucuza sattı. O çok değerli atlas bir kumaş gibi idi; tuttu, kendini bir hırkaya yamadı.23



1 İnsan ancak mânevî varlığı ile, kendinde bulunanla insandır. Biz, sadece hayvanlar gibi et ve kemikten ibâret değiliz. Bizde Hakk'ın emâneti bir nûru var. Biz içimizdeki mânevî güçle, aşkla, imânla gözden gizlenmiş olan gerçek sevgiliyi aramaktayız. Etimizle, kemiğimizle biz gölge bir varlıktan ibâretiz. Nitekim Hz. Mevlâna başka bir Mesnevî cildinde şöyle buyurmuştu:

"Kardeşim, sen akıldan ve düşünceden ibâretsin. Geriye kalan bir yığın kemikten ve kıldan başka bir şey değildir." Mesnevî, c. II, 277.



2 Bu başlıkta geçen "acâip hâle düşmek", Hakk yolunda yürüyen, hakîkat yoluna giren kişilerin başlarına gelen hâldir; cezbe hâli! Bu hâle düşene meczûb derler! Bu hâle giren kişi, bazen üzüntü, bazen neşe hâlindedir. Fazla ibâdete düşer, herkesten ayrı bir yaşayış hâlindedir. Bu hâle düşmeye telvin (renkten renge girme) hâli denir. Sonunda, Hakk yolu yolcusunda temkîn (bir yeri mekân edinmek) hâli görülür. Telvindeki hâller, arayıştan meydana gelir. Temkinde ise, gâyeye ulaşma hâli vardır. Sâlikte eski coşkunluk kalmaz, ağırlaşır, cezbeden kendine geliş, kendine dönüş hâli başlar. Tecellîye nihayet olmadığı için bazıları telvin hâlini temkinden üstün görmüşlerdir. Çünkü, telvinde arayış, çırpınış, ilerleyiş varken, temkinde duraklama mevcuttur.

Yine bu başlıkta geçen "gündüzleri pazarda fenerle dolaşan rahip"le Mevlâna Diyojen'i kasdetmektedir. Milattan önce 324 senesinde Sinop'ta doğup Yunanistan'da ölen Diyojen'i Mevlâna Dîvân-ı Kebîr'inde 441 numaralı gazelinde hatırlar: "Dün, şeyh eline bir çerağ almış, şehrin etrafında dolaşıyor; ‘İnsan şeklindeki şeytandan bıktım usandım; gerçek insan arıyorum, insan istiyorum!’ diyordu. Ona dediler ki: ‘Biz de çok aradık; bulunmuyor!’ Diyojen onlara cevap verdi de dedi ki: ‘O bulunmuyor dediğiniz yok mu, işte ben de onu arıyorum, onu istiyorum!’" Diyojen'in, kendisine yardım etmek isteyen Büyük İskender'e; "Gölge etme; başka ihsan istemem!" demesi de meşhurdur.

3 İnsanın gölgesi, gölge varlığı olan bedenidir. Şu görünen maddî varlığımız, bedenimiz, hırs, şehvet, hiddet gibi kötü huylarımızın, nefsânî arzularımızın kaynağı olduğu için, ilâhî emânet olan gerçek varlığımıza, rûhumuza düşmandır. Aralarında temiz, tükenmez, ölümümüze kadar sürecek bir savaş vardır. Gölge varlığımızı, nereye gitsek, Hindistan'a yâhut Hotin'e gitsek, beraber götürdüğümüz için, ondan kurtulamıyoruz. Biz ancak ölmeden evvel ölürsek, yâni ecelimiz gelmeden evvel, kötü huylarımızdan kurtulur, gerçek varlığımızı bulursak o zaman gölge varlığımızdan halâs olacağız. Azîz Peygamber Efendimizin; "Ölmeden evvel ölünüz." hadîsinin sırrına inerek, "nefs-i emmâre"yi öldürmek; rûhu, aklı ve gönlü diriltmek için, gölge varlığa yâni bedene ait nefsânî arzuları öldürmektir. Hz. Mevlâna bir başka Mesnevî cildinde bu konuyu şu beyti ile açıklamıştır. Hz. Mûsâ'nın dâvetine uyan, imâna geldikleri için Firavun tarafından işkencelerle öldürülen, sihirbazlar hakkında:

"Kendi gölge varlıklarını, kendi gerçek varlıklarından ayırdetmişler ve gölge varlıklarını fedâ etmek için çevikleşmişler, çabukça ölüme sıçramışlardı." Mesnevî, c. III, beyit nu: 1726.



4 Bu beyitte Kehf Sûresi'nin şu meâldeki 110. âyetine işâret var. "Habîbim de ki: ‘Ben de sizin gibi insanım, fakat bana Allah tarafından vahyolunuyor.’"

5 Biz bütün kâinatı kaplamış olan "ilahî rûh" içindeyiz; O'ndan ayrı değiliz. Bizde bulunan nefha ile O'nda yok olmuşuz. Her ne kadar o ilahî rûhdan haberdar değilsek de, biz O'nda yaşıyoruz, O'nda hareket ediyoruz. Böylece bizim daima Hakk'la beraber bulunuşumuz, O'nunla beraber yaşayışımız ile "seyr-i ma‘a'llah" bir bir tecellî etmektedir. "Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler." (=Balıklar denizin içinde yaşarlar ama denizi bilmezler.) Biz de O'nda yaşadığımız hâlde, O'nu bilemiyoruz. Ârifler bize haber vermektedirler.

6 "Süleyman'la gel!" demek, Allah'ın lûtfuna ve ihsanına nail olarak, O'nu gönlünde hissederek "seyr-i ma‘a'llah" hali ile, O'nunla beraber gel; ayağını hakîkat deryasına bas da su rüzgârın üzerinde yaptığı kırışıklarla Davud (a.s.)'a yaptığı gibi sana da zırhlar yapsın, seni o zırhlarla nefsanî arzuların hücumundan korusun.

7 Burada "Süleyman"dan maksat; Cenâb-ı Hakk'tır. "Ey insanlar! Nerede olursanız olunuz, Allah sizinle beraberdir." (Hadîd Sûresi 4) gereğince Cenâb-ı Hakk; daima bizimle hâzır ve nâzır ve bize bizden yakındır. Fakat O'nun gayreti, yâni kıskançlığı, görünmesine mâni olmaktadır.

8 "Haberin olsun ki mal, mülk, sahibi için vebaldir. Çünkü âhirette hesâbını verecektir. Ancak zarûrî ve luzumlu olan vebal değildir." Şunu bilmeli ki, malın, zenginliğin vebal olması, gönülde yer tutmasındandır. Yoksa helâl kazanılan, zekâtı ve sadakası verilen, kalp ve gönülde bulunmayan mal ve servet böyle değildir. "Helâl mal, salih bir kimse için iyidir." hadîsi de var.

9 Canı can yolunda tanımak nasıl olur? İnsanın ölmeden evvel ölmesi, yâni bütün nefsânî isteklerden kurtulması, kâmil insan olması gerektir. İnsanın önce kendinde bulunanı tanıması, onun yardımı ile canından cana, can verene gitmesi lâzımdır. "Kendini bilen Allah'ını bilir." hadîsi gereğince, kendini hakkıyla tanıyan, Hakk'ı tanımış olacaktır. İkbal hazretleri:

"Allah'ı inkâr eden, hocanın nazarında kâfirdir. Kendini inkâr eden, bence kâfirin kâfiridir." Kendinde bulunanı bilmek çok önemlidir.



10 Şâir Eşref merhûm: "Vükelâ kabrine heykel dikerek şöyle yazıp;" mısrâ‘ıyla başlayan kıtasında şöyle demişti:

(Vefât eden vekîllerin yâni o devrin bakanlarının mezarları üstüne birer heykel dikelim ve şöyle yazalım: ‘Bunların memlekete hizmet ettiklerini sanmayın. Öldüler de kıymetleri anlaşıldı demeyin. Bunlar yaşarken de böyle birer heykel idiler.’ Böyle hayırsız, beceriksiz bir vekîl ölürse onun için ‘Öldü de millete hizmet etti." deyin.)



11 Elmanın içine düşmüş olan birinci kurt, bilgisiz, basit halkı; ikinci kurt ise, peygamberleri, velîleri göstermektedir. Onlar da maddî varlıkları ile gök elması içinde iseler de, bazen bir ejderhadan da kuvvetlidirler; onların gücüne elma dayanamaz, yarılır!

12 Ey insan, sen büyük bir mânâ denizi iken nem mesâbesinde olan eşyayı neylersin? Ona neden gönül bağlayıp onunla ilgilenirsin? Ey kâinâtın özü olan insan, bütün varlıklar, senden ibârettir! Eşya sana nisbetle yok gibidir. Sen kendi hakîkatini arayacağın yerde, yok gibi olan maddî varlıkları neden istersin? Dünya varlıkları mal, mülk, çoluk, çocuk her şey bir seraptan ibârettir!

13 Bu beyitte; "Biz gerçekten insan oğullarını şereflendirdik, onlara ikrâmlarda bulunduk!" (İsrâ Sûresi, 70) âyet-i kerîmesi ile "Biz sana Kevser ırmağını verdik." (Kevser Sûresi, 1) âyetinden lafzî iktibas, alıntılar var.

14 Ey kâinâtın özü, zübdesi, ey bütün varlıkların hulâsası olan insan; akıl düşünce, tedbirler, bunların hepsi senin kölen gibidir. Sen bütün kâinâtın en şereflisi, en mükemmelisin. Sâdi hazretleri; "Bulut, rüzgâr, ay, güneş, gökler, sen eline bir lokma ekmek alasın da, gafletle yemeyesin diye çalışıp didinmektedirler. Bunların hepsi senin için, senin uğrunda Allah'ın koyduğu kanuna göre çalışırken senin çalışmaman, vazîfe yapmaman insafsızlıktır!" diye buyurmuştur.

15 Hz. Ali:

"Sen kendini küçük bir şey zannediyorsun. Hâlbuki sende büyük bir âlem gizlenmiştir." diye buyurmuştur. Bir beyit evvel Hz. Mevlâna "Kitaplardan bilgi elde etmek istiyorsun." diye buyururken insanın "nüsha-i kübrâ" ve "kitâb-ı mübîn" olduğuna işâret buyurmuştu. Şu hâlde aradığını neden kendinde aramıyorsun da, insanların yazdıkları kitaplarda arıyorsun? Sen Allah'ın kitabısın, onu bırakıyorsun da fânî insanların yazdıkları kitaplarla meşgul oluyorsun demek istemişlerdi.



16 Yukarıdaki beyitlerde Hz. Mevlâna insanı, bir mânevî güneşe benzetiyor. Âlem de o güneşin ışığı ile parlayarak oynaşan zerreler gibidir. İnsanın Allah'tan feyz almayı düşünmeden dünyada fânî zevkler peşinde koşmasını, neşe aramasını güneşin zerreden borç istemesine benzetiyor. Güneş nasıl olur da zerreye muhtaç olur? İnsan rûhu, aslında keyfiyet ve kemiyetten (nicelik ve nitelikten) münezzeh, mukaddes bir emr-i ilâhî ve rabbânî bir nûrdur. Fakat insanların çoğu rûhun yüceliğini, kıymetini bilmeyerek, onun hakîkatinden habersiz kalmışlardır. Bu sebeple o azîz can, o mukaddes varlık, o ilâhî emânet, maddî zevke kapılmış, sâdece bedeni ile yaşama sevdâsındadır. Hiddetin, şehvetin, şöhretin, cismânî zevklerin hapishanesine düşmüştür. Nefîs gıdâların, eğlencelerin meftûnu olmuştur. Sanki mânâ güneşi, semâvî bir hâdiseye uyarak "ukde-i zenb" (=günah düğümü) ile bağlanmış, tutulmuş, ışığını saçamaz olmuştur. Kula düşen vazîfe şudur ki: Kendi mertebesini bile! Kendi büyüklüğünden haberdar ola! Gelip geçici ve bir türlü tatmin edilemeyen zevklere esir olmaya! Neşeyi ne şarapta, ne de fânî sevgililerde aramaya! Her şeyi kendinde, kendi gönlünde araya! Bir şiirinde Mevlâna aynı konuyu terennüm etmiştir:

"Puta tapanlar gibi sûrete, dış görünüşe bağlanmışsın, köle olmuşsun. Sen Yûsuf gibi güzelsin, fakat kendi içine bakamıyorsun. Allah'a yemin ederim ki, sen aynada kendi iç güzelliğini görsen, kendine âşık olursun, kimsenin semtine uğramazsın." Dîvân-ı Kebîr, 2826.



17 Bu beyitte Tîn Sûresi'nin şu meâldeki 4. âyetine işâret vardır; "Biz insanı en güzel biçimde yarattık."

18 Hz. Ali(k.v.)'nin; "Sen kendini küçük bir şey sanıyorsun, hâlbuki sende büyük bir âlem gizlidir." Düşüncesini açıklarken merhûm Mehmet Âkif şöyle yazar:

"Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen,

‘Muhakkar bir vücûdum’ dersin, ey insan, fakat bilsen,

Senin mâhiyetin hattâ meleklerden de ulvîdir,

Âlem sende pinhândır, cihânlar sende matvîdir."


19 Hz. Ali; "Ey insan; sen kendini ufak, değersiz bir varlık mı sanıyorsun? Sen, küçük bir varlık değilsin; sen, büyük bir âlemsin!" buyurmuştur. Gerçekten de bugün ilim isbat etmiştir ki insan, maddî yönünden bile vücudundaki hücreler sayısı ile dünya nüfusundan fazla bir âlem, mânevî bütüne gelince kâinatın özü. Şeyh Gâlib hazretleri; "Hoşca bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen!" demişti. Bütün kâinat bir âlem-i ekber, insan âlem-i asgar ve kâinatın fihristi... İnsanda her şey var...

20 Bu beyitte İsrâ Sûresi'nin şu meâldeki 70. âyetinden iktibas var: "Biz insanoğlunun kudretini yücelttik, şereflendirdik."

21 İnsan bütün yaratılmış olan varlıkların sonunda gelmiştir. Topraktan yaratıldığı için âlemin fer‘idir. Fakat âlemin yaratılışından maksat insandır ve bilhassâ Peygamber Efendimizdir. Nitekim bir hadîste "Yâ Muhammed, sen olmasaydın felekleri yaratmazdım!" diye buyurulmuştur.

22 Zavallı insan; kendinin ne olduğunu anlayamadı! "Ahsen-i takvîm" olduğunu, yâni diğer bütün varlıklara olan üstünlüğünü bilemedi. O yüzden ömrünü fâni lezzetler, bedenî zevkler uğrunda harcadı durdu.

23 İmâm-ı Besta hazretlerinin şu mısraları bu Mevlâna beytini açıklamaktadır:

"İnsanın dünyada en fazla olan şeyi; kusurları ve noksanlarıdır. Ey bedenine hizmet eden; ne zamana kadar onun hizmetinde bulunacaksın? Yüzünü sende bulunan ilahî emânete, rûhuna çevir de onun kusurlarını ikmâle çalış! Çünkü sen, bedenin ile değil, rûhun ile insansın!"



Yüklə 78,97 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin