Dünyadan turizm manzaraları
Turizm denince ne gelir aklımıza? Başka coğrafyaları, ülkeleri, gezip görmek; değişik insan grupları, kültürleri tanımak; doğa ve tarihle daha doğrudan bir ilişkiye girildiği amaçlı seyahatlerde bulunmak, kimine göre ise başka yerleri tanıyarak, bir anlamda kendini tanımlamak, vs. Aslında bugün büyük ölçüde “turizm” kelimesi içinde tanımlanan bu doğal insani ediminin tarihi binlerce yılı buluyor. Ancak bu eylemlerin “turizm” başlığı altında toplanmasının tarihi pek çok şey gibi kapitalizmin gelişiminin belli bir anından sonra başladı. Temel mantığı, birikmiş emekten kâr ve artı değer elde etmek olan bugünün sermaye düzeni, kâr kapısı kendisine kapandığı her zaman, insan ve doğa hayatına ilişkin bir başka alanı “keşfederek” onu piyasalaştırdı. Önceleri daha “maddi” şeylerle uğraşan sermaye düzeni, 20. yüzyılda insan hayatını, bedenini ve “bireyi” keşfetmekte gecikmedi. İşte tam da bu sırada, turizm kavramı ortaya çıktı.
Önceleri, Avrupa ve Amerika’da saray ve sosyete havasından bunalmış, artık yaşayacak şeyi, harcanacak parası kalmamış olan burjuvalar, biraz da “kendi dışımızdaki dünyayı açılalım” diyerekten egzotik doğuyu keşfe çıktılar bu amaçla. Burjuva ve soylu artıkları, ekonomisiyle fakir, tarihi ve kültürüyle zengin Ortadoğu, Afrika ve Uzakdoğu’da her geçen gün yeni şeyler görür, giderek insanların sosyo-ekonomik durumlarının çeşitli türdeki yansımalarının bile “turistik görüntü ve zenginlikler olarak” keyfini çıkartırken, bunu gören burjuva kafalar, sektörü bu yönde geliştirmeye başlamakta gecikmediler elbette. Batı ülkelerinde, sömürüden elde edilen payın, orta sınıflara az da olsa dağıtılmaya başlanması sonucu çok daha geniş kitlelerin “turizm” olanağından yararlanmaya başlaması sonucu tablonun bu kalan yarısı da tamamlandı. Ve artık anamalcı, artı-değer düzeninin önemli sektörlerinden birisi de “turizm” oluverdi.
Ancak ortada bir sorun vardı. Gezilip, görülebilecek yerler gitgide tükeniyor, yeni eğlence, zevk ve tüketim çeşitlemelerinin sınırları zorlanmaya başlanıyordu. Doğa harikası dağların, kanyonların, en tepelerine çıkmak; deniz ve göllerin en diplerini görmek; balta girmemiş ormanların “en balta girmemişine” dalmak; safaride timsahın ağzının içine kadar girmek gibi örnekler bile sıradanlaşıyordu artık. O halde madem doğaya içkin turizm kombinasyonlarının sınırına gelinmişti, o halde günümüz toplumunun kendi çelişik görünümlerinden de pekala turistik kâr malzemeleri çıkartılabilirdi. Belki de asıl turizm şimdi başlıyordu...İşte İsrail’den bir örnek: “İntifada turizmi” Böyle verdi 7 Mart Cuma günkü Hürriyet Gazetesi bu başlık altındaki haberini iç sayfaların birinden, o her zamanki tank ve önünde kaçışan çocukların resmi ile birlikte...
Haberin içeriği şöyleydi: 28 Eylül 2000 tarihinden bu yana süren Filistin İntifadası İsrailli turizmcilere ilham kaynağı olmuş. Nasıl mı? 5500 dolar karşılığında İsrail’in operasyon düzenlediği işgal altındaki Filistin topraklarında İsrail ordusunun “Action Filmlerini” andıran insan avında bizzat bulunulabilecek, bu sırada makinalı tüfeklerle ateş edilip bombalı kemer de takılabilecekmiş. Daha bitmedi: Katılımcılar, tatil süresince yakın dövüş teknikleriyle, M-16, Kalaşnikof ve Uzi silahları ile ateş etmeyi öğreneceklermiş. “İntifada ateşini” bizzat yaşayacak olan “serüvenci turistlerimiz” ayrıca İsrail ordusuna ait bir helikopterle ülkenin güneyindeki Necef çölü üzerinde uçarak, komando tatbikatlarına katılacaklarmış. Haberin devamında küçük de bir not vardı: Turu düzenleyen Jay Greenblad, katılımcıların Araplara (Yani Filistinlilere) ateş edemeyeceklerini söylemiş; yani hayatları bağışlanmış. Haberde son olarak ise 4 Mayıs’ta ilk dönemi başlayacağı belirtilen tura şimdiden 24 kişinin rezervasyon yaptırdığı yazıyordu.
Daha neler göreceğiz demeyin. Evet, başlarda çok “masum” amaçlarla yola çıkmıştı turizm sektörü. Ancak sermaye düzenindeki “her hizmet” gibi onun da temelinde, daha daha çok kazanmak yatıyordu. O da, sermaye düzeninin her alanı gibi, eninde sonunda insana ve ona ait tüm değerleri bir kenara atarak, modern zaman insanının tüm felaket, yıkım ve sefil durumlarından kâr payı çıkartacak bir mekanizma üretmeyi başarmıştı kendi içinde. Tıpkı Körfez savaşında televizyon tekellerinin yüksek reytingler eşliğinde, ölüm kusan bombaların, jetlerin görüntülerinin milyonların evlerine taşımaları gibi. Ve tıpkı, her gün açlık, savaş ve cinayet görüntülerini; kapitalizmin hışmına uğrayan milyonların çaresizliğini bol reklamlı “özel haber programları” ile ekranlara taşıyan mantık gibi. Tıpkı, açlıktan ölen Afrikalının fotoğrafına fotomontajla kadeh yerleştirerek, içki reklamı yapan mantıkta olduğu gibi...
OD.
Dostları ilə paylaş: |