EğİTİm penceresinden bati ve biZ



Yüklə 24,55 Kb.
tarix18.08.2018
ölçüsü24,55 Kb.
#72571

EĞİTİM PENCERESİNDEN BATI VE BİZ


Hasan BACANLI

Bilinen Türk tarihi Türklerin Batıya ilerleyişlerin tarihidir. Biraz dolambaçlı bir yoldan da olsa, Türkler Batıya doğru yayılmışlardır, göç etmişlerdir. Orta Asya’dan Horasan’a, Horasan’dan İran, Irak ve Suriye üzerinden Anadolu’ya gelen Türkler biraz dolambaçlı bir yol izlemiş gibi görünmektedirler. Şehircilerin nasıl açıkladığını bilememekle beraber, hala şehirlerin bile batı yönüne doğru gelişmeye eğilimleri vardır. Devlet-i Aliye ile Anadolu’yu merkez olarak tesis eden bu hareket Viyana’ya kadar uzanmıştır. Tanzimat’la beraber Batı ile ilişkilerin şekli ve rengi de değişmiştir.

Eğitim açısından ele alındığında Batı ile ilgili iki temel problem bulunmaktadır: Yabancı dil ve yazı. Yabancı dil denince günümüzdeki akla gelen İngilizcedir. Diğer Batı dillerinin öğretiminde de sorun olmakla birlikte, onlara İngilizce kadar yatırım yapılmamıştır. O diller artık günümüzde yaygınlıklarını yitirdikleri için üzerinde durulmamaktadır. Yabancı öğretimi olarak İngilizcenin öğretimi on yıllardır bir eğitim sorunu olma niteliğini sürdürmektedir. Özellikle eğitimin yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte sorun ciddi boyutlara ulaşmıştır. Ellili yıllardan sonra okutulan Gatenby’nin kitapları (A Direct Method English Course) hemen hemen hiçbir okulda bitirilememiştir. Üç ortaokul ve üç lise ders kitabı olarak hazırlanan kitapların genellikle (o zamanlar altı yılda) ancak üç kitabı okunabilmiş, lise kısmına geçirememiş (bazen ancak lise birinci sınıflar için yazılan kitap okunabilmiştir). Ama şu veya bu şekilde Gatenby’nin kitapları bu ülkede yıllarca okutulmuştur.

Ancak Gatenby’nin kitaplarından İngilizce öğrenilememiştir. Bunun nedeninin kitaplar olduğunu söylemek güçtür, çünkü uygun nitelikte uygun şekilde kullanmamışlardır. Bu yüzden kitapların değerlendirmesini yapmak pek mümkün değildir. Sonuç ta ortadadır: İngilizce öğrenilememiştir. Anlaşılamayan durum ise, Gatenby’nin kitaplarından sonra çeşitli kitaplar kullanıldığı ve hatta son yıllarda her yıl kitap değiştirildiği halde hala niçin öğrenilemediğidir. Hatta bu durum ulusal bir aşağılık duygusuna bir yol açmakta, psikolojik bir terimle “öğrenmiş çaresizlik” oluşturmaktadır. Öyle bir durum oluşmuştur ki, insanlar “İngilizce” deyince öğrenilemeyen bir dili anlamaktadırlar. Bir zamanlar Fransızca için söylenen “Fransız kalmak” deyimi belki bugün için “İngiliz kalmak” olarak bile kullanılabilir. Bir genellemeyle Türklerin İngilizce öğrenmeleri pek mümkün değilmiş gibi görünmektedir. Hatta (başka etmenler de işin içine girince) neredeyse Türklerin zekâları ile ilgili bir sorun olabileceğinden kuşkulanılmaktadır.

Türklerin zihinleri ve zekâları ile ilgili tabii ki bir sorun yoktur. Hatta son günlerde yayınlanan bir araştırmaya1 göre Türkçe insanın zihnini daha çok çalıştırmaktadır. Türkiye’nin (Altay dilleri için genelleme yapılabilir mi sorusunu bir kenara bırakarak) Hint-Avrupa veya Hami-Sami dillerinden önemli bir farkı vardır: Yüklem cümlenin sonundadır. Hint-Avrupa dillerinde (örneğin İngilizce) cümle “özne-yüklem-nesne” düzeni ile kurulurken, Hami-Sami dillerinde (örneğin Arapça) “yüklem-özne-nesne” şeklinde kurulur. Türkçede ise cümle “özne-nesne-yüklem” şeklinde kurulmaktadır. Yapılan araştırmada Batı dillerinde zihin aktivitesi özne ile yüklem arasında yükselme gösterirken, Türkçede hem özne aşamasında hem de yüklem aşamasında olmak üzere iki kez yükselmektedir. Çünkü kişinin söyleneni anlayabilmesi için hem işi kimin yaptığına, hem de ne yaptığına dikkat kesilmesi gerekmektedir.

Sorunun kaynağının zihinsel yapı olmadığı açıktır. Söz dizimi farklılığının böyle bir sonuca yol açması ihtimali zayıftır. Çünkü Türkler Farsça birçok önemli eserler vermişlerdir. Farsçanın söz dizimi de Türkçeden farklıdır (Farsça Hint-Avrupa dil ailesindendir. Yani hem cümle kuralları, hem de kelime hazinesi olarak İngilizceye benzer).

Türklerin dil öğrenmeyle ilgili sorunları tarihte pek olmamıştır. Orta Asya’da Çinceyi öğrenmişler, Çinliler ve etkileşimlerde bulunmuşlardır. Sonra Soğdca, Sanskrit gibi dillerle etkileşime girmişler ve öğrenmişlerdir. Ardından Horasan’la başlayan süreçte Farsça ve Arapça öğrenmiş ve bu dillerde önemli eserler vermişlerdir. Bu arada bu iki dilin hem Türkçeden hem de birbirlerinden farklı olduğuna dikkat edilmelidir, biri Hint-Avrupa dil ailesindendir, öbürü Hami-Sami dillerindendir. Ama Türkler bu iki dilde de başarılı olmuşlardır. Hatta günümüzde medreselerden Arapça öğrenen kişilerin Arapçası ana dili Arapça olan birinin Arapçasından daha fasihtir ve bu kurumlarda Arapça öğrenen kişiler deyim yerindeyse “bülbül gibi” Arapça konuşabilmektedirler. Daha sonraki aşama da önemlidir. Özellikle Tanzimat’tan sonra Fransızca öğrenilmiştir. Gene bu dilde de birçok eser verilmiştir. Osmanlı aydınları büyük ölçüde Fransızca öğrenmişlerdir. Bu kadar farklı dile uyum sağlayan Türkler ne hikmetse İngilizce öğrenememektedirler. Hatta şöyle bir durum da vardır: Sözgelimi Sultanahmet civarındaki gençler herhangi bir dili 15 günde öğrenip o dilde şakalar bile yapabilmektedirler. Ancak neredeyse 14 yıl İngilizce eğitimi gören öğrenciler “This is a book”, “How are you” ve “I love you” demekten öteye geçememektedirler (Tabii ki bu yorum özel okullar ve kurslar için geçerli değildir, onlar bu sisteme rağmen İngilizce öğrenen grubu oluşturmaktadırlar).

İngilizcenin öğrenilememesinin bahaneleri bulunabilir. Eğitim açısından nedenlerden biri İngilizceye nasıl bakıldığı ile ilgilidir. İngilizce öğretiminde kullanılan kitaplar ya İngiltere’den gelmekte ya da onlar temel alınarak hazırlanmaktadır. Bu kitaplar doğal olarak ticari niteliği önde gelen kitaplardır, yani birincil amaçları İngilizce öğretmek değil, İngilizceyi (yani kitabı) satmaktır (Türkiye’de İngilizce seçmeli ders haline getirildiğinin ertesi günü Kraliçe’nin özel temsilcisinin Türkiye’ye ziyareti anlamlıdır). Hatta biraz da bu yüzden her yıl değiştirilmektedir. Defter ve kitap birleştirerek bir kez kullanılabilen materyaller üretilmekte, hatta günümüzde kitapların çoğaltılamaması için internet ve videolar aracılığıyla özel çaba gösterilmektedir. Oysa eğer bir kitap gerçekten İngilizce öğretiyorsa, kullanımına devam edilmesi gerekir, çünkü başarısı ispat edilmiş olur. Günümüzde İngilizce öğretim materyalleri başarısızlıklarını baştan kabul etmiş durumdadırlar.

Sadece İngilizce kurslarında İngiltere’ye ödenen para yılda 100 milyarı bulmaktadır. Yurtdışı eğitim için yılda ortalama 2 milyar $ harcanmaktadır ve bunların çoğu dil öğrenmek amacıyla yurtdışına gönderilmektedir.

İngilizce kitapları ile ilgili ikinci bir husus ise onların Türkler için yazılmamasıdır. Ders kitaplarını yazanlar “Türklere İngilizce nasıl öğretilir” sorusu yerine “İngilizce nasıl öğretilir” sorusuna cevap vermektedirler. Bu da başka dil ve mantığa sahip olan birileri üzerinde işe yarıyor olabilir, ama Türklerde işe yaramamaktadır. Şöyle bir tespit yapmak zor sanırım yanlış olmayacaktır: Hazırlanmış olan bir İngilizce öğretim materyalini Zimbabwe’ye götürseniz rahatça kullanabilirsiniz. Oysa bu kitaplar Türk çocuklarına İngilizce öğretmek için kullanılabileceği iddiasındadırlar. Bir yandan öğrenciyi dikkate alan, hatta öğrenci-merkezli bir eğitim anlayışı benimsenmeye çalışılmakta, ama dil öğretiminde öğrencinin dili hiçe sayılmaktadır.

Medreselerde dil öğretimi için kullanılan kitaplar da özel olarak Türkler için yazılmamıştır. Emsile, Bina, Maksud gibi Arapça gramer kitapları herkes içindir. Bu kitapların ise eğitim açısından iki önemli özellikleri vardır. Birincisi o dilde yazılmış gramer kitaplarıdır (günümüzde okutulan kitaplar grameri ikinci hatta üçüncü plana atmış görünmektedir). İkinci olarak bu kitaplar ezbere dayanır. Dil öğrenimi bir ezber yoluyla “meleke” kazanma işidir. Bu kitapları okuyan kişiler Arapça sözler ezberlerken, günümüzde İngilizce eğitimi alan kişilerin hafızalarında bir satır edebi metin bulunmaz. Sorulduğunda “To be or not to be” dışında İngilizce bir mısra söyleyebilen birini bulmak çok zordur. Eskilerin dil öğretiminde şimdiden daha başarılı oldukları açıktır. Tabii ki dil öğretiminde yeni yollar denebilir, bulunabilir. Türkiye’deki sorun Türklerin niye İngilizce öğrenemediklerinin araştırılmamasıdır. Bu durumun nedenlerinden biri materyallerdir, diğeri de bu konudaki araştırmalardır.

İngilizce dil öğretimi ile ilgili diğer bir nokta eğitim fakültelerinin İngilizce öğretmenliği bölümlerin olması ve bu alanda yetişmiş kişiler bulunmasıdır. Bu kişilerin Türklere İngilizcenin nasıl daha iyi öğretilebileceği ile ilgili çalışmalar yapması beklenirken, bu kişiler İngiliz dili ve edebiyatı ile ilgili çalışmalar yapmaktadırlar ve tabii ki bilimsel anlamda bu alanda uluslararası (veya İngilizler veya Amerikalılar için ulusal) bir katkıda bulunma şansları da yoktur. Aslında bu konularla ilgilenen bölümler ayrıdır. Bir takım fakültelerin İngiliz dili ve edebiyatı bölümleri zaten vardır. İngilizce öğretmenliği alanı Türklere İngilizcenin nasıl daha iyi öğretilebileceğini araştıran bir alan olmalı iken, durum hiç de böyle öyle değildir. YÖK’ün tez tarama motoruna girip bu alandaki tezlere bakıldığında bu durum açıkça görülmektedir. Sonuç olarak ders kitabı yazanlar “Türklere İngilizce nasıl öğretilir” sorusunu dikkate almadıkları gibi, İngilizce öğretmenliği alanındaki akademisyenler de bu soruyu üstlenmemektedirler. Dolayısıyla bu soru kimsenin sorduğu bir soru değildir.

Batı ile ilgili diğer bir sorun da yazı sorunudur. Milli Eğitim Bakanlığı 2005 yılında okullarda bitişik el yazısı öğretimini zorunlu hale getirmiştir. O yıldan bu yana el yazısı konusu tartışmalara neden olmuş ve problem olarak görülmüştür. Çocukların bitişik yazı yazamadığından ve bunun onlar üzerinde olumsuz etki yaptığına şikâyet edilmektedir. Oysa Latin alfabesi bitişik el yazısı ile yazılabilen bir yazıdır ve Avrupa ülkelerinin çoğunda insanlar bitişik el yazısı kullanmaktadırlar. Bitişik el yazısı hem yazma açısından kolaylık sağlamakta, hem de insanların uyarıcıları bütün olarak algılamalarına daha uygun bir nitelik arz etmektedir. İnternette “Bir ignliiz üvnsertsinede ypalın arşaıtramya gröe, kleimleirn
hrfalreiinn hnagi srıdaa yzalıdkılraı ömneli dğeliimş. Öenlmi oaln
brinci ve snonucnu hrfain yrenide omlsaımyış. Ardakai hfraliren srısaı
krıaışk oslada ouknyuorumş. Çnükü kleimlrei hraf hraf dğeil bir btüün
oalark oykuorumuşz” şeklinde bir metin dolaşmaktadır. Bu metinde harflerin yerleri farklı ve yanlış olmakla beraber insanlar bunu doğru okuyabilmektedirler. Bu da göstermektedir ki kelimeler harf harf algılanmamakta, bir bütün olarak algılanmaktadır. Bitişik el yazısı bu açıdan algıda bütünlüğü kolaylaştırmaktadır.

Ayrıca yazıyı öğrenmek aynı zamanda zihin ile bedenin birlikteliği çalışmasıdır. İnsanlar yazı yazmayı öğrenirken aynı zamanda motor becerileri ile zihinsel becerileri arasında koordinasyon sağlarlar. Zihin ile el birlikte ve işbirliği içinde çalışmayı öğrenir. Bu durum güzel yazı yazma konusunda daha belirgindir. Kişi güzel yazı yazmaya çalışırken dikkat etme yeteneği gelişir, özen göstermeyi öğrenir. Tarihte çocukları ilk önce öğretilen konulardan biri dil, diğeri de yazıdır. Hatta yazı insanın kişiliğini yansıtır. Güzel yazı yazan kişinin daha sağlıklı bir kişilik oluşturduğu bile söylenebilir. Daha da ilerisi, literatürde “yazınızı değiştirin, kişiliğinizi değiştirin” diyen kitaplar bile vardır. Yani kişinin yazısı (ve çizgileri) ile kişiliği arasında bir etkileşim vardır. Kişiliğinizi geliştirerek yazınızı, yazınızı geliştirerek kişiliğinizi geliştirmeye yardımcı olursunuz. Türkçede “güzel gören güzel düşünür” diye bir söz vardır. Bu sözü “güzel yazan güzel düşünür” şeklinde ifade etmek mümkündür.

Çocukların yazı konusunda yeteneksiz olmaları da mümkün görünmemektedir. Gene Türk milleti tarih boyunca birçok çeşitli alfabeler kullanmıştır ve alfabeleri güzel bir şekilde yazmayı başarmıştır. Bilindiği gibi, “Kur’an Mekke’de inmiş, Kahire’de okunmuş ve İstanbul’da yazılmıştır”. Çocukların Latin alfabesini başaramamış olmaları bu milletin çocuklarının sorunlu olmalarından kaynaklanmamaktadır. Bunun nedenlerini sanırım eğitim sisteminin ve öğretmenlerin uygulamalarında aramak gerekir.

Son günlerde bakanlığın bitişik el yazısından vazgeçme yönünde yollar aradığı görülmektedir. Bu da ayrı bir sorundur. Milli Eğitim Bakanlığı bir süredir yaptığı yenilikler için pilot uygulama ve öğretmenlere eğitim vererek onları hazırlama uygulamalarından vazgeçmiştir. Dolayısıyla getirilen yenilikler bu çalışma ve hazırlıklar yapılmadan uygulamaya sokulmaktadır. Bu da ister istemez başarısızlığa yol açmaktadır.

İkinci olarak, bakanlığın yaptığı bir yanlış da uygulamayı düzeltmekten çok, kaldırma yolunu seçmesidir. Getirilen bir uygulama sorunlarla karşılaştığında sorunların ve çözüm yollarının tespit edilip düzeltilmesi ve hatta geliştirilmesi gerekirken, uygulamalardan vazgeçilmektedir. Bu da eğitimi gerçekten bir “yaz-boz tahtası” durumuna sokmaktadır. Oysa özellikle son zamanlardaki gelişmelerin, geliştirme mantığını pekiştirmiş olması gerekir. Sözgelimi bir bilgisayar programı satın alındığında firma programın iyi bir şey olduğunu söylemez, kullanışlı bir şey olduğunu, ihtiyacınıza cevap vereceğini söyler. “İyi mi” diye sorduğunuzda da “geliştiriliyor” cevabını alırsınız. Kısa denebilecek aralıklarla yamalar, güncellemeler ve yeni sürümler piyasaya çıkar. Geliştirme mantığı budur. Görüldüğü gibi içinde bulunan dönem geliştirme dönemidir. Ama anlaşıldığı kadarıyla Milli Eğitim Bakanlığı bu yaklaşımı anlamış veya benimsemiş gibi görünmemektedir.

Türk milletinin Batı ile ilgili olarak eğitimde yaşadığı iki sorunun manzarası budur. İşin kötü tarafı, bu sorunların bu insanların kendilerinden şüpheye düşmelerine yol açacak nitelik kazanmış olmalarıdır. Sorun sistem düzeyinde yaşandığı için gerekli önlemler ancak sistem düzeyinde alınabilir. Özellikle hazırlık yapma ve geliştirme stratejileri sorunların çözümü için vazgeçilmez şartlar olarak görünmektedir.



1 http://www.milliyet.com.tr/beyin-turkce-icin-iki-kez-islem-yapiyor-gundem-1477751/

Yüklə 24,55 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin