Gaflet: Hûş Der Dem



Yüklə 134,99 Kb.
tarix02.11.2017
ölçüsü134,99 Kb.
#27685


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
GAFLET: HÛŞ DER DEM
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْغَافِلُونَ لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمْ الْخَاسِرُونَ
‘’Bunlar, o kimselerdir ki; Allah kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir. Ve onlar, gafillerin ta kendileridir. Hiç şüphesiz onlar, ahirette perişan olup hüsrana uğrayanların ta kendileridir.’’1
Gaflet, nefsin arzularına uyarak, Allah Teâlâ'yı, emir ve yasaklarını unutma halidir.
Gaflet, Allah Teâlâ'nın emir ve yasaklarını yerine getirirken, kalbin bu yaptıklarından gafil olması, başka şeylerle meşgul olmasıdır.
Gaflet, günah işlemek ve günahlara dalmaktır. Gaflet, işlenen günahın tövbesinden, cürümünden ve Allah’ın gazabına götüreceğinden gafil ve habersiz olmaktır. Gaflet, derin bir uykuya dalmaktır.
Birçok insan, Allah'ın açık ayetlerinden, emir ve yasaklarından habersiz bir şekilde, sadece kendi istek ve arzuları doğrultusunda yaşar. Bu insanların, dünya nimetlerine sahip olmak, mutlu olmak, eğlenmek, nefsanî arzularını tatmin etmek dışında başka bir istekleri yoktur. Bunlar, sadece dünyanın çekici süsüne ilgi duyar ve istedikleri şeylere sahip olmak için yaşamları boyunca çaba harcarlar.
Oysa yalnızca kısa bir süre yaşadıkları dünya hayatı, her şeyiyle bir gün sona erecektir. Onlar ise kendileri ve Allah'ın hoşnutluğundan uzak bir hayat süren diğer insanlar için hazırlanmış olan şiddetli ve ebedî azaptan habersizdirler. Büyük bir korku ve sıkıntı duyacakları ahiret gününe doğru ilerlerken dünyanın geçici süsüne tutkuyla bağlanıp sadece dünyevî tutkularını kaybetmenin endişesini ve üzüntüsünü duyarlar.
İnsanların, Allah'ın açık delillerine, emir ve uyarılarına rağmen gösterdikleri bu şuursuz, kayıtsız ve ilgisiz tutumlarına "gaflet" denir.
Günahların En Büyüğü
Şu unutulmamalıdır ki, gaflet farklı derecelerde olduğu gibi, hüsran/zarar da bir değildir. Öyleyse, gaflet asla küçük görülmemelidir. Çünkü o, günahların başlangıcıdır. Yakîn ehline göre büyük günahların kaynağı gaflettir.
Hz. Ali (r.a) bir konuşmasında gafleti küfrün başlangıcı görmüş, onu kalp körlüğü ve şüphe ile bir arada zikrederek sahibinin haktan kayıp hüsrana düştüğünü belirtmiştir.
Ehl-i beyt yoluyla gelen bir haberde şu anlatılmaktadır: Bir gün Ammâr b. Yâsir (r.a), Hz. Ali'ye (r.a),"Ey müminlerin emîri! Bana küfrün hangi temele dayandığını bildirir misin?" diye sorunca, Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir:
"Küfür dört temel işe dayalıdır:
1. Zulüm,

2. Kalp ve basiret körlüğü,

3. Gaflet,

4. Şüphe.


Kim zulüm yaparsa, hakkı küçük görür, bâtılı yayar ve âlimlere kızar.
Kalbi kör olan, Allah'ın zikrini unutur.
Gafil olan kimse, haktan sapar, boş emellere aldanır, hasret ve pişmanlığa düşer, Allah'ın huzurunda hiç hesap etmediği şeyler karşısına çıkar.
Şüpheye düşen de, şaşkın bir halde sapıklık içinde yuvarlanıp gider.
Kul ne kadar gaflete düşerse o kadar ilâhî ilim ve hikmetlerden cahil kalır, mahrum olur. İnsan dünyayı sevdiği kadar gaflete düşer; hevâ ve hevesine ne kadar düşkünse o kadar dünyayı sever.2
Kula, içine düştüğü gafletten tövbe etmesi gerekir. Bunun gereğini iyice anlayınca asla tövbeyi terketmez.
Hâris el-Muhâsibî (k.s), ‘’Kalbin Allah'tan gafil kalması bir kul için bela ve musibetlerin en büyüğüdür,’’ diye buyurmuştur.3
Menkıbe
Hâce Ubeydullah Ahrar Hazretleri’nin bir müridi bir günah işlemiş, utancından onun huzuruna çıkamaz olmuştu. Sonra düşünmüş ki, bir suç sebebiyle Allah dostlarından uzak durmak daha büyük bir hata olur...

Bu düşünceyle mahcup bir vaziyette Hâce Ubeydullah Hazretleri’nin yanına gitmeye karar verir. Giderken Bahaeddin Nakşibend Hazretleri’nin ruhu için Fatiha ve İhlâs okuyarak, hatasının affı için onun Allah Tealâ’dan şefaatçi olmasını ister. Hâce Ubeydullah Hazretleri’nin huzuruna varıp oturunca, o şöyle buyurur:



- Eğer devamlı Fatiha ve İhlâs okuyarak Bahaeddin Nakşibend’in ruhunu şefaatçi kılabilirsen ne güzel! Ama iş bununla bitmez. Mürid bir hata yapmamak için sürekli ahvalini gözetmelidir.4
Gaflet Tehlikesi
Gaflet, Allah'ı ve ahiret gününü unutmuş insanları çepeçevre sarmış sinsi bir hastalık gibidir. Bu, insanın zihnini uyuşturan, aklını örten bir hastalıktır. Bu uyuşukluk ve şuursuzluk içinde insan kendisini kuşatan ve bekleyen gerçeklerin farkına varamaz. Bu nedenle gaflet halindeki insanlar görebilme, duyabilme gibi duyulara sahip olmalarına rağmen, gördüklerini ve duyduklarını değerlendirme, muhakeme etme yeteneğini kaybetmişlerdir.
Aslında cehalet, şehvet, kibir, riya, gurur, hırs, kin, cimrilik, haset, israf ve öfke gibi fıtrî temayüller, gafletin helâk edici tezahürleridir.
Gaflet neticesinde meydana gelen günahlar, Hak ve hakikate perde olur. İnsanlık şeref ve haysiyetine halel getirir. Ruhlar karanlığa bürünür. Hak Teâlâ unutulur. Allah Teâlâ, bu hale düşenleri şöyle yermektedir:
"Allah'ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsunl İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler."5
Şeyhülislâm Abdullah el-Ensâri (k.s) der ki:"Allah Teâlâ'nın azabına müstahak olanlar, her an gaflette bulunanlardır. Bunlar, başlarına gelmesi muhtemel olan korkunç azaptan gafil oldukları için, kendilerini emniyette ve rahat hissederler. Her zaman uyanık olan kalpler ise, her an korku ve hüzün ile dolu olurlar. Devamlı ahiret için hazırlık yaparlar. Aslında azaptan emniyette olanlar bunlardır."
Bâyezid-i Bistâmî (k.s) ise:"İnsana en fazla zarar veren şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun gaflet olduğunu gördüm. Gafletin insana yaptığı zararı cehennem ateşi yapmaz. Yâ Rabbi! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lutuf ve kereminle bu duayı kabul eyle."6
Cüneyd-i Bağdâdî (k.s) de şöyle der: "Hak âşıkları için Allah Teâlâ'dan gafil olmak, ateşte olmaktan daha beterdir."7 Ona,
"Bela nedir?" diye sorduklarında, şöyle demiştir:

"Asıl bela, belayı verenden gafil olmaktır."8
Hâkim et-Tirmizî (k.s) der ki: "Şeytanın insana, gafil olduğu bir zamanda yaptığı zarar, yüz aç kurdun, bir koyun sürüsüne yaptığı zarardan daha fazladır. İnsanın nefsinin kendisine yaptığı zarar da, yüz şeytanın yaptığı zarardan fazladır."
Gaflet Afettir
Kalp için en büyük hastalık gaflettir. Bu hastalık, insan için en büyük afetlerden biridir.
Gaflet karanlıktır. Bu karanlık kalbi sarınca, onu perdeler, ondan hak nuru gizlenir. Kalbi perdelenen kimse, hak olanı görmez, hak derdine düşmez, nefsin keyfine uyar, hayvan gibi yemek ve içmekle yetinir, buna rıza gösterir. Tek derdi yaşamaktır. Bütün aradığı keyif ve zevktir. Her şeyi tersinden görür. Yüce Allah'ın güzel diye tanıttığı şeylere o çirkin der; onlardan kaçar; haram dediğine can simidi gibi sarılır. Fâni olan şeyleri sürekli kalıcı zanneder. Zararlı şeyleri faydalı görür, ilme değil boş arzularına uyar.
Gaflet pişmanlığı artırır, gaflet nimetin elden çıkmasına sebep olur ve hizmeti engeller, gaflet haseti artırır, gaflet insanın kınanmasına ve nedametine yol açar. Oysa dünyada gaflet içinde yaşayanlar, ahirette pişman ve perişan olurlar. Çünkü güzel sonuç ancak takva sahiplerinindir. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Onlar, gaflet içinde olanlardır. Hiç şüphe yok ki onlar, ahirette hüsrana uğrayacaklardır"9
Kulun gafletinin uzaması, kalbinin Allah tarafından mühürlenmesinden ve kalbinin bozuk karakterinden kaynaklanır. Zâhirde gaflet, bâtında kalbin, örtülmesi ve kilitlenmesidir.
Kalbin mühürlenmesi ve olumsuz bir yapı kazanması, devamlı günah işlemekten meydana gelir. Nihayet günahlar, kalbe hâkim olur ve ardından yapılan şeyler, onun için bir ceza sebebi olur. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur:"Hayır, hayır, aksine onların işlemekte olduğu günahlar, kalplerine hâkim olmuş ve kalplerini kirletmiştir"10
Hâris el-Muhâsibî (k.s) der ki: "Günahlar gaflet getirir. Gaflet ise kalbin katılaşmasına sebep olur. Kalbin katılaşması, insanı Allah Teâlâ'dan uzaklaştırır ve Allah'tan uzaklık ise cehenneme götürür. Kalbin Allah'tan gafil kalması bir kul için bela ve musibetlerin en büyüğüdür."
Bir ülkenin cumhurbaşkanı emrinde çalışan memura kendi şahsi işleriyle ilgili önemli bir vazife verse, o memur bir büyüğe hizmet etmenin onuruyla verilen görevi severek yapar. Kendisine bir faydası olmadığı halde görevi aksatmamak için tam bir dikkatle çalışır.

Peki, ya insan niçin Rabbi’nin emirlerini aynı hassasiyetle yerine getirmez? Allah Tealâ’nın büyüklüğü ve yüceliği -hâşâ- o zattan daha mı aşağıdır ki, İslâm dininin emirlerine uymaz. Bu noktada iki ihtimal düşünülür:



1. Kişi Allah’ın zatına, emir ve yasaklarına inanmadığı için böyle davranmaktadır.

2. İnandığı halde Allah’ın emir ve yasaklarına yeterince önem vermediği için yerine getirmemektedir. Bu durum, bir bakıma O’nu ve emirlerinin büyüklüğünü makam mevki sahiplerinden aşağı görmektir. Her iki sebeple de Allah’a kulluk yapmamak çirkindir. İmam Rabbanî Hazretleri k.s. bu hakikati bir temsille anlatarak şöyle demektedir:

“Çokça yalan söyleyen biri; ‘Bu gece düşman baskın yapacak’ dese, akıl sahibi idareciler ihtiyat için haberi ciddiye almazlar mı? O kimsenin yalancı olduğunu bildikleri halde yine de tedbiri elden bırakmayıp muhtemel tehlikeye karşı vaziyet almazlar mı? Elbette ki alırlar.

Hal böyleyken nasıl olur da Muhbir-i Sadık (doğru haber veren), doğruluğu dillere destan Hz. Rasulullahs.a.v.’in tekrar tekrar haber verdiği ahiretteki azaba inanmazlar? İnansalar da tedbir alıp kurtulma yollarını düşünmezler? Halbuki O kurtuluş yollarını da göstermiştir. Muhbir-i Sadık Hazretleri’nin sözlerine bir yalancının sözleri kadar önem vermemek nasıl bir imandır?”

Bu soru tehlikenin boyutlarına dikkat çeken gayet ciddi bir sorudur. Zira gaflet bir perdedir, kalbin nurunu örter, söndürür. Her gafletin içinden küfre kadar giden yol vardır.



Gaflet Hasret Sebebidir
Kıyamet gününde cennet ehlinin en çok hasret çektiği ve kederlendiği şey, dünyada iken gafletle geçirdiği dakika ve saatlerdir. O gün cennet ehli,"Eyvah! Ben o dakikaları, o saatleri nasıl da gaflet içerisinde geçirdim" diye hasret ve keder duyacaktır.
O gün hayıflanmalar ve pişmanlıklar öyle üst üste biner, öyle yoğun olur ki, sadece hayıflanma günü, ahlanma ve vahlanma günü halini alır, başka bir şeye rastlanmaz olur. O günün havasına hayıflanma egemendir, en göze çarpıcı gelişmesi yazıklanma olur.
Hak Teâlâ, buna işaret ederek, Hak ve hakikatten gafil olanları şöyle uyarmaktadır:"Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar"11
Hz. Peygamber de [sallallâhu aleyhi ve sellem] bu durumdan haber verirken şöyle buyurmuştur:"Cennet halkının tek hasret duyup vahlanacakları şey, zikirle geçirmedikleri (gafletle geçirdiği) saatleri olacak."12Bir diğer hadiste ise şöyle buyurmuştur:
"Herkim bir yerde oturur ve orada Allah Teâlâ'yı zikretmezse, Allah Teâlâ ona bundan dolayı hasret ve pişmanlık duyuracaktır.Her kim de bir yerde uzanır ve orada Allah Teâlâ'yı zikretmezse, Allah ona bundan dolayı hasret ve pişmanlık duyuracaktır. "13
İmam Evzaî'nin (r.ah) şöyle dediği bildirilmiştir: "Kul, dünyadaki her anından kıyamette hesaba çekilecek. Hem de gün gün, saat saat. Bu durumda, Allah Teâlâ'yı anmadığı bir an karşısına çıkınca, pişman olur ve kendini parçalamak ister."14
Anlatıldığına göre, salihlerden biri rüyasında hocasını gördü ve,"En büyük pişmanlığınız nedir?" diye sordu. Hocası,"Gafletten kaynaklanan pişmanlık!" dedi.
Şimdi nöbet bizdedir. Geçen geçmiştir. Ne geçmişle övünülür ne de geçmişe sövülür, geçmişten sadece ders ve ibret alınır. Hak yolcusu, elindeki anı iyi değerlendirmelidir. Geçmiş zamanın derdi ve geleceğin endişesi ile eldeki anını zayi etmemelidir.
Hak Teâlâ, bütün peygamberleri insanları gaflet uykusundan uyandırmak için göndermiştir. Bize düşen, nöbet yeri olan kalbimize sahip olmak, onu düşmanlardan korumak ve istenilen şekilde kalbimize bekçilik yaparak nöbet tutmaktır.
Menkıbe
Bir defasında Hz. Mevlânâ, müridi Siraceddin'in evinde misafir olmuş, gece sabaha kadar namaz kılıp Rabb'ine niyazda bulunmuştu. Bunun üzerine mürid,
"Sultanım sabah oldu. Bir nefes dinlenseniz" diye ricada bulunduğunda Hz. Mevlânâ,
"İyi ama eğer biz de uyursak, bunca uyuyana kim imdat edecek?" diye hikmetli bir cevap vermiştir.
Allah’tan Gafil Olmak
En büyük gaflet, insanın Allah'tan gafil kalması, O'nun emir ve yasaklarından habersiz olmasıdır.Gafletten daha kötü bir şey yoktur. Göz açıp kapatıncaya kadar Allah'ı unutmak, ateşte yanmaktan daha kötüdür.Allah'ı unutturan her şey sahibi için dünya ve ahirette uğursuzluktur. Nitekim büyük veli Ebû Abdullah en-Nibâcî (k.s) şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ'yı unutmak, O'ndan gafil olmak, cehenneme girmekten daha şiddetli bir haldir. Allah Teâlâ'dan başka şeyleri anmak, onlardan bahsetmek kalpte kasvete, katılığa sebep olur."
Biri Zünnün-ı Mısriyi (k.s) rüyasında gördü ve,
"Allah Teâlâ sana nasıl davrandı?" diye sordu. Zünnûn şöyle cevapladı:
"Allah beni huzurunda durdurdu ve,
'Ey iddiacı, ey yalancı! Beni sevdiğini iddia ettin, sonra benden gafil oldun!' dedi."
Arifler de bu vb. uyarıları dikkate alarak gafletten uzak kalmışlar. Her anını Allah'ı zikretmekle geçirmişler.
Bilâl b. Sad (r.ah) şöyle derdi: "İnsanlar acaba cehennem azabına inanmıyorlar mı? İnanıyorlarsa niye hazırlanmıyorlar? Bu nasıl gaflettir?"
Ahmed Yesevî (k.s) şöyle diyordu: "Ey gaflet uykusunda uyuyanlar, iyi biliniz ki sizi yaratan uyumuyor."
Akıllı mümin korku ve ihlâs ile Allah'a ibadet etmeli, onun takdirine rıza göstermeli, belalara karşı sabırlı olmalı, verdiği nimetlere karşı şükretmeli ve verdiklerine kanaat edip yetinmelidir.
Kıssa
Şakîk-ı Belhî'den (k.s) şöyle nakledilir:
"İnsanlar ağızlarıyla şu üç şeyi söylerler, fakat davranışları buna aykırı düşer.
Biz Allah'ın kuluyuz, derler. Fakat başıboşlar gibi hareket ederler. Bu durum sözlerine ters düşer.
Allah bizim rızkımıza kefildir, derler. Fakat kalpleri ancak dünya malı biriktirmekle tatmin olur. Bu da sözlerine ters düşer.
Dünyada ölümden kurtuluş yoktur, derler. Ancak hiç ölmeyecekmiş gibi davranırlar. Bu da söylediklerine ters düşer.
Ey kardeşim! Kendine şöyle bir bak. Hangi bedenle Allah Teâlâ'nın huzurunda duracaksın? Hangi dil ile ona cevap vereceksin? Küçük büyük her şeyden seni sorguya çektiğinde ne diyeceksin? Sorulara cevap hazırla, cevapların da doğru olsun! Zira Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:'Allah 'tan sakının, çünkü O (hayır ve şer olarak) yaptığınız her şeyden haberdardır.'15
Sonra Allah'ın emirlerini terketmemeleri, açık ve gizli her durumda O'nu tek ilâh bilmeleri hususunda nasihatte bulundu."
Ölümden Gafil Olmak
İnsanlar genelde ölümle hiç beklemedikleri bir anda, hiç beklemedikleri bir yerde karşılaşırlar. Allah bu gerçeği,"... Hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır"16ayetiyle bildirmektedir.
Gerçekten, kişinin nefsini ölülerden sayıp kendisini mezarlardaki insanlar arasında görmesi gerekir. Çünkü gelmekte olan her şey yakındır; uzakta olan ise hiç gelmeyecek olandır.
Bir şeye hazırlanmanın en kolay şekli, onu kalben devamlı anmak ve ondan gafil olmamaktır. Sürekli ölümü düşünmek ve onu beklemek, ölüme hazırlanmaya teşvik içindir. Gerçekten ölümden sonrası için vakit yaklaştı; ömürden az bir şey kaldı; fakat yüce Allah'ın,
"İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirmektedirler"17âyetinde buyurduğu gibi, insanlar hâlâ bundan gafildirler.
Süfyân-ı Sevrî (k.s) şöyle diyordu:
"Büyük bir kalabalık bir yere toplansa ve içlerinden biri, 'İçinizden akşama kadar kim yaşayacak, bilsin' dese, kimse bilemez, işin şaşılacak tarafı şurasıdır ki, eğer o kimselere, 'Öyleyse, içinizde ölüm için gerekli hazırlığı yapan ayağa kalksın' dense kimse ayağa kalkmaz. Bu hal büyük bir gaflettir, bundan kurtulmaya çalışmalıdır."
İbadetten Gafil Olmak
İbadetin merkezi kalptir, ilâhî sevgi ve marifet kalpte oluşur. Allah Teâlâ'ya yaklaşmak kalple olur. Kalbin katılmadığı ibadetler, şekilden ibaret kalır. Kalbin katılması demek, uyanık olması ve neyi kim için yaptığını bilmesidir. İbadette Allah için niyet farzdır. Bozuk niyet ve gafletle yapılan ibadetler çoğu kez gösteriş için yapılır. Böyle bir ibadet yakınlık değil, uzaklık sebebi olur. Artık ona ibadet değil, ihanet denir. Çünkü Allah için yapılacak bir iş, nefis ve dünya için yapılmış; mahlûk mâbud makamına çıkarımış, ahiret sermayesi dünyada harcanmıştır.
İbadet ehli de gaflete düşebilir. Gaflet içinde kılınan nice namazlar, sevaptan çok vebale sebep olabilir. Namazdan gaye zikir, fikir ve şükürdür. Bunlar uyanık kalbin yapacağı şeylerdir. Gaflet kalbin uyanmasına, güzel ahlâk sahibi olmasına ve manen yükselmesine engel olur. Gafletle ibadet taklide dönüşür. Taklit, bir çeşit körlüktür.
Menkıbe
Ebû Ali ed-Dekkâk(k.s) der ki: "Hasta olan salih bir dostumu ziyarete gittim. Büyük şeyhlerdendi, etrafında talebeleri vardı ve ağlıyordu. İyice yaşlanmıştı.
"Ey şeyh, neye ağlıyorsunuz, yoksa dünyaya mı?" diye sordum.
"Hayır, asla, bilakis kaçırdığım namazlara ağlıyorum" dedi.
"Nasıl olur, siz devamlı namazlarınızı kılardınız!" dedim.
"Bugüne kadar geldim hep gaflet içinde başımı secdeye koydum ve gaflet içinde başımı kaldırdım. Şimdi de gaflet içinde ölüyorum" dedi.
Büyük ârif Abdurrahman Tâhî (k.s), namazdaki gafletinden dolayı bir müridini şöyle ikaz etmiştir:
"Namazda gaflete düşmenin sebebi, abdestteki gafletten dolayıdır. Abdestteki gafletin sebebi ise, taharetteki gafletin sonucudur. İnsan taharetlenmeye giderken, 'Şüphesiz ben (alacağım abdest ile) Rabbim'in huzurunda duracağım. Üzerimde görünen ve görünmeyen pislikleri gidermem gerekir' diye düşünmelidir. Abdest alırken de, 'Cismimdeki zâhirî ve manevî kirleri temizlemem gerekir' diye düşünmesi gerekir. İnsan namaza durmadan önce mümkün mertebe kalbini rabıta üzerine yoğunlaştırmalı ve mürşidini hayal etmelidir. Müridin yapacağı en önemli görev, kalbini rabıta üzerine yoğunlaştırmak ve kalp rabıtasını ilerleterek gönlüdeki mâsivanın kökünü temizlemektir. Gerisi mürşide düşer. Mürid, abdest anlarında da rabıta yapmalıdır. Sağlam bir niyetten sonra yapılan rabıta neticesinde mürid namaz sırasında uyanık olur."18
Menkıbe
Harun Reşid bir ramazan günü Behlûl'e,
"Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et" diye tembih etti.
Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlûl(k.s) beş-on kişilik bir grupla çıkageldi. Harun Reşid şaşırdı ve,
"Behlûl bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık adam bile getirmemişsin’’ deyince, Behlûl (k.s),
"Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sûreyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış" diye cevap verdi.19

Gaflet Ehlinden Uzak Durmak
Büyük velilerden Hâce Ubeydullah Ahrâr hazretleri (k.s) gaflet ehliyle sohbetin, cem'iyyetin gönül huzurunun dağılmasına neden olduğu hususunda der ki:
"Bir gün Şeyh Bâyezid-i Bistâminin (k.s) gönül huzuru bozulur, perişanlık ve huzursuzluk hisseder. Bir türlü kendisini o halden kurtaramaz. Meclisindekilere,
"Yoklayın!... Bizim meclisimize bir gafil girmiş olmalı! Bu dağınıklığın sebebi odur!"Müridleri sağa sola bakınırlar ve böyle birini bulamadıklarını söylerler. Fakat hazret ısrar eder:
"Hele iyi araştırın. Asâların bırakıldığı yere bakın!" buyurur. Oraya baktıklarında bir de ne görsünler!... Orada bu yolun yabancısı gafil birinin asası durmaz mı? Alıp dışarı atarlar... O anda derhal Bâyezid hazretlerinin gönül huzuru da yerine gelir, kabz hali basta, tefrika hali de cem'iyyete dönüşür.20
Gaflet Yerleri

İbnü's-Semmâk (k.s), her yerde, herkese Allah Teâlâ'yı hatırlatırdı. Bir pazaryerine girdiği zaman, esnaf ve tüccara,


"Ey pazardakiler, pazarınızda kesat (durgunluk), iyilerinizde haset, alışverişlerinizde fesat var. Bu şekilde hayır bulunmaz, nefislerinizi gaflet uykusundan uyandırın" diye seslenir, böylece herkese ahireti hatırlatır ve Allah Teâlâ'nın emirlerine itaat etmeyi, hile yapmamayı tavsiye ederdi.21
Hammâd b. Zeyd (r.a) şöyle derdi: "Ticaretle uğraşan bir kişi, şu işlerden birine bulaşmadıkça zarar edip muhtaç duruma düşmez. Bu işler, boş lakırdılar, yalan, yemin etmek, hainlik, aldatmak, kıskançlık, cemaatle namaz kılmamak, ilim meclislerini kaçırmak ve dünyevî arzularının peşinde gitmektir."22
Gavs-ı Bilvânisî (k.s), ‘’Gaflet içinde yaşayan kimselerden sakınmak lazımdır,’’ derdi.23
Kalbi Uyanık Olmak

Gerçek mümin her halde kalbi yüce Allah'a bağlı kimsedir. Kalbi uyanık insan çalışırken, ticaret yaparken, yer ve içerken yüce Allah'la beraber olabilir. Bunun için özel bir köşeye ve halvete çekilmek şart değildir. Ariflerin dediği gibi, el işte, gönül dostta olmalıdır.


Tasavvufta bu iş üzerinde çok durulur. Sûfî, zâhiren ve bedeniyle halk ile bâtınen ve ruhuyla Hak ile olmalıdır. Hakk'a âşık insanın işiyle, gücüyle, mesleğiyle, sanatıyla, ailesiyle meşgul olması, çalışması, çabalaması ruhen ve kalben Hak'la beraber olmasına engel değildir. Yüce Allah kalbi uyanık ve kendisine bağlı kullarını şöyle övmüştür:
"Onlar öyle er kişilerdir ki herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah'ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar."24
Allâme Âlûsî (k.s), bu âyetin tefsirinde şöyle diyor:"İslâm ümmeti içinde birçok tasavvuf ehli, özellikle Nakşibendî büyükleri, âyette anlatılan daimî zikir haline ulaşmışlardır. Onlar bu zikre ulaşmayı en büyük gaye edinmişlerdir. Zikir onların kalbinde iyice yerleşmiştir.Öyle ki hiçbir halde zikirden gafil olmazlar."25
Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s) şöyle demiştir:"Hâce Abdülhâlik-ı Gucdüvânî hazretleri (k.s) ve bağlıları çarşı ve pazarda gezerken, halkın ve satıcıların gürültü ve sesleri kulaklarına zikir gibi gelirdi. Onlar zikirden başka hiçbir şey işitmezlerdi."26
Diğer bir sözünde ise şöyle demiştir: "İnsan kendisini topyekün zikre verse, beş altı günde öyle bir mertebeye erişir ki halkın bütün sesleri ve bağırmaları ona zikir gibi gelir. Kendi konuştukları da böyle olur."27
Gafillerin Arasında Uyanık Olmanın Fazileti
Çarşıya girerken Allah Teâlâ'yı zikreden kişilerin, bunu yapmayanlara karşı bir üstünlükleri vardır, öyleyse kişi, insanların çoğunun gaflette bulunduğu ve alışveriş ile meşgul olduğu çarşı ve pazarlarda Rabb'ini zikretmeye önem vermelidir. Hz. Peygamber [sallallâhu aleyhi ve sellem] bunun önemine işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Kim çarşıya girince 'Lâ ilâhe illailahüvahdehu lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdüyuhyî ve yümitü ve hüve hayyün lâ yemûtübi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şeyin kadir' derse, yani;
'Allah'tan başka ilâh yoktur, O tekdir, ortağı yoktur, mülk ve hamd O'na aittir. Hayatı O verir, ölümü de O verir. Kendisi hayat sahibidir, ölümsüzdür. Bütün hayırlar O'nun elindedir. O her şeye gücü yetendir' duasını okursa Allah ona bir milyon sevap yazar, onun bir milyon günahını affeder ve mertebesini bir milyon derece yüceltir."28 Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Gafillerin arasında Allah'ı zikreden kişi, savaştan kaçanlar arasında sebat edip savaşan kimse gibidir."29
Bunun için Muhammed b. Vâsi (r.a) ve Ibn Ömer (r.a), sırf yüce Allah'ı zikrederek bu fazileti elde etmek için pazar yerlerine girerlerdi.
Hasan-ı Basrî (k.s), çarşı pazarlarda Allah'ı zikredenler hakkında şöyle der: "Onlar kıyamet günü, yüzlerinde dolunayın parlaklığı gibi bir aydınlık ile ve güneş gibi bir güzellik içinde gelirler. Çarşı ve pazarlarda istiğfarda bulunan kimselerin, orada bulunanların sayısınca günahları affedilir."30
Her Nefeste Gafletten Uzak Durmak
Abdülhâlik-ı Gucdüvânî (k.s), tasavvufta ilerlemek isteyen saliklere yapmaları gereken en önemli görevleri on bir ana başlık altında özetlemiştir. Bunlardan biri de hûş der-dem, yani alınan her nefeste gafletten uzak olmak.
Tasavvuf yoluna giren Hak yolcusu sâlik, hiçbir nefesini Allah'tan gafil geçirmez. Her an Allah'ın huzurunda olduğunu bilir. Bu nedenle sâlik alıp verdiği nefese dikkat eder ve hiçbir nefesini gaflet içinde geçirmez. Her zaman ve her haliyle yüce Rabb'in huzurunda olduğunu unutmaz. Bütün vakitlerini bir çeşit ibadet ve taat içinde geçirir. Çünkü nefesi gafletten koruyabilmenin neticesi, insanı yüce Allah'a karşı kalp huzuruna kavuşturur ki bu işin sırrı da alınan ve verilen nefeste taat üzere olmaya bağlıdır. Zaten huzurla alınıp verilen her nefes canlıdır, yüce Allah'a ulaşır. Gafletle alınıp verilen nefes ise ölü olup Allah'a ulaşamaz.
Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s) şunu söylerdi: Bu yolda, sâlikin nefesine çok dikkat etmesi gerekir. Bu yolda, nefesini korumayan için, "nefsini (kendini) kaybetti" denir. Böyle bir söze sebep olmak ise iyi değildir. Mürşidimiz Bahâeddin Nakşibend (k.s) ise şöyle derdi:
"Bizim terbiye yolumuz, nefeslere varana kadar her anını uyanık geçirme üzerine kurulmuştur. Uyanık sûfî, iki nefes arasını bile zikirle geçirir."
Yine hûş der-dem için şöyle de denebilir: Zikredeni, zikir halinde gafletten uyandırmaktır. Zikirden maksat, zikredilen şeyin manasını devamlı düşünmektir. Bu durum ise o mananın insanın içinde doğmasını sağlar. Böyle bir şeyin elde edilmesi ise alınıp verilen nefesleri gafletten korumakla mümkündür.
Bu yapılınca da insanı huzura götürür. Huzur ise yüce Rabb'in tecellilerine bir sebep sayılır. Şunu unutmamak lazım ki yüce Allah'ın, insanların nefesleri sayısınca tecellileri vardır. Bir insan, nefeslerine dikkat ederse, yüce Rabb'in huzurunda olur; adı geçen tecellilerden de kendisine bir nasip düşer. Şu da bir gerçektir ki, nefesleri kontrol etmek sâlik için zor bir iştir. Genelde müridler bu durumdan kurtulamaz. Bu yüzden sâlikler sık sık Allah'a tövbe eder:
"Estağfirullah... estağfirullah..." der. Bu çeşit bir istiğfar, bağış isteğinde bulunmak boşa giden nefesleri kurtarır ve sahibini temize çıkarır.
Gavs-ı Sâni (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur: "Gerçek sûfî devamlı zikir halindedir. Böylelerine zâkir denilir. Onlar istese de gaflete düşemez. Biz şimdi nasıl gafletsiz zikrinizi çekin diyorsak onlar da tam tersi olur. Onlar isteseler de gaflete düşemezler. Bütün letaifleri çalışır."
Menkıbe
Büyük veli Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s) şöyle anlatır:
"Mektebe gider gelirdim. Gönlüm daima Allah Teâlâ ile idi. Bir an O'nu unutmaz, bir an O'ndan gafil olmazdım. Soğuk bir kış günü, kırlık bir yerden geçerken ayağım çamura battı. Kurtulmaya çalışırken ayakkabım düştü. O sırada bir gaflet arız oldu. Bu işle uğraşırken, Allah Teâlâ'yı anmaktan uzaklaştım hissine kapıldım. Karşıda köylü bir genç çift sürüyordu;
'Bak, şu genç bunca eziyet içinde Allah'ı düşünüyor da sen, ayağını çamurdan kurtarmak gibi küçük bir uğraşma yüzünden O'nu nasıl unutursun?' diyerek, hüngür hüngür ağlamaya başladım.
O zamanlarda herkesi kendim gibi her an Allah Teâlâ'yı anar sanırdım. Bulûğ yaşına erişinceye kadar, Allah Teâlâ'dan gafil olanlar bulunduğunu anlayamamıştım. Allah Teâlâ'nın, herkesi, kendisini düşünmek, hatırlamak, unutmamak için yarattığını sanırdım. Sonradan anladım ki Allah Teâlâ'dan gafil olmamak, yalnız bazı kullara mahsus ilâhî bir inayetmiş. Ancak riyazet ve nefis mücadelesiyle elde edilebilir, hatta bazılarınca bununla bile elde edilemez bir keyfiyetmiş."31
Yemek Hazırlanırken ve Yerken Gaflete Düşmemek
Reşehât sahibi Mevlânâ Safî der ki:Bir zaman Hâce Ubeydullah hazretleri (k.s) azimet ve ihtiyatı emreder ve şöyle derdi:
"Lokma ve yemekte ihtiyatlı olmak gerekir. Yemek temizliğe riayet edilerek pişirilmeli, odun ocağın altına şuur ve gafletten uzak konulmalı ve ateş öyle yakılmalıdır. Bir yemek pişirirken öfkelenmemeli, kötü sözler söylenmemelidir. Hâce Bahâeddin Nakşibend hazretleri, öfkeli ve istemeyerek pişirilen yemekten yemez, bu yemekte zulümat var, bize ondan yemek uygun olmaz, derdi."
Menkıbe
Hâce Ubeydullah hazretleri [kuddisesırruh] çok karlı ve soğuk bir kış günü Semerkand'dan 2 fersah uzakta bulunan Telkelâgân köyünde idi. Seher vakti taharet için dışarı çıktığında mutfak kapısının önünden geçti. Mutfakta iki çocuk büyük bir kaba su dolduruyorlardı. Çocuklar süfîlerin taharet etmesi için hazırladıkları su kabını bir yandan ısıtmak için ateşin üstüne koyuyorlar, öte yandan birbirleriyle lakırdı yapıyorlardı. Hâce Ubeydullah konuşmalarını işittiği gibi durdu, onları yanına çağırttı, kendilerine çok kızdı ve dövmek için değnek istedi. Bu kızgınlık ve azarlama arasında buyurdu ki:
"Bu kadar bilmiyor musunuz? Yemek pişirirken ve su ısıtırken gönlü hazır etmek ve dili mâlâyâniden sakınmak gerekir. Bu durumda o su ile abdest alan ve o yemekten yiyenin gönlünde huzur ve âgâhlık oluşur. Gafletle ısıtılan sudan abdest alan ve gafletle pişirilen yemekten yiyen kimsenin gönlünde ise zulmet ve gaflet meydana gelir."
Hâce Ubeydullah'ın yakın ve makbul sûfîlerinden Mevlânâ Lutfullah çocukların hatasını affetmesi için aracı oldu. Hâce Ubeydullah da onun ricasıyla çocukları affedip kendi işleriyle meşgul oldu.32
Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (k.s) de şöyle demiştir: "Gafletle yemek yiyen bir kişinin kalbi o yemeğin ağırlığı geçene kadar nasıl zikre geçebilir! O halde mürid, yemekten önce bir rabıta kurmalı. Kalbini gafletten kurtarmalı ve daha sonra yemeğe başlamalı..."33
Büyüklerden Alâüddevle-i Simnânî (k.s) der ki: "İnsan vücudunda amellerin tohumu, yenilen lokmadır. Bir kimse lokmayı gaflet içinde yerse, lokma helâl de olsa, ondan insanların fayda görmesi mümkün değildir."
Gaflet, kalp katılığı ve yukarıda sayılan diğer benzeri hususlar, zikirde tembellik ve kalbin görevini yapmamasına sebep olan durumlardandır. Onun için bu konuya dikkat etmemek kalbi zikretmekten bazen büsbütün uzaklaşır. Bu sebeple mürid, tarikatı kabul etmeyenlerin yemeğinden yememeye gayret etmelidir. Nitekim"İnkâr edenlerin yemeğinden yemek, feyiz kapılarını kırk gün kapatır" diye rivayet edilmektedir.
Mürid, ihlâslı olanlarla beraber bulunmaya ve onların yemeklerini tercih etmeye gayret sarfeder. Ayrıca yemek pişirenlerin, pişirme ve hazırlama sırasında da abdestli olmaları arzu edilir. Hatta huzur ehli kimselerden olmaları daha faziletlidir.
Bilindiği gibi, haramla beslenen bir vücut, ancak cehennemde yanmaya layık olur. Yemekte ve içmekte bir lokma dahi olsa haramdan, israftan kaçınmaya, hırslı ve gafil olarak yememeye çok dikkat etmelidir. Çünkü gaflet içinde yenilen her lokma, gaflet getirir. Kalp huzuruyla yenen yemekler de huzurun devamına ve artmasına vesile olur.
Gavs-ı Hizanî (k.s.) de şöyle buyurdu: “Gafletle yemek yiyen bir kişinin kalbi o yemeğin ağırlığı geçene kadar nasıl zikre geçebilir! O halde mürid yemekten önce bir rabıta kurmalı. Kalbini gafletten kurtarmalı ve daha sonra yemeğe başlamalı...”34
Gafleti Gidermenin Yolu
Gavs-ı Bilvânisî Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî (k.s), bir sohbetinde gafleti yok etme hususunda şöyle buyurmuştur: "Bakınız, bu milletin başına ne geldiyse gafletten geldi. Şah-ı Hazne (k.s), 'Gaflet kadar hiçbir kötü hastalık yoktur'derdi.
Kimin başına her ne kötülük geldiyse nefsinin hilelerinden gafil kaldığı için gelmiştir. Şayet kişi kendi güç ve kuvveti ile gafleti terkedemiyorsa, edebe sarılsın ve buna dikkat etsin. Şöyle ki:
'Rabbim her an her yerde beni görüyor' diye düşünsün ve bu hususta nefsini zorlasın. Her zaman Allah'ın zikri ile meşgul olun. Hatta cünüp dahi olsanız, kalben 'Allah Allah' deyin ve Allah'ı anmaktan gafil olmayın. Bakınız, sultanlar bir beldeye girdiklerinde o beldede daha önce hüküm sürenleri zelil ve esir edip, emirleri altına alırlar. Siz kalbi bir şehir, zikri de bir sultan olarak düşününüz. Sultan olan zikir kalbe hâkim olduğu an, daha önce orada hüküm süren gafleti, vesveseyi ve benzeri kuruntuları siler süpürür, yok eder. Ayrıca açık ve gizli edeplere dikkat etmekle insanın kalbi uyanır. Böylece gaflet de yok olur."35
Gafletin İlacı
Müminin kalbi büyük bir hazinedir. İman, marifet, Kur'an gibi değerli mücevherlerle doludur. Şeytan da bu hazineye girmek isteyen bir hırsız gibidir. O hazineyi hırsızdan korumak, kapılarını sağlamlaştırmak ve gediklerini kapatmakla mümkündür. Kapı ve gedik yerlerini bilmeyen kimse elbette hazineyi koruyamaz. Şeytanı defetmek de onun giriş yollarını bilmekle mümkündür. Şeytanın kalbe girmesi, kalbin Allah'tan gafil ve zikirden uzak olması bakımındandır. Bu kalp, zikre döndüğü zaman, şeytan geri çekilir. Bunun delili ise, "O kovulmuş şeytandan Allah'a sığın" 36âyet-i celilesidir.
Menkıbe
Hikaye edildiğine göre, salihlerden birine bir yahudi gelerek:

Biz yahudiler kalp huzuru içinde şeytanın vesvesesi olmadan ibadetlerimizi yapmaktayız. Sizlerin ise, ibadetlerinizi şeytanın vesvesesine maruz bir durumda yaptığınızı işitiyoruz. Bunun sebebi nedir?” diye sormuş.

Salih kişi: “Ey yahudi! İki evden birinde, altın, gümüş, inci, yakut ve en değerli kumaşlar bulunmaktadır, diğer birinde ise, hiçbir değerli eşya bulunmadığı gibi bomboş ve harap bir vaziyettedir. Şimdi bu durumu bilen hırsız bu evlerden hangisine girer?” diye sordu.
Yahudi: “Elbette hırsız mücevherlerle ve en değerli kumaşlarla dolu olan eve girer ,” cevabını verdi.
Salih kişi devamla: “Bizim kalplerimiz, tevhid, marifet, iman, yakin, takva ve ihsan gibi diğer faziletlerle dolu. Şeytan, bu faziletlerden çalmak için gelip bizi meşgul eder. Sizlerin kalpleri bu gibi faziletlerden boş bulunduğu için İblis sizin kalplerinize girmez ve sizi meşgul etmeğe değer bulmaz.” Cevabını verir.
Bunun üzerine Yahudi müslüman olmuş. Bundan anlaşılıyor ki, şeytan maksadına ulaşamaz. Çünkü Allah kudretiyle dostlarını korur.37
Zikir, kalbi şeytanın vesvesesinden ve hâkimiyetinden kurtarır. Yüce Allah şeytanı, "hannâs" sıfatıyla tanıtmıştır. Hannas, "sinsi, korkak, boş bulunca dalan, karşı durunca kaçan" demektir. Şeytan kalbi boş bulunca dalar, kalp zikre geçince hemen kaçar. Zikir devam ettiği sürece şeytan kalbe yol bulamaz. Kalbe girmek ister fakat zikrin nuru onu yakar. Böylece insan en büyük düşmanından kurtulmuş olur.
Büyük ârif İmam Gazâlî (k.s) der ki: "Kalpten şeytanın vesvesesini atmak, ancak o vesveseyi veren şeyden başkasını kalbe koymakla mümkündür. Allah'ın zikrinden başka da kalbe her ne korsan, şeytanın vesvesesine yardımcı olabilir. Kalbi şeytanın vesvesesinden koruyan, ancak Allah'ı anmaktır. Allah'ı anmakta şeytanın nasibi yoktur. Her şey ancak zıddı ile tedavi edilir. Şeytan vesvesesinin zıddı da Allah'ı anmak ve O'ndan yardım dilemektir."38

Şöyle denilmiştir: Zikir kalbe iyice yerleşince, şeytan kalbe yaklaştığında zikrin nurundan çarpılır. Aynen bazı insanların kendisine yanaşan şeytana çarpıldığı gibi. Diğer şeytanlar onun başına toplanıp, "Buna ne oldu?" diye sorarlar; "Onu insan çarptı" denir.39


Büyük müfessir Fahreddin er-Râzî (r.ah) şöyle diyor: "İnsanların cehenneme girmelerinin birinci sebebi Allah Teâlâ'nın zikrinden gafil olmalarıdır. Cehennem azabından kurtulmanın sebebi de Allah'ın zikridir. Çünkü kalp Allah'ı zikirden gafil olup dünyaya daldığında kendilerine hırs kapıları açılır, artık dünyanın peşinde koşarak, zulmetten zulmete, gafletten gaflete duçar olurlar. Ne zaman ki kalbine zikir ve ilâhî marifet kapısını açıp marifetullah hâsıl olursa helâk ve hüsrandan kurtulurlar. Böylece mükevvenatın sahibini bilmeye başlar ve selâmete ulaşırlar."40
Ferîdüddin Attâr (k.s), "Allah'ı unuttuğun an, yoldaşın şeytan olur" demiş. Elbette ki yoldaşı şeytan olan insanın gafletten kurtulması da o denli zordur.41
Gafillerin bir özelliği de kendilerini doğru yolda olduklarına inandırmaya çalışmalarıdır. Bunlara göre asıl olan kalp temizliğidir. Ve her nedense bunların kalbi devamlı temizdir. Kendileri gibi olmayanların kalpleri ise, temiz olmak şöyle dursun, sürekli fitne ve fesatla doludur. Her ne kadar namazla niyazla uğraşsalar, örtülü gezseler de bu görünüşün arkasından her türlü melaneti işlerler. Bu savunma mekanizmalarıyla muhataplarına gerekli cevabı verdikten sonra kendileri de inanarak bir nevi huzur bulurlar. Oysa Kur’an onlar hakkında şöyle buyurur: “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da, onlar kendi­lerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.”42

Sonuç olarak manevi bir terbiye görmeden insanın kendi hata ve kusurlarını, gafletini idrak edebilmesi son derece güçtür. Böyleleri gırtlağına kadar gaflete daldığı halde kendini salihlerden zannederler. Hatta bu satırları okurken bile hiç üzerlerine kondurmazlar. O yüzden nefsinin hata ve kusurlarını görebilmek, yer ve gökleri keşfen müşahede etmekten daha evlâdır.43


Dolayısıyla manevi terbiyeye giren ve bu yolda ilerleyen kişilere de, gafletinden bihaber olan kişilere karşı tebliğ vazifesi düşüyor. Bu hususta Gavs-ı Sanî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur: “Etrafınızdaki gaflet ehlinden mesulsünüz.”

Allahü Teâlâ, sadatların himmet ve bereketiyle iki nefes arasını dahi zikirle, fikirle, şükürle geçiren uyanık kullarından eylesin inşallah. Âmin.



1Nahl 16/108-109

2EbûTalib el-Mekki, Kûtu'l-Kulûb, 1/125.

3Gümüşhânevî, Veliler ve Tarikatlarda Usûl, s. 418.

4Semerkand Dergisi, Bin bir Damla

5Zümer 39/22

6Necmeddin Erbîlî, el-Mevâhibü's-Sermediyye, s. 68.

7Şa'rânî, Tabakâtü'l-Kübrâ, 1/84; Abdülmecid Hânî, el-Hadâiku'l-Verdiyye, s. 59.

8Abdurrahman-ı Câmî, Nefehâtû'l-Üns, s. 147.

9Nahl 16/108-109

10Mutaffifîn 83/14

11Meryem 19/39

12Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebir, 20/93 (nr. 182); BeyhaKÎ, Şuabü'l-lmân, nr. 512.

13Ebû Davud, Edeb, 26 (nr. 4856), 98 (nr. 5059).

14EbûNuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 6/142; Şa'rânî, Tabakâtü'l-Kübrâ, 1/45.

15Haşr 59/18

16Lokman 31/34

17Enbiyâ 21/1

18Abdurrahman Tâhî, el-işârât, s. 174.

19Kalbin Hastalıkları, SiraceddinÖnlüer, Semerkand Yay.

20Mevlânâ Safî, Reşehât, s. 190; Erbin, el-Mevâhibü's-Sermediyye, s. 158.

21Şa'rânî, Tenbihü'l-Muğterrîn, s. 273.

22Şa'rânî, Tenbîhü 'l-Muğterrfn, s. 273.

23lldırar-Çağıl, SeyyidAbdülhakim el-Huseynt ve Nakşibendî Tarikatı, s. 59.

24Nûr 24/37

25Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, 9/378 (Beyrut 1994).

26Mevlânâ Safî, Reşehât, s. 171.

27Mevlânâ Safî, Reşehât, s. 29.

28Tirmizî, Daavât, 36 (nr. 3428); IbnMâce, Ticârât, 40 (nr. 2235).

29Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr. nr. 9797; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/371 (nr. 1344).

30EbûTâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 2/265; Gazâlî, IhyâüUlumi'd-Din, 2/803.

31Mevlânâ Safî, Reşehât, s. 108.

32Mevlânâ Safî, Reşehât, s. 208.

33Abdurrahman Tâhî, el-lşârât, s. 168.

34Abdurrahman et-Tahi, İşaretler, 168.

35lldırar-Çağıl, SeyyidAbdülhakim el-Hüseynî ve Nakşibendî Tarikatı. s.41.

36Nahl 16/98

37Ruhu’l-Beyan Tefsiri, İsmail Hakkın Bursevi, Cild:5, Sh:35

38Gazâlî, IhyâüUlûmi'd-Dîn, 2/1394.

39Kuşeyrî, Risâle, s. 225.

40Abdülkadir Isa, Hakâikani't-Tasavvuf, s. 123; lldırar-Çağıl, SeyyidAbdülhakim el-Hüseynî ve Nakşibendî Tarikatı, s. 198.

41Kalbin Hastalıkları, SiraceddinÖnlüer, Semerkand Yay

42Zuhruf, 37

43Semerkand Dergisi, Ah Bu Gaflet Uykusu, Mustafa Bahadıroğlu, 97. Sayı

Yüklə 134,99 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin